her türü tek bir bünyede okumak isteyen var mı?
romantik, aksiyon, gerilim, cinayet, töre, fantastik, komedi, aşk, tutku, şehvet ve daha fazlası için tüm kitaplarım sizleri bekliyor.
Tüm klişe gerçekler onun varlığı ile yerle bir oldu. Dünya genelinde söz sahibi büyük aileler o ailelerin belli kuralları vardı. Onlara göre kadın sadece bir seks kölesi, evlerinde hizmetçi, çocuk doğuran makinaydı. Saygı duymak mı? Nefes almaları bile gereksizdi. Sonra o geldi. Tahtına oturdu ve tüm acımasızlığı ile kadınları hiç gözüyle görenlere dersler vermeye başladı.
Helen Herman. Bir insanın olabileceğinden daha acımasız, daha soğuk, daha sert. Kendi kurallarının dışına çıkmayan başka kuralları ise hiçe sayan. İstediğini almak için karşısındaki herkesi ezebilecek kadar hırslı, duygularını çok iyi saklayabilecek kadar kapalı kutu.
O Herman imparatorluğunun yeni kraliçesi. Alman Mafyasının en değerli ve tehlikeli ismi. Mantıklı ve arzularını sonuna kadar kullanan dişi şeytan. Gözleri bu kez özel bir şirkette Escortluk yapmaya başlayan Drew'e takıldığında avını gözleyen bir kartal gibiydi. Grileri genç adamı süzdü, içindeki şeytan kuyruğunu sallayıp boynuzlarını parlatırken kulağına fısıldadı. Onu doğuran kadın bile babasının seks kölesiyken şimdi karşı cinsten istediğini alma vaktiydi.
Peki, düşman yılan misali içine sızarken sürpriz isim Türk mafyasının dişli ismi oldu. Demir Karahanlı. Maskeli denen düşmanın en büyük acıları yaşattığı gözü kara adam.
Bu, bir kraliçe ile yanına kral olmaya layık adamın hikayesi. Tabuların yıkıldığı, gücün parmak uçlarında dahi hissedildiği köle ile efendinin şehvet oyunu.
Sonu mu? İşte o tamamen muamma.
“Dans et.”
“Neden?”
“Ben öyle istiyorum.”
“Sen istedin diye dans etmeyeceğim.”
Ayağa kalkan Karan karşısındaki Günah’ın kolunu tutarken dişlerini sıktı.
“Ben istersem dans da edersin altıma da yatarsın.”
Günah, bir adım gerilemek istedi ama yapamadı. Sert bedene kendi bedeni yapıştığında tüm uzuvları hissediyordu.
“Bırak beni.”
“Daha değil.”
“Bu da ne demek?”
Sözleri biten kız ne olduğunu anlamadan kalçalarından tutulmuş kucağa alınmıştı. Sırtı arkadaki duvara çarparken dudakları esir alındı.
Yasak kafes dövüşçüsü Akrep, Günah adında bir striptizcinin ateşinde yanarken şeytanın gözleri sevişen ikiliye saplanıp kalmıştı.
Bir kadın vardı tüm acıları hırka misali üzerine giyen ve hayatın dikenli yollarında çıplak ayakla yürüyen.
Kucağında özel bir çocuk, bedeninde şiddetin izleri ve ruhunda ızdırabın bin bir rengi. Tek sığınağı ailesi olmalıyken yüzüne patlayan her tokat anne babasının bir kez daha silinmesine neden oluyordu. Eski dostlar yeni hayatlar ve iki erkek arasına sıkışmış yaralı bir kadın.
Sinan ile Timur iki yakın arkadaşken bir kadın için düşman olan adamlar.
“Onu sevdiğim için yaptım. İlişkisi var sandım.”
“Lan it, seviyordun madem ne halt etmeye kızını başkasına verdin? Onu hak etmiyorsun.”
Peki Gül hangisini seçecek?
Hayalleri olan melez bir kız. Diş hekimliğini birincilikle bitirdiğinde tek amacı kendi ayakları üzerinde durup çalışmaktı. Lakin coğrafya kaderdir sözü onun içinde söylendi.
Kahramanmaraşlı babası Ciwan hastalıkla cebelleşirken kızını yakın dostu Dijvan Ağaya emanet etti. Sandı ki kızının bahtı açık olacaktı.
***
“Bu kadın da kim? Aram, burada neler oluyor?”
“Bu kadın senin kuman. Bundan böyle birlikte yaşayacağız.”
Kulakları uğuldayan Dilşah tek kelime etmeden odasına çıktığında çantasının içinden babasından yadigarı çıkardı. Yeniden avluya indiğinde hiç acımadan konağın duvarlarında yankılanan silahı ateşledi.
