1. Zafir Nar
Bir kız evladın en büyük dayanağı babasıdır. Sırtına dağ, ruhuna ferahlık, küçücük yüreğine ilk aşk. Baba demek küçük kız için yağ kokusuydu. Eldeki nasır, gözdeki yorgunluk, ruhtaki eksiklikti. Evdeki en kalın nefesti mesela geldiğinde masanın baş ucuna konan tabak, yemeğin en azını yiyip tabakasından tütün sarıp içen geceleri yorgunluktan koltukta uyuya kalandı. Zafir Nar için baba çalıştığı tamirhanede onunla vakit geçirmekti. Üzerindeki okul formasını yağ pas içinde bırakır annesinden kıçına terlik yer ama babası ile sıktığı somonların temizlediği motorların keyfini asla kaçıramazdı.
Bir akşam herkes uyudu sabahına olacakları bilmeden. O sabah Nar okula Mustafa da tamirhaneye gitti. Annesinin kırk tembihine kırk birinciyi ekleyen kız okul çıkışı tamirhaneye koşarken yüreğindeki sıkışmayı fark edemiyordu. Ayakları birçok kişinin bağırışları ile dururken toplaştıkları arabayı kaldırmaya çalışmalarına anlam veremiyordu. Kaşları çatıldı. Tek kolunda asılı olan çanta duyduğu isimle yere düşerken adımları yerinden bir anda ileri atılan at toynakları gibi sertti.
“Mustafa abi dayan, kaldırın şu arabayı adam ölüyor.”
O gün Zafir Nar sadece Nar olarak kaldı. Zafir ismi babası ile girdi kara toprağa. Lastikleri sökülmüş aracın altından parça sökmek isterken bir anda göğsüne inen ağır araba ile can vermişti tamirci Mustafa. Kundakta iki çocuk gözü yaşlı bir kadın ve omuzlarına ailesinin yükünü bıraktığı kızı ile göçüp gitti adam.
***
“Kim lan buranın ustası. Bu arabayı hangi dingil yaptı da bu kadar fiyat çıkardı.”
Kalfa Veysel tamirhanenin ortasına gelip avaz avaz bağıran adama doğru yürürken hemen yan taraftaki aracın altındaki ustaya göz ucuyla bakıyordu. Adam biraz daha bağırırsa az sonra olacakları tahmin etmek hiç de zor değildi.
“Sesini biraz alçalt bilader. Burası iş yeri gelip bağırmak üstüne hakaret etmek de ne oluyor?”
“Sen mi öğreteceksin lan bana konuşmayı. Iş yeriyse iş yeri. Soyguncusunuz resmen. Nerede o ustan olacak şerefsiz.”
Veysel bir kez daha aracın altına baktı. Çıraklardan Hacı gözlerini büyütüp sertçe yutkunurken boğuk ama tonu ürkütücü bir sesle “Yirmi dördü ver Hacı” diyen ustası ile kıyametin yakın olduğunu hissediyordu.
Son büyük somonu sıkan usta tekerlekli aparatla kayarak açığa çıktığında siyah saçlarını örten beresi yüzünde yer yer yağ lekesi siyah badisi ve tulumu ile usta ortaya çıktı. Hemen eline verilen bezle parmaklarındaki yağı silerken yeşillerine ateş verilmiş gözleriyle hala bağıran adama baktı.
“Buyur bilader derdin ne de bağırıp duruyorsun mabadına arı konan eşek gibi.”
Adam ona karşı dalgacı bir dil kullanan kişiye baktığında kaçlarını çattı. Iri bedenine cebindeki paraya güveniyordu. Bir de erkek oluşuna çünkü ona göre kadınlar her zaman ezilecek hor görülecek ve aynı zaman da hizmet edecek varlıklardı.
“Benim seninle işim yok eksik etek. Bana usta lazım sanayinin artığı değil.”
Elindeki bezi sıkan usta ise nefesini sinirle geri verirken “Usta benim” dedi. Adamdan aldığı tepkiyse “Siktir git lan. Senden usta mı olur? Hem de tamirci ustası. Benle dalga geçmeyi bırak da esas usta gelsin. Dağıttırmayın lan bana burayı.” oldu. Bezi yanındaki alet dolu masaya attığı gibi birkaç adım ilerledi ve lafını esirgemeden dökmeye başladı.
“Bana bak, senin o ağzına egzoz borusunu sokar sonra da olmayan civatalarını sıkarım. Göte bak lan gelmiş benim iş yerimde bana dikleniyor. Senin sanayi artığı dediğin kadın tutar seni evire çevire benzetir bir daha araç kullanamayacak hale getiririm. Şimdi hesabını öde arabanı al defol git.”
Başı ile Veysel ve Nurettin’e işaret verdiğinde iler çıkan çalışanlar ellerini beline koyup adamın karşısında dikildiler. Ölürlerdi de ustalarına laf ettirmezlerdi.
