-2- 2. KISIM

1304 Words
"Belli ki herkesin her şeyden haberi var. Neymiş bu boşanma mevzusu söyle bakalım." Sesi çıkmıyordu Tarık'ın. Zira öfkeli bakışları hala Gizem'in üzerindeydi. "Şimdi suçlu ben miyim?" diye alay edercesine öfkeyle söylendi Gizem. Ağzından ilk kaçıran Yeşim hanım değil miydi? Neden şimdi kendisi günah keçisi seçiliyordu ki? Taner'in bir kez daha dürtüklemesiyle ondan yana bakıp omuz silkerek geriye yaslandı. Tarık yeniden babasının öfkesinden kurtulmak adına bir çıkış yolu arar gibi: "Baba yok öyle bir şey." dediğinde bu defa Hakan beyin öfkeli sesi salon duvarlarına çarpmıştı. "Tarık!" dedi Yeşim hanım oğlunu korumak için omzuna dokunurken. "Geveleme." dediği anda Tarık'ın bakışları gibi başı da eğilmişti. Sonraki saniye cılız çıkan sesiyle: "Sahra, boşanmak istiyor." diyebildi. "O niyeymiş?" diye sordu her saniye biraz daha öfkeye kapılan Hakan bey. "Sahnelerde hoplayıp zıplamayı mı özlemiş?" demesiyle keyiflenen Gizem kollarını göğsünde birleştirmiş, bacak bacak üstüne atarak oturduğu yere biraz daha sinmişti. "Bilmiyorum." diye söylendi Tarık. Başı hala yerdeydi ama daha fazla konuşacağa benzemiyordu. "Aldattım desene sen şuna." diye bir ses duyuldu. Bakışlar sesin geldiği yöne çevrildiğinde evin tek kızı olan Tuğba görüldü. Gizem'in suratı kocasının ikizini görmesiyle yeniden asılsa da söylediği şey dikkatini cezbetmişti. Taner az sonra çıkacak gürültü yüzünden erken baş ağrısıyla elini yüzüne kapatırken Yeşim hanımın gözleri büyümüş, kızına sitemle bakınır olmuştu. "Aldattın mı?" diye hayret ve öfkeyle oğluna baktı Hakan bey. Oturduğu yerde kıpırdanmaya başlamıştı ve Yeşim hanım da yine oğlu sanki çok küçükmüş gibi onu korurcasına elini sıkı sıkı tutuyordu. "O kız kıytırık şarkılarıyla Arap dünyasının en zenginlerinden biriyken sen onu aldattın mı?" diye tekrardan sordu Hakan bey. Sesi çok daha yüksekti. "Baba tek gecelik bir şeydi." diye çıkacak bir yol ararcasına söylendi Tarık. "Tek gecelik demek." diyerek ayaklandı Hakan bey. Onun ayaklanmasıyla Yeşim hanım da korkuyla ayağa fırlamış, Tarık'ın önüne geçmişti. "Magazin programları yıllarca peşinden koştuğun melez karının üstüne tek gecelik bir ilişkiyi nasıl sürmanşet yapacak acaba, hiç düşündün mü?" diye bağırarak sordu Hakan bey. Tuğba oturmamış, kollarını göğsünde birleştirmiş halde babasının arkasında bekliyordu. Bakışlarını yerden kaldırdığında abisinin kendisine baktığını görüp tek kaşını kaldırarak başını salladı. Sahra'yla evlenmek için kırk takla atmıştı ve aylardır güzelim kızı aldatıyordu. Ailedeki herkes bu iğrençliğin farkındayken dillendiren kendisi şimdi diye onu mu suçluyordu? "O kız Arap ortaklara karşı en büyük faydamız. Şimdi ne yapmayı düşünüyorsun ha?" diyen babasını cevapsız bırakırken: "Cevap ver!" diye yeniden bağıran Hakan beyle: "Baba..." diyebildi. "Han'a yalvarıyor musun, yakarıyor musun bilmem." diyerek işaret parmağını otuz yaşına rağmen annesinin arkasına gizlenmekten gocunmayan oğluna doğru salladı. "Ne yapıyorsan yap, karını sağ salim eve getir." Sesi çıkmıyordu Tarık'ın. Yeniden başını önüne eğmiş, ufak bir çocuk gibi oturduğu yerde pinekliyordu. "Duydun mu beni?" diyerek üzerine yürüyen babasıyla yerinde sıçradığında Yeşim hanım da: "Hakan lütfen." diyerek