Elimde tuttuğum kutu, annemin yıllardır biriktirdiği en değerli varlıktı. Bu küçük kutu, ailemizin geleceği için saklanmıştı, ama ben o geleceği yeniden yazmak için onu kullanmak zorundaydım. Annemin odasından sessizce altınlarını aldım. İçim gidiyordu, ama başka çarem yoktu. Planımın riskli olduğunu biliyordum ama eğer başarılı olursam, ailemi içinde bulunduğu sıkıntıdan kurtarabilirdim.
Altın kutusunu açtığımda gözümün önüne düğünlerde takılan küçük bilezikler ve altın kolyeler geldi. Annem bunları benim ve kardeşimin geleceği için saklıyordu. Şimdi ise onları bozduracaktım. Kalbim bu düşünceye karşı çıkıyor gibi görünse de aklım, bu altınlarla ne yapabileceğimi bana hatırlatıyordu.
Zaman kaybetmeden dışarı çıktım ve Konak’taki bir kuyumcuya yöneldim. Eski taş binaların arasında yürürken içimdeki kararsızlık her adımda biraz daha artıyordu. Ama yapmam gereken buydu. Kuyumcunun parlak vitrini önümde belirdiğinde derin bir nefes aldım ve içeri girdim.
Tezgâhın arkasında duran adam bana şüpheyle bakıyordu. Genç bir kızın elinde altınlarla gelmesi onu şaşırtmıştı, belli ki. Ama kendimi toparlayıp gözlerine baktım. "Düğünümdeki altınları bozdurmak istiyorum," dedim. Adam bana kısa bir süre bakıp başını salladı. Bana şüpheyle baksa da işlemi yaptı.
Tezgâhın üzerine koyduğum altınları incelemeye başladı. Kolyeler, bilezikler ve bir çift küpe vardı. "Altınlarınız fena değil," dedi. "Bugünün fiyatlarına göre hesap yapalım." dedi hesap makinesini önüne alırken.
"10 bilezik ve 5 çeyrek altın… Altın fiyatları şu an iyi durumda. Bilezikler yaklaşık 220 gram yapıyor, gram başına 63 TL’den 13.860 TL eder. Çeyrek altınlar da toplamda 400 TL yapıyor. Hepsi birlikte 14.260 TL tutar."
Altınları alıp karşılığında bana nakit parayı verdiğinde içimde büyük bir boşluk hissettim. Annemin yıllarca biriktirdiği bu değeri parayla ölçülmeyen bu takılar, birkaç dakika içinde elimden gitmişti. Ama bunun karşılığında daha fazlasını geri alacağımı biliyordum. Altınları yerine koymakla kalmayacak, ailemi hiç beklemedikleri bir hayatın eşiğinden kurtaracaktım.
Parayı aldığım gibi hızlıca bankaya koştum. Vakit kaybetmeden bankaya girdim ve direkt olarak hesap açtırdım. Banka görevlisi bana hesap bilgilerimi verirken ellerim titriyordu, ama bu titreme heyecandandı. Yakında büyük bir fırsat yakalayacaktım.
Planım basitti: Şu anda Bitcoin satın alıp bir hafta içinde fiyat yükseldiğinde onları satacaktım. Hızla bankadaki işlemleri tamamladım ve internet bankacılığını aktif hale getirdim. Zaman daralıyordu ve kaybedecek vaktim yoktu.
Bankadan çıkar çıkmaz hızlı adımlarla eve döndüm. Artık elimde sermayem vardı, ama en kritik adım henüz atılmamıştı: Bitcoin alımı. Bilgisayarımın başına oturduğumda, zihnimdeki sesler susmuyordu. Bunu yapmanın ne kadar riskli olduğunu biliyordum ama aynı zamanda geleceği de biliyordum. Bitcoin'in önümüzdeki aylarda nasıl yükseleceği net bir şekilde aklımdaydı. Zaman çok değerliydi; doğru adımı atmam gerekiyordu.
Ekranda borsa platformunu açtım, hesaba yatırdığım parayı kontrol ettim. Kendi biriktirdiğim parayı da ekledikten 14.760 TL elimdeydi ve bunu en verimli şekilde kullanmam gerekiyordu. O dönemde Bitcoin fiyatı henüz 0.10 dolar civarındaydı. Hızlıca hesap yaptım. Yaklaşık 14.700 TL ile 147.000 Bitcoin alabilecektim. Bu sayı, birkaç ay içinde beni hayal bile edemeyeceğim bir noktaya taşıyacaktı. Ama bu sürede dikkatli olmalı, doğru zamanı kollamalıydım.
Ellerim terliyordu ama kararlılıkla satın alma işlemini başlattım. Birkaç saniye sonra ekranda gördüğüm onay mesajı, içimdeki tüm tereddütleri ortadan kaldırdı. "Başardım," diye fısıldadım kendime. Artık geleceğe dair planlarım işlemeye başlamıştı. Eğer her şey planladığım gibi giderse, birkaç ay içinde elimde ciddi bir kazanç olacaktı. Altınları geri almakla kalmayacak, ailemi maddi olarak çok daha rahat bir duruma getirecektim.
Bilgisayarın ekranını kapatırken derin bir nefes aldım. Şimdi tek yapmam gereken beklemekti. Ama önümde başka bir gerçek vardı: Yarın sabah okula gitmem gerekiyordu. Uzun zamandır hatırlamadığım bir rutin…
O gece çok zor uyudum. Düşüncelerim beynimde sürekli dönüp duruyordu. Yatırımı yapmıştım, ama gelecekte neler olacağını bildiğim halde, yine de içimde bir korku vardı. Annemin altınlarını yerine koymak, ailemi güvende tutmak zorundaydım.
Ertesi sabah uyandığımda ise farklı bir sorun beni bekliyordu. Artık 18 yaşında bir liseli gibi davranmak zorundaydım. Her ne kadar gelecekte bir hayat yaşamış olsam da, şu anki dünyamda okula gitmem gerekiyordu. Kahvaltı sırasında annem "Bugün okula gideceksin değil mi?" diye sorduğunda, hafifçe başımı salladım. Yıllar önce bıraktığım o lise günlerine geri dönmek ne kadar tuhaf bir histi.
Elbiselerimi giyip kapıdan çıktığımda içimde bir gariplik vardı. Okul yolunda, 18 yaşındaki Elif gibi değil de, yıllarca o okullardan uzak kalmış biri gibi hissediyordum. Okula vardığımda, her şey bir anda yüzüme çarptı. O tanıdık binalar, öğrenciler, bahçedeki ağaçlar… Ama hiçbir şey eskisi gibi değildi. En azından benim için. Artık geleceği bilen bir yabancı gibiydim.
Sınıfa girmeden önce okul koridorlarında dolaşırken, insanların konuşmalarına kulak kabarttım. Ali’nin gidişi okulda büyük yankı uyandırmıştı. Herkes onun neden ve nasıl gittiğini konuşuyordu. Ali kayıp bir aşktı benim için. Oysa kimse Ali’yle aramızda neler olduğunu bilmiyordu. Sevgili olduğumuzu saklamıştık.
Bir köşeye çekilip arkadaşlarımı uzaktan izlemeye başladım. Onların arasına karışmak, geçmişe dönüp bir kez daha o sohbetlere katılmak istiyordum ama her şey o kadar yabancıydı ki. Gelecekten gelmiş biri olarak, onların ne yaptığını, son zamanlarda neler yaşadıklarını hatırlamıyordum. En son ne konuştuklarını, hangi esprilere güldüklerini bile bilmiyordum. Onlarla bir kez daha aynı ritmi tutturmak imkânsız gibi geliyordu. Zamana ihtiyacım vardı.
Sessizce izlerken arkadaşlarımın gülüp eğlenmelerini, içimde bir yalnızlık hissi doğmuştu. Geçmişteki Elif burada olsaydı, onların yanına gidip şakalaşırdı. Ama ben artık o Elif değildim. Zamanla bu yalnızlığı aşmam gerekecekti, ama o gün, sadece onların ne kadar uzak olduklarını hissettim.
Ali’nin gidişi ise okulun her köşesinde bir gölge gibi dolaşıyordu. O sırada bir isminin sevim olduğunu hatırladığım bir arkadaşım yanıma geldi, endişeyle bana baktı. "Elif, iyi misin? Seni son zamanlarda çok durgun görüyorum." dedi.
Ne diyeceğimi bilemedim. Geçmişe dair hiçbir şey hatırlamıyordum, ya da belki hatırlamaktan kaçınıyordum. Ona sadece hafifçe gülümsedim ve "İyiyim," diyebildim. Gözlerim doldu, ama kimseye bir şey belli etmemeye çalıştım. Kimse Ali’nin bana verdiği kolyenin sırrını bilmiyordu. Kimse benimle olan ilişkisini bilmediği için acımı paylaşmıyordu. Bu acıyı sadece ben yaşıyordum, hem de iki kez: Geçmişte ve şimdi. Ama bu sefer, her şeyin farklı olmasını sağlayabilirdim. Bu koridorlarda, bu okulda olmak artık başka bir anlam taşıyordu. Ben sadece geçmişin bir hayaletiydim.
Okul koridorlarında dolaşırken, zihnimde başka bir şey daha vardı: piyasa. Sabah yaptığım yatırımın nasıl ilerlediğini görmek için sabırsızlanıyordum. Günlerdir zihnimi meşgul eden bu plan, sadece gelecekte ailemin hayatını değiştirme gücüne sahip değil, aynı zamanda benim de geleceğim için bir dönüm noktasıydı. Öğle arasına yaklaşırken sessizce bilgisayar odasına gittim. İçerisi boştu, bu da işimi kolaylaştıracaktı. Hızla bilgisayarlardan birine oturdum ve piyasayı kontrol etmek için tarayıcıyı açtım.
Ekranda Bitcoin’in fiyatları karşıma çıkınca, derin bir nefes aldım. Henüz bir değişiklik yoktu; fiyat 0.11 dolar civarındaydı. Sabırlı olmam gerektiğini biliyordum ama yine de heyecanla her anı takip etme isteği içimi kaplıyordu. Bilgisayardan çıkış yapmadan önce hesabımdaki bakiyeyi tekrar kontrol ettim. 147.000 adet Bitcoin'in orada olduğunu görmek içime bir nebze su serpti. Yakında her şey değişecekti.
Bilgisayar odasından çıkarken kendimi biraz daha rahatlamış hissettim. Bir hafta içinde planımın sonuçlarını görecektim, ama şimdi başka bir görevim vardı: Babam. Onu bir doktora götürmek, geçirdiği beyin kanamasını önlemek zorundaydım. Geriye döndüğüm andan beri bu düşünce beni rahat bırakmıyordu. Babamın sağlığı, her şeyden önce geliyordu. Eve giderken, nasıl bir bahane bulup onu doktora götüreceğimi düşünüyordum. Gerçeği ona asla açıklayamazdım, ama onu bir şekilde ikna etmeliydim.
Akşam evde, sabırsızca babamın işten dönmesini bekledim. Annem yemek hazırlarken, babamın eve gelme saati yaklaştıkça içimdeki gerginlik artıyordu. O anların ne kadar kıymetli olduğunu bilerek hareket etmeliydim. Kapı açıldığında babamın yorgun adımları duyuldu. İşten dönen babam, her zamanki gibi ceketini çıkarıp asarken bana gülümsedi.
"Hoş geldin, babam," dedim, sesimde hafif bir titreme vardı. Babam, yorgun yüzüyle bana bakıp başını salladı. Sofraya oturduğunda, yavaşça onun yanına yaklaştım. Söyleyeceklerimi kafamda toparlamaya çalışıyordum. Ne desem, nasıl ikna etsem?
"Babacığım," dedim, sesim ciddileşmişti. Babam başını kaldırıp dikkatlice yüzüme baktı. "Bugün çok kötü bir rüya gördüm," diye devam ettim. "Sen yere yığılıyordun ve biz seni kaldırmak için bağırıyorduk ama bir türkü uyanmıyordun. Baba sana bir şey olacağından korkuyorum." Bunları söylerken sanki babmın beyin kanaması geçirdiği gün gözlerimin önünde tekrar canlanıyordu. İçimde tarifsiz bir acı dört bir yanımı kaplamaya başlamıştı.
Babam kaşlarını çattı. Benim bir rüyadan bu kadar etkileneceğimi beklemiyordu. "Kötü bir rüya için bu kadar telaş yapmana gerek yok kızım," dedi, hafif bir gülümseme ile. Elini elimin üstüne koyup beni sakinleştirmek ister gibi okşadı.
Ama ben vazgeçmeye niyetli değildim. "Gerçekten çok korktum baba. Seninle bir hastaneye gitmemiz lazım. Rüyamda seni hasta gördüm, bir sorun vardı… Kontrol ettirmelisin, lütfen."
Babam, rüyamı ciddiye alır gibi görünmüyordu, ama sesimdeki korkuyu fark etmiş olmalıydı. "Kızım, ben iyiyim, gerçekten. Aradabir başım ağrıyor. onun dışında bir sorunum yok ki." dedi, ama sesinde bir tereddüt vardı.
"Babacığım," dedim, gözlerine bakarak. "Eğer ki bu rüyadan sonra sana bir şey olursa ve sen doktora gitmediğin için bunu önleyemezsek, o zaman ben ne yaparım? Nasıl yaşarım? Ne olur hatrım için?" Gözlerim dolmuştu, bu sefer gerçekten korkudan ne diyeceğimi bilmez haldeydim. Babamın bakışları değişti. Yorgun gözlerinde bir yumuşama gördüm. O da herhalde bu ısrarımdan etkilenmiş olmalıydı.
Derin bir nefes alıp başını salladı. "Peki kızım," dedi sonunda. "Madem bu kadar ısrar ediyorsun, yarın beraber gideriz. Ama sadece sen rahatla diye," dedi hafif bir gülümseme ile.
İçimde büyük bir rahatlama hissettim. Babamın doktor kontrolüne gitmeyi kabul etmesi, bir felaketin önüne geçmemizi sağlayacaktı. Babama sıkıca sarıldım. "Teşekkür ederim, babam."
Yarın her şey daha iyi olacaktı. Babamla beraber hastaneye gidip onun sağlığını kontrol ettirerek ilk adımı atacaktım. Artık geçmişi değiştirme fırsatım vardı ve bu fırsatı sonuna kadar kullanacaktım.
Sabahın erken saatlerinde hastanenin soğuk koridorlarında babamla birlikte oturuyorduk. Ellerimi sıkıca birbirine kenetlemiş, içimdeki endişeyi bastırmaya çalışıyordum. Babam yanımda sakin görünüyordu ama ben onun ne kadar güçlü durduğunu biliyordum. Onu bu şekilde buraya getirebilmek için ne kadar çok ısrar ettiğimi hatırladıkça, içimdeki korku daha da büyüyordu. Zaman akıp giderken, babamın hayatı için ne kadar önemli bir adım attığımın farkındaydım.
İlk randevumuz kardiyoloji bölümü içindi. Babamın kalbiyle ilgili bir sorun olmadığını düşünüyordum, ama yine de emin olmak istiyordum. Doktor, babamın kan basıncını ölçtü ve kalp fonksiyonlarını kontrol etti. Babamın yüksek tansiyonu olduğunu zaten biliyorduk, ama doktor yine de kalbinin genel durumunu gözden geçirdi. "Kalp ritmi normal," dedi doktor, "Ancak tansiyonunuzu daha iyi kontrol altında tutmalısınız."
Sonrasında ise nörolojiye geçtik. Doktor bir sürü test vermişti. Tüm gün boyunca oradan oraya koşturduk; tahliller,tomografi, Mr kan testleri… Babam her ne kadar "Boşuna geldik buraya, bir şeyim yok." dese de testlerin yapılmasını sessizce kabul etti.
