Korkuyordu genç kız. Yardım etmişti ama başına daha büyük bir bela açmıştı. O an oradan uzaklaşsaydı eğer şimdi bağlı olmazdı elleri ayakları ve delicesine korkmazdı kişneyen atlardan.
Atlar. Onun korkulu rüyası, kâbusu, babasını elinden alan canlılar.
Kulaklarına dolan her bir ses delicesine irkilmesine neden oluyor ama yorgun bedeni kendini deli gibi karanlığa hapsetmek isterken son kırıntısına kadar gücünü kullanmaya çalışıyordu.
Anlamıyordu. Karşısındaki adamlar merhametten yoksun, insanlıkta uzaktı. Hiç birine konuşamadığını anlayamıyorlardı. Sürekli;
"Konuş. Sana Ertuğrul Karaaslan'ı öldürme emrini kim verdi"
Diyorlardı ama ben dedikleri kişiyi bile tanımıyordum. Sadece bıçaklanmış bir adama yardım etmiştim. Hepsi buydu.
***********************
"Gitmek istiyorum" diye ellerini oynattı genç kız. Karşısındaki bal gözlü adamdan uzaklaşmayı umuyordu. Yoksa dudaklarının tadına bir kez daha varırsa kurtuluşu yoktu.
Dudağının ucu kıvrılan adam "Gitmek yok Asya'm. Artık tüm gidişlerin banayken nefesimden uzağı sana yasaklı bölge" deyip usulca kavradı her defasında mayhoş bir vişne tadı aldığı dudakları.
Aşk ne engel tanıdı ne de acabalara meyil verdi.
Adam aşkı kadının sessizliğinde tattı. Ona bulandı iki beden bir ruh oldu.