Gözleri acıyordu.
Ağır makyajı hala yüzündeydi ve yoğun takma kirpikler gözlerini daha çok yormuştu. Görebildiği yegane şey ise karanlıktı. Dipsiz bir karanlık.
Ne olduğunu anlayamadı önce. Üzerine yattığı omzu o kadar uyuşmuştu ki kolunu neredeyse hissetmiyordu. Gözlerini kırpıştırıp yattığı karanlığa sanki bir şey görebilecekmiş gibi bakındıktan sonra kalkmaya çalıştı.
Durdu bir anda, daha doğrusu durmak zorunda kalmıştı.
Ellerini kullanamıyordu.
Biraz zorlayınca açılan bilincinin de yardımıyla bileklerinin arkadan bağlı olduğunu hissetti. Kalın urganla öylesine sıkı bir düğüm atılmıştı ki kalbi ağzında atarken kurtulmanın imkansızlığı göğsüne bir yük olmuştu. Tekrar kalkmaya çalıştı ama aynı omzu üzerine sertçe düşmesini durduramamıştı.
Bu sırada gözleri karanlığa alışmış, nerede olduğunu üç aşağı beş yukarı tahmin edebilecek duruma gelmişti. Eğer ki hala kör değilse, bir kamyonetin arkasındaydı.
Kalbi daha da hızlı atmaya başladı. Dağılmış kıvırcık saçlarının arasından görüp de anlayabildiği tek şey buydu. Son bir güçle bulunduğu yerde doğrulduğunda elbisesinin darlığına lanet etti. Aslında alt tarafı yeterince geniş pembe bir elbise giymişti ama üst tarafı dardı. Üstelik tek kolu kapalıydı ve o kapalı kolu da şuan uyuşmuş durumdaydı.
Kalkabildiği yerde zoraki oturma pozisyonu aldığında sakin olmaya çalıştı. En son neler olduğunu az buçuk hatırlıyordu. Evet, son yaşananları düşünürse gerçekten neler olduğunu kestirebilirdi.
Gözlerini kapattı ve düşünmeye başladı.
Hem bu gözlerinin biraz daha karanlığa alışmasına da yardımcı olurdu.
Düğündelerdi.
Kayınbiraderi Taner ve çok çok sevgili eltisi Gizem'in düğünündelerdi. Her zamanki gibi Tarık'la kavga halindelerdi. Sonra bir ara yalnız kaldığını hatırlıyordu. İşte o arada bir silah sesi duymuştu. Sonra bir tane daha, bir tane daha...
Bir tane daha ve Sahra yere yığılmıştı.
Hatırladığı bu detayla hızlıca gözlerini açıp kollarına baktı. Doğru hatırlıyordu, sol kolunda kanla bulanmış bir sargı bezi vardı. Sakin olmaya çalıştı ama yarayı hatırladığından olsa gerek kolu şimdi oldukça fazla sızlıyordu.
Derin derin nefes aldı, biliyordu, bu psikolojik bir sızıydı.
Sonra bir yıkıntı gibi gelen sesle yerinde sıçrayıp oturduğu yerde düşercesine sağına yaslandı. Bir kez daha bir doğruluğa parmak basmıştı çünkü gerçekten de bir kamyonetin arkasındaydı.
Karşısında ise çok da uzun boylu olmayan ama iri yapılı bir karaltı bulunuyor, kendisini izliyordu.
Aniden yüzüne tutulan ışıkla kamaşan gözlerini tekrardan kapatmak zorunda kaldı. Işık tekrardan söndüğünde kulakları saatler sonra ilk defa bir insan sesi duyuyordu.
Tabii buna insan sesi denilebilirse...
"Gelin, bu mu?" diye soruyordu az önce feneri yakıp yüzüne bakan karanlık adam. Sesi oldukça kalın ve bir o kadar da pürüzlüydü.
"Abi..." diye konuşacak olan adamın sözünü keserek yeniden kendini duyurdu.
"Gelinler ne zamandır pembe giyiniyor?" diye soruşuyla sessizlik yeniden hakim oldu. Kimseden ses çıkmıyordu ve saniyeler çoktan geçmeye başlamıştı.
Adamın sesindeki pürüzün ağır konuşmasından kaynaklandığını düşündü Sahra. Neler olduğunu görmek, bu adamları tanımak için pür dikkat izleyip dinliyordu. Kendi nefes alış verişi ise duyabildiği tek şeydi.
Korkmamalıydı.
Belki de bu sahtekar kocasının -buradan kurtulabildiğinde eski kocası olacaktı- kendisini korkutmak ya da yıldırmak adına oynadığı bir oyundu. Ondan her şey beklenirdi. Ne de olsa evlendikleri günden beri kendisini aldatmış, bunu da oldukça usta bir şekilde gizleyebilmişti.