Kayınbabası Dijvan “Ne yapıyorsun sen?” diye bağırdığında dolan gözlerine rağmen dimdik durdu ve “Namusumu temizledim. Çünkü senin oğlun benim onurumu gururum ve namusumu ayaklar altına aldı. Sen söyle Dijvar Ağa zivaf gecesinin sabahında konağa kuma getirmek hangi erkekliğe sığar?” deyip arkasını döndüğü gibi odasına geri çıktı.
Dilşah, evlendiği adamın koynuna girdiği gecenin sabahında karşısında kuması ile karşılaşmayı beklemiyordu.
Aram ise içine düştüğü cenderenin tam ortasında kanını avuçlarında hissediyordu.
Peki ya AŞK ikinci bir şansı hak eder miydi? Gurur mu? Aşk mı?
İntikam hiç bu kadar yakıcı ve seksi olmamıştı.
Zümra, yaşadığı hayal kırıklığını büyük bir savaşa çevirirken Devran yaptığı hatanın bedelini ilki olduğu kadının intikamı ile ödeyecekti.
Bir kadını en çok yaralayan şey nedir? İhanet? Yok sayılmak? Severken hiç edilmek? İlk kez bedenini teslim ettiği adamın komodinin üzerine bıraktığı birkaç dolar?
Zümra hayatı boyunca bir kez dahi öpüşmediği halde her şeyini vermeyi göze aldığı adamın bir iddia uğruna tenine kazınmasını asla kabul etmedi. Madden aldığı intikam bacağına sıktığı bir kurşundu. Ama esas can yakıcı darbeyi sonradan indirecekti.
İntikam soğuk yenen bir yemekti ve Zümra elinin lezzetine tutkuyu, şehveti, küçük kaçamak oyunları, zehir gibi dili ile birleştirdiğinde tanrı Devran’ın yardımcısı olsundu.
Peki ya tüm bu intikam oyunlarının tamamında kocaman bir mafya karmaşası da yer alırsa?
İşte o zaman yemek tadından yenmez...
Eskort olmaya zorlanan genç bir kız. LİLA.
Altına yatması gereken kişi karanlığın lordu AHEN AÇIKEL.
Sevişmek onları sadece biraz daha birbirine yaklaştırdı. Kucağında olan kızın içine daha sert girip çıkan Ahen zümrüt yeşillerini lilalardan ayıramıyordu. Onu esir alan şeyler belliydi.
ZEVK. TUTKU. ŞEHVET. EROTİZM. TATMİN OLMAK. Aşk ise aralarda sıkışıp kalmış üzeri örtülü bebek gibiydi.
Gözlerimin arkası yanmaya başladığında dudaklarımı aralayıp ufacık soluklar almaya zorladım kendimi çünkü göğsüm nefessizlikten patlayacak gibiydi. Sahi ne demişti?
“İstediğimde altımda istediğimde yanımda istemediğim de ise siktir olup gideceksin. Fazlası yok. Yaptıklarının yanında sana soy adımı veriyor olmama şükredeceksin. İsyan ya da itiraz ettiğin her an bir yakınının cesedi ile sabahlatırım seni ve inan bana bunu yaparken asla ikinci kez düşünmem. Cehenneme hoş geldin küçük Lila. Azaplardan azap beğen.”
Küçük Lila. Bana cehennem diyordu ama hiçbir şey yapmasa bile asıl cehennemin gözleri olduğunu bilmiyordu. Biri gri diğeri zümrüt yeşili iki cehennem çukuru. Sebep olduğum hasarla bana bakarken bende oluşacak hasarın ise boyutu hesaplanamayacak kadar çok.
"Gerçekten böyle mi dedi. Gitmemi mi istedi?"
Sorusunun asıl nedenini anlayamadı Asım. Başını salladı.
"Üzülme artık Asra hemşire. Komutanım inat adamdır. Böyle sende heba oluyorsun."
"Yok Asım yok. Artık heba olmam o katır inatlı deve kinli eşek gözlü komutanın için. Madem gelmiyor senden bir şey rica edebilir miyim?"
Asım kızın komutanı için sözlerine gülmek istese de sadece inceden bir tebessümle savuşturdu. Yalan yok resmen onu anlatmıştı.
" Elbette."
Çantasından bir zarf çıkardı. Siyah bir zarf. Üzerinde "DEVE KİNLİ'YE" yazıyordu.
"Bu mektubu ona verir misin? Ama mutlaka okusun. Benim ondan son isteğim olduğunu iletirsen buruşturup çöpe atmaz"
Asım şaşırsa da uzanıp aldı zarfı. Genç kız masadaki telefonunu alıp hemen hocasını aradı. Asım daha birkaç adım atmıştı ki kızın "Tamam hocam. Sınır ötesi yardım ekibine katılmayı istiyorum. Birazdan dilekçemi vermiş olurum" dediğini duyduğunda olduğu yerde kaldı. Hızla Arkasını döndüğünde Asra hemşire çoktan çıkışa doğru yürümeye başlamıştı.