kendisini öne atmıştı. Annelerinin bu hareketiyle Taner ve Tuğba gülerek göz devirirken Gizem kaşlarını kaldırmış vaziyette izlemeyi sürdürüyordu. "Yarım asırlık prestijimin bir Arap şarkıcısının ölümüyle sarsılmasına izin veremem." deyip son sözlerini söylemiş olarak çıkıp gitti Hakan bey. Geride kalan aile üyeleri sessizliklerini korurken Tarık hışımla yerinden fırlayıp Tuğba'nın karşısına dikilmişti. Burun buruna geldikleri an ikisi de bakışmakla yetinirken Tarık bir şey söyleyecek olduğunda: "Bebeğim lütfen." diyerek göğsüne dokundu Yeşim hanım. Tuğba annesinin bu hareketine elbette şaşırmamıştı. Zaten ne zaman kendisinden yana olmuştu ki şimdi olsundu? O daima oğullarını sevmişti. Gerçi Taner'i yabana atmamak lazımdı. O da bu ailede en az kendisi kadar alt pozisyondaydı. Tarık mı? O ağzında altın kaşıkla doğmuştu. Ailenin biricik oğluydu. O yüzden her zamanki gibi annesini dinleyerek çekip giderken Yeşim hanım da peşine takılmış, çıkmadan önce kızına bir kez daha sitemle bakarak: "Tebrik ederim yani Tuğba, yine ortalığı karıştırdın." diye eklemişti. Tuğba geride kalmış olarak umarsız bir gülüş atarken Gizem yanındaki kocasına doğru eğilip: "Niye melez dedi ki?" diye sordu. Taner ise Sahra'yı aramak yerine çıkan tüm bu aptalca tartışmadan bıkmış bir halde cevap verdi. "Annesi Türk işte Gizem, sus artık." ... Saatler öğlen güneşinin sıcaklığını belli ederken bekletildiği kamyonetten indirilmiş, orman yoluna sürülmüştü Sahra. Durumu ise daha şimdiden hiç iyi değildi. Evet evet, sağ olsunlar kolundaki yaranın sargı bezini tazelemişlerdi. Saçları ise dağılmış, yüzündeki makyaj akmaya başlamıştı. Üstelik kirpikleri ha düştü ha düşecekti ama bir türlü düşmüyordu. Yürümekten ayakları ağrıyordu ve sağ ayağının baş parmağı kanamıştı. El bileklerini sormaya bile gerek yoktu. Dün geceden beri sarılı olan urgan artık ellerinin bir parçası olmuş gibiydi. Önden önden ilerleyen Cengiz'in durup da elini kaldırmasıyla bulundukları sık ağaçlı orman aralığında duraklamışlardı. Birden bire olduğu yere oturdu Sahra. Bu tüm adamların dikkatini çekerken Cengiz onun bu gösterişli yorgunluğuyla ilgilenmiyordu. Hatta öyle görünüyordu ki aralarında gerçek manada yorulmayan tek kişi de oydu. Adamları bile oturdukları yerde gerneşip ayaklarını uzatma gereği duyarken o etrafa bakınmakla yetiniyordu. Birkaçı hızlıca ateş yakıp taşıdıkları çantalardan et çıkarırken, Sahra bu duruma şaşırmasına rağmen fırsattan istifade asıl dikkatini Cengiz'e yöneltmişti. Çok sinirli görünüyordu ki ilk bakışta her kadının, hatta her insanın dikkatini çekecek bir yapıya sahipti. Çok uzun boylu olduğu söylenemezdi ama yapılıydı. Çok esmer olmayan bir teni, siyah saçları ve seyrekleşmiş siyah sakalları vardı. Bu sakallar tamamen çenesine yayılmamıştı, uzaktan bakıldığında daha çok bir top sakal izlenimi veriyordu. Bıyıkları ise dudağının tam üstündeydi ama tıpkı sakalları gibi o da yoğun değildi. Bu görünüş Sahra'ya bir Moğol hissiyatı vermişti. Tüyleri diken diken oldu. Çatılmış kaşlarıyla gerçekten de Moğolları andırıyordu. Cengiz ise Sahra'nın ilgili bakışlarını umursamadan yakılmış ateşin ilerisine doğru oturdu. Geçen süre zarfında yemek hazır olurken tepesine gelen adamlardan biri saatlerdir arkadan bağlı olan