KEYİFLİ OKUMALAR
Sonunda istenilen yemekleri sakin ve dikkatle mutfaktan taşıyıp servis ettiğimde onların beni görebileceği bir yerde durup, beklemeye başladım. Sohbetle karışık yemek faslı devam ederken gözlerim istemsiz restoranı turlayarak, adamın üzerine gizli kaçak uğruyordu. Garip biriydi...Henüz bir kez göz göze gelsek de ondaki bu değişik enerjiyi hissetmiştim. Bir de ona sürekli sorular soran, çekik gözlü iş adamlarına attığı ölümcül bakışları fark etmiştim.
Geçen zaman kendini belli ederken hala öldürücü bakışlarını adamlardan çekmeyen, gizemli kişi dalgalanan çenesi yüzünden kendini zor tuttuğunu ele veriyordu. Sanki o gözlerden ateşler çıkıyor ve karşısındaki adamları yakıp küle çeviriyordu.
Bir an sadece bir an, zihnimde canlanan görüntü ile kıkırdamadan duramamıştım. Yeşil gözlerinden ateşler çıkan adam kime sinir oluyorsa, onu deli gibi yakıyorken, etrafta kaçışan insanlar ise etrafta çığlıklar atıyordu. Sonra başka bir süper kahraman gelip kavga başladığında, izlediğim tüm bilimkurgu ve fantastik filmlerin efektleri gözlerimin önünden sırasıyla geçiyordu. Hatta bir ara Hollywood’dan çıkıp Bollywood’a geçiş yaptıklarına bile yemin edebilirdim. Aman tanrım, bunu hayal etmek bile böylesi komikken gerçek olsa nasıl olurdu acaba?
Dışarıdan bakıldığında kendi kendine gülümseyen bir insan, galiba akıl sağlığından sorunlu gibi durabilirdi ya da gören kişiye, tam bir kaçık olduğu izlenimini verebilirdi ama ben zihnimdeki değişik filmi kimseye anlatamazdım. Oldukça saçma ve bilim kurgudan çok zira komedi tarzı bir şey olmuştu.
Kendimi toparlayıp küçük bir boğaz temizleme ile omuzlarımı yeniden dikleştirdiğimde, masaya doğru baktım. O an bana elini hafifçe kaldırmış, ' gel!’ işareti yapan adam ile göz göze geldim. Yine, yeniden bedenimden geçen karıncalanma kendini belli ederken, yürümeye başladım. Attığım her adımda ciddi ama güler yüzlü bir ifade ile yürüyüp, sonunda masadan bir adım uzakta durdum.
“İçki menüsünü getir.”
İçimden ona: ‘Emriniz olur ateşli bey, ne demek hemen getiriyorum. Seni zengin ve kasıntı herif.’ Diyordum. Ama gerçekte saygılı bir biçimde ettiğim tek söz: ‘Hemen efendim'di.
İki dakika sonra; bu defa içki menülerini dağıtırken, diğerleri önlerine bırakılmasını bekliyor, yeşil gözlü adam ise elini uzatıp almak için hamle yapıyordu. Bu beklemediğim hamle ile parmak uçlarımız birbirine değdiğinde nefes akışımın değişmesi, yaşadığım heyecandan mı yoksa adama karşı başlayan sinirim mi bilmiyordum. Yine de gerçekten o an soluk alamadığımı hissetmiştim. Sertçe ve belli etmeden yutkunup işime odaklanmaya devam ederken, küçük bir kaza dokunuşu olduğunu düşünmek istemiştim ama değildi. Bunu kadehleri servis ettiğim anda; düşürdüğü çatalı almak için eğildiğimde, onun da eğilip parmaklarıma dokunması ile anladım. Adam hiç renk vermese de resmen elime temas etmeye çalışmıştı. Tamam, belki saniyeler içinde olan bir şeydi ama olmuştu.