"Sende kimsin?"
"Ben Aysima. Babanızın eşiyim."
Duyduğu tek şey adamın dişleri arasından hırsla ve nefretle "Siktir" değişiydi.
"Aklını mı kaçırdı bu adam?"
Genç kız anlamaz gözlerle karşısındaki adama bakarken boğazının kuruduğuna, nefesinin göğüs kafesine az geldiğinde yemin edebilirdi. Bir çift gri gözün kendi sıradan kahvelerine saplanmasına dizleri titredi. Korkmadan da edemiyordu çünkü bu adam ona hep parçalayacakmış gibi bakıyor hem de tüm bedebindeki kanın kasıklarına toplanmasına neden oluyordu. Sadece bakışlarıyla zirveye ulaştırabilecek olan o adam kocasının oğlu Alkan Türkoğlu'ydu. Mobilya tasarımcısı ve karanlığın lordu.
Zaman nasıl hızlı akar? Yakalayan var mıdır?
Doğanlar ölenler gelenler gidenler. Acımasızdı akıp giderken saatler. En büyük yeminler bozulmak için sıra beklerken aşk tüm kabusların ortasında filizlenecekti. Töre ben buradayım derken yüzyıllardır süre gelen kanunlar bir çift yeşil gözün inadına rağmen istediğini alacaktı.
“Ben evlenirim. Yeter ki onlara bir şey olmasın.”
“Hayır Seher, duydun mu beni kızım hayır. Berdel olmayacak. Kimse de kimseyi öldürmeyecek. Yemin ettim. Töreye hiçbirinizi kurban vermem.”
“Bahar Acarbulut. Ertekin ve Acarbulut’ların hanım ağası. O dediğin buralarda zor biraz. Ya berdel olur –ki bende buna meraklı değilim- ya da bu konaktan iki ceset çıkar. Gerekirse daha fazlası. Siz hala Hasenan’ların ciddiyetini de törelere bağlılıklarını da bilmiyorsunuz. Ama sorun yok öğretiriz.”
Bahar sertçe genç adama bakarken onun mavilerindeki soğukluk yüreğini yaktı. Kimseye kıyamazdı. Kimseyi böyle bir yükün altına koyamazdı.
6 GÜN SONRA …
“Hala kendini suçlama. Benim kararımdı. Hazar benim kardeşim. Ona sahip çıkmayacağım da sonra kan dökülmesini mi izleyeceğim. Beni merak etme. Başımın çaresine bakarım.”
“Seher, kızım yapma. Polisi jandarması var bu memleketin elbet bir hal çaresi bulunur. Sen bana abimin emanetisin. Gözünden yaş düşse abim benden bilmez mi?”
Seher halasına sarıldı. Yanaklarını öptü. Duvağını kaparken başı dikti. O yılların borcunu ödüyordu. Ailesi için kendini feda ediyordu. Zişan ile Oylum’un sevdalıları vardı. Kendi çöpsüz üzümdü. Tek kaybı yuva bildiği haneden gitmek olurdu.
Gelinliğin eteğini tutup odadan çıkarken yatağının üzerine oturan halasının ağlamaları ciğerini delse de durmadı. Alihan Hasenan mademki kan istiyordu. Kanıyla canıyla ona gidiyordu.
Zaman onlar için renkler sundu. Kimi mavi oldu gökyüzü ve deniz gibi kimi ile yeşil oldu ormanların derinliğinde. Biri topraksa en kahvesinden diğeri ateş oldu kızıl bukleleriyle.
Baybars Atalan. Uçarı haşarı fırlama tabirlerinin beden bulmuş hali. Ayran gönüllü, şeytan tüylü biraz da tatlı dilli delikanlı.
Ayran gönlü bu defa kızıl buklelerin sahibine tutulurken aslında yaşayacağı fırtınadan habersizdi. O kara yağız yeşillerin hakimi deliydi. Oysa deli deliyi görünce sopasını saklamaz mı? Ya iki deli de eli sopalı kalırsa.
Rengin Dursun. Yürüme engelli kardeşi ile ailesinden kalan tek sığınağı evinde yaşarken fırtınaya kapılırsa ne olur?
Her şey onlar için daha da çıkmaza girerken kara saçlarıyla rüzgarların evi olan Süheyla tüm gençleri içine katarsa?
Üç kalp.
Bir aşk.
Tek gerçek.
Peki ya hayat ikinci şansı kime sunacak?
Zaman her şeyin ilacıdır derlerdi eskiler. Şimdilerde zaman sadece yaranın kabuğunun daha derinden soyulmasıydı onun için. Tek bir hata yaptı. İnandı. Onu sevdiğini sandığı adama sonsuz bir güvenle inandı ve sonunda karnında bebeği gözünde yaşı ve başka bir kadının gözünde metres olarak ortada kaldı.