ellerini çözmüş, Sahra rahatlamanın verdiği hisle dudaklarından bir inilti kaçırmıştı. İşte o an Cengiz'in dikkatini çekti. Elindeki et parçasını aç bir kurt gibi dişlerken dönüp genç kadından yana baktı Cengiz. Yapma tırnaklı parmaklarıyla bileklerini ovuşturan Sahra ise bu defa önüne bırakılan tabaktan bozma çanağa, ve içinde ateşin yüksek ısısıyla yanmaya yaklaşmış olsa da oldukça lezzetli duran ete bakıyordu. Normalde kaçırılmış olan bir insan kendisini kaçıran kişiye tepkisini göstermek istercesine bu yemeği reddederdi herhalde. Lakin Sahra böyle bir şey yapmadı, yapmayacaktı da. O yemeğe ihtiyacı vardı. Çünkü yemesi, güçlenmesi ve bu adamlardan bir an önce kaçıp kurtulması gerekiyordu. Ağrıyan bileklerini ovalamayı bırakıp etrafa attığı kısa bir bakışın ardından eline aldığı et parçasını ağzına götürdü. Sessizce lezzetli eti yemeye başladığında üzerindeki bakışların farkında değildi. Adamlar kendisinden yana kaçamak bakışlar atıyordu evet, lakin Cengiz'in bakışları da hala onun üzerindeydi. Kirden rengi atmış pembe elbisesi içinde, dağılmış saçları ve akmış makyajına rağmen hala oldukça güzel görünüyordu. Titreyen elleri kırpıştırdığı gözlerine gitmiş, takma kirpiklerini söküp atmıştı. Burnunu çekerek elinin tersiyle saçlarını yüzünden iteleyişini de gördü Cengiz. Güzel olmaya çalışmak gibi bir iddiası yoktu bu kadının, hem zaten şuan buna dikkat edeceği en son yerdeydi ki hiç şüphesiz o da bunun farkındaydı. Hızlıca kalkıp genç kadının önüne gelerek elinde kalan et parçasını onun tabağına atarcasına bıraktı. "Ye!" dedi emreder gibi. Bu hareketi Sahra'yı sinirlendirmişti elbette ama şuan sesini çıkarıp da dikkatleri üzerine çekmek istemiyordu. Sadece bakmakla yetindi Sahra. öfkeyle saç telleri arasından bakındı. Cengiz de yukarıdan kendisine bakınıp gidince ilk göz teması oldukça sessiz sonlanır olmuştu. "Gözünüzü ayırmayın." diyerek uzaklaşmasını izledi Sahra. İki adam daha kalkıp onun peşine takılmış, diğerleri yerlerinde kalıp koyu bir sohbetin içine düşmüşlerdi. Hareketsiz kalıp yemeğini yemeye devam etti. Yemeği bittiğinde ise aynı şekilde oturmayı sürdürdü. Sonra usul usul, oldukça ağır hareket ederek yerinde kıpırdanmaya başladı. Elbisesinin ses çıkarıp çıkarmayacağını test etmesi gerekiyordu. O kadar film izlemiş, klip çekmişti sonuçta. Elbette dikkat edecekti, aklı olan herkes ederdi. Dakikalar sonra artık ses çıkarmadığından emin olarak birkaç adım kadar geriye çekilmeyi başarmıştı. Lakin yetmezdi, daha fazlasını yapmalıydı. Cengiz ve yanından giden iki adam her an gelebilirdi. O yüzden yavaşça ayaklandı. Ama hareket etmedi, ilerisinde oturan adamları izledi. Eğer şuan ayaklandığını fark ederlerse bir bahanesi olmalıydı. Birkaç saniye sonra ise gülüşme seslerinin de artmasıyla geriye doğru ilk adımını atmıştı. Ani hareketler yapmamaya özen göstererek arada bir sohbet eden adamlara, bir de geriye doğru basacağı yerlere bakıyordu. Bir çalıya basıp da ses çıkarmak istemezdi. Ve başardı. Birkaç adım geriye gidebildi. Kalktığı yerden yaklaşık otuz adı gerilediğinde ise elbisesini toplayarak her ne kadar ayakları acısa da parmak uçlarında koşmaya başladı. Başarmıştı. Gerçekten başarmıştı. İşte, kaçıyordu.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD