bc

LEYL'İN LANETİ (+18)

book_age18+
499
FOLLOW
4.3K
READ
HE
forced
mafia
scary
lies
poor to rich
war
like
intro-logo
Blurb

Geçmiş ile gelecek arasındaki geçidin MUHAFIZLAR, kilisenin yüz yıllara dayanan örgütü BEKÇİLER ve güçlerini kötülüğe satmayan cadıları koruyan KORUYUCULAR.

Geçmişin Roma'sı ile günümüz Roma'sı arasındaki köprü sadece Alessia ile kurulurken zaman daralıyordu. Görev; kutsal kutu ve içindeki külken, cadı avcılarıyla bekçiler büyük bir savaşın fitilini ateşlemek için an kolluyorlardı.

Zaman az, güç ise çok fazlaydı.

Leyl'in laneti tüm geçmişi ve dahi geleceği değiştirecekti.

Akıl, kalp ve ruh ise kendi içinde mührünü yaşayıp seçimini yapacaktı.

chap-preview
Free preview
1. BAŞLANGIÇ?
Yer Roma, tarih ORTAÇAĞ. “O bir cadı! Yakmalıyız!” “Çarmıha gerip kalbine kazık sokulmalı!” “Kafasını kutsal taş ile ezelim!” “Kilitli demir bir tabut ile okyanusa atmalıyız!” ... Halk büyük meydanda toplanmış kollarına zincir taktıkları ve tartakladıkları kadını sürüklerken bağırıyorlardı. Zaman onlar için farklı işliyor kilise bu tür eylemlere göz yumuyordu. Çünkü cadılık kavramı onlar için dine aykırıydı. Aysara aldığı tüm darbelerden, kollarındaki ve ayaklarındaki zincirin ağırlığından öyle yorgun düşmüştü ki yerde dizleri üzerine çökmüş onun için öne sürülen ölüm çeşitlerini dinliyordu. Yüzü kirden ve isten siyahlaşmış, yaşlı bir kadının saçından daha beyaz olan saçları pislik içindeydi ve bedeninde yaralar oluşmaya başlamıştı. İçi ise çok başkaydı. Yıllardır sakladığı gerçekleri sırf ona zorla dokunmaya çalışan adamı ateşe verdi diye ortaya çıkardığına inanamıyordu. Aslında buradaki herkesi küle çevirip kaçabilirdi ama artık kaçmaya değil derin bir inzivaya ihtiyacı vardı. Yüzyıllar sürecek uyku onu kendine getirecek sonra da dünya üzerinde yapması gerekenleri yapacaktı. Sonunda yakılarak öldürülmesine karar verildiğinde kalabalık büyükçe bir daireyi boş bıraktı ve ortaya dikilen kalın direğe Aysara bağlandı. Genç kızın gri gözleri yorgunluğun en çok da acımanın izlerini taşıyarak etrafına çalı odun yığan ve bağıranları izlemeye başladı. Bekledi. Köylülerin hepsi kadın erkek fark etmeksizin harlanacak ateşin odununu arttırırken hamile olanı dikkatini çekti. Giysileri altından karnındaki bebeği hissedebiliyordu. Gözlerini kapadığında zihninde bir ses duyuldu. “Seni öldürecekler.” “Biliyorum.” “Ama sen iyi birisin.” “Öyleydim.” “Artık değil misin?” “Bilmiyorum.” “Senin ölmeni istemiyorum Aysara.” Gri gözler tam tepeye çıkmış ay ışığına çevrilirken dudakları kıpırdandı. Zihnindeki sese cevap veriyordu. “Bu ölüm değil sadece derin bir inziva.” Sonunda her şey hazır olduğunda köyün din adamı çıkageldi. Elinde haçı gözlerinde nefret ile baktı bin bir duygunun yer ettiği irislere ve elini kaldırıp “Tanrı seni cehenneminde yaksın kötü cadı!” diye bağırıp ilk meşaleyi odunların arasına attı. Diğerleri hemen ardından onu takip ederken ateş gecenin karanlığında Roma’da bulunan bir köyün meydanını aydınlattı. Alevlerin arasında kalan Aysara derince soludu. İçine dolan dumanlı hava ile