Hastaneden çıktıktan sonra babamın emektar arabasına binip eve doğru yol aldık. Arabada babamın yanında sessizce dururdum. Kafamda bir yığın düşünce dolanıyordu. Babamın ameliyat olması gerektiğini öğrenmiştik. Şimdi ise anneme bunu nasıl anlatacağımızı düşünüyorduk? Annemin bu haberi aldığında ne yapacağını tahmin edebiliyordum aslında; gözlerinde korku dolu bir ifadeyle babamı saracak, belki de o içli içli ağlayacaktı.
Arabadan inip eve doğru yürürken babam sessizdi. Onun yanında olmak, beni biraz olsun rahatlatıyordu. Ama içimdeki o gerginlik, her adımda daha da artıyordu. Eve vardığımızda kapıyı açtık, içeriden yemek kokuları burnuma geldi. Annem her zamanki gibi mutfakta olmalıydı. İçimden derin bir nefes aldım ve babamla göz göze geldik.
“Hazır mısın?” dedim, ama sanki bu soruyu kendime soruyordum. Babam derin bir nefes aldı ve başını salladı.
Mutfaktan çıkan annem, her zamanki gibi neşeliydi. Babamın işten dönüşünü kutlarcasına sofrayı hazırlamış, birazdan hep birlikte oturacağımız keyifli bir akşam yemeğine hazırlanıyordu. Bizi görünce yüzünde beliren gülümseme yavaşça soldu.
“Ne bu haliniz? Nerede kaldınız siz? Saat çok geç oldu,” dedi endişeyle, ama sesindeki o küçük tını, yaklaşan fırtınayı sezdiğini gösteriyordu. Babamın her zamanki halinden daha yorgun göründüğünü fark etmiş olmalıydı.
Babam derin bir nefes aldı ve ona yaklaşıp omzuna dokundu. "Hanım, bir süre oturur musun? Sana anlatmamız gereken önemli bir şey var."
Annemin yüzü aniden ciddileşti. Endişeli bakışları hızla ikimiz arasında gidip geliyordu. “Neler oluyor? Ne oldu Murat? Doktor ne dedi?” dedi, sesi biraz daha yüksek çıkmıştı. Annemin titreyen elleri, endişesinin bir yansımasıydı. Gözlerinin altındaki ince çizgiler, yılların yükünü taşıyordu, ama babama olan sevgisi her şeyden daha güçlüydü.
Babam oturmasını işaret etti, ben de onun yanında sandalyeye çöktüm. Annem çaresizce ikimizin yüzüne bakarak bir açıklama bekliyordu. İçimden, keşke bu anı yaşamak zorunda olmasaydık, diye geçirdim.
Babam konuşmaya başladı. “Melek’im, biliyorsun benim başım sürekli ağrıyordu ama önemsememiştim. Şimdiye kadar… Elif’in ısrarı olmasaydı belki de gitmezdim doktora ama iyi ki gitmişiz. Çünkü doktorlar, beynimdeki bir damarın tıkandığını fark ettiler.” Babam bu kadar ağır bir durumu bile yumuşatmaya çalışıyordu, ama annem anlamıştı.
Annemin gözleri dolmuştu, nefesi sıkışmış gibiydi. "Tıkanıklık mı? Ne demek bu Murat? Ne kadar ciddi?" diye sordu, sesi titriyordu. Babamın ellerine yapışmıştı, sanki onu kaybetmemek için ona sarılmaya çalışıyordu.
Ben devreye girip, durumu net bir şekilde açıkladım. “Annem, babamın beyin damarlarından biri kısmen tıkanmış. Bu tıkanıklık ilerlerse ciddi sorunlara yol açabilirmiş. Doktor, bir an önce ameliyat olması gerektiğini söyledi. ”
Sözlerim annemin yüzünde bir şok dalgası yarattı. Gözlerindeki korku, içimi burktu. Annemin sessiz çığlıkları sanki her an patlayacak bir volkan gibi orada duruyordu. O an babamın yanına çömeldi ve ellerini onun dizlerine koyarak başını eğdi. "Murat, ne yapacağız? Ya sana birşey olursa ben ne yaparım?" dedi, gözyaşlarını tutmaya çalışırken.
