bc

HAKİM

book_age16+
801
FOLLOW
2.5K
READ
murder
dominant
manipulative
twisted
bxg
scary
city
victim
serial-killer
sacrifice
like
intro-logo
Blurb

Ölüm onun elinde en tehlikeli silahtı. Adalet, olması gerektiği gibi tecelli etmediğinde çıktı gün yüzüne ve avladı her bir avını soğuk kanlılıkla. Akan her damla kan da ruhunun kör kuyuları doldu. Damağına yayılan tadın verdiği hisse tanrı misali tapar oldu. Kendine HAKİM diyordu. Tanrının cezalandırılması gerekenlere gönderdiği gazap eliydi iç dünyasında. Dikkat ve oyun onun işiydi. Çevresinde dönenleri büyük bir hazla izlerken geceler onun için avın en verimli saatleri olurdu.

Dedektif Deborah Wilson ve ortağı Oscar Taylor girdikleri her cinayet mahallin de ip ucu bulmak için tüm dikkatlerini verseler de Hakim onları kendi kurgulayıp sahnelediği oyun içinde kukla misali oradan oraya sürükleyecekti. Sona ulaşmak zor katili yakalamak neredeyse imkansızdı. O, tüm gazap hak eden ruhları cehennemin kapısından içeri iterken San Jose ve de tüm California seri cinayetlerin durağı olacaktı.

