1. BÖLÜM
Her şey doğan güneşin, beni uğursuz bir güne hapsedeceğini bilmeden uyanmam ile başlamıştı. Kimi zamangözler açıldığında göreceği şeyler kör olmasını diletecek kadar ağırdı ve ben bunu yaşayarak öğrenecektim...
1
İHANETİN KESKİN YÜZÜ
Gözlerimi annemin sesiyle açtığımda biraz daha uyumak istemiştim. Henüz on sekiz yaşında olsam da, okula giden biriysem eğer uyku istemem hep kaçınılmaz oluyordu.
“Adelina , hadi tatlım uyan artık! Bugün biyoloji sınavın var biliyorsun.”
Evet, biyoloji sınavım vardı ve benim tek amacım son sınavımı da geçerek liseyi bitirmekti. Üniversite hayatına atılmadan güzel bir tatil yapmak benim de hakkımdı.
“Süveyda, hadi güzelim kalk artık!”
Gözlerimi kapatıp derince bir soluk aldım. Anne ve babamın adım konusunda hep birbirlerine muhalefet olması benim suçum değildi.Babama göre Süveyda anneme göre Adelina’ydım. Aslında Türk olan adım çok hoşuma gitse de çıkacak krizlerin önünü kesmek için genelde İngiliz ismimi kullanmak zorundaydım.Kurumuş boğazımı yutkunarak nemlendirdim ve boğuk sesimle karşılık verdim;
“Uyandım annee! Hemen kalkıyorum, bana şu güzel tostlarından bir tane yapar mısın? Sanırım büyük ihtimalle geç kalacağım.”
Yatağımdan kalkıp odamdaki banyoya girdiğimde, annemin hayıflanmalarını duyabiliyordum.
“Tanrım, bu kızın içinden yakında tost ağacı çıkacak! Bu kadar yemesine rağmen kilo sorunu yaşamaması beni gerçekten hayrete düşürüyor.”
İçimden ona; ‘kusura bakma anneciğim ama hızlı bir metabolizma bana, babamın genlerinden armağan’ diyordum.
İşlerimi halledip ayna karşısına geçtiğimde karşılaştığım manzara beni korkutmaya yetmişti. Kızıl saçlarım karışmış, mavi gözlerim bana; ‘ hadi biraz daha uyku! Biraz daha...’ der gibi bakıyordu. Burnumun üzerindeki küçük çiller aynadan bana göz kırparken, beyaz tenimde; boya sıçramışçasına yapışan izler gibi durması sinirlerimi bozmaktan çok nedense gözüme hoş görünüyordu. Bitmek bilmeyen uykum nedeniyle ağzımı kocaman açarak esnemekten geri duramamıştım. Acaba tatil yerine tüm yaz boyunca uyusam abartmış olur muydum?
Bir süre uğraştıktan sonra saçlarımı düzene sokmuş; kremler ve küçük dokunuşlarla gözaltlarımıtoparlamıştım. Tanrı aşkına! Solgun tenim ve moraran gözaltlarımla resmen keşlere benzemiştim. Daha fazla zaman kaybetmeden odama geçtiğimde, dolabımın başında birkaç saniyemi harcadım. Her zaman rahatlık benim için ön planda olduğundan; keten, krem renk bir pantolon üzerine; önü kısa, arkası uzun, askılı tişörtümü giymiştim.Minik göbeğime rağmen, oldukça fit ve hoş görünüyordu. Saçımın tepesindeki at kuyruğuyla uyumu da bir harikaydı.
Siyah sırt çantama gerekli eşyalarımı doldururken, annemin sesi bir kez daha evde yankılandı. Bir an önce evden çıkmazsam kesin kavga etmek için üzerime gelecekti. Hunharca seslendi:
“Adelina, tanrı aşkına tostun soğuyor ve geç kalıyorsun. Çık artık şu lanet odadan!”
Bazen anneme tahammül edemesem de sorun çıkarmamak adına susmuştum. Onu seviyor olsam da her hareketine olumlu tepkiler vermemi benden bekleyemezdi sonuçta! Beni özgür ruhlu yetiştirmeye çalışan oydu ve kendi kararlarım ve fikirlerim benim için son derece önemliydi. Babam anneme göre daha olumlu ve yumuşak bir karaktere sahipti. En azından beni anladığını düşünüyor olmam, benim suçum değildi.
Son kez telefonumu kontrol edip kulaklığımı da elime aldığımda; odadan çıkıp aceleyle merdivenlerin başına koştum. Çocukluğumda yaptıklarım aklıma gelince, çantamı omuzuma geçirip bir kızıl derili gibi bağırarak, tırabzanlardan kayarken; annemin şaşkın bakışlarına, babamın da kahkahası karışıyordu. Sonunda ileri atlayıp düşmekten kurtulurken, gülmeden deduramamıştım. Bunu yapmayı öyle özlemiştim ki...
“Tanrım! Kızım sen kendinde misin? Ya düşüp bir yerini incitseydin? Bu nasıl bir sorumsuzluk?”
Her zamanki gibi annem kendi söyleyip kendi dinlemişti ve ben hemen yan tarafımızdaki mutfağa girip, folyoya sarılmış tostu kaptığım gibi babamın karşısına dikilmiştim. O ara annemi öpmüştüm.