“Ne o lan karı ağzıyla üzerime mi yürüyorsunuz. Sikerim yaptığınız işi de ustanızı da vermiyorum beş kuruş para sıkıyorsa alın.”
Sın sözleri bunlar olurken gözleri ateş saçan usta “Alın şunu yıkama bölümüne de gusül abdesti aldırın. Ecele gelen it cami duvarına pislermiş. Gösterin ona karıyı da o ağzından düşürmediği aletini de.”
Çalışanlar adamı kolundan tutup tamirhanenin hemen yanındaki araç yıkama bölümüne sürüklerken bağırışları umurlarında değildi. Üst kata büroya çıkan usta başındaki bereyi çıkarıp topuz yaptığı saçı açtı ve omuzlarına dökülmesine izin verdi. Bilgisayar başındaki Meltem başını kaldırıp “Abla neler oluyor?” diye sorunca masasına geçip koltuğa oturan kız kameralardan dışarıyı izliyordu.
“Bir şey yok Meltem hırtın biri sorun çıkardı da bizim çocuklar iç dış yıkama yapıyor. Sen ne yaptın parçalar tamam mı?”
Son onayı da veren kız gülümsedi. “Tamam abla. Bu hafta içinde gelmiş olur.”
Genç kız karşısındaki ustasının gözlerine aferin bekleyen evlat gibi bakıyordu. Gülümseyen Nar “Helal olsun canım. Elim ayağım oldun şurada. Araçlara mı yetişeyim, parçalarla mı uğraşayım eve mi el atayım şaşırmıştım.” dediğinde omuzlarındaki yükü bir kez daha hissetti. Doğru. Lise sondan sonra tamirhaneyi yeniden açmış kardeşlerinin ve annesinin yaşamını idam ettirmesi için çalışmaya başlamıştı. Gözleri masadaki çerçeveye döndüğünde iç çekmeden edemedi. Ruhunun kabuk bağlayan yaraları yine kan akıtıyordu. Neye yanacağını bilmiyordu. Ondan on bir yaş küçük ikizlere artık sözünü geçiremediğine mi yoksa kollarında can veren annesinin acısına mı? Yirmi sekiz yaşında aklı başında işinde gücünde bir kızdı. Babasının canına mal olan yerde şimdi kaç kişiye ekmek veriyor işleri devam ettirmek için sanayideki ilk kadın tamirci olarak çalışıyordu.
Veysel kapıyı tıklatıp başını uzatarak “Usta adam pes etti. Ücreti ödeyip gidecekmiş. Az bak istersen” değince “Geliyorum” deyip kalktı ve tokası ile saçlarını bir kez daha tepesinde dağınık bir topuz yaptı. Demir merdivenleri inip yıkama bölümüne geçtiğinde yerde sırılsıklam oturan ve dudağı kanayan adama bakıp tek kaşını kaldırdı. Nurettin'e gözü değdiğinde ellerini teslim olur gibi kaldıran adam “Bakma öyle usta. Sana ettiği onca lafın bir getirisi bu. Hak etti” dedi ve ellerini indirip cebine soktu.
Nar istemsiz dudağının ucunu havalandırdı. Yanında çalışan herkesi severdi çünkü hepsi harbi sağlam karakterli insanlardı. Saygıları ve sevgileri gerçekti.
“Eee aklın başına geldi mi?”
“Geldi. Lanet olsun bir daha buraya ayak basar mıyım?”
“Merak etme basamazsın zaten. Değil benim dükkanıma bu sanayideki hiçbir dükkana gelemeyeceksin. Senin gibi kanı bozukların işinden gelen para bize hayır getirmez. Sadece parça parasını bırak siktir git. Bununla da kaldığına şükret. Senin doğuranın da bir kadın olduğunu da unutma. Kadına laf ederken de iki kere düşün. Adam değilsin en azından bir gram insan ol.”
Adam tek kelime etmeden yalpalayarak ayağa kalktı. Kapının önündeki araca kadar gidip torpidodan cüzdanını alarak parça paralarını Veysel’e verdi. Arabasına binip sanayinden son gaz ayrılırken dilinde sadece genç kıza küfür vardı.
Akşam olurken üzerini değiştiren genç kız deri ceketini giyerken eve alacaklarını aklında toparlıyordu.
“Veysel ben çıkıyorum koçum sen de diğerlerine haber ver çok geç olmadan kapatın dükkanı. Yarın sabah görüşürüz.”
“Tamamdır ustam. Çocuklara selam söyle bir sıkıntı olursa biliyorsun bir telefon kadar uzağım size.”
Cebinden motorunun anahtarını ve bir türlü bırakamadığı sigarasını çıkaran kız kendini gülerken buldu.