chap-preview
Free preview
1. OYUN YENİDEN BAŞLIYOR
Alınmaya çalışılan derin nefesler. Göz pınarlarının ürettiği tuzlu göz yaşının irislerden intihar edişi. Bir adamın her şeyi görmesi ve hissetmesine rağmen tamamen tepkisiz kalışı. Belki de en zoru bu olmalı. Hisset ama tepki bile vereme, içinden dünyayı sarsacak kadar çığlıklar atarken sadece izle ve adım adım yok oluşa doğru ilerle. İnsanın çaresizliği iliklerine kadar hissettiği tek nokta. Ölüme yürümek ama hiçbir şekilde engel olamamak. Adaleti, kendi kurallarına göre sağladığında kurbanlarının son gördükleri şey; onun acıyı ve yok oluşu getiren derin, soğuk, karanlık gözleriydi. Hissettikleri ise Azrail kadar ürpertici ferah nefesiydi. İşittikleri ölseler de unutmayacakları senkronize adım sesleri, ölümü çağıran tak taklar. Sonunda kan kaybı ile başlayan kendinden geçişten hemen önce yüzünde gördükleri o tatminkâr bakış ve adaleti sağladığı için kendinden emin gülüş. Ölüm hiç bu kadar korkunç olmamıştı. *** San Jose polis departmanı günü yine koşuşturma içinde bitirirken, yaz ayının sıcağı şehri kavuruyordu. Geceleri bile bunaltıcı hava adım atılan kaldırımlardan insanın yüzüne çarpıyor yakıcı bir his bırakıyordu. Polisler ve dedektifler olaydan olaya geçiyor faili meçhul cesetler morglarda ya da otopsi masalarında sıranın kendilerine gelmelerini bekliyorlardı. Tacize uğramış küçük çocuklar, istediklerini vermedikleri için katledilen kadınlar, uyuşturucunun tatlı dünyasına girip cehennemi boylayan keşler ve daha neler neler... Gecenin sabaha döndüğü saatlerde gelen bir ihbar üzerine olay yerine giden dedektifler karşılaştıkları vahşetin üç yıl sonra ilk olduğunu biliyorlardı. Yine bir dönem aynı vaka ile karşılaşan Wilson ve Taylor, seri cinayetleri bir erkekle başlatan ve kadın ile kusursuzca devam ettiren katil ile başa çıkmaya çalışıyorlardı. DNA sıralaması gibi uzayıp giden ölüm zinciri asla bozulmuyordu. Bir erkek. Bir kadın. Ve aynı dizilim şaşmadan ilerliyordu. Polisler ise daha cinsiyetini bile bilmedikleri isimsiz manyağa “HAKİM” adını vermişti. Çünkü katil bıraktığı cesetlerle kendini böyle tanımlıyordu. Hâkim, daha önce de ortaya çıkmış tam altı kişiyi sıralamayı bozmadan öldürmüş ve karanlığa karışmıştı. Kimse ondan geride kalmış iz ya da ulaşabilecekleri ip ucu bulamıyordu. Temiz çalışıyor hep aynı ritüelleri tekrar ediyor ve sonunda da kayboluyordu. İşlenmiş son cinayette de yine aynı dedektifler vakayı üstlenmek zorunda kalmıştı. Ellerindeki dosyalardan eski cinayetlerin detaylarını inceliyor yine aynı katilin olup olmadığından emin olmaya çalışıyorlardı. Hâkim, seçtiği kurbanları ustalıkla öldürüp birer kukla gibi tavana asarken; dedektiflerle değişik akıl almaz ve kan donduran oyunu yeniden başlatmıştı. Kan oyunu mezarındaki ölü gibi hortlamış tüm çıplaklığı ile ortaya serilmişti. San Jose sokaklarında doğudan batıya kuzeyden güneye hiç kimse güvende değildi. Onlara göre imkânsız olsa da hâkim her yerdeydi. *** San Jose ABD’nin Kaliforniya eyaletinde bir şehirdi. Santa Clara Kontluğu’na bağlı olan ve kontluğun merkez şehri olarak kabul ediliyordu. Nüfus bakımından ABD’nin en büyük onuncu şehriydi. Yaz ayları sıcak geçiyor her binanın cam altlarında olan klimaların gürültülü sesi insanların koşturmalarına karışıyordu. Bir de caddelerinde susmayan sirenleri ile polis departmanının yirmi dört saat mesai yapmasına neden olan suçluları vardı. Cinayetler, hırsızlar, dolandırıcılar, tecavüzcüler, tacizciler, ergen