öksürürken kendini hazırladı. Gözlerini yeniden aya dikerken dudakları yeniden kıpırdanmaya başladı ve grileri yerini beyaza bıraktı. O zaman kadar esmeyen rüzgar bir anda ortaya çıkıp kuvvetlice alevleri yükseltirken köylüler daha da geri çekilmişti. Gözleri tamamen beyaza Aysara alevlerin içinden zihninde konuştuğu bebeğin annesine baktı. Kadın iliklerine kadar titrediğini hissederken karnında kıpırdanan bebeği nefesini kesti. O andan sonra kulakları sağır edecek bir çığlığı geceye armağan eden Aysara alevlerin daha da yükselmesine ve onu tamamen içine almasına neden oldu. Cadı yanacak can verdi. Köylü bir kötülükten daha kurtulduğunu düşündü. Onlar ve onlar gibi düşünenler için cadı avı başladı. **** 1. BÖLÜM 21. yüzyıl Roma Sabah uyandığımda ilk iş Aniene nehrinin penceremden göründüğü kadarına bakıp derince soluklar almak oluyordu. Yanlız yaşadığım için rutinlerimi belirlemek sabit bir düzen içinde yaşamak hayat felsefem haline gelmişti. Saate baktığımda işime geç kalacağımı fark etmek hızlıca lavaboda işlerimi halledip akşamdan kalma pizzayı mikro dalgaya atarken dilimde henüz nereden öğrendiğimi hatırlayamadığım bir şarkı vardı. Odama geçip üzerime zümrüt yeşili dizlerimin üzerinde yazlık kalın askılı bir elbise geçirip ayna karşısına geçtim. Saçlarım yine olduğu gibi dümdüzdü. Bazen neden diğer kızların saçları gibi karışık olmadığını ya da ne kadar uğraşırsam uğraşayım kıvırcık ya da dalgalı yapamadığımı düşünsemde sonrasında onları bu halleriyle çok sevdiğimi fark ediyordum. At kuyruğu yaptığım başak sarısı saçlarım hazır olduğunda gözlerime sadece rimel sürüp dudaklarımı şeftali tonlarında renklendirdim. Ayağıma bilekten bağlamalı sandaletlerimi geçirip çantama da gerekli eşyalarımı koyduğumda hazırdım. Mutfağa gidip ısınan bir dilim pizzamı dakikalar içinde mideme indirdiğimde benden mutlusu olamazdı. Bir Roma’lı olarak evet ben tam olarak pizza aşığıydım. Elbette hızlı metabolizmama ve her sabah ve akşam bisiklet kullanarak eve dönmeme de ayrıca teşekkür etmem gerekiyordu çünkü asla kilo almıyordum. Evden çıkıp kapıyı kilitledikten sonra yakama astığım güneş gözlüğümü gözüme takarak kilidini açtığım bisikletimi hazır hale getirdim. Küçük bahçemden çıkıyordum ki yan komşum bayan Adelina elinde bahçe suladığı hortum ile bana gülümseyerek konuştu. “Günaydın Alessia, yine çok güzelsin tatlım.” “Günaydın bayan Adelina, teşekkür ederim sizde her zamanki gibi çok tatlısınız.” “Ah tatlım beni şımartıyorsun.” Yetmiş yaşlarında olan bu kadını seviyordum. Buraya taşındığım günden bu yana oldukça kibar davranıyor bazen güzel Supplileri ile beni kendine hayran bırakıyordu. Yüzümde kocaman bir gülümsem ile sırt çantamı bisikletimin ön sepetine bırakarak Via Monte Nevoso’dan devam ederek önce Viale Gottardo ve Via Cimone yolunu kullanarak çalıştığım tıp merkezine geldim. Otoparka girdiğimde her zamanki küçük yerime bisikletimi kilitlerken esen incecik rügara teşekkür ediyordum. Yorulmuştum ve serinlik bana iyi gelmişti. Centro Medico Cimone’den içeri girdiğimde herkese günaydın değip yanında