Boğazım kurumuştu. Uzanıp komodinin üzerindeki şişeden bardağa su koyarken titreyen ellerim yatağa biraz birkaç damla dökmeme neden olmuştu. Tanrım, o nasıl bir rüyaydı? Babam yanıyordu, yok oluşu ve son ana kadar bana yardım etmeye çalışması inanılır gibi değildi.
Sağ elim boğazıma giderken suyu zorla içebilmiştim. Aldığım nefes bile titrek ve kesik kesikti. Sanki o ip gerçekten hala boğazımdaydı ve ben adım adım ölüme yürüyordum. Kendime gelmek için birazcık zamana ihtiyacım vardı. Yataktan kalkıp kendimi küçük balkonuma attığımda; ince, sıcacık bir esintinin saçlarımı savurması ile bedenim gerilmişti. Sanki buz kütlesinin rüzgârı beni esir almış gibi kollarımı kendime sararak, görmeyen gözlerle hala uykuya dalmayan şehrin ışıklarını izlemiştim. Gördüğüm onca rüya içinde en garibi, en ürkütücü olanı ve en beni etkise altına alanı buydu.
Kızgındım... Çok kızgın hem de! Yine de beni yıllardır arayıp sormayan, merak etmeyen annem yerine babama bir şey olması düşüncesi canımı yakıyordu. Onu bir daha göremeden ölüm haberini almak, kokusuna, sıcağına sığınamadan yok olduğunu anlamak, derinlerimde depremleri tetikliyordu.
Üstelik sildiğim mesajında hastanede olduğu yazıyordu. Neden ya da niçin bilmiyordum ama onun yüzünden buz tutan bir yanım acı içinde haykırıyordu.
Dayanamamıştım. Odama geçip telefonumu alarak geri dönüp, balkona çıktım ve yere oturdum. Bacaklarım aralığı geniş demirlerden aşağı sarkarken, dakikalarca elimde telefon öylece bekledim. Elim numarasının üzerindeydi. Saat sabaha karşı üçü yirmi geçiyordu ve uyuyorsa da onu uyandıracaktım. Bir şekilde sesini duymaya ihtiyacı hissediyordum.
İç çekip hemen numaranın üzerine tıklayarak telefonu kulağıma dayadım. Hareketlerim hızlı ve bunu yaparken vazgeçmekten korkar gibiydim. Çalmıştı! Üç kez! Beş kez... Son çalışta, tam kapanacak derken telefonu açtı ve uykulu yorgun ses arayışımı cevapladı.
“Kızım?”
“Baba!”
“Bu saatte bir sorun mu oldu güzelim? Korkutma beni lütfen.”
Nefesimi içime hapsederken mesafeli olduğunu düşündüğüm bir tonda konuştum.
“Bana attığın mesajda hastanede olduğunu yazmışsın. Neyin var?”
Geçen süre içinde konuşmadı. Nefesleri sıklaşmış ve hırıltılı bir hal almıştı. Bunu hissedebiliyordum ve bu durum beni korkutuyordu. Ondan bir cevap gelmeyince kamburlaşan sırtım düzelirken, kaşlarım çatılı halde sorumu yinelemiştim.
“Baba, neyin var?”
Nefesini verip beni sakinleştirmek istercesine ses tonunu ayarladı.
“Sorun yok kızım. Sadece yaşlılık işte! Safra kesesinde sorun varmış ama ilaçlarla toparlandım. Hem sen beni bu saatte merak ettiğin için mi aradın Süveyda’m?”
Sonlara doğru sesinde o umut arayan tını yutkunmamı sağlarken, buz tutan yanımda çıtırtılar yükseliyordu. Her bir parça kendi içinde daha da bölünürken canım oldukça fazla yandı. O an istediği şeyi vermek umut etmesini sağlamak istemiyordum. Boğazımı küçük bir öksürükle temizleyip ciddiyetle dolan sesimle cevapladım. Her bir sözümde onu kırdığımı ve üzdüğümü biliyordum ama kendime hâkim olamıyordum. Belki de onun ihaneti annemi değil ama en çok beni yaralamıştı.
“Meraktan değil, sadece düğünüme engel olabilecek bir durum mu öğrenmek istedim.”