Zaman akıp gidiyordu ve bekleme salonunda otururken saat neredeyse 3:30’u bulmuştu. Hem babam hem de ben artık yorgun düşmüştük. Nihayet, doktor sonuçları gözden geçirmek için bizi yeniden odasına çağırdığında içimdeki gerginlik zirveye çıkmıştı. Doktorun ciddi yüz ifadesi, sonuçların hiç de iyi olmayacağını haber veriyordu.
"Buyurun," dedi doktor, bilgisayarındaki görüntüleri ekrana yansıtarak. Babamın MR sonuçlarını işaret etti. "Murat Bey, beyin damarlarınızdan biri kısmen tıkanmış. Bu tıkanıklık, ileride ciddi bir sorun yaratabilir."
Babam kaşlarını çattı, soruyu sormak yerine sessizce doktoru dinliyordu. Doktor devam etti: "Bu tür tıkanıklıklar genellikle ani bir beyin kanamasına ya da felce neden olabilir. Yani, beyin damarınızın bu şekilde devam etmesi büyük bir risk taşıyor. Sizi ameliyata almamız gerekecek, çünkü bu tıkanıklık zamanla daha da kötüleşebilir."
Babam, doktorun söylediklerini anlamaya çalışıyordu. "Ameliyat mı?" dedi, sesi şaşkın ve endişeliydi. Ben ise bu durumu daha kötüsünü önceden yaşamıştım, ama şimdi erken müdahale edebilme şansımız vardı.
"Ameliyat, bu damar tıkanıklığını açmak için gerekecek," diye devam etti doktor. "Ancak, her ameliyatta olduğu gibi bazı riskler var. Beyinle ilgili operasyonlar hassastır. Ameliyat sırasında veya sonrasında kanama, enfeksiyon, hatta beyin hasarı gibi komplikasyonlar oluşabilir. Ancak bu operasyon yapılmazsa, ileride ani bir beyin kanamasına ya da felce geçirme riskiniz çok yüksek."
Odaya bir sessizlik çöktü. Babam bana dönüp baktı. Gözlerinde hem korku hem de bir kabullenme vardı. Doktorun söyledikleri açık ve kesindi. Bu ameliyatı olmamak, daha büyük tehlikelerle karşı karşıya kalmak demekti. Babam derin bir nefes alıp başını salladı. "Peki, ne zaman ameliyat olmam gerekiyor?" dedi, sesi artık kararlıydı.
"En kısa sürede… " diye cevapladı doktor. "Beyniniz şu anda saatli bir bomba. Bu bombayı ne kadar kısa sürede imha edersek o kadar iyi olacak. Birkaç gün içinde sizi tekrar çağıracağız."
Babam doktorun söylediklerini kabul etti, ama çıkarken bakışlarından hâlâ bir belirsizlik akıyordu. Onun yanına gidip koluna dokundum, "Baba, bu ameliyat senin bizimle olmanı sağlayacak. Erken teşhis sayesinde daha büyük bir riskten kurtulacağız." dedim, sesimdeki kararlılığı ona hissettirmek istiyordum.
"İyi ki ısrar etmişsin kızım," dedi babam, derin bir nefes alarak. "Bu kadar ciddi bir şey olacağını hiç düşünmemiştim." dedi bana sarılıkken. Babamın bana bir kez olsun sarılması için ne kadar çabalamış, nelere katlanmıştım. Sonunda onun kollarında ağlarken bu kadar mutlu olacağımı bilmiyordum.
Babamın saçımı okşayarak "Ağlama kızım, her şey yoluna girecek. Ama önce bu haberi annene vermemiz gerekecek." dedi sesinde annemin vereceği tepkinin ne olacağını bilen bir tavırla. Usulca hastane koridorlarından çıkışa doğru giderken, zor geçecek bir beyin ameliyatı için kendimi ve ailemi hazırlamam gerektiği geçiyordu aklımdan.