1. MACERA YENİDEN BAŞLIYOR
“Bayan William, dediğim gibi bebeğiniz doğuştan kalp hastası olacak ve şu an için ilerisi konusunda net bilgiler veremiyorum.”
Doktorun sözleri Laura’nın yıkılmasına neden olurken elleri anında karnını buldu. Gözleri dolu dolu şişlikte dolanırken siyah bukleleri alnına ve yanağına dökülmüştü.
“Ama o çok küçük, nasıl doğmasını engellerim. O benim kızım, bunu yapamam.”
Yanağından süzülen damlalar çoktan boynundan gerdanına kadar uzanmıştı. Yıllar sonra yaşanan sıkıntılardan ve dolu dizgin devam eden aşkın meyvesi bu küçük bebekken onu yok etme fikri kalbinde büyük depremlere neden oluyordu. Kulağına “Anne beni öldürdün. Katilsin" diye bağıran küçük bir kızın sesleri doluyor delirmeye başladığını düşünüyordu.
Mike ise bir yıkılan karısına bir de doktora bakıyor durumu algılamaya çalışıyordu.
“Şimdi kızımız kalp hastası olarak doğacak ve ilerisi için net bir cevabınız yok. Doğru anladım değil mi? Ama doğarsa yaşama ihtimali de var yine değil mi?”
Saçları beyazlamaya başlayan orta yaşlarının sonunda olan doktor mavi gözlü adamın hem tereddütünü hem de acısını çok iyi anlıyordu. Derin bir nefes alıp “Bu mümkün ama zor bir hayat onu bekliyor olabilir. Ilerisi için yaşarsa bile kalp nakli şart olacaktır. Tabi bunların hepsi ihtimaller dahilinde.”
Laura başını kaldırdı ve hala kirpiklerinde küçük damlalar varken “Asla ondan vazgeçmeyeceğim” dedi kesin bir dille. Zaten o andan sonra kimse bebekle ilgili olumsuz konuşup aldırması konusunda ona baskı yapamadı. Eve geldiklerinde Vanessa Andrew ve Menekşe’nin yanında üçüzlerle oynuyordu. Kış bahçesine geçip koltuklara yerleştiklerinde genç kadın kırmızı saç tutamlarını kulağının ardına itip hemen yanındaki kadının şiş karnına elini koydu. Oradaki küçük mucizenin durumunu en az kocası kadar merak ediyordu.
“Kardeşim, hadi söyle küçük kızımız nasıl? Doktor neler söyledi?”
Genç kadın anında ağlamaya başladığında iki eli de karnındaki kardeşinin elinin üzerine kapanmıştı. Veronica. İsmi bile hazırdı ama şimdi büyük bir sınava daha doğmadan adım atıyordu.
“Kalp hastası diyorlar Menekşe, benim küçük kızımın hayatı çok zor olabilirmiş. Hatta kalp nakli bile gerekebilirmiş. Ben onu aldırmayı reddettim. Altı aylık bebeğim benden kopup gitsin istemedim. O benim canımdan bir parça nasıl ölüme yollayabilirim. Ah Menekşe çok kötüyüm.”
Hıçkırıklar eşliğinde söylediği her söz diğerlerinin canını sıkmaya yetiyor da artıyordu. Konuşmaya dahil olan Agatha ve Charlie ise duyduklarından sonra ne diyeceklerini bilmiyorlardı. Charlie doktor kimliğine bürünerek mantıklı şekilde konuşmaya çalıştı.
“Biliyorum. Yıllardır bu bebeği beklediniz ama bir düşün Laura, o acı çekecek ve sen bunu gördükçe daha da fazla acı içinde olacaksın. Çok zor bir karar olsa da en azından şimdiden bir seçenek var. İyi düşünmen lazım.”
Genç kadının gözleri irileşti. Lakin tek hissedebildiği karnında oynayan küçüğü ve içinde dolan annelik hisleriydi. Göz yaşını silerken dünyayı yıkmak ister gibi duran kocasının yüzüne bakarak tek solukta kararını dile getirdi. O bir anneydi ve evladını daha altı aylık bir ceninken yok etmeyecekti. İlerisi içinse tek bildiği tanrının onlara çizeceği yollardı.
“O yaşayacak. Küçük Veronica’mız yaşayacak ve tanrının yardımı ile iyi olacak. Ben tüm kalbimle buna inanıyorum.”
Mike karısının yanına gelip dizleri önünde yere çöktüğüne iri avuçlarının biri kadının şiş karnına diğeri ise küçük avuçlarında yerini almıştı. Gözleri büyük endişe ve korkuların izlerini taşısa da o karısına ve çocuklarına sağlam korunaklı ve güvenli bir liman olmayı seçti.
“Seni ve çocuklarımı çok seveceğime yeniden ve yine yemin ederim. Ne olursa olursun bebeğimiz nefes alacak. Elimden gelen her şeyi yapacağım.”
Zaman büyük bir kum saatinin içindeki zerrecikler gibi döküldü tane tane. Vanessa, Menekşe ve Andrew’in üçüzleri ve Liam büyük bir hevesle küçük kızın doğumunu bekledi. Onun için resimler çizdiler. Her gün Laura için çiçek toplayıp onu mutlu ederek gülümsettiler. Takvimler bir bir yapraklarını son baharın hüznüne bırakırken alnındaki ter ve karnındaki ağrı ile uyanan genç kadın yanındaki kocasının ona sarmış olduğunu kolunu tuttu.
“Mike, hayatım bebek geliyor.”
Aslında sesi sakin değildi. Korkuyordu ve canı oldukça yanıyordu ama yine de tonunu alçak tutmaya çalıştı. Kıvırcık saçları terlemiş alnına yapışırken duydukları ile uykusundan hemen sıyrılan adamın gözlerine baktı.
“Geliyor sevgilim, bebeğimiz artık bizimle olacak.”
Mike her ne kadar telaş yapmak istemese de yataktan fırlamış önce şaşkınlıkla sağa sola dönmüş ardından ellerini başına koyup duraksamıştı. Bu anı birçok kez prova yapmışlardı ama yine de genç adam bu konuda sudan çıkmış balık gibiydi. Laura hemen yan odalarında uyuyan Vanessa’yı korkutmak istemiyordu ama acısı öyle çoktu ki istemsiz çığlık atıp “Lütfen kendine gel Mike, sevgilim bize yardım etmen lazım!” dediğinde kapıda beliren küçük kız gözünü ovuştururken “Anne” dedi. “Kardeşim mi geliyor?”
Göz yaşları içinde kalan kadın yerinden kıpırdayamazken zorlukla başını salladı.
“Evet bebeğim, şimdi gidip Martha’yı uyandırır mısın?”
Vanessa, hemen merdivenlere doğru koşarken kucağındaki küçük ayıcığı yeri boylamıştı. Genç kadın bir kez daha çığlık attığında biraz olsun kendine gelen adam “Lanet olsun, iyi misin sevgilim?” değip hemen kadının yanına geldi ama iyi olmadığı çok belliydi.
“Değilim, hastaneye gitmemiz lazım onu kaybedemem.”
Usulca üzerindeki örtüyü kenara geçtiğinde krem renkli geceliğine ve yatağa bulaşan kan ikisinin de nefesini kesmeğe yeterliydi. Mike bir an bile düşünmeden karısının üzerine örtüyü yerinden serdi ve serin havanın ona etki etmemesini ayrıca kızlarının bunu görüp korkmamasını engelleyerek yatak odasından çıktı. Küçük Vanessa çoktan yardımcıları Martha’yı uyandırmış anne babasının odasına doğru koşuyordu.
Mike karşılarına çıkan kadına “Vanessa’ya çok dikkat edin ve yatak odasına girmesine izin vermeyin” dediğinde kollarında acı içinde bir kez daha inleyen kadın ile acele etmesi gerektiğini bir kez daha anladı. Dışarı çıktıklarında hemen karşılarındaki evin bahçesinde olan korumaya gür sesiyle “Hemen arabayı getir acele et!” diye bağırdığında Menekşe ve Andrew de duştan yeni çıkmıştı. Ateşli birkaç saatin sonunda uyumaya karar vermişlerdi ama işler karışmıştı anlaşılan.
Andrew odanın balkonuna çıktığında gecenin karanlığında ışıklandırmalar altında gördüğü silüetler ile hemen geri döndü ve giyinen karısına katıldı. Eşofmanlarını giyen karı koca kan kaybetmeye devam eden eşini arka koltuğa yatırmaya uğraşan adama yetiştiklerinde iki kız kardeş de göz yaşları içindeydi. Menekşe hemen kardeşine destek olmak için yanına bindi ve elini tutup karnını hafifçe ovarak ona “Sakin ol bir tanem, bak küçüğümüz geliyor. Sabah olduğunda onun kokusunu soluyor olacaksın. Biliyorum canın çok yanıyor ama bebeğin için sabretmelisin. Derin nefesler alman lazım. Hadi Laura benimle birlikte al ver” derken içinden dua ediyordu.
“Ben, yapamıyorum Menekşe, onu kaybetmek istemiyorum. Gücüm tükeniyor sanki.”
Laura kardeşinin omzuna başı düşmeden hemen önce sözlerini zorlukla söylemiş ve kendinden geçmişti. Mike ise direksiyona daha temkinli davrandığı için Andrew geçtiği için diğer koltuktaydı ve telaşla geri dönmüş karısına sesleniyordu. Lakin sesini duyuramıyordu.
Saatler korku içinde bitti. Gece güne döndü güneş serin havaya rağmen sıcaklığını vermek için çabalarken Laura normal odaya alınmış Veronica ise daha gözlerini dünyaya açalı saatler olmuşken ilk ameliyatına girmişti.
BİR YIL SONRA...
Yine bir sonbahar günüydü. Pamuklara sarılan itina ile büyütülmeye çalışılan genç kız bir yaşına girmişti tüm aileyi yaşadığı için mutlu etmişti.
“Ah şunun güzelliğine bakar mısın Menekşe’m. Nasıl da bakıyor yüzüme gülümseyerek.”
Genç kadın omuzlarına dökülen kızıl saçlarını geri itip kocasının kucağındaki küçüğün yüzüne baktı. Yüzünde oluşan merhamet ve saf sevgi elle tutulur cinstendi. Kızar gibi tatlı bir ifade ile “Hayatım, bu küçük kız da tıpkı Abby gibi sana aşık. Laura ile ben kucağımıza aldığımıza bize de gülümsüyor ama size ayrı bir düşkünlüğü var. Galiba kız babası olarak sen ve Mike çok şanslısınız.” diyerek eğilip incecik parmaklarını öptü.
Gerçekten de öyleydi. Vanessa, Abby ve yeni üyeleri Veronica hem babalarına hem de baba gibi onlara sevgi gösteren adamlara aşık birer kız çocuğuydu. Pastasını yiyen Arthur hemen yanlarına geldi ve babasının kollarındaki kıza bakıp sevimlice sırıttı.
“O çok küçük baba ama biliyor musun biz onu koruyacağız. Alexander ve Liam da iyi olması için çok uğraşacak. “
Andrew evladının saçını bir eliyle okşarken Menekşe ‘İşte benim oğullarım’ der gibi gururla ve sevgiyle bakıyordu. Hemen arkalarından gelen ses Mike’a aitti. Kucağında iki kız kardeş vardı. Kızlar onun yanaklarını okşuyor ara ara da öpüyordu.
“Andrew, kızlar ikiydi üç oldu. Bakalım ileride onları nasıl koruyacağız?” değip güldüğünde Laura hemen karşı koltuğa kurulmuş yanına gelen Alexander’ın yanağını okşuyordu.
“Anlayın şunu hayatım, ne biz ne de kızlarımız korunmaya muhtaç değil. Anladın değil mi?”
Büyükler gülerken çocuklar çoktan oyun oynamaya gitmişti. Kollarındaki narin bebeği pusetine bırakan genç adam geri karısının yanına oturduğunda gözleri puseti gözleyen anne babadaydı. Mike ve Laura sanki her an bir şey olacakmış gibi küçük bebeği izliyorlardı. Doktorlar küçük kalbe gerekli müdahaleyi yaptıklarını ve dikkat edildiği sürece, ilaçlarını kullandığında en fazla yirmi yaşına kadar süre tanımışlardı. On beş yaşından itibaren de kalp nakli listesinde olacak dünya genelinde hastanelerden haber bekleyeceklerdi. Yine de her gece biraz annesi biraz da babası hemen beşiğinin yanı başında sabahlıyor aldığı nefesi dinleyip inip kalkan küçük göğsü izliyorlardı. Laura bazen nefes alırken tıkanan ve ilaçlardan ötürü alerjik reaksiyon gösteren çocuğu için pişmanlık duyuyordu. Ona acı çektirdiğini hissediyor kendi annelik iç güdüleri ve açlığı yüzünden yanlış karar verdiğini düşünüyordu.
TÜRKİYE-TRABZON-VAKFIKEBİR
“Ahmet, Ali! Ula boyunuz devrilmesin uşaklar nereyesiniz?”
Kadının sesi evin aşağısındaki büyük yoldan bile duyuluyordu ama eğlenen çocukların sesi onu bastırmıştı. Trabzon'a kış erken gelmiş ellerinde poşetler ve leğenlerle çocuklar dışarı çıkıp tadını çıkarır olmuştu. Bu çocuklar arasında ikisi vardı ki daha dokuz yaşında olmalarına rağmen birer ateş parçasıydı. Ali Agah ve Ahmet Arslan. Tek yumurta ikizleriydi ve tüm Vakfıkebir’i çoğu zaman benzerlikleri yüzünden kandırıp eğleniyorlardı.
Bilindik bir aile oldukları için çocuklar rahat hareket eder, hem özgür yetişir hem de kendilerine güvenleri yerine otururdu.
Orta yaşlı kadın bir kez daha balkondan aşağıya bağırdı. Bu defa sesi biraz daha gür çıkmış sinirlenmeye başladığını kanıtlar gibi sertleşmişti.
“Ali, Ahmet! Bak getirmeyin beni oraya.”
Çocuklardan biri altındaki araba lastiğine benzer şampiyere sıkıca tutunup kaymak isteyen Ahmet’in kolunu sarstı.
“Ahmet, Hatice Teyze size çağırıyor. Bir ses verin yoksa hepimizi ipe dizer gibi dizer karşısına. Oğlum ben korkuyorum ananızdan siz korkmuyorsunuz yahu.”
Ahmet sırıtarak dişleri arasında dilini sıkıştırdı ve “Dur bir Hasan bir kere daha kayayım anama ses ederim” değip bıraktı kendini. Öyle keyif alıyor öyle hoşuna gidiyordu yüzüne vuran rüzgar hızın tatmin dolu hissi belki de kıçına yiyeceği birkaç terlik gözünde yoktu.
Ali ise kaymış yokuşun dibinde kardeşini bekliyordu. Anasının sesini duymuştu ama bağırsa bile sesinin çok çıkmayacağını biliyordu. Ikizi gelince eve gitme fikri kafasına yatmıştı. Babası nenesi değil de anası canlarına okurdu.
Hatice hanım ise söylenerek eve girdiğinde oturduğu sedirin üzerinden gelinine bakan Nazmiye nene “Vakfıkebir’i inlettin sesinle gelin. Ne istersin sabilerden bırak oynasın uşaklar” derken karşısına oturan kadın nefesini bırakırken dert yanmaya başladı.
“Etme ana, bu çocuklar böyle olduğu sürece önünü alamayız. Daha kaç ay oldu Ali’m ağaçtan düşüp kafasını yaralı. Ya Ahmet? Top oynayacam diye kırdığı camların girdiği tarlaların haddi hesabı yok. Geçen sene bacağını üç yerden kırdı bu oğlan. Ne laf dinliyorlar ne söz. Bak ikisi de hastalıktan daha yeni kalktı ama kaymaya gitmişler. Gelsinler terliğimin tadına bakacaklar. Allah'ın adını veriyorum dur yapma etme deme sakın.”
Yaşlı kadın elinde tuttuğu tesbihi kenara koyarken “Kızım bilirim bilmesine de bu pok yemiyesicilerin babasıyla emmileri de böyleydi. Ah ah ne çektim onlardan. Demeyecektim evladınız da sizi benzesin de görün gününüzü diye. Ne bileyim bu kadar yaşayacağımı. Bak onlar değil yine gününü gören ben oldum. Anlarum seni de elden ne gelir. Kanları deli bunların.” diyor elden bir şey gelmez der gibi omuz silkiyordu.
İkizler sonunda kaymayı bırakıp eve doğru yürürken gülüşmeden edemiyorlardı.
“İkiz, anam azcık ağzımıza edecek biliyorsun değil mi?”
“Biliyorum ikiz ama şu özgürlük hissi hiçbir şeyle değiştirilmez be. Büyüyeyim ya motor yarışçısı olacam ya da araba.”
Ali göz devirmek istese de kardeşi gibi düşündüğünü de inkar edemezdi. İstemsiz gülüp kolunu kardeşinin omuzuna atarken “Biz önce Hatice Hatunun terliğinden kaçacak kadar hızlanalım da arabayla motora sonra heves edelim.” deyip çocuksu gülüşünü salıverdi. Yüzünü buruşturan Ahmet ise “Ondan kaçacak kadar hızlanmamız imkansız ikiz. Kadın bildiğin bordo bereli. Emmim Mustafa bile ondan korkuyor adam iki metre üstelik özel harekatçı. Hatırlasana bir keresinde onu çok kızdırmış da terlik tam suratına gelmiş. Yalnız emmim de az fırlama değil he sen niye kızdırırsın ki anamı. Valla kadın güdümlü füze atar gibi terlik atıyor. Unutmadan o topukluları saklayalım hemen öbürü çok acıtmıyor.” dedi.
Daha eve varmadan yiyecekleri sopanın hesabını yapar olmuşlardı. Tabi eve girdiklerinde gelen dedeleri ve babalarına rağmen iki katlı evin neredeyse tüm odalarını koşarak gezmiş kıçlarına aldıkları terlik darbeleri ile duvarları inletmişlerdi. Tek çareleri dedeleri Turan olsa da yaşlı adamın “Ananızın canına tak dedirttiniz ula ben ne edeyim. Benim kızım atom karınca gibi boyu kısa canı burnuna tez geliği bir rahat durun be fışkı yiyenler” sözleri ile makus kaderlerine razı gelmişlerdi.
Kader, her insanın doğduğu anla öldüğü an arasındaki başına gelecek her şeyi. Trabzon'da olan Ahmet ve Ali kardeşler, Amerika’da diğerleri. Macera büyük ve daha güçlü bir şekilde yeniden başlarken alınan her nefes şükür sebebi olmalıydı.