En savunmasız ve güçsüz olduğu anda yedi ikinci darbesini. İzah etmesine izin vermedi kimse yüzüne tokadı karına tekmeyi geçirirken. Sonunda vazgeçti hayatından da bebeğinden de. Kendini bulduğu deniz kıyısında tek amacı son vermekti hayatına boğazına dolanan kollar olmasaydı.
Karanlığın içinde sadece zehir yeşili gözlerle varlığını sürdüren deli lakaplı bir adamdı Balamir Atalan. Acımasızdı. Sertti. Eyvallahı yoktu. İhanet ve mazluma dokunan el tek kırmızı çizgisiydi. Düşmanlarına en büyük uyarısı kazık göndermekti.
Bir deniz kıyısı, canından olmak isteyen bir kız ve can almak için koşan adam.
“Abi, abi dur.”
“Abinin amına koyim ne var lan adam kaçtı.”
“Abi kız. Kız kanıyor.”
Balamir ilk kez bakışlarını önce banka sonra da yere çarpan kıza çevirdi. Beyaz elbisesinin eteklerinden görünen ince bacaklarından sızan kızıllık kaşlarını çatmasına neden oldu.
Ölüm öyle ya da böyle gelmişti kapısına. Peki şimdi ne olacaktı?
İçeri alacak mıydı? Yoksa kollarında taşıyan adamın karanlığında yok olup gidecek miydi?
***
“Sana güvenmiyorum.”
“Duygularımız karşılıklı.”
“Seni sevmiyorum da.”
“Ben sana ölüyorum ama dağ çiçeği onu ne yapacağız?”
Ölüm onun elinde en tehlikeli silahtı. Adalet, olması gerektiği gibi tecelli etmediğinde çıktı gün yüzüne ve avladı her bir avını soğuk kanlılıkla. Akan her damla kan da ruhunun kör kuyuları doldu. Damağına yayılan tadın verdiği hisse tanrı misali tapar oldu. Kendine HAKİM diyordu. Tanrının cezalandırılması gerekenlere gönderdiği gazap eliydi iç dünyasında. Dikkat ve oyun onun işiydi. Çevresinde dönenleri büyük bir hazla izlerken geceler onun için avın en verimli saatleri olurdu.
Dedektif Deborah Wilson ve ortağı Oscar Taylor girdikleri her cinayet mahallin de ip ucu bulmak için tüm dikkatlerini verseler de Hakim onları kendi kurgulayıp sahnelediği oyun içinde kukla misali oradan oraya sürükleyecekti. Sona ulaşmak zor katili yakalamak neredeyse imkansızdı. O, tüm gazap hak eden ruhları cehennemin kapısından içeri iterken San Jose ve de tüm California seri cinayetlerin durağı olacaktı.
Geçmiş ile gelecek arasındaki geçidin MUHAFIZLAR, kilisenin yüz yıllara dayanan örgütü BEKÇİLER ve güçlerini kötülüğe satmayan cadıları koruyan KORUYUCULAR.
Geçmişin Roma'sı ile günümüz Roma'sı arasındaki köprü sadece Alessia ile kurulurken zaman daralıyordu. Görev; kutsal kutu ve içindeki külken, cadı avcılarıyla bekçiler büyük bir savaşın fitilini ateşlemek için an kolluyorlardı.
Zaman az, güç ise çok fazlaydı.
Leyl'in laneti tüm geçmişi ve dahi geleceği değiştirecekti.
Akıl, kalp ve ruh ise kendi içinde mührünü yaşayıp seçimini yapacaktı.
Derin hesaplar. Sert adamlar. Vatan aşkı için gözlerini kırpmadan can alıp can verenler.
Hayat her zaman gül bahçeleri sunmaz insana. Onlara ise gül bahçesi değil barut ve kan kokusu toprak ile al bayrağın üzerlerini örttüğü bir dünya sundu.
Asi adamlar ANKA TİMİ ile birleşti ve ortaya can almaktan korkmayan ama masumum da kılını incitmeyen yiğitler çıktı.
Ya bu yiğitlere bir de dişi kartal katılırsa. Elinde fotoğraf makinası gözlerinde yanan ateş.
"Seninle uğraşamam Leyan. Burada kal diyorsam kal. Adamın canını da sıkma"
"Bana bak komutan. Sen bordoysan ben de Leyal'im. Dişi kartal derler bana. Sence seni dinleyecek göz var mı bende"
Komutan bir hışım kızın üzerine yürüdü. Sadece beş dakikaları vardı. O beş dakikanın sonunda üzerlerine mermi ve bomba yağacaktı. Ama onun tek düşündüğü asi bir dişi kartalı evcilleştirme çabasıydı.