Yeni bir oyun peşinde olmadığını nereden bilebilirdi ki?
"Abi biz sandık ki..." diye başka bir adamın sesi geldiğinde düşünmeyi bırakıp yeniden dinleyici moduna geçti.
"Gelinlik renklilerle mi yıkanmış sandınız?" diye sakince konuştu geniş omuzlu adam. Sabırla başını eğmiş, burun kemiğini tutuyordu. Ay ışığında yüzü görünür gibi oldu ama hayır, Sahra hala doğru düzgün bir şey göremiyordu.
Yeni bir sessizlik oluşurken bir başka ses duyuldu.
"Cengiz tamam, olan oldu." diyen adam görüş alanında değildi ve şimdi bir kez daha konuşuyordu.
"İşimize bakalım." diye kısa bir cümle sarf etmişti ama... Hayır, bu aynı adamın sesi değildi. Az önceki adam daha kalın bir sese sahipti, işlerine bakmalarını söyleyenin sesi ise daha yumuşaktı. Sesleri ilk duyuşta birbirlerininkini andırıyordu o kadar.
Sahra ise yıllardır müzikle uğraştığı için bunu biraz çabuk fark etmişti, o kadar.
"İşimize bakalım, evet." diye yeniden konuştu pürüzlü sese sahip olan adam. Adı Cengiz olmalıydı, az önce öyle dememişler miydi?
"Peki, işimiz nerede?" diye sorarken bir an için içeriyi, kendisini işaret etmiş ve yeniden önüne dönmüştü.
"Hani kaçırıp öldürülecek beyazlar içindeki kadın, nerede?" diye sesindeki pürüzü yok ederek konuşmaya başladığında aklında şimşekler çaktı Sahra'nın.
Yüreği bir kez daha korkunun pençesinde sıkılıyordu.
Gerçekten...
Gerçekten kaçırılmıştı.
Üstelik Gizem'in yerine!
Sessizlik uzun sürmedi.
"Böyle mi intikam planı yapılıyor?" dediğinde Sahra'nın korkusunu kamçılamıştı. Her geçen saniye biraz daha ürkmesi normaldi çünkü...
Gizem yerine o kaçırılmıştı!
Allah kahretsin!
Bu aptal pembe elbise ve o saçma salak ışıklandırma yüzünden gelin zannedilmişti ve şimdi...
"Sakin ol, yine ateşin çıkacak." dedi kalın sesli, sonradan konuşanla karıştırdığı adam.
Sahra eğilmiş kaşlarının altından görünen karaltıları izliyor, yutkunarak bundan sonra ne olacağını düşünüyordu.
Gizem yerine kaçırılması bir tesadüften mi ibaretti bilmiyordu ama...
Son dakikada bu aptal pembe elbiseyi giymeye karar vermeseydi, belki de şimdi güvende olacaktı.
Ne vardı yani özel tasarımsa?
Çok mu önemliydi gerçekten?
Kendi seçtiği siyah balık modeli giyseydi ya. Ama yok, özel tasarım ve fazlasıyla pahalı olan göz kamaştırıcı elbiseyi görünce kayınvalidesi Yeşim hanımın pohpohlamalarına dayanamazdı.
Aptaldı çünkü!
Koca bir aptaldı!
"Çıksın." diye bağırıyordu Cengiz denilen adam.
"Çıksın. Çıksın da öfkemi anlayın. İçeride alakasız bir kadın yatıyor." diyerek içeriyi, Sahra'yı gösteri.
"Abi gelin olduğunu duyunca..." diye konuşmaya çalıştı ilk konuşan adamlardan biri. Ama bu çıkış bir hataydı çünkü Cengiz isimli adamı daha çok öfkelendirmişti.
"Ha o da gelin, bu da gelin. Gelin biraz da siz eğlenin oldu öyle mi?" diye bağırırken sesinde artık pürüz falan yoktu. Fakat bu sefer de saf bir öfkeden oluşmaktaydı.
Bir koşturma sesi gelir gibi oldu. Bulundukları yer her nereyse çalılıkların arasından biri çıkmıştı sanki.
"Abi." dedi nefes nefese kalmış bir şekilde.
"Tarık'ın karısıymış."
Bu sözlerle bir kez daha yutkundu Sahra.
Demek intikam peşinde olan bir avuç çapulculardı, ama kendisini tanımıyorlardı.
Küçük bir ışık yanar gibi oldu. Ardından Cengiz denilen adam elindeki telefonun ışığı yüzüne yansırken kendisinden yana dönmüştü. Göğsü hızla inip kalkarken telefonun cılız ışığının etkisiyle Cengiz'in gözlerini görmüş, üzerine attığı ürkünç bakışlarını fark etmişti.
Bu bakışla içi buz gibi oldu Sahra'nın. İçinden nedense kurtulamayacağına dair bir his geçti.
Gizem yerine yanlışlıkla kaçırılmıştı ve şimdi bu korkunç adam kendisini öldürecekti.
Hayır, buna izin veremezdi.
Canını o vermemişti ki, alamazdı da, öyle değil mi?
Buna izin vermeyecekti.
Ne yapacak ne edecek bilmiyordu ama, buna izin vermeyecekti.
Öyle ya da böyle, kurtulacaktı.
Kaçacaktı!
...
Gün, İstanbul'un gösterişli yalılarından biri olan Şahin ailesinin yalısında doğuyordu. Güneş her zamanki gibi salonun tam ortasına vuruyor, denizin gel git sesi içerideki gergin havaya bir dinginlik getiriyordu.
Aile dün geceki saldırıdan sonra pek uyuyamamış olarak sabahı ederken en sık suratlısı hiç şüphesiz yeni gelin Gizem'di. Böylesi zengin ve kudretli bir aile gelin gelirken hesapları arasında düğün gününde saldırıya uğramak falan yoktu. O daha çok tam olarak gerçek bir zenginliğin tadına varmayı hayal etmişti. Oysa şimdi balayı programını iptal etmek zorunda kalmış olarak salonun ortasında oturmuş kaçırılan elticiği adına yas tutuyor, daha doğrusu öyleymiş gibi yapıyordu.
Zaten birbirlerine hiç ısınmış değillerdi ki, neden üzülmüş taklidi yapsındı?
Öte yandan taze damat Taner oldukça uykusuz ve üzgün görünmekteydi. Gerçekten de tüm gece uyumamış, bir fincan kahveyle sabahı etmişti.
Sahra'yı severdi. Onu her zaman bir yenge ya da ailenin gelini olarak değil de, bir arkadaş olarak görmüştü. Kaçırılmasına elbette ki üzülecekti. Ki öyle basit bir fidyeci tarafından kaçırılmış değildi. O yüzden çok, çok daha fazla üzülüyordu.
"Zavallı Sahra. Kim bilir şimdi ne hallerde?" diye içeri giren ve her zamanki gibi kusursuz görünen annesiyle uykusuz gözlerini kapattı. Böyle bir günde bile saçlarını yapmayı aksatmamıştı ya, hayret ediyordu doğrusu.
"İşin yoksa avukatıyla uğraş şimdi." diyerek her zamanki gibi annesinin kuyruğuymuşçasına peşi sıra gelip yanına oturmuştu Tarık. Kaşlarını çatarak baktı Taner.
Bu adamın karısı dün gece kaçırılmıştı.
Hem de Han tarafından!
Gerçekten avukatın kendisini sorgulayacağını falan mı düşünüyordu? Kimsenin kafasını kaldırıp bakmadığına göre bu avukat meselesine takılan tek kişi kendisi sanıyordu Taner.
Yanılmıştı.
Babaları Hakan bey içeri girdiği an:
"Ne avukatı?" diye sormuş, Tarık hızla hazır ola geçen bir asker gibi oturduğu yerde dikleşmişti.
"Boşanma av..." deyip birden susuveren annesiyle Gizem ve Taner aynı anda şaşkın bakışlarını Yeşim hanımdan yana çevirmişlerdi. Tarık'ın alnından görünmez soğuk terler süzülürken Yeşim hanım kırdığı potun ağırlığı altında ezilircesine sessizliğe gömülmüştü. Lakin Hakan bey bu gizli sırrı kaçırmadı.
"Ne boşanması?" diye ortaya bir soru yönelttikten sonra:
"Tarık!" diye daha sert bir ses tonuyla seslendi. Titreyen ellerini sabit tutma gayretiyle birbirine kenetleyen Tarık kekelercesine:
"Yok baba öyle bir şey, Sahra'nın her zamanki tripleri." diye söylendi. Düğün gecesi ve akabinde balayı sabahı mahvolduğu için yeterince öfkeli olan Gizem'in:
"Boşanma da trip oldu." cümlesi duyulduğunda tüm gözler genç kadına çevrilmişti. Taner hızlı bir hamleyle henüz bir kaç saatlik evli olduğu manken karısını dürtüklerken Hakan bey imalı bir konuşmaya başlamıştı.
"Belli ki herkesin her şeyden haberi var. Neymiş bu boşanma mevzusu söyle bakalım."
Sesi çıkmıyordu Tarık'ın. Zira öfkeli bakışları hala Gizem'in üzerindeydi.