“Ulan eşek sıpası. Sen benim olayıma gelene kadar uyumadan biraz ders çalış da al şu lise diplomasını. Benim yanımda elinin zanati var ama çürütme kendini yağ pas içinde. Bizim sıpalara bile okuyun kurtarın hayatınızı diyorum ama dinleyen kim. Hep bir karşı çıkma halleri.”
“Haklısın abla. Ne diyeyim onlar da anlar sana haksızlık ettiklerini. Neyse tutmayayım seni iyi akşamlar.”
“İnşallah be Veysel. Hadi iyi akşamlar.”
Motoruna binip kaskını başına geçirdi. Yola çıktığında istikameti sanayiden biraz uzakta olan mahallesiydi. Yolda birkaç aracın sıkıştırmasına maruz kalsa da sakinliğini korumaya çalıştı. Mahalleye girdiğinde ilk işi her zaman alışveriş yaptığı bakkala uğradı. Marketle işi olmazdı. Ona sahip çıkan büyüklerinden biri olan Rasim amcayı asla zincir marketlere değişmezdi. Kapıdan girdiğinde selam verdi önce sonra da ürünlerin dizili olduğu tezgahlardan lazım olanları aldı. Kasaya geldiğinde “Nasılsın Rasim amca var mı sıkıntı?” dediğinde poşetleri hazırlayan adam gülümsedi. Pamuk gibi sakalları görmesine yardımcı olan gözlüğü buruşuk teni ile tonton dedeler gibiydi.
“İyiyim çok şükür evladım. Sen nasılsın? Işler nasıl gidiyor?”
“Bende iyiyim. Dükkan da eh işte idare eder. Bu halimize şükretmek lazım.”
“Öyle evladım öyle.”
Aldıklarının ücretini ödeyip bakkaldan çıktı ve motorun arkasındaki aparata koydu. Sonraki durağı manavdı. Az biraz meyve de aldığında fırına uğrayıp ekmek işini de halletti. Sonunda tek katlı gecekondunun önüne geldiğinde akşam ezanı okunuyordu. Kontağı kapayıp indiğinde başındaki kaskı da çıkarmıştı. Poşetleri eline almıştı ki hemen bacağının yanında beliren Selim ile gülümsedi.
“Nar abla nasılsın? Ne aldın?” diyen çocuğun gözleri meyve poşetindeydi. Çocuğun haline içi acırken onu başkasının poşetine aç aç baktıran ayyaş babaya küfrediyordu.
“İyiyim Selim. Sen ve annen nasıl bakalım?”
Başını eğen çocuk “Annem iyi değil abla. Hep ağlıyor. Babam çok pis kokuyor eve gelince sonra da bağırıp çağırıyor” değince kaşları çatıldı. Daha kaç kere uyaracaktı o herifi bilmiyordu ama sağlamından bir dayak atması da haktı. Elindeki meyve poşetlerinden muz olanı ayırdı ve çocuğun eline tutuşturdu.
“Şimdi al şu poşeti doğru eve. Annene de söyle ben yanına uğrayacağım tamam mı?”
Yüzü gülmeye başlayan çocuk dudaklarını yalarken “Tamam abla çok teşekkür ederim” diyerek koşmaya başladı. Daha yedi yaşında bir çocuğun bunlara maruz kalması ne de zordu. Bir kez daha ölmüş babasına hayır duası etti. Çok şükür bir kez kötü sözünü kalkan elini görmemişti babasından.
Eve girmek için küçük bahçeye girdiğinde kapalı perdeleri ve sönük ışığı göremeyince kaşları çatıldı. Normal şartlarda bu saatte ışıklar açılmış olur ikizlerden Selim camda onu beklerdi. Kapıya ulaşıp anahtarı cebinden çıkardığında evde olmadıklarını bile bile bir umut değip açtı ve sessiz evi şöyle bir dinledi. Kimse yoktu. Poşetleri içeri bırakıp telefonunda önce Selin’i sonra da Selim’i aradı. Birine ulaşılamıyor diğer de açmıyordu. Dişlerini sıkarken nereye gidebileceğini düşündü. Eğer dışarda bir işleri olsa ya da arkadaşları ile gezecek olsalar haber verir mesaj atarlardı.
Lakin ne arama vardı ne mesaj. Kapıyı kapatıp yeniden kilitledi. Motoruna atlarken rehberden Selin’in arkadaşı Behiye’yi buldu ve aradı. Kızın kem küm edişi bir şeyler olduğunu gösteriyordu. Telefonu kapatır kapatmaz kaskını takıp Behiye’nin evine sürdü motorunu. Ikizler bu defa sınırı aşmıştı. Üstelik Nar nereye gittiklerini duyduğunda o sınırı aşmakla yetmemiş parça parça ettiklerini anlayacaktı.