çalıştığım doktorun yani Bay Alex’in odasının olduğu kata çıkarken çantamda telefonumu arıyordum. Doktor olmayı istesemde Alex ile çalışmak da oldukça güzel ve zevkliydi. Eğlenceli bir adamdı ve her daim gülen yüzü etrafına pozitif enerji yayıyordu. Odaya girip bana ait olan küçük dolaba çantamı bırakarak önlüğümü üzerime geçirdim. Yine yoğun bir gün bizi bekliyordu. *** “Cadı o, yakalım!” “Ölmesi lazım!” “Lanetli yaratık!” Bir anda etrafı saran dumanlar ve kızıl mavi karışımı alev tutamları her yanımı sarmıştı. Bağlı olduğum yerden beni öldürmek isteyen insanlara bağırıp ben cadı değilim demek istesem de ağzımı dahi açamıyor sadece tepemizde duran ayın o kusursuz gövdesine gözlerimi dikmiş bakıyordum. Alevler bedenimi sararken zihnimde beliren sözcükler bildiğim bir dil değildi. “Karıb umuhur taza relvela.” Kan ter içinde yattığım yerden sıçradığımda ellerimle yüzüme sıçrayan alevleri yok etmek ister gibi çırpınıyor debeleniyordum. Resmen ateşin içinde kalmıştım. Dakikalar sonra kendime biraz daha geldiğimde odamın camını açmış Aniene nehrine karşı derin soluklar alıyordum. Zihnimde o anlamsız sözler dolanıp duruyor, tenim hala o alevlerin içindeymiş gibi geriliyordu. İşin garibi ciğerlerimde duman dilimde kül tadı alıyordum. Sanki kıyamayıp yanmış pizza yediğim zamanki gibiydi bu his ve oldukça ürkütücüydü. Dalmış bir halde karşı ormanlığa bakarken bir an ensemdeki tüylerin havalandığını ve damarlarımdaki kanın geçişini hissetmeye başladım. Ilık sıvı bedenimde dolanırken yüksek bir yerden dökülen şelale gibi uğultu çıkarıyordu. Nefes almaya çalıştığımda gözlerim bir yere takıldı. Tam karşımda nehrin diğer tarafındaki karanlık ormanda bir çift kızıllık sanki beni izleyen gözlermiş gibi öylece duruyordu. Kalbimin göğüs kafesimi delmeyi istediğine yemin edebilirdim. Tüm korkuma rağmen dikktimi o kızıllıklara verdiğimde beynimin içinde bir ses yanılanmaya başladı. “Az kaldı. Kanlı ay gökte belirdiğinde gitmek zorundasın.” Çığlık atarak camdan uzaklaştığımda hemen yan tarafımdaki küçük masaya çarpıp su şişesini yere düşürsem bile umursamadım. Ellerimi kulaklarıma kapatıp hiç birşey duymak istemediğimi kendime defalarca tekrar ederek söyledim ama benim korkuma bir de cama çarpan büyük bir baykuş eklenince boğazımın acıyacağı kadar bağırdım. Camın önüne düşüp kanayan kanadı ile çırpınan hayvan benim çığlığım ile alev alırken gözlerim yuvalarından çıkacakmış gibi irileşti. Kendimi çok iyi hazırlanmış bir korku filminin içindeki aptal sarışınlar gibi hissediyordum. Yanan baykuş kanayan kanadına ve tüm gövdesini saran alevlere rağmen havalanıp dışarı uçtuğunda benim de aklım uçup gitmiş gibiyi. Odadan kendimi dışarı attığım da küçük ince koridoruma çıkıp geri geri bakarak yürümeye çalışıyordum. Bacaklarım titriyor, ense tüylerimin dibi köz parçacıkları varmış gibi sızlıyordu. Merdivenlerin başına geldiğim an bir anda giden elektirik ile yeniden çığlık attım. Yıllar önce bana teyzemden kalan bu ev şimdi resmen korku tüneline dönüşmüştü. Merdivenleri el yormadı ile inmeye çalışırken arkama bakmayı