Geçen günlerin kalan zamanın hesabı asla tutulmaz derler ya, benim içinde öyleydi. Her bir dakika geçiyor, yarın gelecek dün ise katlanarak artıyordu. Ben Amelia Bell olarak doğduğumdan bu yana kimine göre buz dağı, kimine göre kendini beğenmiş bir sürtüktüm. Yine de kendime göre ben darbe almaktan ve ihanetle yüzleşmekten korkan bir zavallıydım. Bazen aynadaki görüntüme bakarken kendimi çözmeye çalışıyordum. Gördüğüm mavilerin içindeki buz dağları beni bile üşütüyordu. İrislerimde büyük bir güven yarığı, o yarıktan da akan duygular ruhumda koca bir okyanus oluşturuyordu. Kıyısı, ucu bucağı ve lanet olası bir sığınak ya da liman yoktu benim için... Benliğim boğulmayı umduğu okyanusta, kavurucu güneşin altında öylece dururken, bana âşık olduğum adamın eli bile uzanmıyordu. Kim bilir belki de bunu ben engelliyordum.
Derince bir soluk bırakmıştım. Yarın bazı sorunları atlatarak hazırlandığımız bir düğün vardı. Bekarlığa veda partisi yerine evde pineklemek benlik bir durumken, Lily bir bara eğlenmeye gitmişti. O barda sevgilimin partisini düşünürsek casus olarak da göndermiş olabilirdim. Kimseye itiraf edemesem de onu kıskanıyordum. Yeniden bir darbe yemek istemiyordum.
Benim için büyük devrimlerden biri de o geceden sonra siyah saçlı adamı bir daha rüyamda görmememdi. Bazı geceler bunun için tanrıya dua ettiğim bile olduğundan, bilinçaltım onu derinlere itmiş olmalıydı. Karşımda askıdaki gelinliğim, gözlerimde derin bir üzüntü, ruhumda acı bir çığlık... İçimdeki çocuk korkarak bana bakıyor ve is dolu yanağımdan akıp giden damlaları siliyordu. Bazen insanın kimsesizliğini hissettiği anlar olur ya, ben o anlardan birini yaşıyordum. Buna neden olanlardan en önemlisi babamın attığı mesajdı. Annem ise bilmesine rağmen ne aramış ne de yazmıştı. Anlaşılan oğlu ile mutluydu. Çünkü kocası ile olamamıştı. Üvey kardeşim doğduktan iki yıl sonra aldatılmış ve boşanmıştı. Yeni bir evlilik beklemiyor da değildim ama gariptir ki evlenmemişti. Aslında hiç de umurumda değildi. Sen kocanı başkası ile aldatırsan o kişi de seni aldatır. Bu asla değişmez. Erkekler içinde geçerli bu durum. Karını başka bir kadın ile aldatırsan, o kadın seni elbette bir gün aldatır. Resmen kısır döngü gibi bir şeydi bu!
Babam benim ardımdan hemen o sekreteri ile olan ilişkisini sonlandırmış, beş yıldır tek başına yaşıyordu ve sürekli benden haberdardı. Kaçıncı kez okudum bilmiyorum ama yine telefonun ekranına mavilerim takıldı.
“Güzel Süveyda’m. Benim canım kızım. Yarın evleniyorsun. Umarım çok mutlu olur ve bizimle yaşadığın o çirkin olayı asla yaşamazsın. Kocan olacak kişi diliyorum ki seni çok sever ve sana layık olur. Hatamız, hatta hatam çok büyük biliyorum ama senden belki de milyonuncu kez özür diliyorum. Bazı sağlık sorunlarımdan dolayı hastanedeyim fakat sen sakın telaş etme. Her şey yolunda. Bebeğim, seni çok özlüyor ve çok fazla seviyor olsam da istemediğin sürece karşına çıkmayacağım. Unutma, bu durum uzaktan da olsa elimin üzerinde olmayacağı anlamına gelmez. Sana çok anlatmıştım. Benim ülkemde anne baba çocuğu kaç yaşına gelirse gelsin asla onları yalnız bırakmaz ve uzakta olsa bile ilgilenir. Ben kalan zamanımda hep seninle olacağım güzelim. Uzakta olsam bile seni seviyorum Süveyda’m. Bunu asla unutma kızım”
Son kez okudum mesajı ve sildim, derin bir nefes alarak kalkıp kendimi her zaman yaptığım gibi duşa attığım an soğuk suyu açtım. Binlerce iğne saplanıyordu bedenime ama umurumda değildi. Beni seviyormuş! Uzakta olsa bile eli üzerimdeymiş! Neden? Neden yaptın o zaman baba? Neden yaptınız ki bana bunu? Omuzumda sizin yükünüzü ben neden taşıdım? Güvenim neden yok oldu? Siz beni düşünmek yerine hayatlarınızı kendiniz düzenlediniz. Hayır, baba! Seni ne kadar özlesem de ne kadar endişe duysam da olmaz! Siz beni kaybetmeyi bu denli göze almışken ben bunu kolayca kabullenemem.
Gözlerim daha da sızlamaya başladığında, ağlamamın durması lazımdı. Evleniyordum. Yarından itibaren Richard ile onun evinde yaşayacaktım. Balayı dönüşü bu evi kapatacak ve çıkan eşyaları kaldıracaktık. Birçok arkadaşımın aksine; ben, düğün gecemde kocamın olacak ve tenim onun teni ile karışacaktı. Her şey güzel olacaktı ve olmalıydı.
Hava ne kadar sıcak olsa da soğuk su altında daha fazla kalmadım ve odama geçip klasik bir şort ve askılı giyip yatağa girdim. Lily uzaktan birkaç fotoğraf atmıştı. Görünen o ki diğerleri eğlenirken Richard sadece içiyordu. Bir de ses kaydı atmıştı ki bu beni gülümsetmişti.
“Tanrım! Amelia sana inanamıyorum. Adam resmen bir rahip gibi hiçbir kadına bakmıyor. Üstelik benim varlığımdan da habersiz! Sen de evde bir parti yapmak yerine sadece uyu tamam mı? Çok şey kaçırıyorsun tatlım çok! Sende böyle bir parti yapabilirdin. Direk dansı yapan erkekler ve diğer tüm eğlenceleri kaçırdın. Benim bekarlığa partimde o dansçılar mutlaka olacak. Neyse tatlım ben birazdan çıkacağım çünkü onlarda ayaklanmaya başladılar. Yarın gelirim ve direkt düğün alanına geçeriz. Öptüm bebeğim.”
Deli kız, parti yapmayacağım dediğimden bu yana beni direk dansçıları ve özel hizmetlerle ikna çabası boşa çıkınca kendi için düşünmeye başladı. Sonunda uyuduğumda rahatlamıştım. Zor olmuştu ama kulaklığımı takınca çalan slow müzik bana uyku fısıldıyor gibiydi.
Sokaktayım. Sadece aydınlatmaların etrafa cılızca bir ışık verdiği, kimsenin olmadığı büyük bir sokak... Üzerimde gelinliğim, başımda ise papatya tacım ile öylece ayakta duruyordum. Zifiri karanlığın içinde ve lambaların altında onların izin verdiği kadarını görürken, ileride bir gölge belirdi. Ben gözlerimi kısmış o gölgeye bakarken soluduğum hava, soğuk ve sertti. Sanki yazın ortasında kar yağmış da ben o kar yığınlarının ortasında kalmışım gibi... Genzime dolan kar kokusu ciğerime batarken, bir gölge biraz daha ilerleyip, ışığın altında belirdi. Bu kişi babamdı.
Yüzü çökmüş zayıflanmış ve kötü durumdaydı. Ona doğru bir adım atmak ve onunla konuşmak istedim. ‘baba’ diye seslenmeye çalıştım. Ayaklarım kımıldamıyor, sesim ne kadar bağırsam da çıkmıyordu. Ona elimi uzattığımda, başını yana eğip acı içinde gülümsedi. Sanki gülüşü bile binlerce çığlık yüklüydü.
Olduğum yerde çırpınıyor, ellerimin arasına geçirdiğim saçlarımı yolarken, yanaklarım sağanak yağmura tutulmuş gibi ıslanıyordu.
“Kızım!”
Sesi, aman tanrım! Sesi bana ölümü çağrıştırıyordu. Her bir cümlesi ölüm meleğinin kanat çırpınışları gibiydi.
“Seni seviyorum bebeğim.”
Bende baba! Bende seni seviyorum.
“Affet beni kızım!”
Baba! Baba yapma!
Ona sesimi duyuramamıştım ama bir şey olmuştu. Boğazımda kocaman bir ip, anlamadığım bir hızla boynuma dolandı ve ayaklarımın yerden kesilmesini sağladı. Nefes alamıyordum. Gözlerim irileşmiş, ellerimle ipi çekmeye çalışıyor ama bunu bir türlü başaramıyordum. Ona baktım, babama...Onun da etrafı bir ateş çemberiyle çevrilmiş, yanan bedeni an be an çökerken elini bana uzatmış, kurtarmaya çalışır gibi hep aynı şeyi sayıklıyordu.
“Buradayım kızım korkma!”
“Buradayım kızım korkma!”
Babam yanıyordu, ben ise bir ipin ucunda son nefeslerimi dahi ciğerlerime hediye edemiyordum. Dört bir yanımızı ölüm kokusu sarmıştı. Gözlerim son kez artık ne eli ne de sesi bana ulaşamayan babama sabitlenip, kapanacakken bir anda ip boynumdan çözüldü ve yere düşeceğim anı bekledim. Düşmemiştim. Bulanan zihnim, bedenimdeki çarpma ağrısını algılayamamıştı. Yine de kulağıma garip bir ses doluvermişti… Bir melodi... Daha önce duyduğum ve kendimi güvende hissettiğim bir melodi...
Kulağıma değen ateş parçaları, tenime kazınan koku ve o melodi! Bakamıyordum. Küllerin arasında kalan babamdan gözlerimi alıp ona bakamıyordum.
Melodi bitmiş, küller esen sert rüzgârın etkisi ile dört bir yana savrulmuştu. Sadece kısacık bir söz tüm bedenime deprem etkisi bırakmıştı.
“Korkma Süveyda’m, artık kollarımdasın!”
Işıklar söndü. Ölümün acı veren hissi bir anda dağılırken genzime mentol kokusu hücum etmişti. Artık soğuk değildi ve üşümüyordum ya da nefessiz de değildim.
Gözlerimi açtığım an yerimden sıçradım. Terlemiştim ve nefesim çok hızlıydı ama babamın o hali hafızamdan hiç silinmiyordu. Yanışı, bana ulaşamadan küle dönüşü ve o... Yine ve yeniden lanet olası o!