“Günaydın anne! Lütfen ama lütfen olayları abartma bu kadar! Alt tarafı tırabzandan kaydım” derken, karşımdaki yaşına rağmen oldukça yakışıklı olan adama göz kırpmıştım.
“Ne demek abartma Adelina! Küçük bir çocuk gibi davranmayı bırakmalısın artık!”
Babam o sırada, sonunda müdahale etmesi gerektiğini anlamıştı.
“Mariana, bu saatte böylesine enerji emmeyi nasıl başarıyorsun, bunu anlamak oldukça güç! Hem geç kalıyorsunuz diye söyleniyor hem de sürekli bir şeyler deyip, duruyorsun.”
Annem kaşlarını çatarken yeniden söylenmişti.
“Deniz, kızımız birkaç ay önce on sekiz yaşına girdi ve artık biraz olsun büyümeyi öğrenmeli! Her defasında onu bana savunup durma!”
“O daha on sekiz yaşında Mariana!” diye cevap vermişti babam.
“Burası Türkiye değil Deniz! O da oradaki yaşam tarzına göre değil, buraya göre yetişecek... Anlaşıldım umarım?”
Annem söylemelerine devam ediyordu. Onların daha fazla tartışmasını istemediğimden; uzanıp, sinirlenen babamın yanağını öperek:
“Günaydın baba! Lütfen beni okula bırakır mısın artık çünkü geç kalıyorum!” deyip dikkatini bana vermesini sağlamıştım.
Birbirlerine aşık ama aynı zamanda zıt kutupları, bu denli kendilerine bölge edinmelerini asla anlamayacaktım.
Babam koyu kahve saçlarına düşmeye başlayan aklar ve benim gibi deniz mavisi gözleriyle yüzüme sevgiyle baktığında, inadınada olsa yüzünü güldürmeyi başardı.
“Hadi Süveyda, biz çıkalım kızım.”
İşte sonunda savaş borusu ötmüş, babam anneme meydan okumuştu. Bu savaştan ağır yaralı ayrılmak istemiyorsam bu koca adamı evden çıkarmalı, gözleri ateş saçan kadınınsa akşama kadar sakinleşmesini beklemeliydim.
“Onun adı Adelina, Süveyda değil.” diye homurdanmıştı annem.
“Ah anne biraz olsun sessiz kalamaz mısın? Ya da en azından bana isminden memnun musun diye soramaz mısın?” diye hayıflanarak karşılık verdim.
Babam tam savaşa giriş yapıyordu ki koluna girip sürükler gibi evden çıkarmaya başladım. Bir yandan da konuşuyor beni dinlemesini sağlamaya çalışıyordum.
“Baba geç kalıyorum. Sınavım var ve eğer o sınava gecikirsem; bütün yaz bir parfüm mağazasında çalışır, en ağır kokuları üstümde denerim. Şimdi uslu, yakışıklı ve karizmatik bir baba olarak beni okula bırak, hadi!”
Bahçe kapısından çıkarak, siyah renk arabanın yanına gelince; beni kolunun altına alan adam saçlarımı öperken iç çekti. Sanki hala avuçlarında küçük bir bebekmişim gibi kokumu içine çekiyor ve dokunmaya kıyamıyordu. Ben de ona sığınan, dizi kanadığında; öpücüğünün ilaç olduğunu düşünen beş yaşındaki bir kız çocuğu gibiydim.
“Hadi tatlım! Daha fazla geç kalmayalım.”
Mavi gözlerine bakarken kocaman gülümsemiştim. Gülüşüme güneşi sığdırdığımı düşündüğü zamanki gibiydi şefkat yüklü bakışları ve ben ona yeniden sarılıp “Seni çok seviyorum baba,” demiştim. Bu tamameniçimden gelen bir şeydi. Gözleri dolu dolu olmuştu. Oysa ona hep söylemiştim onu ne kadarsevdiğimi... Fakat bu kez bir farklılık vardı sanki.Babam benden gözlerini kaçırmış, ara sıra sanki boğazında bir şeyler varmış gibi yutkunuyordu.
“Bende seni seviyorum güzel Süveyda’m. Hadi bin bakalım, çok geç kaldık.”
Babamın sözleri üzerine haklı olduğunu düşünmüştüm. Arabaya binip kemerimi bağladığımda babam da aynı işlemi yapmıştı. Arabanın ağır deri kokusuna karışan babamın kokusunu derince soluduğumda gözlerimin birden ışıldadığına yemin dahi edebilirdim. Onun, tıpkı benim kokumu çok sevmesi gibi bende onun kokusuna hayrandım. Güven vadisinin kokusu gibiydi ve bu koku babama çok yakışıyordu. Ben, her kız gibi babasına aşık biri olmalıydım ki kokusunu bu denli sevmem oldukça normaldi. Sonunda elimdeki tostun folyosunu açarak yemeğe başladığımda diğer yandan bir süre müzikle uğraştım. Sevdiğim hareketli parçalardan birinde dururken; dolu ağzımla babama sırıtmam, onun da kahkaha atmasına neden olmuştu.
“Kızım, boğulacaksın lütfen yavaş ye tostunu.” dedi kadifemsi sesiyle.
Sırf tek bir sözü ile bile ona hayran bakışlarımın olması, tamamen onun kabahatiydi. Gözümde bu kadar kusursuz olmayı başarması da en büyük iyi özelliklerinden biriydi.
Yediğim tost bittiğinde; çıkan şarkıya eşlik ederken yol bitmiş, biz okuduğum lisenin önüne gelmiştik. Kemerimi çıkarıp babamın yanağını öptüğümde, her zaman yaptığı gibi o da alnımı öpüp, saçlarımı kokladı. Yüzü gülerken:
“Sabah koku dozumu aldığıma göre artık işime gidebilirim. Başarılar tatlım! Eminim ki bu sınavı da geçip mezun olacaksın ve ben de mezuniyet hediyeni bugün sipariş vereceğim,” dediğinde gözlerim ışıldamıştı.
“Yakışıklım, umarım hediyem hep hayalini kurduğum şeydir.”
Ona ıslak köpek yavrusu bakışları attığımda, dayanamayıp bir kahkaha daha attı ve bana uzanıp başımı göğsüne yaslamıştı. Kalbi öyle güzel atıyordu ki tıpkı çocukluğumda olduğu gibi yine uykumu getirmişti.
Dudakları yeniden saçlarıma değerken hala güldüğünü belli eden sesiyle “Kim bilir?” deyip yeniden öptü. Ah bu adamın sınırsız ve asla eksilmez sevgisi yok mu?
“Ama baba!” diye şımardım.
“Hadi küçük hanım, hadi! ‘ama baba’ seansımıza akşam devam ederiz. Şimdi şu köşede seni bekleyen ve baygın bakışlarla bana bakmaya çalışan arkadaşlarını bekletme. Sınavı da unutmamak lazım.” diye ekledi.
Gözlerim babamın bakışları ile işaret ettiği yere döndüğünde; arkadaşlarımın bana sırıtarak bakıp el sallaması üzerine, gözlerimi devirdim. Öfkeyle burnumdan solurken; içimdeki kıskançlık melekleri, ellerinde kamçılarla beni kırbaçlamaya başlamıştı. Babama dönüp onun eğlenen ifadesine bakarak somurttum. Sesim oyun parkında başka bir kızı da salladığı zamanki kadar sinirli çıkmıştı.
“Her yerde dikkat çekmenden nefret ediyorum! Üstelik bu kadar yakışıklı olman da doğru değil! Sen sadece benim babam ve yakışıklımsın. Onların gözlerini oyabilirim.” diye çıkıştım.
Babamı bu sabah kaç kez güldürdüm bilmiyordum ama yeniden kahkaha attığında iyice somurtarak, arabadan inerken yüzüne bakmadan söyledikleri şeyler gülümsememe yetmişti.
“Bebeğim, ben hep senin yakışıklın olarak kalacağım. Bunu unutma ve beni hep çok sev, olur mu?” diye sordu. Bende öyle yapıyordum ya! Onu tahmininden de çok seviyordum. Tanrım! Ben babasını annesinden kıskanan bir manyak olabilir miydim? Hıh! Bu durumda ne yapabilirdim ki?Babam gittikten sonra arkadaşlarıma ilerleyip huysuzca söylenmiştim.
“Tanrım, babama şöyle bakmaktan vazgeçin kızlar!”
Çikolata tenli arkadaşım Melania bana bakarken kıkırdıyordu. Gözlerindeki serseri parıltılar az sonra beni son derece sinir edeceğinin habercisi olsa da meraklı yapım yüzünden, mavilerimi ela gözlerinden ayırmamıştım!
“Hadi ama Adelina, baban tam bir yürüyen büyüleyici özellikti. Adam kaç yaşında olursa olsun her dişinin ilgisini çeker haberin olsun. Ah bir de gülüşü yok mu? Tanrım erimemek elde değil.”
Her bir sözcüğünde öfkem ve kıskançlığım belki de ona katlanmışken, o çoktan koşarak içeri girmiş, ardından koşan ben ise avazım çıktığı kadar ona bağırmıştım.
“Seni lanet sürtük! O örgülerini bu defa ben bozacağım, bekle beni!”
Her zamanki gibi itişip durmamızın ardından girdiğim sınav, artık lise hayatımın bittiğinin göstergesiydi. Sınav sonrası çok sürmeden notları asan görevli ile liste başına sinekler gibi üşüşürken gördüklerim hoşuma gitmişti. Gayet iyi bir not almış ve arkadaşlarımla şakalaşarak, sonunda okuldan erken çıkmıştım. Evdekiler, arkadaşlarla takılacağımı bilse de ben önce babama sürpriz yapıp sonra da anneme hediye alacaktım. Doğum günü gelip çatmıştı. Her ne kadar fikir ayrılığımız olsa da onu çok seviyordum. Babam için bir sürprizim daha vardı ve ben sonunda, onunla Türkiye’ye gideceğimi bizim için bir tur planı hazırlamayı teklif edecek, annemin sorun etmesini bu yaz umursamayacaktım. Babam en son uzun zaman önce, büyükbabam öldüğünde gitmişti ve onu yalnız bıraktığım için hem çok mutsuz olmuş, hem de annemle kavga etmiştim. Şimdi ise gerekirse o büyük kavgalardan birini yapıp, o lanet uçağa binerek; o ülkeye gidecek ve babamın koşup oynadığı, büyüdüğü her yeri gezecektim.
İçimdeki neşe ve aklımdaki planlarla otobüse binip cam kenarında bir koltuğa oturduğumda; kendi kendime hayaller kuruyordum. Türkiye gezisi sonrası geri geldiğimde yapacaklarımı sıraya koymuştum. Biten üniversite hayatım sonrası tempolu bir işten sonra, beni seven ilkimi teslim edeceğim adamı bulacak ve doğacak çocuklarımla büyük bir aile olacaktım.Belki kocamı ikna edersem Türkiye’ye bile gidip gelebilir, tatilleri orada geçirebilirdik. Bunu gerçekten çok merak ediyordum. İnternetten bazı geceler araştırma yapıp; tarihi ve doğal güzellikleri ile hayranca ekrana kilitlenip kaldığım anlar olmuştu. Özellikle babamın doğduğu bölgeyi incelerken ağzım hep açık kalmıştı. Yeşilin ve mavinin bu denli muhteşem ve mucizevi buluşması beni benden alıyordu.
Annem ciddi tartışmalara girer babamın bizi ülkesine götürmesine asla izin vermezdi. Hatta babamı sevmemiş olsaydı ona düşman bile diyebilirdim ama galiba benim yüzümden korkuları vardı. Bilmediğim bir coğrafya da tanımadığım insanların etkisinde kalıp uzaklaşmamı istemediğini düşünüyordum. Ya da belki de ben öyle düşünmek istemiştim.
Kulağımda kulaklık, gözlerimde geleceğimin hayali ile şirkete yakın bir durakta inip yürümeye başlamıştım. Ultra zengin değildik elbette ama güvenlik işi üzerine bir şirketimiz vardı. Bende bu şirkette babamın yükünü hafifletmek için onunla çalışmak arzusuyla, yazılım üzerine bir bölüm okumak istiyordum. Onun benimle her anlamda gurur duyduğunu bilsem de daha fazlası için çaba gösteriyordum.
Geliştirilen yeni güvenlik ağları, internet üzerindeki sızmaları engellemek virüs ve yasa dışı bağlantılara karşı sağlam duvarlar oluşturmalıydı. Galiba çocukken babamla şirkette geçirdiğim zamanlar, bana bu işe karşı hayranlık olarak geri dönmüştü. Şimdi kapıdan güvenlik araması sonrası içeri adım atarken, büyük bir gurur hissi göğsümü kabartıyordu. Deniz Yılmaz! Babam... Türkiye’den hiç tanımadığın bilmediğin bir ülkeye gelip, çalış, çabala ve şirket kur. Bu sayede işin sağlam olsun; karın ve çocuğunla da mutlusun ama en önemlisi kızının ilk aşkısın. Güçlüsün! Sağlam bir kişiliğin var! İşte bu yüzden bile ona hayran olunmayı hak etmişti. Bu yüzden ben babama hayran ve aşıktım işte!
Bana hep anlatırdı. Ülkesindeki insanların yaşayışlarını, inanışlarını, farklılıklar içinde mutlu olmalarını ve daha birçok şeyi... En çok da aşklarına sahip çıkışları dinlerken hep hoşuma giderdi. Öyle bir aşk yaşayıp her şeyimin ilkini onunla yaşamayı çok isterdim. Hala da istiyorum ya... Çoğu arkadaşıma rağmen ben her şeyin özel güzel ve sonsuza kadar olmasını dileyen tarafım. Benim gibi yarı Türk olan bir arkadaşım bana “Tıpkı bizim ülkemizdeki kızlar gibi düşünüyorsun. Damarlarında yarı yarıya Türk kanı aktığı belli,” diyerek takılır ve bu düşüncemi çok güzel bulurdu.
Aklımda onca dolanan şey varken, asansörün sesi ile irkilip, başımı hafifçe sallamıştım. Zihnim, gün be gün dolarken çok gereksiz bilgileri çöp kutusuna atmayı unutmuştum. Yönetim katına geldiğimde sekreter masası boştu. Kaşlarım çatılsa da boş olmasına sevinmiştim çünkü o kadını hiç sevmiyordum. Daha önce birkaç kez daha geldiğimdeki hal ve tavırları ondan soğumam için yeterli olmuştu. İtici, soğuk ve yapmacıktı. Saate ve etrafa baktığımda çoktan öğlen olduğunu ve herkesin yemek için dışarıda olduğunu anladım. Bu da demek oluyor ki babam yine ofise yemek söylemiş olabilirdi ve ben de o yemekten aşırırken babama sürpriz yapıp, Türkiye işini de mezun olduğum müjdesini de verebilirdim.
İlerleyip babamın ofisinin kapısına gelince birkaç kez tıklamıştım. Bir yandan çantamı tek omuzuma takarken, diğer yandan kapı koluna uzanmış gel komutunu beklemeden içeri girmeye hazırlanıyordum. Girmiştim de... Ama gözlerimin gördüğüne beynim lanet ederken dudaklarımdan kaçan şaşkınlık nidası ile geri arkamı dönüp, bir elimi kapıya dayamıştım. Yoksa ayakta durmakta zorluk çektiğim için yerin dibini boylayacaktım. Tüm ruhum geri çekilmiş, gücüm koşarak uzaklaşmış gibiydi. Kaçıp giden gücüme karşılık zavallı midem, kırılan kalbime batan onca iğne gibi sessiz kalamamıştı. Yükselen safram, boğazımı yakarken öne doğru eğilip kusmaya başlamıştım. Gözyaşlarım yanaklarımı yıkarken, arkamdaki adamın ismimi sürekli tekrar etmesi, sıraladığı özürler umurumda bile değildi. Ben az önce, kucağındaki kadını beceren yarı çıplak babamın gözlerimden düşüşünü, kalbimden bir yıldız gibi kayışını hissetmiştim. Giden ruhum değildi ki... Babamdı! Bana sonsuzmuş gibi hissettirdiği ama aslında bir toz bulutu gibi olan güveniydi...
Sonunda öğürtüm son bulduğunda doğrulmuştum. Tüm bedenim titriyor nefesim kesiliyordu. Az önce ölmüşüm de şu an cesedim hayata tutunmaya savaş veriyor gibiydi. “Süveyda, kızım beni bir dinle ne olur,” diyen adamın sözleri titreyen bedenimde iğne batması gibi bir etkiyarattığında dişlerim arasından resmen tıslayıp, hala konuşabildiğime şaşırmıştım.
“Kes sesini baba!” diye bağırmıştım.
Ne zor değil mi bir kızın babasına böyle bir dil kullanması? Onun sesinden dahi rahatsız olması! Oysa daha saatler önce onun gölgesine sığınıp dolu dolu ‘seni seviyorum baba' demiştim. Şimdiyse…
Onlara yüzümü döndüğümde bana bakan ve yüzünde belli olan sinsi sırıtışla, kadına dikilen mavilerim alev almıştı. Onu yakmak, küle çevirip cehennemin en lanet köşesine savurmak istiyordum. Dilimse, uçları zehirli ateşlerle süslenmiş oklar fırlatıyordu.
“Hemen bu odadan siktir olup gidiyorsun yoksa ben seni odadan değil bu halinle şirketten atacağım!”
Bu kadar sözcüğü bir araya getirmek, hele de bunu onun için yapmak bana işkence gibi olmuştu. Sözlerim biterken omuzumdaki çantayı yere sertçe bırakmış, titreyen ellerime hâkim olmaya çalışmıştım. Uyuşturucu krizine girmiş gibiydim ve yüzüm saçlarımın rengini almıştı. Sinirden tepeden tırnağa kızıla boyanmıştım sanki! Belki de ihanetin uğursuz rengiydi kızıl...
Babam gözleri ile kadına çık işareti yaparken üzerini düzeltmiş temkinli bir yaklaşımda bulunmaya çalışıyordu.Onun da korkusu benim sinirim gibi dalgalar halinde yayılıyor olsa da bu ılımlı yaklaşımı boşa bir çabaydı. Beni artık onun sevgisi ve korkusu dahi durduramazdı çünkü ihanetin zehirli bıçağı tam göğsüme saplanmıştı. Hayal kırıklığı ise kendine lanet ettirecek kadar güçlü darbelerini indiriyordu. Kadının lanet sesini kullanarak, inanamıyor gibi “Ama hayatım,” demesi son noktam olmuştu artık! Ne bekliyordu ki? Benim karşımda onurlu bir kadın gibi babamın onu koluna takmasını mı? Ah hayır, onurlu kadınlar çalıştıkları şirketin patronunun kucağında zevk çığlıkları atmaz. Ya da o adamın evli ve çocuklu olduğunu bildiği halde ilişki teklifine ‘evet’ demez. Dememeli... Dayanamadım ve o hırsla adımlar atıp karşısına geçtiğimde, gözlerinin irileşmesi benden korktuğunu kanıtı olmuştu. Korkmalıydı da... Çünkü ben bile kendimden korkuyordum.
“Hala konuşuyor musun sen? Sana siktir git demedim mi? Defol! Defol!”
Sesim ikisini de yerinden hoplatacak şekilde yüksek çıkarken babam sakinleştirmeye çalışarak “Tamam, sakin ol bebeğim, bak! Çıkıyor şimdi,” dese de gözümde zerre değeri yoktu. Yapmayacaktın bana bunu baba! Beni böyle yıkmayacaktın! Ben senin için planlar yaparken, seni mutlu etmek için annemi bile karşıma alacak kadar çok severken, bir fahişe için bunu yerle bir etmeyecektin! Kıymetlimdin... Kalp atışlarında huzur bulduğumdun... Oysa şimdi sesin bile sadece midemi bulandırıyor ve ben buna tahammül edemiyordum.
Hala bekleyen kadına bu defa o gür bir sesle “Çık dışarı!” diye bağırdığında soğukça gülümsemiştim. Sanki kovduğu kişi dakikalar önce zevkle becerdiği kadın değildi. Böylesine nankör ve doyumsuzdu erkekler, hatta insanlar! O kadına ne kadar fahişe dersem, babama da sadakatsiz ve aşağılık demeliydim. İkisi de gözümde lanet birer varlık olmuşlardı.