O an kendimi öyle kötü ve günahkâr hissetmiştim ki... Sanki sevgilimi aldatıyormuş gibi bir duygu, içime küçük tohumunu atarak, geçmişim onu sulamaya başlamıştı bile! Doğrulduğumda ona baksam da, yaptığı tek şey dikkatlice önüne bakmaktı. Kaşları çatılmış yüzü gerginleşmişti. Sanki onun için de olmaması gereken ama olmuş bir durumdu.
Sonunda yemek ve içki servisi bittiğinde gideceklerini düşünmüştüm. Bir kez daha onlara yiyecek, içecek servisi yapamazdım. Bu nedenle lavaboların olduğu tarafa doğru çaktırmadan hızla ilerleyip, loş koridorda dururken cebimdeki telefonu çıkararak; bildirim gelmiş mi diye kontrol ediyordum. Çalışırken Richard’dan mesaj gelse bile telefona bakamıyor, onu ihmal ettiğimi düşünüyordum. O ise bana hep iyi ve kibar davranmıştı. Uzaklaştığım anne ve babam gibiydi. Hasta olduğumda ilgilenmiş, düştüğüm bazı zor durumlarda, hep benim yanımda olmuştu. O bana adeta bir aile olabileceğimizi hissettirmişti. Bu aralar o da ben de yoğun çalışsak da içimde her zaman bir sıkıntı vardı. Nedense ona yetmediğimi düşünüyordum. Gözlerim telefondaki bildirim ekranını tararken mesaj attığını görünce gülümsemiştim. Aşk nedir? Nasıl olur? Bilmiyordum ama benim için öncelik güvenden başka bir şey değildi…
Mesajı açıp okuduğumda onun için üzülmüştüm ama yine de bu kaşlarımın çatılmasına engel olamamıştı. Bir süredir ya işi oluyordu ya da müsait değildi. Biliyorum, düğünümüz için gerekli parayı biriktirmek için uğraşıyordu ama yine de onun tarafından bende kendimi ihmal edilmiş hissediyordum. Sanki misilleme yapar gibiydi. Adeta ben onu o beni zorluyorduk bazı konularda. Balık burcu olarak işe duygusal yönden yaklaştığımın da farkındaydım oysa! İşin zor yanı ise elimden başka bir şey gelmiyordu. Çok değil, düğüne sadece üç hafta kalmıştı. Buna rağmen ne gelinliğimi alabilmiştik ne de onun damatlığını! En azından bugün erken çıkabilseydi belki birkaç mağaza dolaşabilirdik.
‘Of’layarak nefesimi verip telefonu cebime attığımda bıkkınlıkla gözlerimi kapadım ve başımı yukarı kaldırdım. Böyle anlarda hiçbir şeyden emin olamıyordum ve sürekli aradaydım. Hep bir ‘acaba’ oluşuyordu zihnimde. Durup bir nefes daha çektiğimde; burada daha fazla kalamayacağımı biliyordum. Telefonumu eteğimin cebine koyup, geri dönerken çarptığım beden ile geriye doğru sendelemem sadece saniyelere sığmıştı. Belime dolanan kolların güçlü teması, yere düşmemi engellemişti. Aynı zamanda sert bir şekilde mentol kokusu aldığım bir boyuna, yüzümü kapamamı da sağlamıştı.
Başım beni tutan kişinin boyun girintisinde, ellerim anlık panikle göğsünde ve bedenim onun bedenine yaslanmıştı. Kendimi geri çekmek şöyle dursun, kımıldayamıyordum. Sesim içime kaçmış, duyu organlarım ılık bedenin ve aldığı kokunun etkisi altındaydı. Mentol kokusu çok ağır değildi ama insanın ciğerlerine ferahlık veren bir yanı vardı. İstemeden daha fazla nefese ihtiyacım varmış gibi soluğumu içime çektim. Ben nefes aldıkça, belimdeki kolların gerginleşip biraz daha sardığını hissedebiliyordum O da derin ve sık nefesler alıyordu.