liseli gençlerin kurdukları saçma çeteler ve onlardan daha da tehlikeli suç örgütleri. Departman polis şefleri, dedektifler ve çömezlerle günü devirmiş gece mesaisi için gelen ihbarlar değerlendiriliyordu. En gözde dedektiflerden olan Deborah Wilson ve ortağı Oscar Taylor masalarındaki evrak yığını ile boğuşurken birim amiri Jacob odasından çıkıp gelen ihbarla ilgili bilgi vermeye başladı. Özellikle ona iletilen bu olay geçmişle de alakalı olunca gönderebileceği iki kişi vardı. "Wilson, Taylor 25. Cadde’den tuhaf bir cinayet ihbarı alındı. Hemen olay yerine gitmeniz gerekiyor." Genç kadın "Jones, şu evrak yığınını görüyorsun, bu defa diğerlerini yollasan. Hoyt bunun için hevesli görünüyor" değip gözleri ile arka masada onları merakla izleyen yeni yetme dedektifi işaret etti. Şef "Onun gitmesi gerekse onu gönderirdim Deborah. Oscar'la hemen yola çıksanız iyi olur" diyerek geri odasına döndü. Emrinin sorgulanmasından hoşlanmayan biriydi. Elinde kahve kupalarıyla masaya gelen Oscar ise göz devirip "Tanrım yine olay yeri mi?" diye dert yandı. Gün içinde gördüğü cesetler ve yaralı keşler kotasını doldurmak için yeterliydi. Ona cevap vermek için kafasını sallayan genç kadın uzanıp elindeki kahvelerden birini aldı ve hızlıca birkaç yudum içip masaya bıraktı. Sert ve sıcak sıvı boğazından aşağı inerken tüm organları resmen isyan ediyordu. Bu sıcakta, üstelik zift gibi hazırlanılmış berbat içecek, gelmek için can atan uykuya indirilmiş kırbaç gibiydi. Aynısını genç adam da yaparken lacivert spor ceketini üzerine geçiren kadın gözlerini Hoyt'a dikip "Evrak işleri senin Hoyt. Benim yaptığım gibi yapmaya özen göster yoksa bir dahakine nazik kıçını kurtarmam haberin olsun" diyerek işaret parmağını salladı. Hoyt ise ona bakıp "Seni kendini beğenmiş şey yine tüm evrak işini bana yıktın. Tanrım bende dedektifim ve neden sizinle olay yerine gelemiyorum anlamış değilim" diyerek dert yandı. Genç kadın koyu mavi gözlerini devirip silahını koltuk altı aparatına yerleştirirken adamın yüzüne doğru eğilip "Bana küçük aletinle erkeklik taslayacağına bu konuyu neden Jacob ile konuşmuyorsun. Belki o sana gerekli cevabı verir" dedi ve onu bekleyen ortağı ile departmandan ayrılıp sivil polis aracı ile yola koyuldular. Kalabalık bir şehirde trafik sıkıntısının elbette olacağını bildiklerinden, gece olmasına rağmen sıcak olan arabanın camlarını sonuna kadar açmışlardı. Klima soğuk hava üflese de fayda etmiyor kısa saçlarına rağmen Deborah her bir telinin terden ıslandığını hissediyordu. Üzerindeki ceket çoktan arka koltuğu boylamış beyaz askılı badisi ona serinliği sağlamaya çalışıyordu. Oscar yanan kırmızı ışığa dişleri arasından küfrederken genç kadın karanlığın çöktüğü ama ışıklandırmalarla süslenmiş kaldırımları, o kaldırımlarda hayatı geçiştiren insanları seyrediyordu. Her biri farklı hayatların içinde ama aynı yolları adımlıyorlar bazen de deli gibi koşturuyorlardı. Bazıları gerçekten iyi insan tabirine uysa da çoğunluğu göt beyinli ve karakterli olmaktan ileri gidemiyordu. Açılan trafik ile gaza yüklenen Oscar sayesinde sonunda 25. Caddeye ulaştıklarında polisler çoktan sarı olay yeri şeridini çekmiş etraftaki meraklı ama korkmuş kalabalığı uzaklaştırmaya çalışıyordu. Karmaşa daha şimdiden başlamıştı. Diğer polis araçlarının yanına park eden Oscar ile araçtan inen genç dedektif arka koltuktan ceketini alma gereksinimi duymamıştı. Adım adım dört katlı, beyaz