kesip önüme döndüğümde hemen giriş kapımın önünde karanlığın içinde o kırmızı parlak şeyleri görmek ayaklarımı yerden kesmişti. Elim korkuluktan kurtulduğu anda en az on basamak aşağıya yuvarlanırken yaşadığım her şeyin rüya olmasını diledim. Sonunda yere serildiğimi hissederken parkelerin üzerindeki gıcırtılar çok uzaktan geliyordu. Ya evime biri girmiş ve beni korkutmaya çalışıyordu ya da ben deliriyordum. “Sakin ol.” Gözlerimi açtığımda yattığım yerden nasıl doğrulduğumu bilmiyorum ama boynumda kötü bir ağrı vardı. Odamdaydım. Gri gözlerim önce cama döndü. Boynumun o sinir bozucu ağrısı umurumda değildi. Cam kapalıydı. Dün gece kapatmadığıma emindim. Camın hemen dibinde olan masadaki su şişesi sağlam bir şekilde duruyordu. Oysa gece parçalanmasına ben sebep olmuştum. Nefesimi tutup neler olduğunu anlamaya çalışırken hemen yatağımın yanındaki komodinin üzerindeki çalar saatim baykuş melodisi ile çalmaya başladı. Korku beni teslim alırken kanım geçtiği damarlarımı acıtıyordu. Elim enseme gittiğinde parmaklarıma gelen hafif şişlik ile kaşlarım daha da çatılırken elektriğin gidip merdivenlerden yuvarlanışım zihnimin en derin odalarından çıkageldi. Kalbim göğüz kafesimi zorlarken tüm bedenim titremeye başladığında neler olduğunu çözmek imkansız gibiydi. Yaklaşık bir saat sonra mutfakta kendime kahve hazırlarken öyle dalgındım ki su doldurduğum kupanın taştığını anlayamamıştım. Tezgahtan ayağıma dökülen sıcak su kendime gelmemi sağlarken ağzımın içinde bir küfür savurdum. Resmen kendimi haşlamıştım. Sekerek salona geçtiğimde kızaran derime acıyan canım ile gözlerim dolu dolu baktığımda bir anda tüm camlar sertçe esen rüzgarın etkisi ile açılınca çığlık attım. Yirmi beş yaşına girdiğim şu günlerde hayatımda bir gecede ne değişti bilmiyorum ama geceden bu yana olan her şey sinirlerimi bozuyor ve canımı yakıyordu. Dağınık olan saçlarım esen rüzgar ile daha da dağılırken kulağıma bir fısıltı ulaştı. “Artık zamanı geldi. Beni bulmalısın.” Ellerim kulaklarıma kapanırken kendimi şizofren olmadığıma ikna etmeye çalışıyordum. Büyük ihtimalle iki gün önce izlediğim ve bunun için sabaha kadar uykusuz kaldığım fantastik dizinin etkisinde kalmıştım. Bu nedenle de en ufacık şeyleri bile büyütüyordum. İç sesim “Sence yanan baykuş, kırmızı gözler, merdivenden yuvarlanmak ve yaz günü kasırga gibi esen rüzgarla açılan camlar küçük şeyler mi? Üstelik sürekli olarak sesler duyuyorsun” derken ona hak vermek sinirlerimi bozuyordu. Galiba delirmeye başlamıştım. Evi korku içinde dolanırken her an karşıma biri çıkıp boğazımı kesecekmiş gibi hissetsem de hiç kimsenin olmaması beni rahatlatmaya yetmiyordu. En son üst katta teyzeme ait olan ve kapalı haldeki odaya da kapının kilidini açarak girdiğimde içeride tam da üzeri beyaz örtü ile kapalı yatağın ortasında gördüğüm baykuş kanımın çekilmesini sağladı. “Aman tanrım.” Dilimden dökülen şaşkınlık nidası sırtı dönük olan hayvanın kafasını çevirip kırmızı gözleri ile bana bakmasına neden olurken elim kapının kolunda öylece kalmış bedenim donmuş gibiydi. Baykuşların kırmızı