-1-
"Kimseye acımayın!" diyen kalın bir sesin ardından sağ omuzunda hissettiği acıyla sarsıldı. Bedeni gözlerinden akan yaşlarla birlikte solmuş bir yaprak misali yere yığılırken başı savrulan kabarık, kıvır kıvır saçlarının üzerine düşüverdi.
Kapanmayan gözleriyle yığıldığı yerde omuzunu yakan acıyla yatarken, bakışları hala kocasının ailesini de alıp kaçarak uzaklaştığı taraftaydı. Orada, yere yığılmış kalabalığın içinde öylece yatıyordu. Yaklaşık bir yıllık evli olduğu, kocam dediği adamın kendisini umursamadan gidişini yaralı bir vaziyette yattığı yerden çaresizce izledi.
Eğer bu gecenin sonunda ölmezse aldatılmasını, onun da ötesinde bir vahşet yaşanırken öylece bırakılmasını asla...
Asla unutmayacaktı.
Omuzundaki kanama her geçen saniye biraz daha artarken geceyi aydınlatan süslü, rengarenk ışıklandırma birden bire kesiliverdi. Son ışık huzmesi olan ay ışığı yuvarlak yüzüne düşerken kısılmış, güçsüz gözleriyle, başına dikilerek üzerine gölgesini düşüren adama baktı.
Onu tanımıyordu. Lakin bu karanlık bakışların kendi üzerinde uzun uzun konuşlanmasına bakılırsa, bu adam kendisini tanımaktaydı.
Bilinci kapanırken son hatırladığı şey ise yalnızca gözlerini seçebildiği genç adamın elindeki silahın namlusuyla kendi yüzüne uzanması, alnına düşmüş bir tutam saçını geriye çekmesiydi.
Bu kara gözlerin sahibinin, hiçbir zaman aidiyet hissetmediği, gelini olduğu aileden intikam almak için canını almaya gelen bir azrail olduğunu bilemezdi.
Ölümü ise asla son olmayacak, kara bir aşka yoğrularak her gün daha çok acıtacaktı.