boyalı, kapıları yıpranmış binanın önüne gelip sarı şeridi geçerken onları durduran polis memuruna rozetlerini ve kimliklerini gösterdiler. "Dedektif Wilson ve Taylor." Yolu gösteren memur ile apartmana girdiklerinde başka bir görevli memur önce galoşları uzattı. İkisi de el çabukluğu ile ayaklarına geçirdiklerinde latex pudralı beyaz eldivenleri de ellerine taktılar. Her olay yerinde aynı işlem. Buna içtikleri su gibi alışmışlardı. Ellerindeki plastiğin ve pudranın kokusu ayaklarındaki galoşun hışırtısı her olay yerinde alınan demirimsi küflü ya da taze kan kokusu rutinleri olmuştu. Girişteki işlerini halledip ahşap görünümlü eskitilmiş merdivenleri çıkmaya başladılar. Her bir adımda görecekleri şeyin ne boyutta olduğunu zihinlerinde hesap etmeye çalışıyor kendilerini en kötüye adapte edip son anda onlara verilen beyaz cerrah maskeleri altından derin nefesler alıyorlardı. Merdivenlerin her basamağında genizlerine dolan koku durumun vahimliğini gözler önüne seriyordu. İkinci kattaki daireye geldiklerinde buranın olay mahalli olduğu belliydi. Tek fark parlak beyaz floresanların ışığı değil de kırmızı loş bir ışığın hâkim olmasıydı. Sanki fotoğrafları banyo etmek isteyen bir fotoğrafçının stüdyosuna gelmişlerdi. İçeri girerlerken olay yeri inceleme onlardan önce geldiği için koridorda aletlerini hazırlıyordu. İkiliyi gören inceleme görevlisinin şefi Robert Brown yüzündeki maskeye rağmen gülümseyip "Sizi görmek güzel" dedi. Adamın gözlerine bakan Deborah "Tanrım, Robert bizi görmek istiyorsan departmana gel. Neden olay yerini seçiyorsun ki?" dediğinde genç adam tek kaşını kaldırdı. Oldukça eğlenir gibi "Fantezi meselesi bebek" diye cevapladı. Göz deviren kadın ile adam ilerleyip koridoru geçtiğinde olayın olduğu odaya girdiler. Yanlarına gelen polis memuru anlatmaya başlarken Wilson koyu mavi gözlerini etrafta dolandırıyordu. "35 yaşında erkek. Adı John Davis. Alt kat komşusunun tavanımdan kan sızıyor ihbarı ile geldik. Evin kapısı kilitli değildi. İçeri girdiğimizde koyu kırmızı yanan florasanlar her odada yer alıyordu. İlk ifadelerde kimse ses duymamış ya da apartmandan çıkan yabancı birini görmemişler. Cadde üzerindeki güvenlik kameraları incelemeye alındı bile ama az önce gelen bilgiye göre genel bir arızadan ötürü birkaç saattir kayıt yapılmıyormuş." Genç dedektifin kaşları çatıldı. Şimdiden tanıdık doneler kendini belli ediyordu. Büyük bir oda ve içi kırmızının en loş halinde ışıklandırılmış. Katil burayı bir tiyatro sahnesine çevirene kadar salonmuş ama şimdi bize sergilediği oyunun merkezi. Wilson'un gözleri yavaş yavaş kan gölüne ve gölün üzerinde sallanan cesede çıktı. Kollarından boynundan ve ayaklarından tavandan sarkan halatlara bağlı çıplak, aletsiz erkek cesedine. Ağzı tıpkı filmlerde izlenilen joker karakteri gibi iki yandan kesiklerle genişletilmiş, kaslı göğsüne haç işareti derince çizilmiş ve aleti kökünden kesilmişti. Çektiği acıyı bir an düşündü ve zihni çoktan yüz buruşturma işlemine geçmeyi seçti. İç çekmek istedi. Midesinin bulanmasından çok yaşanan vahşeti beyninde canlandırmaya başladı. Aleti kesilirken çok debelendi mi diye merak etti. Ya da bağırdı mı? Kaşları daha da çatıldı. Bağırsa üst komşuları ve alt kattaki kadın sesi kesin duyardı. Üstelik ağzında kesikten başka hiçbir şey yoktu. Görünürde ne bir bant ne de bez parçası vardı. Birkaç adım daha yaklaştı. Etrafı kesif derimsi koku sarmıştı. Kan ve araya sızan lanet bok kokusu. Bir kukla