gözleri olur mu bilmiyordum ama verdiği tepkiler normal değildi. Hayatımda kaç tane böyle bir hayvan görüp tepkilerini ölçtüm hatırlamıyorum ama bu çok fazla garipti. Usulca başını sağa doğru eğdi ve ağzını açıp yüksek sesle bağırdıktan sonra açık olan camdan uçup giderken, donup kalan bedenim bir çuval gibi kapının dibine yığılırken nefeslerim boğazımdan hırıltılı şekilde çıkıyordu. Elim göğsüme gittiğinde kalbimin acısı gözlerime kadar uzanıyordu. Bana ya da bu eve neler oluyordu bilmiyorum ama korku bedenimi ağzına kadar doldurmuştu. Ne kadar öyle kaldım bilmiyorum ama kalkıp birkaç eşya ile bu evden çıkıp gitme fikrine yüzde yüz emin olduğum an gözlerime yerde tam yatağın aldında metal bir kutu gördüm. Gözlerim kısılırken hep izlediğim filmlerdeki ilk ölen kurbanlar gibi merakıma yenik düşmek istemesem de içimdeki bir his bunu yapmamı deli gibi bağırıyordu. Büyükçe bir yutkunuş sonrası ayağa kalkmadan emekleyerek yatağın kıyısına geldim ve üzerime bulaşan tozu umursamadan elim örtünün eteğine gitti. Yavaşça örtüyü kaldırdığımda gördüğüm metal kutunun gördüğümden daha büyük olduğunu fark ettiğimde kaşlarım havalandı. Titreyen avuçlarımla ulaşıp kulbu tuttuğumda hissettiğim soğukluk sanki damarlarıma kadar ulaşıyordu. Bir hamlede çekmek istesem de ağır oluşu ile duraksadım. Biraz daha güç uygulayıp meydana çıkarınca üzerindeki işlemeler oldukça dikkat çekiciydi. Bazı işlemeler çok daha belirgin bazıları daha silikti. Yere oturup kutunun sağını solunu incelerken sanki doğum günümde verilen hediye kutularına bakıyormuşum gibi heyecanlıydım. İki tane paslanmış kilit vardı. Anahtar delikleri artık kullanılamayacak duruma geldiği için açmak biraz zor olacaktı. Yaklaşık yarım saat sonra salonda oturmuş elimdeki tornavida ve demir kesici ile uğraşmaya başladım. Hem bu kadar eski görünüp hem de nasıl oluyordu da böylesine sağlam duruyordu aklım almıyordu. Sonunda gelen tık sesi ile açıldığını anladığımda yüzümde bir gülümseme belirdi. İşte bu. Usulca kapağı açtığım da gördüklerim ile oturduğum yerden geriye doğru çekildim. Gözlerim irileşmiş nefesim boğazıma takılı kalmıştı. Tanrım bu de ne böyle? Birkaç çeşit boy boy şişeler, eski püskü bir kitap, bazı şekillerin olduğu zincirli kolyeler ve bir tutam beyaz saça sarılmış siyah ip. Parmak ucumda sağa sola ittiğim eşyaların hemen altında camdan küçük bir kutu daha vardı. Uzanıp onu avuçlarıma aldığımda ensemde büyük bir ağrı hissetmeye başladım. Sanki derimin altında küçük köz taneleri vardı da avuçlarımdaki kutu bunu tetikliyordu. Derince bir soluk alıp kapağı açtığım an gördüklerim ile elimden atmam bir oldu. Kutunun içinde küçük dişler, kurumuş ve çürümeye yüz tutmuş göbek kordonu ve kaskatı halde ufacık bir kalp vardı. Dişlerimin arasından sadece “Siktir” desem de yere düşen şeyler ile sanki ensemdeki ateş beynime ulaşmış gibi canım yanmaya başladı. Kulaklarımda oluşan uğultu fısıltılara dönüşürken boynumdaki damarlar şişmiş patlamak ister gibiydi. Ölüyordum. Başka açıklaması olamazdı.

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook