bc

BELA GELİYORUM DER Mİ?

book_age4+
2.6K
FOLLOW
12.5K
READ
possessive
contract marriage
arrogant
heir/heiress
comedy
bxg
city
friendship
assistant
stubborn
like
intro-logo
Blurb

Dört kafadar. Çocukluktan gelen dostluk ve büyüdükçe büyüyen dertler.

Hayat hep daha fazlası olur mu dendiği anda fazlasını verir ya bazen. Bu dörtlü içinde aynısı olacaktı.

Yine en olmadık zaman da en olmadık işlerin baş kahramanları olup kabağın başlarında patlamasına kedi yavrusu gibi bakacaklar.

Siz hiç belanın geliyorum dediğini duydunuz mu?

Onlar için bela üç gün önceden sinyal verip öyle geliyordu.

***

"O herife tabaktaki tavuğu bütün yedirmeli üstüne sazan balığı ile göbek attırmalıydım."

"Manyak ya resmen dişimi uyuşturmadan oydu pörtlek gözlü."

"Neymiş efendim o White Chocolate Moka olmazsa kendine gelemezmiş. Midilli kılıklı şey."

"Beni düşündüğü için erken çıkmamı sağladı. Çok romantik ya."

Ve üçü birden dönüp hülyalı hülyalı denizi seyreden kıza bakarak bağırdı.

"Neyhhhh!"

Onlar böyleydi.

Erkek Fatma...

Aşk kadını...

Sert kaya...

Uslanmaz romantik...

Garip bir soygun, çekişmeyle ilerleyen aşk ve başa bela tefeci...

Hadi çık işin içinden çıkabilirsen.

chap-preview
Free preview
B. 1
"Kızım, uyan ineceğin durağı kaçırma."  125.  "Evladım hadi kalk bak sonra işe geç kalırsın."  126.  "Uykusu da ağırmış. Yazık kızcağıza kolunu sallasam uyanır mı? Kaçırmasa bari durağını. Kızım bak kaçacak durak."  127.  Genç kız kolunu inatla sahiplenip dürten üstüne de tam 127 kez evladım uyan durağını kaçırma diyen kadına karşı içinden çeşitli cinayet yöntemleri geçiriyor hiçbiri sakinleşmesini sağlamıyordu. Sonunda dayanamadı. En normal sesiyle "Teyze ben son durakta ineceğim." Dedi.  Geçilen on beşinci durakta bir kez daha derdini Alzheimer'ı teyzeye anlatmaya çalışan Sare cinnetin kıyılarında dolaşıyordu. Zaten kargalar kahvaltı yapmadan arkadaşı Berna aramış zorla uyandırmış ve otobüse yetişmesini sağlamıştı. Şimdiyse en az bir saat on beş dakika uyuyacakken teyze sayesinde gözlerinden kıvılcımlar çıkıyordu. Hayır her defasında söylüyordu. Son durakta ineceğim diye ama teyzeye ne fayda.  Kulaklığını düzeltip yeninden gözlerini kapadığında kaldığı -ki ne kadar kaldıysa- uyumaya yeltenmiş ve dalmaya an kalmıştı ki bir kez daha dürtüldü. Gözlerini açmadan dişleri arasından "Teyze son durakta ineceğim Allah aşkına bir sal, kurban olayım rahat bırak beni" deyip derin bir nefes aldı ama kolunu dürten teyze hala ısrar ediyordu.  Oturduğu yerden kalkıp her sabah denk geldiği ve aynı mahalleden arkadaşı olan otobüs şoförünün yanına yaklaşıp "Hamit, Allah aşkına şu teyzeyi uyar bir şey yap vallahi bir daha dürterse seni boğazlarım" dedi ve geri yerine oturdu. Hemen şoförün arkasında oldukları ile genç adam aynadan uyuklamaya devam eden kıza göz atıp tekrar yoluna baktı. Hayır teyze de canına susamış gibi erkenden araca binmiş uykusunu alamadığı için seri katile dönüşen kızın yanına oturmuştu. Dua etti. Sare bu araçtan kimseye dalmadan ya da boğazlamadan inerse gördüğü ilk çocuğa ekmek arası köfte ısmarlayacaktı.  Sare, derin bir uykuya yeniden dalarken üç durak daha geçilmiş ve teyze gelecek durak için genç kızı dürtecekken fark eden Hamit "Yav bir dur teyze kurban olayım. Hayır, kendini düşünmüyorsun bari benim canımı düşün. Kız son durakta inecek elleşme artık şu kıza" dedi ve durağa yanaştı. Yaşlı kadın ayaklanıp orta kapıya yaklaşırken "Aman iyi uyusun bana ne. İyilik de yaramıyor kimseye" diyerek açık kapıdan indi.  Hamit yola devam ettiğinde derin bir soluk almıştı. Bu sayede genç kız uyur Hamit de kazasız belasız yola devam edebilirdi. Son durakta da durup yolcuları da indirince istikamet Sare’nin iş yerine yakın olan İETT toplanma alanıydı. İçeri giriş yaparken hala kulağında kulaklık derin uykuda olan genç kız rüyasında bilmem kaçıncı bardak ayranını içiyor önündeki dürümleri bol acı biber koyarak yiyordu. Sare böyleydi. Ufak tefek haline rağmen çok yer uykuyu çok sever ama işi ve bakmak zorunda olduğu ailesi sayesinde hiçbirine doya doya sahip olamazdı. O da oturduğu her nokta da uykuya dalma özelliği ile rüyalarında keyfine bakıyordu. Hamit aracı durdurunca yerinden kalkıp uyuyan kızın yanına doğru ilerledi. Hala uyanmamış kızın omuzuna dokunup onu hafiften sarsarken seslendi.  "Sare, hadi kardeşim uyan artık geldik."  Genç kız aniden yerinden sıçrayınca Hamit de korktu ama onun kedi gibi yüzü karşısında gülmeden de edemedi. Sare ise onu sarsan adam ile rüyasında içtiği ayranı döküp ziyan etmesine kızacak olsa da iş zamanının geldiğini ve yorucu bir günün onu beklediğini saniyeler içinde fark edince sesini çıkarmadı. Kalkıp çantasını aldı şöyle bir yüzünü sıvazladı ve açık kapıdan dışarı çıktı. Elinde küçük poşetle bekleyen adam ise ona bakıp uzattı.  "Annem börek yapmış. Ben akşamdan bu yana yiyorum sana da getireyim dedim. Malum börek dendi mi göz önüne sen geliyorsun ve boğazdan geçmiyor."  Börek değince hele bir de bu Hanife Teyze'nin börekleri olunca ela gözleri parlayan kız içinden söylendi. 'Hadi yine iyisin ayranın telafisini yaptın.' Sonra da poşeti alıp yaş mama koklayan kedi gibi kokladı. Anında tüm duyuları açılırken dudaklarını yalayıp onu izleyen adama gülümsedi.  "Sağ ol Hamit. Hafize Teyze'me de çok çok selamlar. İyi günler sana ve kolay gelsin."  "İyi günler, kolay gelsin Sare."  On dakikalık yürüyüşten sonra çalıştığı otelin restoran kısmına geçtiğinde personel odasının önünde onu bekleyen Berna ile sabah sarılışını yapıp "Günaydın aşkım" dediğinde sırıtan Berna "Günaydın bebeğim, sabah bana çok sövdün mü?" diye masumca sordu. İçeri girip üzerini değiştirmeye başlayan Sare "Yok canım, o kadar ileri gitmedim bu defa. Sülalenin üçüncü bölümünde sıkılıp bıraktım" deyip kahkaha attı. Siyah kumaş pantolon üzerine krem renk gömlek ve kalın kumaştan kravat üçlüsünü giyip hazır olduğunda dalgalı kahve saçlarını şöyle bir toparlayıp ensesinde topuz yaptı. Dışarıda kalan eşyalarını dolabına koyarken karşısındaki hazır kıza gülerek baktı.  "Hadi ya o kadarla mı kaldın. İnsan yedi kuşağı katardı işin içine. Sevmiyorum zaten hiçbirini."  Berna söylenirken Sare kahkaha attı. Bu kızı seviyordu. Akraba dendi mi aynı kafadalardı. Kendi akrabaları da yüzüne şeytan baksa besmele çekeceği tipte ve huyda insanlardı. O yüzden yadırgamadı. Aklına gelen şey ile gülümserken müjdeyi verdi.  "Mola da börek var, Hafize sultan imzalı."  "Hadi canım vallaha mı?"  "Valla kız, Hamit verdi."  "Allah ondan razı olsun. Yeminle tost çay makarna üçlüsü ile kurudum kurudum."  "Sen de adam gibi yemek yap o zaman ne diye hayıflanıyorsun."  "Tek başına yenmiyor ki. Geçen biber dolması yaptım üç gün süründü."  "A doğruya seninki annenlerin yanına postaladıydın."  "Gönderdim. Çünkü başıma iş açması yakındı."  "Aman o da zengin koca meraklısı bacı hiç kızma bana. Az daha kalsaydı yalan yok şöyle bir güzel tozunu alacaktım."  "Sen mi ben mi? Her şeyi yığdı başıma ben hayatımı yaşayacağım diye çalıştığını yedi durdu. Hayır, hanımefendi hayatını yaşıyor ben de kurumuş ağaç gibi fırtınalara göğüs geriyorum. Hem de yalnız başıma. Aşksız. Yârsız yarensiz."  "Deli ya. Kızım bırak akbabayı akrabayı yarı yareni de şefin keyfi nasıl onu söyle bana. O meymeniyetsiz sıfatını ilk sen görüyorsun. Gene böyle gergedan kıçı gibi mi?" derken bir yandan da odadan çıkıp mutfak kısmına geçiyorlardı.  Berna arkadaşına bakıp konuştu.  "Kız nereden aklına geliyor bu şeyler ya. Orijinalliğini bozmuyorsun ya ona hayret ediyorum. Her neyse, o dediğin gibi sıfatı yine. Sabah sabah görünce işim rast gitmiyor tüm gün. Adam gulyabani gibi çöktü üzerimize."  "Kız ecinni o ecinni. Böyle ecinni gibi bir bakıyor tövbe bismillah çarpılmış gibiyiz. Adam sırf müdüre şirin gözükecek diye biz kıçımızı yırtıyoruz. Bir de hata yapsak anında bizi iğneli fıçıya atacak kenafir gözlü. Yeminle karısı iyi sabrediyor. Ben olsam -ki Allah korusun öyk midem kalktı- koyarım kapının önüne kıçına tekme atarım. O ne öyle ya? Hayır, bir de danışmadaki kızlarla çıkışta nasıl samimi oluyor o tiple. Ben bu kızları da anlamıyorum. Üç kuruş parası var diye adamın kıçındalar. Aga yok değil üç kuruşu Karun kadar zengin olsa bakmam o sıfata."  "Sorma be Sare. Yazık karısı da hamileymiş. Mendebur adamın da gözü dışarda olsun. Üzüldüm kadına ya."  "Böylesinin beyni kafa tasının içinde değil başka yerlerinde olur. Şöyle bir bahane ile üstüne zıplama şansım olsa o kadının da tüm hırsını alırım ya işte olmuyor."  İki kız konuşarak içeri girerek hazırlık yapan aşçılara selam verip işlerine başlarken gelen şef hemen biraz sesini yükselterek talimatları vermiş ve daha kimse işe bile başlamamışken azarlama faslına girmişti. Dişlerini gıcırtılı sesler çıkaracak şekilde sıkan Sare gözlerini devirirken kolunu dürten Berna'ya "Ne var ya?" der gibi kafasını salladı. Fısıltılı biçimde "Kızım şu adamı sıçratma üzerine. En son tuvalet temizletti unutma" dediğinde sert soluk alan genç kız "Zaten o gün tuvalet fırçasını onun ağzına sokmamak için büyük savaş verdim hiç hatırlatma bacı" deyip elalarını şeften ayırmazken adam kızgın bir tonla bağırdı.  "Hanımlar kahvede ister misiniz?"  "Yok şef, sabah sabah çarpıntı yapar. Çay iyidir olmadı ayran."  Orta yaşlı adam elini yüzüne kapatıp kafasını olumsuz yönde sallarken bir anda "Dalga mı geçiyorsunuz siz? Hemen içeri geçiyorsunuz ve ikiniz dört masa ile ilgileneceksiniz. Eğer bir şikâyet gelirse o zaman yakarım çıranızı" diye bağırdı. Duydukları ile gözleri irileşen Berna, yanında adamın üzerine zıplamak için kasları gerilen arkadaşının kolunu tutup başını salladı. Kredi borcu ödemese asla tahammül etmezdi ama anne babasına yük olamazdı. Zaten kız kardeşi ile sorunlar yaşamıştı ve geçim zordu. Arkadaşı da ondan aşağı kalır değildi. Paraya onun da çok ihtiyacı vardı.  "Tamam şef."  Kısa cevap verip hemen Sare’yi  sürükleyerek restoran kısmına geçti. Yan yana olan dört masayı aldıklarını diğer garsonlara söyleyip masa düzenini ayarlamaya başladılar. Kahvaltı için inmeye başlayanlarla hummalı bir çalışma başladı. Kahvaltı için ayrılan süre bitip masalar boşalana kadar iki kızın da nefesleri mabatlarına kaçmış her daim güler yüzlü olma gibi zorunlulukları olduğu için zorla sırıtıyorlardı. Bu halleri felç geçirmiş maymunu andırsa da umurlarında değildi.  Sonunda işleri bitti diye sevinmeye fırsat bulamadan öğlen yemeği için koşturma başladığında dişleri arasından mırmır söven Sare şefin yedi sülalesini üçüncü turdur anıyordu. Ayakları artık uyuşmuş küçük parmakları resmen 'azat et bizi' diye yalvarıyordu. Genç kız çok yorulmuştu. Geldiği 1 saat 15 dakikalık yolda yanında oturan yaşlı teyze sayesinde kırk kere uyandırılarak cinnet geçirmenin eşiğine gelmişti. Gözleri seğiriyor sürekli onu azarlayan şef konusunda ciddi cinayet planları yapıyordu.  Derken kapıdan giren iş adamları ile gözlerini açıp kapadı. O nasıl bir varlıktır ki nefesi kesilmişti. Sanki evrendeki güneş patlaması içinde yaşanıyordu. Filler tepişiyor birbirlerine kur yapıyordu. Sahi şu bir saniyelik zamanda kaç fil muradına ermiş eşi ile bir olmuştu. Hiç bilmiyordu. Zaten bilmekte istemiyordu. Fillerin özel hayatından ona neydi canım. Elaları okyanus gibi berrak olan mavi gözlerde takılı kalırken adam ile anlık bakışları birleşmiş ve tüm bedenine İstanbul yüksek gerilim hattı verilmiş gibi titreme gelmişti. Şimdi saçları dikelip gözlerinin önünden şimşekler çaksa çok mu belli ederdi kendini, ya da elinde gelin buketi ile karşısına dikilse abartmış mı olurdu? Bir an bu düşünce ile içindeki Sare’nin yüzü bayat ayran içmişcesine buruştu. O neydi öyle koca meraklısı Şukufe’ler gibi. Midesi ekşidi. Sanki kötü yapılmış yoğurtla ayran sürahisinde cebelleşiyordu. Genzine dolan koku ile damarlarındaki sıkışmayı hissetti. Acil bol köpüklü biraz ekşi ayran içmeliydi. Kendini bağımlılar gibi hissetti. Bu da oturup kahkaha atmasına neden olabilirdi.   O büyülü anları karşısına geçip hırlar gibi emirler veren şef bozup hızlı olmasını söylediğinde, eline aldığı menülerle masaya doğru giderken "Götünde çıban çıksın. Basur ol da çaresiz kal. Prostat ol karın boşasın. Çamura yatmış gergedan kılıklı babun kıçlı gerzek herif" diyerek mırıldanıyordu. Hayır, bir kere de izin verseler şu abuk sabuk hayallerini sonuna kadar getirmesine olmazdı. Yok, illa bir maydanozluk yapacaklardı. Sonra söylendi mi ya da yeni yeni beddualar üretti mi deli gözüyle bakıyorlardı. Haksızmıydı? Değildi.     Aklına bir an internette izlediği bir videodaki çocuğun “Haksızmıyım?” sorusuna aldığı “Haksızsın” yanıtı karşısında belirdi. Derince nefes alırken yeni eksilen tahtalarına el sallayıp arkalarından su döktü. Hayırlısı olsundu deliliğe bir adım daha yaklaşmıştı. Delirtenler sağ olsundu.   Sonunda kalabalık iş adamlarının olduğu masaya varıp tek tek menüleri bırakmaya başladı. Üzerindeki klasik siyah takım elbisesi, özenle yapılmış saçı ve soğuk duruşu ile öylece diğer adamlarla sohbet eden yabancıyı izlememek için adeta savaş veriyordu. Adamın anlık ters bakışı üzerine nefesi kursağında tıkalı kalıp sertçe yutkunduğunda kendine gelmesi gerektiğini anlamıştı. Ne olmuştu yani azıcık izlese, göz zevki yerine gelse. Ama yok, bu bile ona çok görülürdü. Ona yağmurlu hava da bir bardak suyu çok görürlerdi. Kaderinden mi yoksa tepesinde görünmez paratonerden mi emin olamıyordu. Birkaç hayali tokat atıp deli yanını dize getirmeye çalıştı. Omuzlarını dikleştirip her zamanki zoraki gülümsemesini yüzüne ekleyerek tek tek siparişleri not etti. Onu görenler felç geçirdiğini düşünebilirdi ama sadece görevini yerine getirmeye çalışıyordu.   Elbette macerası bununla sınırlı değildi. Ne zaman olmuştu ki? Zorla ona kitlenen diğer baktığı masaya gelen genç grup işini hayli zorlaştırmak için özellikle oradaymış gibiydi. Sanki büyük bir sınavın ortasındaydı da etrafta dolanan öğretmenin topuklu ayakkabısı çin işkencesi uyguluyordu. Bunu anlaması için masaya gidip sipariş almak istediğinde ona tersçe yanıt veren ya da cıvık cıvık hareketleri ile sabrını zorlayan tiplerle muhatap olması kafiydi. En ayar olduğu insan tipinden biriydi bu tür gençler.   Mutfağa geçip siparişleri ilettiğinde hızla sıkışan mesanesi yüzünden tuvalete kaçmış işini halledince de hazır tekerlekli masalardan birini alıp iş adamlarının olduğu yere doğru ilerliyordu.  Üzeri kapalı servis tabaklarını dikkatle yerleştirip diğer masanın siparişleri için geri mutfağa gittiğinde yanlış gelen yemekler yüzünden geride sıkıntı çıktığını dışarı çıkınca anladı. Evet, hayat ona kahkahalar atarak “Birkaç saatin normal geçti şimdi bocalama zamanı” diyordu.   Mavi gözlü adam burnunu tutarak önündeki yemeği masaya geri iterken sertçe "Bu ne rezalet böyle!" diye bağırıyor "Derhal bir sorumlu istiyorum, kim buranın müdürü?" diyerek gürlüyordu. Hatta ahırda samansız kalmış öküz gibi böğürüyor da olabilirdi. Sare, elindeki yemek masasının üzerinden bir servis tabağını kaldırdığında gördükleri ile gözleri irileşti. Bir masa balık üzerine diğer masa tavuk üzerine sipariş vermişti ve balık mavi gözlü adamın önünde kurbanlık gibi acı içinde duruyordu.     Gözlerini kapatıp elini alnına vuran kız, adam hala bağırırken hızlıca ilerleyip yemeğin üzerini kapatırken "Özür dilerim efendim, servisler karışmış hemen sizin servisinizi getiriyorum." dese de aldığı tek yanıt "Beceriksizliğinizi böyle kapatamazsınız. Derhal müdürünüzü çağırın. Derhal!" Oldu. “Buyur buradan yak” diyen iç sesine hak verse de iş biraz da “Hadi cenaze namazına” dönüyordu.  Yanında durup elleri yumruk olurken sakin kalmaya çalışır bir tonda –ki bu çok zordu- "Efendim özür diledim. Hata benim ve telafi etmek istiyorum. Lütfen biraz sakin olun" dediğinde masadaki yemek tabağını tiksinerek alıp yere bırakan adam ile patlamasına an kalmıştı. Yüzüne karşı “Nimet o nimet” diye bağırmak istese de yaptığı tek şey sınırı zorlayan sabrının biraz daha idare etmesiydi.   "Sana sormadım. Bana müdürünü çağır. Sizin gibi saygısız şeyleri garson diye işe nasıl alıyorlar anlamış değilim. Üstelik bir de dikkatsiz."  Berna, ilgilendiği masadan korkarak Sare’ye bakıyordu. Genç kız hafifçe boynunu sağa sola oynatıp 'çıt' sesini etrafa yayarken kararan gözleri felaketin habercisiydi. Seri katili andıran göz bebekleri büyürken dili de saydırmak için dönmeye başlamıştı. Çıraları fena yanmıştı.  "Sen kendini ne sanıyorsun be? Böyle giyinip bir iş yeri yönetince adam mı olunuyor? Bana saygısız diyorsun ama önündeki nimete adam gibi davranmayı beceremiyorsun. Üstelik karşındaki bir çalışan dahi olsa aşağılamak için eline geçen fırsatı kale ağzındaki karşı takım kalecisi gibi de değerlendirmeden edemiyorsun. Sen ve senin gibiler evlerinde hizmetçi, gittikleri yerde garson ya da şoförü, arkasından pisliğini temizleyen olmasa aciz kalırken böylesine ukalaca konuşmak ve davranmak ne kadar doğru? Üstelik senin gibi caka satarak değil alın teri ile parasını kazanan birine böylesine konuşmak haddin değil olamaz da. Dışından bakıldığında tipin düzgün ama içine baktığında son kullanma tarihin çoktan geçmiş. Raf ömrün tükenmiş.   Kendinden en az yirmi santim uzun adama posta koyarken yanlarına gelen şef ve müdür onu susturmaya uğraşsa da durmadı. Zaten Sare bir başladı mı freni patlamış kamyon gibi bodoslama dalardı mevzuya. Iyi de yapıyordu. Sadece cebinde birkaç bini var diye kimse kimseyi aşağılayamazdı.     Mavi gözlü adam müdür ve şefe "Bu ne rezalet? Böylesine saygın bir müessesede bu tür bayalıklara nasıl izin verirsiniz?" diye hala üstten üstten konuşurken dayanamayan genç kız daha da sert patladı. Bayalıktan bahsederken kendini aynada görüp görmediğinden emin değildi.   "Bayalık mı bilmem ama sayenizde burası epey bir bayatlık koktu. Bilader senin içinden geliyor bu koku. Anlaşılan konuştukça daha da beter kokuyorsun" deyip bağırdığında yanına gelen Berna "Allah aşkına bir dur Sare sen aklını mı kaçırdın?" dese de genç kız kimseyi duymuyordu. Duymak da istemiyordu. Kimse ona böyle davranamazdı. Genç adama kalmadan müdür "Kovuldun. Duydun mu beni ko-vul-dun. Burayı terk et ve bir daha seni bu civarda görmeyeyim" dedi. Işte bela geliyorum demiyordu.   Gözleri irileşen genç kız sinirden titrerken "Siz ne dediğinizin farkında mısınız? Beş yıllık çalışmışlığım ve tazminatım var. Kovarsanız ödemek zorundasınız" derken hala ona tepeden bakan mavi gözlü adama yumruk atmamak için kendini zor tutuyordu. Dakikalar önce bu adamı beğenmişti değil mi? Şu an gördüğü tek şey ahırında huysuzca tepinen bir öküzdü ve Sare öküzleri sevmezdi. Hepsi küçüklüğünde onu yaralayan kara oğlandan ötürü olsa da iki ayaklı öküzleri de neden sevmediğini bir kez daha anlıyordu.   Müdür tersçe "O müşteri ile sorun yaşamadan önceydi. Kuralları çiğnedin ve beş kuruş ödeme almayacaksın" dediğinde Sare daha da delirdi. Hayır, delirince sıkıntılı diyorlardı ama kime delirtene bakmıyordu.   "Senin ağzından çıkanı kulağın duyuyor mu? Burada herkes bir üstüne yaranmak için sadece bizim ağzımıza ediyor. Ceremesini çeken it gibi koşturan canı çıkan biz oluyoruz ama kalastan hallice, öküze akraba herif kuyruğuna basılmış gibi böğürünce onca yıllık emeğimi çöp et. Ne ala memleket ya."  Sare’nin sözlerinden sonra bu defa Berna "Bu haksızlık ama. Onu işten çıkarıp parasının üzerine yatmak şerefsizliktir" dedi. İkisinin de ağzının ayarı yoktu. İş adamları ve diğer müşteriler onları garip bakışlar altında izlerken müdür bu defa Berna'ya "Sende kovuldun. Yettiniz artık ikiniz de. Defolun şimdi" diye bağırdığında iki kız da cinnet geçirmek üzereydi.  Lakin Sare durmadı. Durmak bu zamana kadar hiç doğasında olmamıştı. Yanındaki tekerlekli yemek masasında olan büyük kızarmış tavuğu kaptığı gibi gözlerinden ateş çıkarmak üzere olan adamın yaka cebine sıkıştırdı ve dişleri arasından "Al bu tavuğun bacaklarını götüne sok" diyerek yüzüne karşı bağırdı. Herkes şaşkındı. Bu defa geri dönüp müdür ve şefe bakıp "Kanatları da size girsin asalak tipli kırım Kongo keneleri" dediğinde Berna da elindeki şarap şişesini sertçe masaya vurarak bırakıp cilasını çekti.  "Üzerine de şarap için. Anca kendinize getirir" dedi ve arkadaşı ile personel odasına giderek üzerlerini değiştiler. Arka kapıdan çıkarken hala restoran kısmındaki kargaşa devam ediyordu ama umurlarında değildi.  Sare "Senem’i arayalım da ona gidelim. Birer kahve ya da çay içer rahatlarız olmadı iki ayran patlatırız" dediğinde hemen genç kızı aradılar. O sırada kahveciden çıkan kız telefona cevap verdiğinde olan biteni özet geçti. Hatta üçü de tek kelime ile günü bitirdiler.  "Kovulduk."  "Kovuldum."  "Neeee!!"    **************    Kadıköy sahilde kayaların üzerine oturmuş ellerindeki birer litrelik ayranları fonda açtıkları efkârlı müzikle içerlerken birbirlerine olan biteni anlatıyorlardı.  "Of ulan of. O tavuğu ona monte etmek vardı da işte nimete öyle davranmak olmazdı. Ama bacaklarında sorun yok. Ona girebilirler."  "Hele o uzun saçlarından tutup kahve fincanını nasıl ağzına sokmadım kendime hayret ediyorum. Hoş doğmamış çocuklarına çalıştım ama bak gördün mü içimde kaldı."  "Ya o kendini beğenmiş dişçiye ne demeli. Sarı saçlı mavi gözlü çıyan. O dişimi tam uyuşmadan oyduğu makine ile beynini oymak vardı. Böyle cızır cızır."  Sonra üçü birbirine bakıp durdular ve kahkaha atmaya başladılar. Onlar böyleydi. İlkokuldan itibaren bir aradaydılar. En küçükleri Berna sonra Senem ve kardeşi Saliha'ydı. En büyükleri iki yıl arayla Sare’ydi.   Sare ilk iki sene sınıfta kalmış sonrasında birinci sınıfa başlayan Berna ve Senem ile iyi bir üçlü olmuşlardı. Bir de Senem'den bir yaş küçük kardeşi Saliha ile değişikler grubu tamamdı. Sare’nin de dediği gibi onlar "DEĞİŞİKLER" di. Paratoner gibi derdi çeken, evrenin negatif enerjisine ev sahibi olmuş dört kafadar. Değişik ruh halleri tavırları ve yaşamları ile hem bu dünyanın kalıcı bir parçası hem de götü kalmış burnu havada insanlar için öteki taraflardı. Pek umurlarında değildi.  Sare yirmi altı yaşındaydı. Bir altmış dört boyu ela gözleri ve kahverengi kıvırcık saçları vardı. Elli bir kiloydu. Uyumayı sever ama işi yüzünden o sevdiği uykuya hiç doyamazdı. Babası ilk okul beşinci sınıfta kalp krizi ile vefat etmiş hayırsız bir abisi ve onlara hem analık hem babalık yapan annesi ile baş başa kalmıştı. Liseden sonra çalışmaya başlamış birçok işte tecrübe kazanmıştı. Okumayı isterdi elbet ama evden bir haber abisinin başlarına açtığı sıkıntılar buna izin vermemişti. Hep dobra biraz da sokak ağzı ile yetiştiği için on sekiz yaşında evin geçim yükünü üstlenip hayatına devam etti.  Berna yirmi dört yaşındaydı. Bir yetmiş iki boyunda yeşil gözlü siyah saçları vardı. Normal kiloya sahipti. Çok yemek yer ama hızlı çalışan sinir ve metabolizma sistemi yediklerini çabuk eritmesine neden oluyordu. Genellikle gece kuşu denebilirdi. Geceleri dizi izler gündüzleri uyumayı severdi. Ama çalıştığı için bu durum anca izin günlerinde gerçekleşe biliyordu. Anne babası köyde yaşar kız kardeşi ile onlara para yollardı. Son dönemlerde sapıtan kardeşini sonunda ailesinin yanına yollamış kendi geçimini kendi sağlamaya devam ediyordu. Liseden sonra okumayıp çalışmak onun da kaderiydi.  Senem yirmi beş yaşında bir yetmiş iki boyunda, mavi gözlü kahverengi saçlı oldukça da açık sözlü bir kızdı. Liseden sonra okumak ona da nasip olmamış ama inatla ben kardeşimi okutacağım deyip çalışarak günlerini geçirmiş biriydi. Ailesi ona güvenip memlekette yaşamaya başladığından beri iki kız geçinip giderlerdi. Müzik dinlemek ve horozu Hakkı ile vakit geçirmek en büyük hobisi olabilirdi.  Saliha en küçükleriydi ama içerinde belki de en sakin olandı. Yirmi dört yaşında bir yetmiş üç boyunda, mavi gözlü ve açık kahverengi saçlı minyon tipli bir kızdı. Ablası sayesinde üniversiteyi okumuş şimdilerde bir erkek giyim mağaza zincirine sahip şirkette yönetici asistanıydı. Kardeşlerin yönettiği şirket genelinde çalışması ile göz doldurmuş yerini sağlamlaştırmıştı. Ablasına yardım etmek ona olan vefa borcunu ödeyebilmek için canla başla çalışıyor kendini kanıtlamaya çalışıyordu. Kitap okumak en büyük zevkiydi.  İşte böyleydi DEĞİŞİKLER 'in hayatı. Aslında bu garip hikâye tam da bu üçlünün kombo halinde kovulmaların sonucunda başlıyordu.

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

Zor Ajanlar

read
1.1K
bc

PRENSİN KORUMASI

read
10.2K
bc

O KIZA ŞİMDİ BAK

read
5.8K
bc

GECE GÜNEŞİ

read
4.5K
bc

KIRIK ANILAR MAHZENİ

read
3.1K
bc

KARANLIĞIN GÖLGESİ

read
2.8K
bc

GİZ

read
7.6K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook