Gözlerimi açtığımda her şeyin o kadar tanıdık, o kadar gerçekti ki... Yataktan doğrulup, etrafıma bakındım. Çarşaflar, odanın duvarlarına asılı posterler, pencerenin kenarındaki eski masa lambası… Her şey yerli yerindeydi. Ama bir şey eksikti, bu gerçek olamazdı, değil mi?
Kendimi zorlayarak yatağımdan hızla kalktım ve odanın karşı köşesindeki aynaya koştum. Aynaya baktığımda gördüğüm şey… bendim. Ama gençtim. 35 yaşında, yılların yorgunluğunu taşıyan yüzüm değil, 18 yaşındaki halim bana bakıyordu. Gözlerim genişçe açılmıştı, şok içindeydim. Uzun, siyah saçlarım omuzlarıma dökülüyordu, yanaklarım dolgun, yüzümdeki çizgiler henüz belirmemişti. Sanki zaman geri akmıştı. Mavi gözlerimdeki o eski genç parıltıyı tekrar görüyordum. Oysa o zor yıllardan sonra bu bakışları kaybetmiştim.
Parmaklarımı yavaşça yüzüme dokundurdum, her şey gerçekti. Derim pürüzsüzdü, yılların yükü omuzlarımda değildi. Bu benim gençliğimdi, ama nasıl? İçimdeki tüm karmaşa, gözlerimin önünde kaybolan yıllara bakarken yeniden şekilleniyordu.
Telefonuma uzandım, ellerim hâlâ titriyordu. Eski, tuşlu telefonun ekranına baktığımda içimde bir ürperti hissettim. Tarih: 20 Ekim 2010. O gün. Unutamadığım o tarih, Ali’nin benden hiçbir iz bırakmadan gittiği gündü. "Olamaz," diye fısıldadım. Ali... O günden sonra, bir daha asla görmemiştim. Söylenenlere göre yurt dışına taşınmıştı. Ama o gün neden ve nasıl gittiğini hiç öğrenememiştim. Şimdi burada, o günün sabahındaydım. Ne yapmam gerektiğini bilmiyordum.
Gözlerim bir an boynumdaki kolyeye kaydı. İşte buradaydı. O gün Ali’nin bana verdiği kolye, yıllardır yanımdan ayırmadığım o küçük mücevher. Bu kolyenin sırrı neydi? Kolyeyi avuçlarımın arasında sıktım. Ne olduğunu bilmiyordum ama bir şekilde bu kolye, beni buraya geri getirmiş olmalıydı. Kolyenin gizemini çözmem gerekiyordu. Ama ondan önce… Ailemi görmem gerekiyordu.
Bir an ne yapacağımı saşırdım. Evet onları görmem gerekiyordu gerekmesine ama onlara ne söyleyecektim? Gelecekten geldiğimi mi? Bu mümkün değildi, beni asla anlamaz hatta delirdiğimi düşünürlerdi. Derin bir nefes aldım ve kararlılıkla kapıya yöneldim. Onlara hiç bir şey söylemesemde en azından sarılmalıydım.
Koridorun sonundaki o eski kahverengi kapıyı açıp mutfağa doğru yürüdüğümde, tanıdık kahvaltı kokuları burnuma çarptı. Annem her zamanki gibi mutfakta, efsaneler yaratıyordu. Başında beyaz bir eşarp, kısa siyah saçları yüzünü çerçeveliyordu. Annem… Onu bu kadar genç, enerjik görmek beni çok şaşırmıştı. Yüzündeki ince çizgiler şimdi o kadar derin değildi, gözlerinde her zamanki şevkat ve sıcaklık vardı. Kalbimonca zaman onun acı çektiği gerçeğiyle sıkıştı, gözlerim doldu.
Küçük kardeşim ise masada, önündeki defterle uğraşıyordu. Yedi yaşında… Gözlerinde o masumiyeti yeniden görmek beni allak bullak etti. Kardeşim, benim kıymetlim… Hayatın ona ne getireceğini bilmeden o masada ne kadar da huzurlu görünüyordu.
Ama asıl görmek istediğim, babamdı. O an kapıdan içeri girdiğinde, gözlerimde hazır bekleyen yaşlar yanaklarımdan bir bir süzüldü. Babam… Babam yine o eski güçlü haliyle karşımdaydı. Kahverengi saçları, hafif göbeğiyle biraz tıknaz ama o kadar kendine güvenli, o kadar huzurlu görünüyordu ki. Yüzünde her zamanki ciddi ifade vardı, ama o hafif tebessümü gördüğümde içimde bir yerlerde kopan fırtınalar dindi. Onu ne kadar özlediğimi fark ettim.
Gözlerimden yaşlar süzülürken kendimi babamın kollarına attım. "Babam..." dedim, sesim titriyordu. O da şaşırmıştı, ama kollarıyla beni sıkıca sardı. O koku, o sıcaklık… Her şeyi unutturabilirdi. "Ne oldu kızım, iyi misin?" diye sordu, şaşkın ama şefkat dolu bir sesle. Ona hiçbir şey söyleyemezdim. Gelecekte onu kaybedeceğimi, bunun beni nasıl yıktığını… Sadece "İyiyim," diyebildim. Ama o an o kadar çok şeyi hissettim ki, içimde tutmaya çalışıyordum.
Annem de bu duruma şaşırmış olmalıydı, çünkü sessizce bana bakıyordu. Gözleri, her zamanki gibi endişeliydi, ama bir yandan da beni anlamaya çalışıyordu. Yanına gidip ona da sarıldım. Annem… Onu böyle sağlıklı, huzurlu görmek beni hem mutlu etti, hem de korkuttu. Bu anları tekrar kaybetmek istemiyordum.
Kardeşim de bana şaşkın gözlerle bakıyordu. Yanına gidip saçlarını karıştırdım ve sarıldım. Bu anı sonsuza kadar yaşamak istiyordum. Ailem yanımdaydı. Babam iyiydi. Ama biliyordum ki, çok yakında her şey değişecekti. Bu sefer onları korumak için her şeyi yapacaktım.
Gözyaşı ve sarılmalardan sonra ailemin benim neyim olduğunu soran bakışları altında annemin hazırladığı mükellef sofrada 35 yıllık ömrümün en güzel kahvaltısını yapmıştım. Okula gitmeyeceğimi soran annemle önce afallasamda sonradan kafama dank etmişti. Ben 18 yaşımdaysam lise öğrencisiyim de aynı zamanda. Ama bugün okula gitmeye hazır değildim. Önce kafamı toplamam gerekiyordu. Anneme kendimi halsiz hissettiğimi ve gidemeyeceğimi söylediğimde normalde beni terlikle kovalayacak olan annem sabahki performansım yüzünden herhalde beni kendi halime bırakmıştı. Babamla kaş göz yaparken yakaladığım halleri mutluluktan içimi kıpır kıpır ettirmişti.
Kahvaltı bitip benden beklenmeyecek şekilde neşeyle ailemi öpücüklere boğarak odama doğru ilerledim. Odamın girip kapısını yavaşça kapattım ve sırtımı kapıya yaslayarak derin bir nefes aldım. Burası benim sığınağımdı. Küçüklüğümden beri bu dört duvar arasında hayaller kurmuş, gelecek planları yapmıştım. Ama şimdi işler çok daha karmaşıktı. Buraya nasıl döndüğümü, kolyenin gizemini, Ali’nin neden ortadan kaybolduğunu öğrenmem gerekiyordu. Fakat ilk olarak babamın bir doktora götürüp kontrollerini yapmam ve ailemin geleceğiyle ilgilenmem gerekiyordu.
Yerden kalkıp yatağıma oturmuş sırtımı duvara yaslamıştım. Düşüncelerimin girdabında kaybolmuş haldeydim. Burası… Burası masum hayallerimin mekanıydı. Ama ben, gelecekteki acı dolu yıllardan geliyordum. Babamın hastalığı… O geri dönülemez süreç… Geleceği değiştirme şansım varken, hiçbir şey yapmadan duramazdım. Zamanın benim için bir anlamı kalmamıştı, fakat babamın sağlığı hâlâ bir numaralı önceliğimdi.
Oturup bir plan yapmam gerekiyordu. Derin bir nefes aldım. Teknik olarak hâlâ liseli bir genç kızdım. Ama ruhumda 35 yıllık deneyim vardı. Elbette okula gitmem gerekecekti. Lise zamanlarım ne kadar da zor geçmişti gece gündüz çalışıp Ege İktisat’ı kazanmıştım. Üniversitede iktisat okuduğum günleri hatırladım. Harun’un baskıları yüzünden örgün eğitime devam edememiştim, ama açıköğretimden okulu bitirmiştim. Okumaktan hiç vazgeçmemiştim. Harun’un şiddeti altında geçen yıllar boyunca kendime tek bir kaçış yolu bulmuştum: kitaplar. Kendi mesleğile ilgili bulabileceğim her kitaba gömülür, finansal analizlerle saatlerce vakit geçirirdim. Ekonomiye, yatırım stratejilerine, özellikle de kripto paralara olan ilgim o zor zamanlarda en büyük eğlencemdi. Kendi dünyamda, sayılarla ve grafiklerle boğuşurken hayatın acı gerçeklerinden bir nebze uzaklaşırdım.
Şimdi ise buradaydım, yeniden geçmişe dönmüştüm. Ama bu sefer, elimde çok daha fazlası vardı. Geleceğe dair bilgilerim, kripto para piyasasındaki yükseliş ve düşüşlerin tarihleri aklımdaydı. 35 yıllık hayat tecrübemle her inişi ve çıkışı net bir şekilde hatırlıyordum. Ama bu bilgiler ne kadar değerli olursa olsun, elimde sermaye olmadan işe yaramazdı.
Beş yüz liram vardı sadece. Şu anki piyasa koşullarında bu parayla bir şey yapmak neredeyse imkânsızdı. Önümde koca bir dağ vardı, ama ona tırmanacak ayakkabım yoktu. Bir çözüm bulmam gerekiyordu. Ama ne?
Düşüncelerim hızlıca dönerken aklım annemin takı kutusuna kaydı. Yıllardır orada duran küçük kutu… Altınlar. Ailemizin en değerli varlığydı. Annem her zaman onları zor günler için saklardı. Bugün zor günlerin tam ortasındaydık, değil mi?
İçimde bir savaş başladı. Altınları bozdurup, piyasa yükseldiğinde geri yerine koymak… Bu çok riskli bir fikir olsada büyük bir fırsatıda beraberinde getiriyordu. Kripto paraların yakında büyük bir çıkış yapacağını biliyordum, tarihler aklımda netti. Eğer doğru zamanda yatırım yapabilirsem, altınları geri koymakla kalmaz, ileride yapacağım yatırımlar içinde sermayeyi elde etmiş olacaktım.
Kalkıp aynanın doğru yürüdüm. Kendime baktığımda içimdeki kararsızlık gözlerimden görünüyordu ama ya batacaktım ya da çıkacaktım. Annemin altınları… Onları bozdurmak, bana gerekli sermayeyi sağlayabilirdi. Ancak bu riski göze almalı mıydım? Derin bir nefes alıp düşünmeye çalıştım. Geleceği biliyordum, ama her şeyi kusursuzca planlayabilir miydim?
Bir an annemin yüzü aklıma geldi. Bana güveniyordu, ondan gizlice bir şey yapmak bana ağır geliyordu. Ama babamın sağlığı ve ailemin geleceği için bunu yapmak zorundaydım. Bu, bir kumar değildi. Geleceği biliyordum. Eğer dikkatli olursam, her şey yolunda gidecekti.
Bu düşünceyle kararlı bir adım attım. Planım basitti: Annemin altınlarını bozdurup, doğru zamanda kripto paralara yatırım yapacaktım. Böylece piyasa yükseldiğinde hem altınları geri alabilecektim hem de daha fazlasını kazanabilecektim. Ama bu süreçte dikkatli olmalıydım, her hamlemi hesaplamalıydım.
Şu anda ekim aylarının sonundaydık hatırladığım kadarıyla Bitcoin şu anda 0.10 dolardı ve ben doğru zamanda satarsam 5 kat kar edebilirdim. Aralık ayının sonlarında 0.50 dolar alacaktı çünkü. Bu sefer, kazanan ben olacaktım.