gibi asılmış cesedin hemen altında kan gölünün içinde gördüğü şey ile yüzünü yeniden buruşmak istedi ama buna müsaade etmedi. Taylor "Aman tanrım, siktir" deyip iki üç yudum aldığı kahveyi boşaltmak için lavabo ararken, cesedin resimleri çeken ve onu asılı olduğu yerde incelemeye başlayan olay yeri uzmanı Robert Brown "Ah dostum, sen ne yaşadın böyle. Tanrım korkudan altına sıçmak demek bu olsa gerek" diye genç kadını es geçip cesetle konuşmaya başladı. İlk izlenimler görünürde ateşli silah yaralanması olmamasıydı. Boynunda halatın biraz üzerine derin ve geniş bir iğne izi vardı. İri büyük bedeni kanı çekilince küçülmüş, gördüğü eziyetten dolayı gözleri açık kalmıştı. Kahve rengi ruhsuz cansız birer bilye. O an ölmeden önce gördüğü şeyler her bir göz hücresine adeta kazınmış olmalıydı. Ölüm çok başka bir boyuttu. İnsan beyni ölümden sonra iki dakika kadar daha aktif oluyordu ve tüm o acı korku ve yok oluş ruhun derinlerine kazınıyordu. Belki de bunun için göz kapakları açık kalıyordu. İnceleme yarım saat kadar sürdükten sonra Wilson görevlilerin cesedi siyah torbaya koyma çabasını izliyordu. Değişik bir açı ile tavandaki halatlara tutturulan adamın bedeni boşalan kan ve ölüm sonrası katılaşma yüzünden taşıma torbasına giremeyecek kadar şekilsiz haldeydi. Ama uzun uğraşlar sonunda sedyeye uzatılan ceset kemerlerle sabit kalması için bağlandı ve üzeri siyah bir örtü ile örtülerek daireden çıkartıldı. Şimdi gideceği ilk durak adli tıp morguydu. Otopsi gerekecekti. Üstelik bedeninden kesilen parça ortalarda görünmüyordu. Büyük ihtimalle katil onu bir sonraki kurban için kullanacaktı. Wilson ve Taylor giden sağlık görevlilerinin ardından bakarken onun geri geldiğini biliyorlardı. İkisi de bu tür bir ölümü tam altı kez görmüştü. Altısında da halatlardan bedenler indirilmiş ve tek bir ize rastlanmamıştı. Şimdi ise Hâkim için av yeniden başlıyordu. Lakin üç yıl önce kurbanların arasında bir bağlantı kurulamazken şimdi bunu gerçekleştirebilecek olmayı umuyorlardı. Daha bitmemişti. Güneş doğmadan bir kurbanın daha ihbarı gelecekti. ********* İkinci kurbanıma bakıyorum. Onun korkmuş gözlerini izlerken içimdeki yüklesen tatminlik duygusu kendini belli ediyor. Masanın üzerinde elleri ayakları bağlı. İstese de kıpırdayamaz ama bu onun üzerindeki kurduğum hakimlik. Elimdeki neştere göz ucu ile bakarken yalvarıyor. Göz bebekleri onu bırakmam için acı acı haykırıyor. Tıpkı zamanında ona yalvarıldığı gibi ama acımak yok. Ben ava çıkmış bir avcıyım. Acıma duygusunu kaybetmiş cezalandırıcı. Neşterim karnına kesik atmaya başladığında gözleri yaşarıyor, alnından ter damlaları süzülüyor. Hissediyor. Derisine değen neşteri, bıraktığı acıyı, çaresizliği iliklerine kadar anlıyor. Beyni yaşadıkları yüzünden patlamak üzere. Ya da az sonra dayanmayıp bayılacak ama hayır, bu anı kaçırmaması gerekiyor. Kesim işlemini bitirip istediğim yere ulaştığımda yanımdaki masada duran alete gözüm kayıyor. Derin bir nefes alıp kan kokusunu soluyorum. İliklerime kadar demirimsi koku işliyor. Bu, tanrım bu muhteşem. Kan herkes için belki bir sıvı ama benim için temizlik, insan ruhunun arınma suyu. Ben bu bedenleri öldürmüyorum. Ruhlarını arındırıyorum. Günahlarla leşleşmiş içlerini yıkıyorum. Belki de Tanrı’nın azap eliyim. Ruhları içi çürümüş bedenlerden ayırmak için görevlendirildim. Kim bilir? Açtığım kesiği genişletip masada duran aleti elime alıyorum. Saatler önce ereksiyon halinde olan organ şimdi