Uzanıp ona sertçe bakan kızın ensesine uzandı ve dudaklarını dudaklarına örttü. Onca savaş çaba ve uzaklık boşaydı.
Geri çekilip orman yeşillerini kızın gözlerine diktiğinde "Bordoya lolo olmaz dişi kartal. Bir adım öteme gidersen seni ben avlarım" deyip beylik tabancasını ve omuzundaki tüfeğini kontrol etti. Mağaran çıkarken Anka timi elleri tetikte Behram binbaşının ilk yenilgisine sırıtıyordu.
Sevgi neydi? Emek, verilen değer, saygı, sonsuz güven ve sadakat. Eğer değmeyecek birineyse kalpteki çarpıntı, yaşayan o kalbi durdurmak istese hakkıydı. Sevene layıktı en güzel duygular ve kalbin ulaşılmaz tahtları.
O yaralı ve hasta kalbiyle sevdiğinde canının yanacağını biliyordu ama tek bir kare ile ölümü kucaklamak yaşayacağı son şeydi. Bazen sevmek vazgeçmeyi ve gitmeyi bilmekti. Gitmeyi de bildi silmeyi de. İki aşk tek kalp. Seçimse hepsinden zor.
Veronica, Vanessa, Liam, Abby, Arthur ve Alexander. Onlar bu hikayenin hem kazananı hem de kaybedeni. Yollar, o yolların keskin uçlu virajları ve geri dönüşü olmayan yol ayrımları. Ölümler ve kalanlarla varılan noktalar.
Kırık kalpte baş gösteren her devrim kendi getirdiği acı ve mutluluğa gebe.
Büyük aşkların meyveleriydi her biri şimdiyse zaman aktı kum saati tersine döndü. Sıra onlara geldi. Onlar aşkı, sadakati, acıyı ve vazgeçişleri kucaklarken kalpleri her zaman kutup yıldızları oldu.
Tüm herşeyden kaçan ve başka bir ülke de hayat kuran Kerem Abbas.
Onu ilk gördüğü anda büyük şehvet ve tutku.
Peki aşk bunun neresinde?
Yalanlarla kurulu bir hayat gerçek aşkı elinde tutabilir mi?
Kerem için şehvet tutku ve aşk tek bir ismin eseriydi.
Miray.
Aşk ise Miray için Kerem demekken ortaya çıkan yalanların kementi ikisini de boğmaya başlayacaktı.
“Dudakların Miray, susuz kaldığım her an yaşama tutunma sebebim.”
“Tenin Kerem, bana ateşi ve o ateş etrafında pervane olmayı öğütlüyor.”
***
İki kadın iki çocuk. Yüzlerde o küçümse ifade ve verilen cevap.
“Karılarıyız.”
Tek bir çığlık yankılandı İstanbul sokaklarının unutulmuş bir köşesinde.
“Yardım edin! İmdat!”
Acar Arsen silahın namlusunu doğrulttuğu adamın son sözlerini büyük bir kinle dinlerken kulağına çalınan sesle duraksadığında gözlerini kıstı. Gök kadar mavi deniz kadar hırçın irisleri sağa sola bakarken sağ kolu Kemal “Abi” dedi bakayım mı der gibi.
Başı ile küçük bir hareket yaptı ama namlunun ucundaki adam kaçmaya yeltenince susturucu takılı silahtan tek bir mermi çıktı. Adam öldü. Kemal ile Acar adamlarıyla sesin geldiği yöne koşar adım ilerlerken kader o yollara düğümler bırakıyordu.
***
“Git buradan!”
“Hayır, yaralısın. Seni böyle bırakamam.”
“Sana git dedim lan. Defaol git.”
“Neden kalmamı istemiyorsun ki? Niye benden kaçıyorsun?”
Adam derin bir soluk alırken kolundaki yara gerilse de umursamadı. Karşısındaki ona aşkla bakan ve telaş içinde olan kızı göndermek dışında bir şey düşünmüyordu.
“Eeeh yeter be. Sana siktir git dedim. Kovuldun. İstemiyorum seni artık bu evde.”
Genç kızın gözleri dolarken dişlerini sıktı. Adamın buz gibi mavilerine bakarken acı içinde tebessüm etti. Başını dikleştirip yutkunurken dudaklarını araladı.
“Korkaksın. O kadar korkaksın ki benim sana olan aşkımdan kaçmak için elinden geleni yapıyorsun. İçinde olduğun alemde KRAL diye anılabilirsin ama sen kocaman bir korkaksın. Ben giderim de sen kendi kafanın içindeki korkaktan yine de kurtulamazsın.”
Acar Arsen, daha yirmi yedisinde bir kızdan duyduklarına tek kelime edemiyordu. Alemde kraldı ama bacak kadar bir kıza köle olmayı kendine yediremiyordu. Belki de gerçekten korkuyordu. O kötüydü. Ruhu karanlık içindeydi. Aşk, değişmek ya da düzelmek ona göre değildi. Peki ya bunu kalp dinleyecekmiydi?
O karanlıkta KRAL dı. Herkese sözü geçe acımasız.
Ve tüm olay sadece bu kadarmıydı?
Masalar vardır bu hayatta bazıları yarım bazıları kötü sonlu. Ruh acıyı bir kez tattı mı benimser, içine çeker nefes gibi kırgınlıkları ve yakasından düşmez geçmişin düşmanları.
Bir adam var geçen yıllarına rağmen aşkın sarhoş edici tutkusunda boğulmamış. Töreye başkaldıran kalıplaşmış kuralları değiştirmeye çalışan, kızı ile huzuru tadan ve doğrusunda şaşmayan.
Bir kadın var, hayatının her döneminde yaşadığı zorlu hayatın içinde dimdik duran. Görmediği ama varlığına hep sarıldığı babasının isteğine olur derken sevdanın ve acının yuvasına düşeceğini bilmeyen.
Hayat en olmadık insanları en olmadık zamanlarda yan yana getirirken sevdanın kucağındaki iki yürek ebediyete kadar bağlandı birbirine.
Peki ya yollarına çıkan engeller?
Sevda her engeli aşacak kadar güçlü müdür?
Yaşanılan toprakların katı kuralları bir adamın sevdasına kilit vurabilecek mi?
“Bu da kim?”
“Sevdiğim adam.”
Alparslan, Çimen’in yüzünün şeklinden ve zorda oluşunu fark edebiliyordu. Karşılarındaki at hırsızı kılıklı herifin laftan anlayacak bir tip olmadığını da görebiliyordu. Düğün son hız devam ederken sahnenin arkasındaki sıkıntı devam ediyordu. Dimdik durup “Doğru duydun. Sevdiği adamım. Sen hayırdır bilader. Benim sevdiğim kıza yan gözle mi bakmayı denedin?” dediğinde kolunu sıkan elin hafiflediğini fark etti.
“Ben bu kıza çocukluğumdan beri aşığım lan. Sana bırakır mıyım?”
Boynunu kütleten Alparslan “Af buyur duyamadım” derken kolunu kızdan kurtarmış kendinden kısa olan adamın üzerine doğru eğilmişti.
Hakkı yeniden diklendi.
“O kızı seviyirum ula. Benum olacak.”
Ve küt.
Yediği kafa darbesi yüzünden yere serilen adam burnunu tutarken “Hırta bak la bir de şive yapıyo, oğlum seni Karadeniz’de deniz feneri yapar gece gündüz yakarım lan.” diye bağıran Alparslan gözleri kocaman olmuş kıza döndü. Gözleri irileşmiş başkaları da vardı. Atalan ve Karamoloğlu aileleri.
Aynı anda “Çimen” “Alparslan” nidaları duyulurken sertçe yutkunan ikili göz göze geldi. Onlar da aynı saniyeler içinde “Artık bana mecbursun” diye kısık sesle söylendiler.
Bu mecburiyet başkaydı. İki delinin fırtınalı aşkının ve inatlaşmalarının mecburiyetiydi.
***
“Ya ben sana sormadım. Bu adamlar korumalar falan hayırdır. Senin olayın ne?”
“Mafyayım.”
“Ne? Mafya mı? Bildiğimiz eli silahlı olanından.”
“Aynen öyle.”
Ellerini açan genç kız dua etmeye başladı.
“Allah’ım sen bana bela verme ben nasıl olsa arayıp belamı buluyorum.”
Kahkaha atan Alparslan bu deli kızla epey bir eğleneceğini biliyordu. Çimen ise ormanlar gibi yeşil gözlü bu dev adamın yanında yaşayacağı fırtınaların habercisi rüzgar uğultularını duyuyordu.
Bela hep onların işi oldu. Baktılar olmadı bir ayran içip of çektiler kayalar üzerinde.
En olmadık anların katili dikildi karşılarına, yürekleri kırıldı. Evren onlara sağlı sollu kroşeler yolladı. Her defasında sırt sırta verip ayağa kalkmayı bildiler. Şimdi kırılan yüreklerin tamiri için bir savaşın içinde ellerinde çekirdek önlerinde ayran oturur halde buldular kendilerini.
Üzerlerine oynanan oyunun hiç farkında olmadılar ama gün gelip gözleri açıldığında kök söktürmek için yudumladılar son ayranlarını. Yan yana geldiklerinde değişikleri oluşturdular. Onlar değişikti. Hayata insanlara en çokta kalıplaşmış her şeye.
“Sare affetmeyecekmisin?”
“Baktık olmadı bizde ayran içeriz.”
Onlar için tek sonuç buydu. Olmadıysa ayran içilmeliydi.
Ne şartlar altında evlendiğimizi unutma" Bunu söylerken ileride olacakları bilse acaba açar mıydı ağzını?"Sende benim senin her ne şartla evlenirsen evlen karın olduğumu unutma. Şu da aklında olsun Berzan ağa. Ben seninle keyfimden değil kardeşlerimizin canı için evlendim. Ama bu senin beni küçük düşürebileceğin anlamına gelmiyor. Buna izin vermem" Sözleri gibi gözleri de birer ateş topu olan kadın adamı yaktığını bilse yine böyle bakar mıydı? Ah, kimi kandırıyordu ki elbette bakardı. Hatta canına bile okurdu.İki göz de birbirine kilit olmuşken yüreklerin uzak kalması ne kadar sürerdi. Yüsra ve Berzan. Yapılan hataların, gizlenen gerçeklerin bir araya getirdiği iki insan, iki yürek, iki asi bakış. Hayat öyle bir noktaya getirir ki onları ölüm kucaklar son nefeste...
Pusula gibiydi onlar. Her biri bir yönün adıyla can buldu bu dünya da sırt sırta verdi. Hayatlarında çizgileri belliydi. Bıçak sırtı kadar keskin virajları vardı. Bir kadınsa onlar için alınlarına dayanmış silah kadar uçumları barındırıyordu.
Nar, hayatın yükünü sırtlanan bir genç kızdı. Kaybettiği anne babasından sonra kardeşlerine aile oldu. Ondan beklenmeyecek işlere imza attı her seferinde ve yaşadığı mahallede saygı duyulur oldu. Yapılan bir hata adım atılan yollar pusula ile Nar’ı bir araya getirirken hayat en büyük sınavları önlerine sunacaktı.
Dört kafadar. Çocukluktan gelen dostluk ve büyüdükçe büyüyen dertler.
Hayat hep daha fazlası olur mu dendiği anda fazlasını verir ya bazen. Bu dörtlü içinde aynısı olacaktı.
Yine en olmadık zaman da en olmadık işlerin baş kahramanları olup kabağın başlarında patlamasına kedi yavrusu gibi bakacaklar.
Siz hiç belanın geliyorum dediğini duydunuz mu?
Onlar için bela üç gün önceden sinyal verip öyle geliyordu.
***
"O herife tabaktaki tavuğu bütün yedirmeli üstüne sazan balığı ile göbek attırmalıydım."
"Manyak ya resmen dişimi uyuşturmadan oydu pörtlek gözlü."
"Neymiş efendim o White Chocolate Moka olmazsa kendine gelemezmiş. Midilli kılıklı şey."
"Beni düşündüğü için erken çıkmamı sağladı. Çok romantik ya."
Ve üçü birden dönüp hülyalı hülyalı denizi seyreden kıza bakarak bağırdı.
"Neyhhhh!"
Onlar böyleydi.
Erkek Fatma...
Aşk kadını...
Sert kaya...
Uslanmaz romantik...
Garip bir soygun, çekişmeyle ilerleyen aşk ve başa bela tefeci...
Hadi çık işin içinden çıkabilirsen.
Ben Adelina Süveyda Yılmaz. Ailesi tarafından güven duygusu sökülüp alınmış, koca bir bataklığa mahkûm edilmiş genç biz kızım. İçimdeki ılık duygular artık sert buz dağları içinde saklanmıştı. Kalbimdeki o küçük kız çocuğu yaşanan depremde şehrini kaybederken, yıkılan binalar altında kalıp kan kaybetmeye başladı. Ve ben sonunda beni neyin beklediğini bilmediğim bir yolda, içimdeki yanan ateş ile adımlamıştım.
Elveda güzel ailem ve çocukluğum... Gülen yüzüm, sıcak kalbim... Siz bugün masumiyetinizi derin yaralar alarak kaybettiniz. Ben ise içimde yanan ateşe rağmen başlayan kar yağışına teslim olmuştum.
Masum bir kalbi söküp yerine taş parçası koydular. Canını yaktılar, ezdiler, ölüme sürüklediler. Ama en büyük hatayı sevdiklerine dokunmakla yaptılar ve o unutmadı. Gün geldiğinde bir bir ölüme bile diz çöktüren katilin hedefi oldular.
Acımadı. Acımamışlardı. Merhamet göstermedi. Çünkü görmemişti. Ruhunu emdikleri bedenin parmak uçlarında ölüme yürüdüler.
Peşindeki polis şefi adım adım ona yaklaşırken o aldı en kanlı oyunlarla listesindekilerin canını. Onu bu hayattan koparan konsey üyelerinin acı çığlıkları kulaklarına doldukça orgazm olur gibi zevk aldı. Son cesedinin başında gözleri kara bulutların sardığı gökyüzüne çevrildi. Ardından ellerine.
Kan ile yıkanan ellerine bakıp kahkaha atarken, ölüm gibi soğuk olan gri gözleri karşısındaki cesette dolandı. O an tek bir şey söyledi.
VİNTİCTA...
Türlü eziyetlerden hayatın en zorlu anlarından kanadı kırık yüreği yaralı çıkan iki kadın.
Yalanları zorlukları aşıp gelmiş karanlığın içinde yolunu kaybeden ve zirvede yanlızlığı yaşayan iki adam.
Yalanlar.
Biten dostluklar.
Para hırsı.
Geçmiş.
Gelecek.
İki zaman arasına sıkışmış şimdiki zaman.
Kötülüğün uzun tırnaklı pençeleri arasındaki küçük bir bebek.
Kendi yarasını sarmaya alışık adam, kanadı kırık Hüma Kuşu'nu iyileştirebilir mi?
Yalanların içinde kalan adamın paramparça olan güvenine ve ruhuna, kendi gibi paramparça olmuş bir kadın şifa olabilir mi?
Sessiz sakin bir kızdı Emily. Gözlerinde kocaman siyah çerçeveli gözlükleri, her daim kullandığı bol gömlek ve dizleri altında eteği ile kimsenin dikkatini çekmeden öylece çalışan bir tipti.
Patronu Samuel kesinlikle tahammül edilmesi imkansız bir adam olsa da genç kız çalışmak zorunda olduğu için sabrediyordu narsist kişiliğine.
Ama gel gör ki Emily bastırılmış duygularını açığa narsist ve sert patronu sayesinde çıkaracaktı.
Samuel, kimsenin fark etmediği bu küçük kızın içinden çıkardığı ateş parçası seks tanrıçasına oldukça hayran ve bağlı olacaktı.
Korkuyordu genç kız. Yardım etmişti ama başına daha büyük bir bela açmıştı. O an oradan uzaklaşsaydı eğer şimdi bağlı olmazdı elleri ayakları ve delicesine korkmazdı kişneyen atlardan.
Atlar. Onun korkulu rüyası, kâbusu, babasını elinden alan canlılar.
Kulaklarına dolan her bir ses delicesine irkilmesine neden oluyor ama yorgun bedeni kendini deli gibi karanlığa hapsetmek isterken son kırıntısına kadar gücünü kullanmaya çalışıyordu.
Anlamıyordu. Karşısındaki adamlar merhametten yoksun, insanlıkta uzaktı. Hiç birine konuşamadığını anlayamıyorlardı. Sürekli;
"Konuş. Sana Ertuğrul Karaaslan'ı öldürme emrini kim verdi"
Diyorlardı ama ben dedikleri kişiyi bile tanımıyordum. Sadece bıçaklanmış bir adama yardım etmiştim. Hepsi buydu.
***********************
"Gitmek istiyorum" diye ellerini oynattı genç kız. Karşısındaki bal gözlü adamdan uzaklaşmayı umuyordu. Yoksa dudaklarının tadına bir kez daha varırsa kurtuluşu yoktu.
Dudağının ucu kıvrılan adam "Gitmek yok Asya'm. Artık tüm gidişlerin banayken nefesimden uzağı sana yasaklı bölge" deyip usulca kavradı her defasında mayhoş bir vişne tadı aldığı dudakları.
Aşk ne engel tanıdı ne de acabalara meyil verdi.
Adam aşkı kadının sessizliğinde tattı. Ona bulandı iki beden bir ruh oldu.
İhanet sarmalı içine düşen genç bir kız. İlk ailesinden darbe aldı. Yıllar sonra güvendiği sevgilisi ise düğün günü ikinci darbeyi en yakın arkadaşı ile acımadan indirdi.
O gece gittiği bir barda sarhoş olup kendinden geçerken geceyi geçirdiği gizemli adam kaderi olacaktı.
Tek bir gece ile çakışan hayatlar.
Kadın yaralı.
Adam güvensiz.
Hepsine karşılık dünyaya gelmek için gün sayan mucize üçüzler.
Bu döngü içinde aşkı güveni sadakati sevgiyi tadan iki yaralı yürek.
Onlar iki yaralı yürek güvene aç aşka muhtaçken olacaklar büyük bir sınavdı.
Çocukluktan gelen bir aşk. Küçük cadı ile Nat'in amansız duygu savaşı.
"Seni seviyorum küçük cadı. Seni belki de doğduğun gün gözlerinin mavisine baktığım da sevmeye başladım. Sen dizlerimde uyuduğun ve bana sığındığın her an biraz daha sevdim. Korkuyorum küçük Cadım. Kalbim bu aşk ile patlayacak diye çok korkuyorum ama yine de her an daha fazlası için nefes alıyorum"
Maviler elalar ile buluştuğunda büyük kasırgalara tufanlara ev sahipliği yapıyordu.
Konuşmadı. Öylece baktı Ela gözlerin içine ve son yaptığı ile genç adamın kalbi durdu.