Babam annemi sakinleştirmek için elini saçlarına götürdü ve onu okşadı. “Her şey yoluna girecek, hanım. Doktor çok tecrübeli, işinde çok iyiymiş. Birkaç gün içinde ameliyatı planlayacaklar. Eğer zamanında müdahale edilirse, her şey daha iyi olacakmış.”
Annemin gözlerinden yaşlar süzülüyordu. Sessizce babamın elini tuttu ve başını onun omzuna yasladı. "Allah’ım esirgesin, sana birşey olmasından korkuyorum. Sen bize lazımsın Murat. Biz sensiz ne yaparız?"
O an, babamın gücünü kaybetmediğini, ailesi için hala dimdik ayakta durmaya çalıştığını fark ettim. Ama ben de onun gibi güçlü olmalıydım. İçimden bir söz verdim: onunla birlikte bu zorlu süreci beraber atlatacaktık.
Annemin omzuna sarıldım ve "Anne, her şey kontrol altında. Babam bu ameliyatla kurtulacak ve sağlığına kavuşacak. Biz birlikte tekrar eski sağlıklı günlerimize döneceğiz." dedim, onu rahatlatmaya çalışarak. O an hepimiz bir araya gelip sarıldık. Bu zor zamanlarda birbirimize tutunmaktan başka çaremiz yoktu.
Babamın bu mücadeleyi kazanmasını sağlayacaktık.
Perşembe gününe kadar olan günler, hayatımda bir yandan geçmişin ağırlığı, diğer yandan geleceğin bilinmezliği ile doluydu. Babamla hastaneye gidip geldikten sonra, evde annem ve babamla konuşmalarımız hep bir belirsizlik etrafında dönüyordu. Babamın ameliyat tarihi henüz belirlenmemişti, ama hepimizin içinde sessiz bir korku vardı. Annem her ne kadar güçlü durmaya çalışsamda, onu geceleri sessizce ağlarken görüyordum. Kardeşim ise olan biteni anlamaktan uzak, çocukluğunun masum dünyasında yaşamaya devam ediyordu.
Bu sırada ben de her gün okula gidiyordum. Okulda olmak garip bir histi. 18 yaşındaki bedenimde, yılların yorgunluğunu taşıyan ruhumla, eskiden şakalaşıp güldüğüm arkadaşlarıma yabancılaşıyordum. Herkes normal bir hayat sürerken, ben içimde büyük bir sır saklıyordum. Kimse onunla neler yaşadığımı bilmiyordu. İçimdeki yalnızlık daha da derinleşiyordu.
Fakat her ne kadar yalnız hissetsem de, en büyük hedefim ailemi kurtarmaktı. Haftanın ortasına kadar kripto piyasasını yakından takip ettim. Bilgisayar odasına gidip her fırsatta Bitcoin'in yükselişini izledim. Fiyatlar yavaş yavaş artıyordu, her baktığımda içimde küçük bir umut yeşeriyordu. Elimdeki yatırım ikiye katlanmaya başladığında, içim kıpır kıpırdı. Planlarım yavaş yavaş gerçeğe dönüşüyordu.
O gece bilgisayarımın başında, elimde kalan tüm sermayeyi kontrol ettim. Bitcoin, beklediğim gibi 0.20 doları aşmıştı. Yakında satış vbaskısı yiyecek ve bu sefer 0.15 dolara tekrar düşecekti. düştüğünde alıp yükseldiğinde satacak ve paramı bu şekilde değerlendirecektim.
Yatırdığım paranın iki katına çıktığını görmek, içimde büyük bir heyecan dalgası yarattı. Planım işe yarıyordu. Artık annemin altınlarını yerine koyup, ailemi içinde bulunduğu maddi sıkıntılardan kurtarmanın zamanı gelmişti.
Kalbim göğsümde çarpıyordu. Hızla hesaplarımı yapıp, kazandığım parayı nakde çevirme planı yapıyordum. Yarın ilk iş kuyumcuya gidip altınları geri alacaktım. Altınları geri koyduğumda, kimse fark etmeden her şeyi yoluna sokmuş olacaktım. Hem ailemi güvende tutacak, hem de babamın ameliyat masraflarını karşılayabilecek duruma gelecektim.
Kuyumcuya gidip altınları geri almak… Bu düşünce beni çok heyecanlandırıyordu. Yataktan kalkıp pencereden dışarı baktım. İzmir’in karanlık sokakları bana o an ne kadar sakin ve huzurlu görünse de, içimde fırtınalar kopuyordu. Artık her şey değişmeye başlayacaktı. Tek yapmam gereken yarını beklemekti.
Sabırsızlıkla yatağa döndüm, ama uyumak neredeyse imkânsızdı. Gözlerimi kapattığımda aklımda sürekli altınları geri almak, kazandığım parayı nasıl yöneteceğim düşünceleri dolanıyordu. Artık bir adım öndeydim. Geçmişteki hatalarımdan ders çıkarmıştım ve şimdi bu dersleri kullanarak hem ailemi hem de kendimi kurtaracaktım. Yarın, büyük adımı atmanın zamanıydı.
Sabah olup kuyumcuya gitmek için sabırsızlanıyordum. Artık elimde altınları geri alabilecek parayı tutuyordum ve her şey planladığım gibi ilerlemişti.
Sabah kahvaltı masasında otururken içimdeki gerginlik her zamankinden daha fazlaydı. Babamla annem, sessizce çaylarını yudumlarken bir yandan da önlerindeki tabaklara bakıyorlardı. O sırada babam derin bir nefes aldı ve konuşmaya başladı.
"Dün hastaneden aradılar. Doktor ameliyat için pazartesiye gün verdi. Ameliyatın detaylarını da bugün seninle birlikte hastaneye gidip öğreneceğiz." Babamın sesi her zamanki gibi güçlüydü, ama içinde hafif bir endişe sezdim. Annem başını salladı, derin bir iç çekti ve ona baktı.
“Pazartesi, demek… Ne zaman gideriz hastaneye?” diye sorduğunda babam “İki gibi gideriz sen hazır ol, geldiğim gibi çıkarız.” dedi. Annemse “Şimdi o zamana kadar masrafları nasıl karşılayacağımızı halletmemiz lazım.” dedi, sesi kırılgandı. O an kalbim hızla atmaya başladı. İçimden bir ses, kötü bir şeyler olacağını söylüyordu. Annemin o an söyleyeceği şeyi tahmin ediyordum, ama duymak istemiyordum.
Annem benim buz kesmemi sağlayacak o sözleri söyledi sonrasında ellerini masanın üzerine koydu ve babama baktı. "Murat, altınları bozdurabiliriz," dedi. Gözlerinde kararlı bir ifade vardı. "Yıllardır onları zor günler için saklıyorum. Şimdi tam sırası."
O an zaman durmuş gibiydi. Gözlerim irileşti, kalbim küt küt atıyordu. Altınlar! Annem bozdurmak istiyordu, ama o altınlar artık yerinde değildi. Panik içinde nefesimi tuttum, ne yapacağımı bilemiyordum. Eğer annem bugün altınları kontrol ederse, hiçbir şeyin yerinde olmadığını görecekti. Her şey ortaya çıkacaktı!
Kendimi zorlayarak sakin kalmaya çalıştım, ama içimdeki korku tüm bedenimi esir almıştı. Hızla masadan kalkmak istiyordum, ama dikkat çekmemek için kendimi tuttum. Gözlerim babama kaydı, onun da altınları bozdurma fikrine karşı çıkmadığını görünce iyice köşeye sıkıştığımı hissettim.
"Şimdi hemen kuyumcuya gidip onları bozduralım," dedi annem. "Pazartesiye kadar masrafları halletmemiz lazım."
Babam annemin bu ani çıkışına karşın “Dur hele bir doktora gidelim. Bir bakalım ne kadar masraf çıkacak ona göre bir hal çaresine bakalım.” dediğinde içime bir su serpsede bu dedikleri benim için bir alarm ziliydi. Eğer hemen hareket etmezsem, her şey altüst olacaktı. Nefesim hızlandı, düşüncelerim birbirine karıştı. Babamın sağlığı için yaptığım her şey boşa gidebilirdi. İçimden bir an önce evden çıkıp kuyumcuya gitmek için sabırsızlanıyordum. Annemin fark etmesine fırsat vermeden altınları yerine koymalıydım.
“Şey… benim biraz erken çıkmam lazım. Halletmem gereken işlerim var.” dedim bir anda, sesimdeki titremeyi kontrol etmeye çalışarak. Annem ve babam şaşkınlıkla bana baktılar.
“Bu saatte ne işi?” diye sordu annem kaşlarını kaldırarak.
“Okulla ilgili, bazı şeyler almam gerekiyor kırtasiyeden.” dedim ve sandalyeden hızla kalktım. İçimdeki paniği saklamak için aceleyle çantamı alıp kapıya yöneldim. Annem ve babamın daha fazla soru sormasını beklemeden kapıyı açıp kendimi dışarı attım.
Hızlı adımlarla sokağa çıktım, kalbim yerinden çıkacak gibi atıyordu. Nefesimi düzene sokmaya çalışarak koşar adımlarla bir bankamatikten altınlara yetecek kadar para çekip kuyumcuya doğru ilerledim. Aklımda sadece altınları geri almak vardı. Planım neredeyse bozuluyordu, ama hâlâ bir şansım vardı.
Konak'taki kuyumcuya vardığımda kapının kilitli olduğunu fark ettim. Kuyumcu henüz açılmamıştı. Gözlerim kapıdaki çalışma saatlerine takıldı: Açılış saati 9:30. Saatime baktım, henüz 9 bile değildi. Beklemem gerekiyordu, ama sabırsızlanıyordum. Her an eve geri dönüp annemin altınların yokluğunu fark edebileceği düşüncesi beni yiyip bitiriyordu.
Kapının önünde volta atmaya başladım, içimdeki gerginlik her dakika daha da artıyordu. Zaman geçmek bilmiyordu. Aklımdaki sesler susmuyordu: Ya annem altınların yerinde olmadığını fark ederse? Ya kuyumcu geç açılırsa? Her şey bozulabilir.
Nihayet 9:30’a doğru kuyumcunun sahibi dükkânı açmak için geldi. Onu görür görmez hızla kapıya doğru koştum. Kuyumcu, beni görünce şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. “Bu saatte ne işin var kızım?” dedi, ama ben onu dinleyecek halde değildim.
Üzerimdeki lise formasına baktığında, gözlerinde kısa bir şaşkınlık belirdi. Ancak bu, benim için önemli değildi. Tek düşündüğüm şey, altınları geri almak ve her şeyi eski haline döndürmekti.
"10 bilezik ve 5 çeyrek altın almak istiyorum." dedim kararlı bir sesle.
Kuyumcu, vitrinin arkasına geçip “Bu kadar çok altını almak için paran var mı?” diye sordu. Ben paraları gösterdiğimde şüpheyle bir tanesini alıp gerçek olup olmadığına baktı ve altınları getirdi. "Bu altınların değeri toplamda 14.360 TL." dedi. Biraz önce yaptığım hesaplarla tam da bu rakamı bekliyordum.
Eli titreyen bir heyecanla çantamdaki parayı çıkardım ve kuyumcuya uzattım. 14.360 TL’yi verdiğimde, elimdeki tüm sermayenin yarısı gitmişti. Ancak içimde büyük bir rahatlama hissettim. Annemin satmaya niyetlendiği altınları geri almıştım.
Altınları küçük bir torbaya koyup dikkatlice cebime yerleştirdim. Her adımda, büyük bir sorumluluk taşıyor gibi hissediyordum. Şimdi tek yapmam gereken, onları yerine geri koymak ve kimseye fark ettirmemekti. Annem altınları kontrol ettiğinde hiçbir şey eksik olmayacaktı, ameliyat masraflarını başka yollarla halletmek için bir süre daha zaman kazanmış olacaktım.
Kuyumcudan çıktığımda, sokaklar hâlâ sessizdi. Sabahın serin havasını içime çektim. Artık her şey benim elimdeydi; altınlar, babamın sağlığı ve ailemin geleceği.
Eve dönerken içimde büyük bir gerilim vardı. Kalbim hala deli gibi çarpıyordu, her şeyin planladığım gibi gitmesi gerekiyordu. Annemle babam ameliyat için altınları satmadan önce onları yerine koymalıydım. Aksi takdirde tüm planım suya düşerdi.
Eve vardığımda anahtarla kapıyı sessizce açtım. Sabah evden çıkarken kimse fark etmemişti, umarım şimdi de kimse beni görmeden tekrar çıkabilirdim. Sessizce, neredeyse bir hırsız gibi içeri süzüldüm. Ayakkabılarımı çıkarıp direkt annemin odasına yöneldim. Altınları aldığım o küçük kutuya geri koymam gerekiyordu. İçimde bir suçluluk vardı ama başka çarem yoktu.
Annemin odasına girdiğimde odanın her zamanki düzenine baktım. Altınları aldığım gibi, aynı şekilde yerine koymak için büyük bir dikkat gösteriyordum. Elimdeki torbayı açıp, altın bilezikleri ve çeyrek altınları kutuya teker teker geri yerleştirdim. Her hareketim dikkatli, her adımım sessizdi. Annem bu odaya girdiğinde hiçbir şey fark etmemeliydi.
Kutuyu eski yerine koyduğumda derin bir nefes aldım. Her şey yolundaydı. Sessizce odadan çıkıp koridora yöneldim. Başarmıştım. Artık kimse bir şey anlamayacaktı.
Tam odama gitmek üzere döndüğümde, annem birden koridorun sonunda belirdi. Beni gördüğünde yüzündeki şaşkınlık ifadesini saklayamadı. "Elif?" dedi, sesi hem şaşkın hem de sorgulayıcıydı. "Sen neden buradasın? Okulda olman gerekmiyor mu?"
Kalbim bir an duracak gibi oldu. Annemin bu soruyu sormasını beklemiyordum. Sanki beni yakalamış gibiydi. Kendimi hemen toparlamam gerekiyordu, ne diyeceğimi bilmiyordum. Yalan söylemek zorundaydım ama çok dikkatli olmam gerekiyordu.
Bir an gözlerim yerde kaldı, sonra ona bakarak hızlıca bir bahane uydurdum. "Anne... şey, ben..." dedim, kelimeleri toparlamaya çalışarak. "Bugün okulda önemli bir dersim yoktu. Sabah biraz başım da ağrıyordu. Eve gelip biraz dinlemnek istedim. Zaten fazla bir şey kaçırmayacağımı düşündüm."
Annemin bakışları hala üzerimdeydi, beni baştan aşağı süzüyordu. Ona bakarken, sessizce beni anlamaya çalıştığını görebiliyordum. Gerçekten hasta olduğumu düşündü mü yoksa hala şüpheli miydi, bilmiyordum. Ama bu bahaneyi yutması gerekiyordu.
Bir an derin bir nefes aldı ve kaşlarını çatarak "Elif, böyle haber vermeden okulu asman hiç doğru değil. Ne kadar büyük olursan ol, okul senin önceliğin olmalı kızım!" dedi, ama sesinde çok büyük bir öfke yoktu, daha çok endişe vardı.
Hemen başımı salladım ve onu yatıştırmaya çalıştım. "Haklısın anne." dedim. "Bir daha haber vermeden böyle yapmam, söz veriyorum. Sadece biraz dinlenmeye ihtiyacım vardı. Biliyorsun son zamnlarda babamın durumu beni çok etkiledi. Merak etme, yarın yine okula gideceğim."
Annem hâlâ bana dikkatle bakıyordu, ama şimdilik bahanelerime inandığına dair bir işaret verdi. "İyi, ama bir daha böyle şeyler yapma, tamam mı? Başın ağrıyorsa bunu bize söylemelisin, kendi başına karar vermemelisin." dedi ve mutfağa doğru yürüdü.
O an içimden zafer çığlıkları atıyordum. Yüzümde geniş bir sırıtmayla bunu aldattığıma inanamıyordum. Annem durumu fark etmemişti. Şimdi odama gidebilir ve biraz olsun sakinleşebilirdim. Altınları geri koymuştum, kimse bir şey anlamamıştı. Artık daha dikkatli olmalıydım, çünkü işler gittikçe daha karmaşık hale geliyordu.