TANITIM
Derin bir sessizlik ve o sessizliğin içinde duyulan ıslık gibi mekanizmasından çıkan roketin çığlığı.
"Roket!"
Ve saniyeler içinde bir ejderha gibi vurduğu yeri dağıtan düşman atışı.
"Komutanım ikişer şarjörümüz kaldı"
"Bixi ne alemde?"
"Gelenlerin geçmişini s*kecek kadar var komutanım"
"Dikkat edin. Bu kıskaçtan kurtulursak rahatlarız ama mühimmatı idareli kullanmak şart"
"Ne yapalım komutanım bizde sizi s*kesek mermi az tek tek gelin mi?"
Yüz başı Candar'ın sözleri diğer askerileri de güldürürken komutanları "Candar hatırlat karargâha gidince eğitim kitleyeceğim sana" dediğinde onca curcuna arasında gırgırlarından eksik kalmıyordu Anka timi.
"Eğitim işi kolay komutanım"
"Bitmedi lan dinle önce"
"Emredersiniz komutanım"
"O eğitimi acemilerle yapacaksın. Senden geri kalanlar için bir saat daha eklenecek"
"Yapma komutanım ya affedersiniz ama bu resmen seni s*kmek istiyorum ama bunu yapan daha iyileri var demek"
"Hadi hadi çok konuşma. Görüş alıyorum piçler yerlerinden çıkıyor. Keklik gibi avlayalım şunları. Behram sen çık yerine. Koçum gözümüz sensin. Bu şerefsizlere nefes aldırırsak nefesimizi keserler"
"Emredersiniz komutanım da o döl israflarında bizim soluğumuzu kesecek göt yok. Evelallah hepsinin götünde mermi patlatırız"
Gözleri yeşil gözlere diken komutan gözlerini etrafta gezdirip geri döndüğünde sessizce konuştu. Kulak telsizini çıkarmıştı.
"Bana bak koçum kahramanlığın lüzumu yok. Unutma Anka timi bu bölgede değil. Ölsek bile devlet sahip çıkmayacak. Beş senelik eğitim artistlik yapasın diye değil düşmanın geçmişini s*k diye verildi. Bu gece buradan kimse ölmeden çıkacağız anladın mı koçum. Bu gece size ölmeyi yasaklıyorum"
"Emredersiniz komutanım"
Sonrasında dağları inleten silah sesleri susmak bilmedi. Teröristler bir bir düşerken yerinde mevzilenmiş Behram gece görüşü sayesinde açığa çıkan her kelleyi alıyordu. Sonunda tüm piçlerin sonu geldi derken incecik bir ses duyuldu. Bu susturucu takılmış sniper'ın silahından ateşlenen merminin sesiydi.
O mermi bir askerin göğsüne saplandı. Yeşil gözlü asker yaş almış bedeni ile donup kalırken göğsüne gelen merminin yeleği delip bedenini yaktığını hissediyordu.
Dizleri üzerine çökerken timin dilinde sadece "Komutanım" nidası dökülüyordu.
Behram dişlerini sıkarken "Şimdi s*ktim senin olmayan beynini *mına koduğumun piçi" diye hırlayıp tüfeğini merminin yönüne göre ayarladı. Dürbünden bakarken kayalar arasındaki saklanan keskin nişancıyı görmesi ile milimlik ayar yaparak parmağının tetiğe gitmesi bir oldu. Parçalanan kafayı bile görme gereksinimi duymadan dikkatlice olduğu yerden çıkıp aşağıya vurulan komutanının başına koşarken iri bedeni toprağı titretiyordu.
Sonunda tüm tim toplandığında sıhhiyeci olan Mehmet yaraya bakmaya çalışıyor ama komutanı engel oluyordu.
"Harcama. O morfinleri sakın harcama"
"Ama komutanım"
"B-bu bir e-mir-dir"
Yerde yatan komutan baş ucuna gelen ve dizleri üzerine çökmüş yeşillerinde alevler yakan adama baktı. Behram kendi gözleri gibi yeşil gözlere sahip komutana bakarken dişlerini sıkarak "Bu gece ölmek yasak dediniz komutanım. Bu oldu mu şimdi. Nerede sizin sözünüz emriniz" derken koca adamın sesi anlıkta olsa titremişti.
Zorlukla gülümseyen komutanın dudaklarından kan sızarken "B-b-en o e-emr-i si-ze v-ver-d-im koçum" demeyi başardı.
Usulca gözleri sönerken ve nefesi azalırken "H-hak-kım hel-aldir si-size" diyebildi sadece. Ardından dudakları oynadı usulca ve o an kelime i şehadet getirdiğini anladı tim.
Koca yürekli komutan bir namert kurşunu ile şehitlik mertebesine erişirken geride kalan tim sabah ezanı okunurken bir yemin etti. Kanı yerde kalmayacaktı. Toprağa düşen her şehit askerin kanını akıtanı yerle yeksan ettikleri gibi o kuduz domuz grubunu da parçalayacaklardı.
****** 11 SENE SONRA
"Leyal, hadisene kızım diploma töreni başlıyor"
Üzerindeki elbiseyi biraz daha çekiştiren genç kız arkadaşına bakarken resmen ateş püskürtüyordu.
"Bana şu şeyi giydirdin ve ben içinde patlamak üzereyim. Hayır ben patlasam yine iyi ama elbise patlarsa seni öldürmem gerekiyor"
"Kızım saçmalama. Azcık kız gibi görün istedim. Ne o öyle her gün kamuflaj pantolonlar hâkî yeşili ya da aynı şekilde renk renk kamuflaj tişörtler botlar. Hayır saçlarda uzun sarı memen var popoda maşallah böylesi kimsede yok. Yani bir dişi olduğuna eminiz"
"Saçmala Ayşegül ya ne alakası var. Ayrıca ben giyim tarzımı seviyorum. Üstelik kamuflaj değip geçme. Acayip karizma oluyor onları giyen askerler. Hele de bordolar"
Ayşegül yüzünü buruştururken "Ay yok tatlım ben almayayım. Sen yine bordo aşkına giriş yapacaksın bende senin kafanı lavaboya sokacağım çünkü dört artı liseyi ve öncesini de sayarsak 13 senedir iflahımı kuruttun bordo diye diye. Hayır askeri okul için boyunda yetmedi ki seni bordoların içine atsak" değince yüzü düşen Leyal iç çekti.
"Hiç hatırlatma. Sadece beş santimle kaçırdım. Beş ya beş. Anasını seveyim la doğduğumdan bu yana hepi topu bir metre on santim uzamışım. Bir elli beş boyla insan mı yaşar?"
"Leyal benim güzel arkadaşım. Bak uzun boylu olsan ne olacaktı ki ne güzel çıtı pıtı ufacık tefecik içi dolu turşucuk bir kızsın"
"Ayşegül bende niye dalga geçiyorsun. Arkadaşım beş santim uzun olsam asker olurdum. Mis gibi meslek. Aksiyonu bol gerilimi hat safhada. Bir sürü de şerefsiz gebertiyorsun ki en istediğim şeylerden biri bu. Bir de bordolarla aynı timde olsam oh tadından yenmezdi"
Ayşegül dayanamayıp kızın üzerine yürürken "Sana da bordona da şu katırı dize getiren inadına da. Göte bak hele sanki seçtiği meslek masa başı da konuşuyor. Kızım savaş muhabiri oldun farkında mısın? Götünde füze patlayacak ebenin güzel yüzünü her silahlı saldırıda göreceksin. Hayır daha ne tür bir aksiyon arıyorsun de bana" diye bağırınca kendisinden kısa olan kızın gözleri önce büyüdü sonra da yüzüne kocaman bir sırıtış eklemesini izledi.
"Benim güzel arkadaşım. Bak benden en az yirmi santim uzunsun ama böyle üstüme gelmeye devam edersen diploma törenine kedi ile kavga etmiş gibi çıkarsın benden demesi. Hem niye o güzel ağzını bozuyorsun ki. Hoş benimki bozuk ama sen iyi yanlarımı al küfürlerimi değil. Şimdi şu tuvaletten çıkalım da işkencem çabuk bitsin"
Göz deviren Ayşegül lavabonun kapısını açmıştı ki arkadaşları Zeynep belirdi telaşla karşılarında.
"Ya kızım siz neredesiniz? Hoca töreni başlatacak ve sizi göremediği için resmen gözlerinden ateş atıyor"
"Ya sorma Zeynep ya şu dişi kartalın bordo ve askerlik hayalleri yedi bitirdi beni. Hayır askerlik yapanda bu kadar olay yok yani"
Zeynep geride kalmış Leyal'e bakarken onun "Bilmem" tarzında dudak bükmesi ile kahkaha atmadan duramadı.