Bu nedenle havalanan göğsünde olan ellerim ve ikimizin arasında ezilen göğüslerim de havalanmış, sonra geriye doğru yerli yerine inmişti. Mantığımın küçücük bir kısmı, ılık tene, saç diplerimde karınca istilası başlatan nefese ve güçlü kollara rağmen beni uyarılara boğduğunda geri çekilmek için kımıldanmıştım. Bu kıpırdanma, sanki yabancı bir beden için tetikleyici olmuş gibiydi. Kollarını hemen çekip bir adım geri gittiğinde, gözlerim beni tutan kişiye bakarken irileşmeden duramamıştı. Karşımda hala çatık kaşlarla bakan yeşiller yüzümü tararken, cebine soktuğu elleri ile dik duruşu kalıplı bedenini daha da büyük gösteriyordu.
Sakin kalmak adına, nefes alıp kızarmaya başlayan yüzümle: “Özür dilerim efendim. Sizi fark etmedim,” dediğimde, aslında planlarım çok başkaydı.
‘Sen kimsin de bana sarılıyorsun’ deyip yüzüne sağlam bir yumruk atmalı, hatta bacak arasına tekmemi geçirmeliydim. Bana sarıldığı, sinirlerimi bozduğu ve kafamı nasıl becerdiğini anlamasam da karıştığı için çok sinirlenmiştim. Üstelik lanet kokusu tüm duyularımı saniyeler içinde uyardığı için değişik bir karmaşa içine sürüklenmiştim. Cevap vermeden önce gözlerime bakmıştı. Sonra yeşilleri tembelce aşağılara doğru indiğinde rahatsızca yerimde kıpırdandım.
Beni tarama işi bittiğinde, yeniden irislerime çıkan yeşiller koyulaşırken, başını yana eğmiş tepkimi ölçüyor gibiydi. O gözlerde gördüğüm karanlık ifade, istemeden ürkmeme neden olurken, daha fazla orada kalmak istememiştim. Yürüyüp yanından geçmek isterken, cebindeki eli bir anda dışarı çıkıp koluma tutunmuş ve gitmemi engellemişti. Lanet olası adamın ne yaptığına dair en ufak bir fikrim bile yoktu.
“Lütfen kolumu hemen bırakın!”
Cevap yoktu. Sessizdi...
“Size kolumu bırakmanızı söyledim yoksa olay çıkarmaktan asla geri durmayacağım.”
Cevap yine yoktu...
“Lanet olsun bırak kolumu!”
Dayanamayıp ona sertçe bağırmam ile saniyeler içinde sırtım duvarla buluşmuş, acıyan kaburgalarım isyan etmişti. Topuklular sayesinde boylarımızın arasında fazla bir şey olmadığından aralık dudaklarından sızan ılık havayı yüzüme bırakmakta son derece kararlıydı.
Şaşkınlığım çok sürmeden, sinir tüm bedenime dolarken, dişlerimin arasından adeta tıslar gibi konuşmuştum. Haddini ve duracağı yeri bilmeyen bir adamla karşı karşıyaydım. Tıpkı diğerleri gibi o da her istediğini yapabileceğini düşünüyordu.
“Çek o lanet bedenini üzerimden!”
Sözlerime karşılık sadece yüzüme bakmakla yetindi. Hadi ama çekilmek için neyi bekliyordu? Biz neden bu haldeydik? Onu bu denli cesaretli kılan şey parası mıydı? O paradan aldığı güç mü şu an beni böylesine sıkıştırmasına neden oluyordu? Midem bulanmıştı. O, çevresindeki her şeyi, içerideki yaşlı bunaklar gibi parasıyla elde edebileceğini sanıyordu ama parasının hükmü bende etkisizdi.
“Sakin ol.”
Bana kadifemsi sesiyle sakin olmamı söylüyordu ama hala bedeni bedenime yaslıydı. Böyle bir anda sakin olmamı nasıl isteyebilirdi ki?
“Ne demek sakin ol çekil şuradan!”
Her bir sözümde, onun yüzüne çarpan nefesim ve kulağına dolan sözlerimle titreşen irisleri biraz daha kararıyordu.
“Sakin ol dedim.”
Emir vermesi daha da sinirlerimi bozmuştu. Zorba oluşundan da beni böylesine küçük düşürme çabasından da ölesiye nefret etmiştim.
“Hayvan herif bırak beni!”
Ona hakaret etmem hoşuna gitmemiş gibiydi. Sıktığı çenesinin kasları seğirirken biraz daha üzerime yaslandı.
“Sakin olmazsan seni öpmekten başka çarem kalmaz ki inan bu benim için mecburiyet değil ödül gibi bir şey olur.”
Öpmek mi? Aklını oynatmış olmalıydı. Beni öpeceğini düşünmek bile sanki binlerce iğnenin beynime saplanmasını sağlıyordu.
“Ne saçmalıyorsun sen?”
Gerçekten ne saçmalıyordu bu adam böyle. Ne öpmesi ne ödülü?
“Aklından bile geçirme!”
Sözlerimle birlikte dizim kasıklarına darbe indirecekken bacaklarını sıkıp beni yarı yolda engellemişti. Şimdi benim dizim onun kasıklarının hemen altında kalmıştı. Nefesim sıklaşırken gözlerimin kocaman açıldığını biliyordum. Refleksleri son derece iyiydi.
“Sen, sen aklını kaçırmışsın.”
“Sen de bana tekme atabileceğini düşünürken, zekanın yerinde olup olmadığını kontrol etmeliydin.”
Bir de dalga geçiyordu. Ellerim belimde ve onun elinin içinde olmasa ben yapacağımı biliyordum.
“Bana bak göt herif, hemen beni bırakmazsan çığlık atmaya başlayacağım ve senden şikayetçi olacağım.”
Soğukça gülümsedi. Yüzüme doğru eğilmeye başladığında sanki ona karşı gelmem, onu eğlendirmeye başlamış gibiydi. Eğildikçe korku bedenime sızıyor ve kaslarım gerilmekten ağrıyordu. Yüzümü hemen yan çevirdiğimde amacım onu dudaklarımdan uzaklaştırmaktı. Bu defa ılık nefesi canımı okumak ister gibi kulağımın dibine resmen sarılmıştı. Her bir cümlesinde tenime sürtünen et parçaları ruhumu çekiyor gibiydi. Hayır, lanet olası adamdan etkilenmemem gerekiyordu. Onu hemen üzerimden itmeli hatta üzerine kusmalıydım fakat ben sadece durdum ve bu anın bitmesini beklemiştim.
“Sakin ol Amelia Bell. Sana bir şey yapmayacağım. Düşündüğün kadar karakter yoksunu olsaydım köşedeki merdiven boşluğunda çoktan istediğime sahip olmuştum. Korkma! Sadece kokunu merak ettim.” Dedi.
Ah kokumu merak etmiş, ne kadar da rahatladım. Manyak gibi karşıma çıkıyor, beni sıkıştırıyor ve tek amacının kokum olduğunu söylüyordu. Kendimi onun sayesinde okuduğum aptal aşk kitaplarındaki mafyanın takıntılı olduğu saf kızlar gibi hissediyordum.
Derince bir nefes çektiğimde, istemsiz sertçe yutkunmam benim ahmaklığımdı. İçimdeki savaş onun fısıltıya dönüşen sesi ile ara bulurken “Bir de.” dedi ve sustu. Bense devam etmesi için sessiz kaldım. Devam etsin, ne söyleyecekse söylesin ve gitsin diye öylece bekledim. Ama o sözlerinin devamını getirmedi. İkinci kez nefesini derince içine çekip kulağımın hemen altına küçük bir benin üzerine birer kor parçası dudaklarını bastırdı.
O, o beni öpmüştü. Lanet herif beni öpmüştü.
****
Sağ avucumun içindeki yanma hala devam ediyordu. İçimdeki taşan sinir ise soğuk terler dökmeme neden oluyor, beynimde küçük yanar dağlar kendini gösteriyordu. Ahmak herif beni öpmüştü. Fakat o an yaşadığım duygu patlaması ve onun ellerimdeki elinin gevşemesi ile yüzüne patlatacağım tokadı hesap edememişti.
Şimdi ise günü bitirmiş, eve yürürken adımlarım ve sert gözlerim alev kusar gibiydi. Adi herif neymiş de kokumu merak etmişti? Göt! Sana ne benim kokumdan! Sen beni ne hakla öpersin? Daha fazla öfkelenmeye fırsat bulamadan çalan telefonumu cevapladım. Sesim her zamankinden sert ve soğuk çıkmıştı.
“Alo.”
“Amelia, bebeğim?”
Arayan Richard’dı. Kaldırımda öylece durup derin nefesler almaya başladım. Sakin olmalı ve sevgilimle yarınki gelinlik ve damatlık işini konuşmalıydım. O herifi ve yaptığını unutmalıydım.
“Benim sevgilim.”
“Sen sinirli misin?”
“Biraz. Kötü bir gündü diyelim.”
“Anladım bebeğim. Şey, ben sana bir şey söyleyeceğim onun için aramıştım.”
“Seni dinliyorum.”
“Ben önümüzdeki üç hafta boyunca mesaili çalışacağım. Düğün için son düzenlemeler ve geri kalan her şey sana kaldı hayatım.”
Sözlerini duyar duymaz kan beynime daha da sıçrarken apartmanın kapısına kadar gelmiştim. Dişlerimin arasından hırlar gibi çıkan sözcükler buz gibiydi. Zaten fazlası ile karışık sinirli ve bitkindim.
“Sen şimdi bana düğünümüz için olan her şeyi kendin mi hallet diyorsun Richard?”
Yüce tanrım bugün yeterince sorunla baş etmemişim gibi bir yenisini neden sevgilim karşıma çıkarıyordu ki?
“Sinirlenme hemen! Ne yapabilirim ki? İşler yoğun ve bende şef aşçının yardımcısıyım. O çıkmadan çıkmam imkânsız restorandan.”
“Sinirlenme mi? Sen bana ne söylediğinin farkında mısın?”
Sesim yankılanırken dayanamadım. Zaten allak bullaktım, en önemli ve özel günümün bile böylesine değersizmiş olması ve görünmesi bile canımı sıkıyordu. Belki de evlilik olayını bir kez daha düşünmeliydim.
“Bak biz ne yapalım biliyor musun? Bu evlilik işini bir kez daha düşünelim. Sen de ne zaman benim kadar hevesli ve istekli olursan o zaman yaparız ya da yapmayız bilmiyorum ama ben kendi kendimi, bir sürü saçma hazırlıkla yormayacağım. Sonuçta evlenme teklifi eden de bunu isteyen de önce sendin, o ben değildim.”
Merdivenleri çıkarken söylediğim cümleler duraksamama neden olurken, nefeslerim sert ve sıktı. Sinirlenmiş hatta barut gibi olmuştum. Ona tepkim sertti ama şu an elimden başka türlüsü gelmiyordu.
“Amelia, sen aklını mı kaçırdın, tanrı aşkına neler diyorsun?”
“Ne söylemek istediğimi açıkça söyledim. Daha az yoğun olduğun bir zamanda, sende emin olup düşünür ve kararını verirsin.”
Artık benimle konuşmasına dayanamamıştım. Tanrım, resmen bütün uğursuzlukları tek bir günde yaşıyorum ve tüm sorumlusu yeşil gözlü o lanet adamdı. Eve girdiğimde çantamı yere fırlatıp olduğum yerde tepinirken çığlıklar atmaya başladım. Sakinleşmem lazımdı ama ne sinirim geçiyor, ne de gözlerimdeki görüntü değişiyordu. Sonunda kapım cılız bir sesle yumruklanmaya başladığında gelen kişiyi tahmin edebiliyordum. Alt komşum yaşlı Mary... Öfkemden onun da faydalanacağını anladığımda, bir yanım üzülse de bu duruma takılacak durumda değildim. Uzanıp kapıyı aniden büyük bir güçle açıp “Ne var ne?” diye sesimi yükselttiğimde zavallı Mary kalp krizi geçire bilirdi.
“Tanrı aşkına Sarah, ne bu gürültü? Uyuyamıyorum.”