Kapıdan çıkan kadının ardından bakarken yerdeki bir çift kırmızı ve ultra topuklu ayakkabı dikkatimi çekmişti. Eğilip elime aldığım gibi kapıyı açıp masasının başında duran pisliğe bakarken, onu üzerine doğru fırlamıştım. Aslında o topuklarla büzüşen dudaklarını ya da silikonlu koca göğüslerini patlatabilirdim ama o buna bile değmezdi. Kendimi yormama gerek yoktu. Geri çekildiğimde kapıyı sertçe, yüzüne kapattım. Kırmak istercesine... Tüm hıncımı ondan çıkarır gibi... Bedenimdeki yüksek gerilim hattını cansız ve suçsuz bir kapıya yüklemeye çalışmıştım. Tepkimin gerçek hak edenine aktaracaklarımsa daha yıkıcı olacaktı, buna emindim. Bana hala temkinli bakan adama hitaben konuşurken, ileri geri adımlıyor sesime yansıyan titreme ve hayal kırıklığı ve tiksintinin ona da bulaştığını biliyordum. Yüzüne de gözlerine de bakacak halim de sabrım da yoktu artık!
“Sana inanamıyorum baba! Sana gerçekten inanamıyorum! Bu, bu çok iğrenç ve tiksindirici bir şey! Tanrım!Aklım almıyor, bunu nasıl yapabildin? Sana ‘hayatım’ diyor bu kadın baba, bu ilişki ne zamandır var? Sen beni, annemi ve en önemlisi de kendini nasıl aldatırsın? Ben ne kadar süredir senin ihanetinin gölgesinde saygı duyup sevgimi dile getiriyorum? Susma tanrı aşkına! Bir şey söyle?”
Gözlerimden süzülen yaşlarla mavilerimi, onun irislerine sapladım. İnsan bir anda hem delicesine acı çekip, hem de nefret edebilir miydi? İşte ben şu an tam da bunu yaşıyordum. Ona benzeyen gözlerimden, bakışlarımdaki neden olduğu kırgınlıktan ve hatta onu hala sevmek için çırpınan içimdeki küçük kızdan bile nefret ediyordum. Nefret ede ede sevmek en büyük lanet olmalıydı.
“Kahramanımdın! Sen benim idolümdün! İlk aşkımdın. Hayallerimin mimarıydın. Kaçıp saklandığım her an ruhuna katarcasına sarıl diye dibinde dolanandım. Sana şu an yaşadığım büyük hayal kırıklığını, içime açtığın derin yarayı ve boşluğu anlatamam. Buna kelimelerim yetersiz, betimlemelerim kusurlu kalır. Ama tek bir şeyden eminim artık! Senden ölesiye utanıyorum. Bana anlattığın her bir hikâye, şimdi sana zihnimde resmen lanet yağdırıyor. Değmezsin baba! Sana nefesimi tüketip edebileceğim hiçbir söze değmezsin!”
Sözlerim yaralayıcıydı çünkü ben de yaralıydım. Peki ya annem ne yapacaktı? Yirmi yıllık kocası onu bir sekreter ile aldatmış, üstelik kızı bu iğrençliğe şahit olmuştu. Nasıl bakacaktı yüzüme? Aynada kendi yüzüne nasıl bakacaktı?Ya ben? Eskisi gibi olamayacağımı bile bile o evde mi yaşamımı sürecektim?Tanrım! Zihnim dev bir panayır yeriydi sanki. Öyle karmaşık, öyle kalabalık...
Derince bir soluk alan babamın sözleriyse bana açıklama yapmaktan çok, saplandığım bataklıkta dibe hızla çekilme nedenimdi.
“Süveyda’m, güzel kızım beni dinle ne olur. Bak hatalıyım ama hala senin babanım. Özür dilerim kızım çok özür dilerim.”
Özür dilerim. Bu çok saçma değil mi? Birine kazara çarparsan özür dilersin ya da bilmeden bir hata yapmışsan, özür dileyebilirsin. Karını ve kızını aldatıp kızına yakalanınca özür dilemek mi? İşte bu seni o durumdan kurtaramaz! Hiçbir durumu kurtaramaz. Adi ve acizce olur böyle bir durumda dilenen özür! Hatta komik durur anlıyor musun?
Dişlerimi bastırdıkça artık acısa da ben diyeceğimi dedim.
“Özür dileme baba. Hatta sen bana bir daha babalık da yapma!”
“Kızım sakinleş artık!”
“Hayır, sakinleşmek falan istemiyorum! Tanrım, ben bugün gelmesem ne zaman ortaya çıkacaktı bu rezalet. Ya da çıkacak mıydı diye sormak daha mantıklı? Sen, sen bize? Ailemize ne yaptın baba? Ben buraya sana sürpriz yapmak için gelmiştim. Artık mezundum ve yaz tatilinde seninle ikimiz için bir Türkiye seyahati planlamıştım. Annemi bile karşıma alıp, bu defa seninle gidecektim. Değdi mi bizim sevgimize tercih ettiğin kadın?”
Gerçekten baba, bize ne yaptın? Kendi soruma bile cevap veremezken o bana olabilecek en saçma açıklamayı yaptı. Dinledikçe sinirlerimin kopma noktasına geldiği, tüm bedenimin kaskatı kesildiği lanet açıklama! Duyduklarım artık orada duramayacağımı anladım. Odadan büyük bir öfkeyle çıkarken, masaya lanet olası kıçını yaslamış kadınla karşı karşıya kaldım. Tüm sinirimle gücüm onun tehditkâr yapmacık gülümsemesi ile sağ elime toplanırken birkaç adımda karşısına geçtim. Hızla hareket etmesine izin vermeden savurduğum yumruğum yüzü ile buluştu ve kadının attığı çığlığa göz devirdim. Yere düşen bedenine bakarken ciddi anlamda kusacakmış gibi yüzümü buruşturarak “Fahişe!” diye bağırdım. Bir tekme de karnına atıp hızla asansöre koştum. Amacım şirketten de babamdan da bir an önce uzaklaşmaktı.
Bindiğim kabin bana küçücük gelirken, her bir saniye daha da nefesim kesiliyordu. Kendimi bir an önce açık alana atmazsam, nefes alamayacağımı düşünmüştüm. Titreyen bacaklarım savrulan ruhum ile kabinden nihayetinde çıkıp, sonunda güvenlikten geçtiğimde, içime çektiğim nefes zehir saçıyordu. Zorla attığım adımlar beni yola kadar götürürken imdadıma yetişen bir taksiyi durdurup, bedenimi ceset gibi arka koltuğa atıp, gideceğim adresi söyledim. Zihnim babamın sözleri ile kasırgaya tutulmuş gibi savrulurken akan gözyaşlarımla içimde tekrar etmiştim.
“Mutlu değildim kızım. Annen ile biz artık kopmuştuk ve nasıl denir bilmiyorum ama boşanma fikri bile bir süredir gündemimizdeydi. Sadece senin üniversite için okulunu bitirip, bölümünü seçerek eğitimine başlamanı bekledik.”
Aklım almıyordu. Demek sadece beni düşündükleri içinbirbirlerine tahammül ediyorlardı. Ama sevgili babam bunu bana açıklamak yerine lanet sekreteri ile düzüşmüştü. Tüm yükü resmen omuzlarıma yüklemişlerdi. Benim için susmuşlar ve annem benim yüzümden ihanete maruz kalmıştı. İkisi de bana açıklama yapmayı değil de, saçma sapan bir oyun içinde olmayı tercih etmişlerdi. Bu, bu çok acınası ve bencilceydi. Her şeyi bana mal etmek asla ama asla adil değildi.
Duran taksinin camından mavi boyalı iki katlı evimize bakarken, bir zamanlar yuva olan yapının şimdi benim için cehennemden ya da bir bataklıktan farkı yoktu. Taksicinin uyarısı ile parasını verip aşağıya indiğimde ölü gibiydim. Ruhum sanki kaçıp gitmiş ve bana sürüklemem için bedenimi bırakmıştı.
Bahçe kapısından geçip, küçük, taşlı yolumuzu adım adım geçtim. Kollarımda ve bacaklarımda güç kalmadığından ara sıra yalpalamıştım. Kapıya kadar geldiğimde, cebimdeki anahtarla buğulu gözlerimi silerek, kapıyı açtım. Annem henüz daha işte olmalıydı. Hoş zaman ve mekân kavramını yok saydığıma yemin edebilirdim. Evin sessiz hali beni biraz olsun rahatlatırken, derince nefes almak istemiştim fakat bu mümkün değildi. Sanki ne kadar nefes alırsam alayım oksijen bana yeterli gelmiyordu. Merdivenleri çıkıp odama gidecekken; anne ve babamın yatak odasının aralık kapısından gelen sesler; yerimde sabitlenmeme neden oldu. Zaten yeterinde alamadığım nefesimi tutarken, çatık kaşlarımla merakıma yenik düşüp, o yöne doğru en fazla iki adım atmıştım ki duyduklarımla donup kaldım.
“Mariana bir tıkırtı var, kimsenin gelmeyeceğine emin misin?”
“Sen merak etme sevgilim. Kızım okulda ve kocam da işte. Hem kocamın da şirketteki o şişme bebekle seviştiğine eminim.”
“Peki, bu ne kadar daha sürecek? Neden boşanmıyorsunuz?”
“Neden olacak Adelina yüzünden. Bana kalsa çoktan ayrılmıştık da, Deniz bunu istemiyor. Üniversiteye başlayınca açıklarız durumu dedi. Ne gereği varsa...”
Ve ben o anda bir kez daha yıkılmıştım. Adımlarım göreceklerinden korkar gibi ağır ve can çekişirken aralık kapıyı daha da iterek açtım ve çırılçıplak gördüğüm kişiler boğulmamı sağladı. Annem ve babamın en yakın arkadaşı yatakta çıplaktı ve o ikisi sevişiyordu. Lanet olsun resmen; ‘Elm Sokağı Kâbusu' gibi bir gün yaşıyordum. Önce babam ve şimdi de annem. Daha ne kadar yıkılacaktım? Ya da ne kadar daha güven duygumun üzerine toprak atılacaktı? Çıldırmak üzereydim! Kaynayan midem bir kez daha bana kendini belli ederken eğilip kusmaya başladım. Oysa ben hayatımda sadece midem hasta olunca kusardım. Şimdi annem de babam da onlardan iğrenip bunu yapmam için büyük bir çaba içine girmiş gibilerdi. Sonunda ağzıma dolan son öz su damlalarını yere tükürürken doğrulduğumda, dehşete düşmüş ikili ile göz göze geldim. Öyle çok şaşırmışlardı ki, renkleri kaçmış, tenleri beyazlamıştı. Nefeslerinin hızı kulaklarımı tırmalarken orada daha fazla durmadan sertçe kapıyı kapatıp odama geçmiştim.
İhanetin en sarsıcı hatıraları ebeveynlerim sayesinde zihnime kazınırken, dolabın kapağını açıp bir bavul çıkardım. Birkaç giysiyi içine tıkıştırırken, bedenimdeki deprem sabit kalmamı engelliyordu. O an içeri girmek isteyen annemin “Kızım ne yapıyorsun?” demesi ile ellerimi kulaklarıma kapayarak boğazımı acıtacak kadar büyük bir çığlık attım. Sanki bunu yapmasam kalbim oracıkta patlayacak gibiydi. Bana yaklaşmaya çalıştığında ise onu itip, odamdan çıkardım. O an ihtiyacım olanları aldıktan sonra komodine yönelmiştim. Yeni çıkardığım pasaportumu, yazları çalışıp para biriktirdiğim hesap cüzdanımı ve kartımı da aldığımda artık bu lanetli evden çıkmanın zamanı gelmişti. Bir dakika daha kalırsam çıldıracağımı düşünüyordum.Odamın kapısını açtığım an karşıma çıkan annemi itip ilerlerken, o herifin hala yatak odasının kapısında durması öyle sinirlerime dokunmuştu ki, dayanamadım. Bavulu sertçe yere bırakırken tek adımda ona ulaşıp dizimi erkeliğine geçirdiğimde, acı içinde eğilmişti. Onu kafasından geri iterek düşürürken bağırmıştım.
“Seni adi piç kurusu!”
Geri dönüp bavulu almak istediğimde, kolumu tutan annem ile bir çığlık daha atıp yeniden ittim. Tahammül edemiyordum. Onlar bana dokundukça, ben kirleniyor ve kendimi çamura düşmüş gibi hissediyordum. Merdivenleri düşme pahasına hızlıca inip,koridoru geçerken arkamdan bana bağıran annem; gözümde küçücük bir değere bile artık sahip değildi.
“Kızım bir dinle ne olur?”
Dinle ne olur? Neden dinliyorum? Niye böyle bir şansı vereyim ki? Hak etmediğinizi bile bile neden yapayım bunu? Yalanlar için mi yoksa yine pisliğinizi benim omuzlarıma yüklemeniz için mi? Hayır, sizi dinlemek kendime hakaretti. Size olan sevgime ve güvenime inen bu, en büyük darbelerden biriydi. İçimde yok ettiğiniz her şeyin anısına asla kulaklarıma ulaşmayacaktı sözleriniz!
“Kes sesini, lanet olsun sus!”
Neden susmuyorsunuz? Hala neyi açıklama çabası bu? Gördüm, duydum. Bundan daha ilerisi olabilir mi? Anne ve baba olarak siz kendi çocuğunuza bunu yaşatırken; söylesenize ben kime nasıl güvenecektim? Gördünüz mü? Bana onlarca soruya ve cevapsızlığa neden oldunuz. Siz benden ailemi, ailem ve geleceğimi benden çaldınız. Sizden nefret etmeme neden oldunuz. Bunun için bile dinlenmeyi hak etmiyorsunuz. Babama o kadar laf etmiş içimdeki acıyı bir nefeslik de olsa kusmuşken annemi boş geçemezdim.Dayanamayarak yüzüne bakıp, ekşiyen ifademle her bir cümleyi tükürür gibi haykırdım.
“Sizden tiksiniyorum, anne ve babam olduğunuz; bu iğrençliğe beni kılıf gösterdiğiniz ve bunları yaşamama neden olduğunuz için... Utanıyorum biliyor musun? Buraya gelmeden önce de babamı yakaladım. Ona söylediklerimin yarısını sana söylemedim bile! Çünkü siz benim cümlelerimi bitirdiniz. Yok edip çöpe attınız, onları! Aklıma sen gelmiştin. Nefretimi babama kusarken; annem ne olacak öğrenince demiştim ama sen öyle iğrenç ve kötüsün ki yıllarca kocanla yattığın yatakta onun en yakın arkadaşı ile seviştin. Bir anne olarak bana asla olmamam gereken şeyi gösterdin, emin ol anne! Bundan böyle aklımdaki en kötü örnek sen olacaksın ve kendime hep bunu hatırlatacağım. Asla ‘annen gibi olma' diyeceğim her fırsatta! Lanet olsun, artık rahat bırakın beni ve buna mecbur olmadığınız hayatın içine rahatlıkla sıçın, umurumda bile değil! Artık bir ailem, sizinde bir kızınız yok!”
Ona hatta onlara karşı son sözlerimdi. Evden çıkıp kendimi yola attığımda, gelen ilk taksi ile uzaklaştım mavi boyalı evden. Çocukluğumdan ve en büyük hayal kırıklığımdan...
Ben Adelina Süveyda Yılmaz. Ailesi tarafından güven duygusu sökülüp alınmış, koca bir bataklığa mahkûm edilmiş genç biz kızım. İçimdeki ılık duygular artık sert buz dağları içinde saklanmıştı. Kalbimdeki o küçük kız çocuğu yaşanan depremde şehrini kaybederken, yıkılan binalar altında kalıp kan kaybetmeye başladı. Ve ben sonunda beni neyin beklediğini bilmediğim bir yolda, içimdeki yanan ateş ile adımlamıştım.
Elveda güzel ailem ve çocukluğum... Gülen yüzüm, sıcak kalbim... Siz bugün masumiyetinizi derin yaralar alarak kaybettiniz. Ben ise içimde yanan ateşe rağmen başlayan kar yağışına teslim olmuştum.