kendini salmış yumuşamış ve içindeki boşalan kan yüzünden rengi değişmeye başlamış durumda. Ah onu kestiğim anı düşünüyorum da. Sahibinin korkudan ve acıdan yaptıkları. Bu anı yüzümü buruşturuyor. Lanet piç uyardığım halde kıçına sahip çıkamadı. Bu da benim şarap şişesinin mantarını o lanet kıça tıkmam için oldukça iyi bir sebep. Ritüelime bok bulaştırmak onun suçu ve cezası daha acılı oldu. Gözlerim kanlı bedenden ve elimdeki organdan duvardaki saate dönerken çabuk olmam gerektiğini fark ediyorum. Güneş doğmadan ikinci hediyemi San Jose Polis Departmanının bulmasını istiyorum. Dedektif Wilson ve Taylor. Onlara bu gece yeniden mesajımı bırakıyorum. Geri döndüm ve artık yeniden başladım. Sülek avı şehrin her bir caddesinde ve sokağında acımasızca devam edecek. Ama bu defa onlara minik ip uçları bırakacağım. Benim neden Hâkim olduğumu anlayacaklar ve yine de yakalayamayacaklar. Beni daha da heyecanlandırıyor. Yeniden derin bir soluğu içime çekiyorum. Boynumu sağa sola oynatırken hafif kıt sesi çıkması öyle hoş ki. İşim bittiğinde evime giderek önce küvetimde keyif yapıp sonra da rahatça bir uyku çekmek niyetindeyim. Kaslarım ağrıyor. O iri yarı gorili asmak galiba beni zorladı. O yüzden bu ufak tefek aşağılık kadını ikinci kurban olarak seçtim. Genişlettiğim kesiğin içine aleti sokarken onun yarı baygın gözlerine bakıyorum. Tam rahmine yerleştirdim. Ardından dikişe başladım. En sevdiğim şeylerden biri bir terzi gibi kesip dikmek. Her bir kata özenle atıyorum düğümleri. Oysa bu kadın saatler sonra bir otopsi masasında yeninden parçalanacak. Bu uğraş niye diye sorsalar zevk meselesi derim. Belki de acı çektirme saplantısı. Son düğünü atarken bir şarkı mırıldanıyorum. Eski bir ninni. Şimdilerde çocuklar anne ya da babalarından ninni değil beşiklerinin üzerindeki aptal müzik kutusundan birkaç sabit melodi duyuyor. Ne yazık değil mi? İşim bittiğinde eserime kusursuz bir şeymiş gibi bakıyorum. Kusursuz ve mükemmel. Halatlar hazır. Küçük kuklanın uzuvlarını bekliyor. Etrafımda bir tur dönüp dans ederken elimdeki dikiş iğnesini neşterin yanına alkol dolu kaba bırakıyorum. Ardından eğilip onu kucağıma alıyorum ve halatlara doğru yaklaşıyoruz. Gözleri kapalı ama biliyor ki bu onun sonunu değiştirmeyecek. Yere bırakıp el ve ayak bileklerine düğümlü halatları geçiriyorum. En son boynuna takıp ana mekanizmayı hareket ettiriyorum. Fizik kurallarını çok iyi bilmek benim için artılardan sadece biri. Onu yukarı kaldırıyorum. Tüm bunları yaparken unutmadığım bir şey var. Ağzı tırtıklı bıçağımı alıp o havada asılı kalırken hemen gırtlağının aşağısından başlayıp göğüs altına kadar derin bir kesik atıyorum ve daha kısa bir kesiği enine göğüslerinin üzerine bırakıyorum. Sonra da yukarı kaldırmadan bıçağı ağzına sokup sağdan ve soldan iki yana yarıyorum. Dişi joker gülüşü ona yakıştı. İşte şimdi oldu. Yüce İsa sen bizi koru. Ne koruma ama… Karşıya geçip halatları biraz daha geriyorum. Ah işte evet tam istediğim pozisyon. Şahane bir sanat eseri öylece duruyor. Şimdi aletlerimi toplayıp şehrin kalabalığına karışma zamanı. Dikkatle bir fotoğrafını çekiyorum. Hatıra kalsın değil mi? Hey ne var yani, ben diğer katiller gibi organ ya da saç saklayacak değilim. Onların saklanması muhafaza edilmesi bile başlı başına bir olay. Yapmayın ama. Dışarıdan pısırık belki de oldukça ve oldukça sıradan olan biri neden bir beyin ya da böbrek saklamayı istesin ki. Bu daha kolay. Şimdi güneşin doğmasına bir saatten fazla zaman var. O ise kukla misali havada sallanırken rahmindeki alet ile tanrısına kavuştu. Bana cani demeyin. O bir hasta hem de ruhundan. Zihni lanet bir bok çukuru. Tıpkı içine konan aletin sahibi gibi. En son duvara kan ile kocaman bir gülen yüz bırakıyorum. Ah, Wilson bu gülüşe çok öfkelenecek. Hemen yanında olup onun irice açılan koyu mavi gözlerini, seğiren çenesini, sıktığı yumruklarını izlemek isterdim ama o anlarda büyük ihtimalle uyuyor olacağım. Belki rüyalarıma gelirsin dedektif. Senin çaresiz kalan irislerindeki nefreti görmek genzime dolan kan kokusu kadar tatmin eder beni. Dikkatle her eşyamı toplayıp içinde olduğum mekandan çıkarken son kez ona bakıyorum. Yüzümde buz gibi bir gülüş damağımda hayali kanın o enfes tadı. Cehennemde görüşmek üzere... Ben Hâkim. Bu dünya da bazı insanların adaleti yerine getirmediği zamanlarda ortaya çıkan ve adalet dağıtanım. Kimine göre katil, kimine göre psikopat ama ben bana göre bir adalet sağlayıcıyım. Biliyorum beni bir suçlu olarak görüyorsunuz, psikopat katil ya da sadist bir hasta. Değilim. Benim bildiklerimi siz bilmiyorsunuz. Duyduklarıma şahit olmadınız. Bu dünya da en savunmasız iki varlık vardır. Biri çocuklar diğeri hayvanlar. Lakin ruhu hasta ve şeytanın pençesinde olan her insan ilk önce onlara zarar vermeyi düşünür. Tıpkı besin zincirinde olduğu gibi. Önce güçsüz olanlar yenir. Elbette bu liste bir pramit gibi yükseliyor. Engelliler, aklını kaybetmiş kişiler, çoğu erkeğe göre kadınlar, yaşlılar vs. Belki de bu yüzden tanrı bana yol gösterdi ve ölüm avuçlarıma düştü. Parmak uçlarım hak edene dokundu ve ruhunu kaybetti. Birçok dinde cehennem anlatılır. Kimine göre saf ve dayanılmaz acı, kimine göre zebanilerin yaptıkları eziyetler. Hepsinin ortak paydası ise kötülük yapıp tanrıya asi olanların yaşayacağı azap. Bana göre cehennem de tıpkı dünya gibi, katman katman. Sadece sıcak olduğunu da düşünmüyorum. Soğuk var. En az alevler kadar yakıcı, zebaniler kadar acı verici. Yola çıkmış ilerlerken düşünüyorum. Ruhlarındaki kiri kanları ile arındırdıklarım acaba cehennemin hangi katmanında? Dünya da yaptıkları kötülüklerin benzeri onlara yapılıyor mu? Tanrı kısasa kısas değip her saniye azalmayan bir azapla cezalarını yeniliyor mu? Döngü hiç bozulmadan bir saatin dişlileri gibi ilerliyor mu? Dikiz aynasından kendi irislerime bakıyorum. İlginç derece de merakla parlıyor. Bu parlamayı seviyorum. Yaşarken güçlü olmayı bunu zor da olsa öğrenmiş olmayı kendime verilen bir hediye olarak görüyorum. Avuçlarımdaki ölümün parmak uçlarımla kurbanlarıma ulaşmasını seviyorum. Onları arındırırken yayılan küflü demirimsi kokuyu, yırtılan et ve de deri sesini özümsüyor zihnimde açılan yeni odalara konuk ediyorum. Kulaklarımda yankılanacak sık ve korku kokan solukların tınısı muhteşem. Yok oluş en az var oluş kadar gizemli ve ruhani. Biliyorum. Biliyorlar. Oyun yeniden avuçlarımda tuttuğum güçle başladı ve benim istediğim zamanda son bulacak. Selam San Jose şehri ve California. Bir kez daha Hakim’in ölüm getiren ayak seslerine ev sahipliği yapacaksın. Yaşayacağın kutsanmışlığın keyfini çıkar.

editor-pick
Dreame-Editor's pick

bc

HANGİN KASABASI

read
2.0K
bc

LEYAL'İN BORDO HAREKATI

read
11.6K
bc

KADER KARTLARI | ÖLÜM

read
1.7K
bc

Acı İntikam

read
10.8K
bc

KUM SAATİ

read
1K
bc

KAN KOKUSU

read
6.6K
bc

BUZ KASABI

read
2.5K

Scan code to download app

download_iosApp Store
google icon
Google Play
Facebook