Uyuyamıyordu. Tanrım, benim günümün içinden resmen meteor geçmişken bu kadın hala uyumaktan bahsediyordu. Üstelik işitme cihazı kullanıyor. Yani bir nevi sağır ama benim gürültümü duyabiliyor. Azizler, sizden kutsanma istiyorum.
“Mary, güzel tatlı ihtiyarım ben sana yanında bağırırken bile duymazsın ama ben sinir krizi geçirirken duyar ve şikâyet edersin. Lütfen o işitme cihazlarını kulaklarından çıkar ve uyu. Anladın mı tatlı ihtiyarım? Yoksa gece evine fare bırakırım ve seni sabaha kadar yemesini sağlarım.”
Bunları söylerken ifadem ve gözlerim nasıl bir şekil aldıysa, benim tatlı ihtiyarımın yüzü değişti ve beyazladı. Gözleri de irileştiğinde gerçekten korktuğunu anladım. Kusura bakma Mary şu an bende kendimden korkuyorum.
“Aman tanrım aklını kaçırmışsın sen çocuğum. Ben gitsem iyi olacak, sende krizini biraz daha kısa tutar mısın tatlım.”
Gözlerimi devirdim. Kadın resmen saniyeler içinde bukalemun gibi tavır değiştirmişti. Galiba o ifademi bende görsem öyle olabilirdim. Giden kadının ardından kapıyı kapatıp, banyoya doğru yürüdüğümde ne çalan ev telefonum ne de cep telefonum umurumda bile değildi. Duş almalıydım. Soğuk, hücre donduran bir duş beni kendime getirebilirdi. Üzerimdeki her parça yerle buluşurken ben de sanki deri değiştiriyor gibiydim. Maskelerim, umursamazlığım bir bir bedenimden ve ruhumdan dökülüyordu.
Yaralıydım. Ruhum yorgun ve çelimsizdi. Aldığı darbeler yetmiyor bir de nefeslerim az geliyordu. Düşüncelerim bir karnaval gibiydi. Tüm renkler karışmış, sesler seçilmiyordu. Her biri farklı duyguları uyarıyor beni derin bir belirsizliğe itiyordu. Sonunda kabine girip suyu açtığımda önce saçlarıma sonra da bedenime temas eden su ile gerildim. Derin titreyişlerin evi olmuştum. Hep üşüyen ve korkan bir kızdım. Şimdilerde yirmi üç yaşında olmam bir şey değiştirmiyordu. Hala beş yaşında korkan üşüyen ve şefkate muhtaç bir kız çocuğuydum. Bu nedenle içimde yaşadığım deprem, her ne kadar o kız çocuğunu enkaz altında bıraksa da yine kurtulmayı başarmıştı. Elinde küçük bebeği ile tonlarca yıkıntının arasında dolanıyordu. Yağan yağmurların soğuğunda hala korkuyor ve titriyordu. En savunmasız anlarımda bana dolmuş gözlerle bakıp ruhumun acısı ile kıvranıyordu. Ona yardım etmeyişimden dolayı beni suçluyordu. Haklıydı. O günden bu yana yalnızken ruhumun duvarlarının kenarına çökmüş kollarımı bacaklarıma sararak öylece oturuyordum.
Kendime daha fazla eziyet etmeden gözlerimi kapatıp suyu hissetmeye çalıştım. Soğuk suyun gözeneklerimden geçip ruhuma ulaşması için öylece bekleyip huzur bulmayı diledim. Ama bu isteğim de gerçekleşmemişti çünkü sadece saniyeler içinde karşımda o vardı. Siyah saçları su yüzünden daha koyu görünüyordu. Damlacıklar şakaklarından elmacık kemiklerinden süzülürken ormanı andıran gözleri ile bana bakıyordu. Ayakkabı olmayınca göğsüne denk geldiğim için tepeden gözlerini gözlerime sabitlemişti. Yüzünde en az üzerimize akan su kadar serin bir gülümseme vardı. Gözlerindeyse an be an fırtınalara ev sahibi olan ormanlar ve ruhunda en gizli sırlar...
BÖLÜM NASILDI?