"La tırrek sana demiyor muyum şu hayalleri Ayşegül'e anlatma kız resmen krize giriyor diye. Kıza çok yükleniyorsun sistemi kapanıyor"
Bu defa da gülen Leyal oldu.
"Valla ya şu na hayrımıza yüksek kapasiteli bir hafıza kartı alalım da benim yanıma gelince onu taksın"
Geri dönen Ayşegül "Ben sana bir takarım aklın şaşar kızım. Hadi gidelim yoksa elimde kalacaksın" diyerek lavabodan çıktı.
Geriden kol kola girip yürüyerek bahçeye çıkan Zeynep ve Leyal kıkırdıyor kızın haline gülüyordu.
Yapılan tören sonrası mezuniyet partisine üç sap olarak katılan Zeynep Leyal ve Ayşegül dans edenleri izlerken milletin elbisesini eleştiriyor gerçekten de gelinin kız kardeşi gibi süslenenlerle gülüşüyorlardı. Sap kalmalarının nedeni ise Leyal' in teklif götüren erkeklerin foyalarını ortaya çıkarmasıydı. Hepsi teklif etmiş ama başka kızlara da gitmiş üçlüyü yedek listesi gibi düşünmüşlerdi. Elbette zehir hafiye okul ikincisi gazeteci Leyal olayı çözüp erkekleri bir güzel rezil etmişti.
Her şey olup bittiğinde yola çıktı. Memleketine babasının yanına dönüyordu. Hakkâri Alan. Sınır köyüydü yaşadığı yer ve hayat zordu. Ama o zorluk içinde seçmemiş miydi mesleğini. Babası köye muhtar olunca kimseyi dinlemeyip göndermişti okula. Kız çocukları okumaz düşüncesini yerle bir ediyordu.
Sonunda şehre giriş yaptığında eski bir pikap ile babası onun otobüsünü bekliyordu. Uçakları pek sevmezdi. Yolları izleye izleye gitmeli hayaller kurmalıydı. Üzerinde yine hâkî yeşili bir tişört siyah yarım yelek siyah kamuflaj pantolon ve ayağında bot vardı. Hava çok sıcak olsa da bottan vaz geçemiyordu. Sarıya dönük saçları tepesinde at kuyruğu şekilde bağlanmış ve örülmüştü. Her ne kadar kalçalarını geçen uzun saçı ile mutlu olsa da köye dönerken kaburgalarının yarısına kadar kestirmişti. Yeşil gözleri vuran güneş ile parlıyor beyaz teni İstanbul da kendini belli etse de biliyordu ki burada esmerleşecekti.
Yüzündeki kocaman gülümseme ile indiği otobüsten önce biraz sağa sola eğilip bedenini açmaya çalıştı. İleride ona gülerek bakan adama ilerlerken sırtındaki çantasının kolunu diğerine geçiriyordu.
Hemen adamın eline eğilip "Babam" diyerek öperken adamın gözleri dolmuştu. Çok özlemişti sarı kuzusunu.
Doğrulan kıza sıkıca sarılırken "Hoş gelmişsin benim güzel kızım" derken içi titriyordu resmen.
"Hoş bulmuşum babam. Çok özlemişim bu defa seni. Neden gelmedin ki o kadar bilet ayarlayayım dedim"
Baba kız pikaba ilerleyip koltuklara yerleşirken Feyzullah Efendi iç çekti. Arabayı çalıştırıp yola çıkarken sessizliğe bürünse de kızı bir şeyler olduğunu anlamıştı.
"Babam, yüzün düştü ne oldu?"
"Ne olsun kızım şerefsizler geçen köyü bastı yine. İki genç kızla kış için hazırlıkları yapılan erzakları alıp gittiler. Jandarma yetişmek istedi de köye geç gelebildiler. Yolda pusu yeşimler onlarda"
Dişlerini sıkan genç kız kaşlarını çatarken "Soysuz domuzlar" diye resmen hırladı.
Bu baskınlar yaz bitip sonbahara ve kışa doğru da devam edecekti. Tek çözümse Türk askerinin bu domuzların yolunu kesmesi ve bölgeden temizlemesiydi. Kökleri kurur mu bilinmez ama her bir Türk askeri o şanlı üniforması sırtında vatan aşkı yüreğindeyken kanlarının akmasına karşın hala bu vatana hizmet ediyordu. Elbette gün gelecek o şerefsizlerin nefesleri kesilecek, tüm hainler hak ettiğini yaşayacaktı. Hem de hepsi.
NASILDI?