Sözlerimin sonunda, gözlerim kapanırken kirpik uçlarımdan damlayan iri damlaların yanağımı yakarak boynuma kadar ulaşmasına izin verdim. Sanki ciğerlerimde milyonlarca iğne vardı ve her bir nefeste batıp canımı acıtıyordu. Kim bilir, belki de bu acı ona yaşattığımın çeyreği bile değildi. Ya da bana yaşattıklarının bedeli...
Sertçe yutkundu. Saniyeler domino taşları gibi devrilirken tek kelime bile etmedi. Edemedi...Tıpkı dilimi kesen sözcükler sonrası benim gibi... Devrilen her dakika ona konuşmak için zaman kazandırmış olsa gerek ki, acıya bulanan sesiyle devam ettirmişti.
“Haklısın kızım, babanın hastalığı dahi senin mutluluğuna engel olmamalı. Yine de bunun için bile olsa merak edip sorduğun için teşekkür ederim bebeğim. Çok mutlu ol ve beni asla düşünme. Şimdi kapamam lazım Süveyda’m. Ama her ne olursa olsun babanın kalbi hep seninle.”
Hat kesilip babamın sesi gidince kalbime çöken çölü hiçbir betimlemeye sığdıramazdım. Bu gece ben, babamda öyle bir yara açtım ki ömrüm boyunca bunun vicdan azabını istemsiz çekecektim.
************
Öğlene doğru düğün alanında bize ayrılmış odada hazırlanırken Lily ve ben kocaman gülümsemeden edemiyorduk. Artık mutlu olacaktım. Burukluğuma rağmen dudaklarımdaki gülümsemem asla solmuyordu.
“Tatlım çok güzel oldun! Melek gibisin.”
“Teşekkür ederim canım. Sende çok güzelsin. Nedime elbisesi sana çok yakışmış.”
“Evet, çok hoş ve rahat. Düşünsene biri ile seks yaparken bile bana kolaylık sağlıyor.”
Bunu söyledikten sonra üzerinde narçiçeği rengindeki mini elbisesinin eteklerini yukarı çekti ve iç çamaşırsız kadınlığı ile gözlerim kocaman açıldı. Delirmiş olmalıydı.
“Tanrım, Lily bu da ne böyle? Sen aklını mı kaçırdın?”
Genişçe ve şımarıkça gülüp eteğini düzeltirken elini geçiştirir gibi sallıyordu.
“Bugün birkaç kişiyi gözüme kestirdim. Hadi ama düğün bugün ve delicesine bir sevişme yaşayacak sadece sen olmamalısın, değil mi ama?”
Sözleri beni utandırmaktan öte gitmiyordu. Gece kocamla yaşayacağım şeyler aklıma geldikçe terliyor, kalbim sıkışıyordu. Benim yüzümün haline gülmesi omuzuma dokunup aynada göz göze gelmemizi sağlamıştı.
“Unutma tatlım, ilkin olsa da Richard’ı içindeki sekse susamış kadın ile tanıştır ve muhteşem bir gece geçirin. Bu arada epilasyona gitmiştin değil mi?”
Ona cevap vermek istediğimde kapı tıklandı. İçeri kafasını uzatan bir adam bana bakmadan Lily ile göz göze gelirken “Bir dakika gelir misin?” diye kibarca sordu. Bu soru onun gözlerini ışıldatırken bana göz kırpıp eteğini düzeltti. Ah hayır, adamı baştan çıkarıp bir köşede onunla sevişecekti.
Heyecanım, giden kızın durumu da eklenince daha da Nirvana’ya ulaşmıştı. Pedere ya da diğerlerine yakalanırsa düğünümüzün bizden çok onun için unutulmaz olacağı kesindi.
İçeri girip çıkan iş yeri arkadaşlarım, tebrik eden mekân çalışanları derken artık zamanın gelmesini bekliyordum. Dakikalar sonra bir görevli, her şeyin hazır olduğunu söylediğinde bir süredir ortalarda göremediğim Richard’ın nerede olduğunu merak etmeye başlamıştım. İnsan neden kendi nikahına geç kalır ki? Üstelik Lily’nin söylediğine göre çoktan gelmişti ve o da diğer odada giyiniyordu.
Oturduğum yerden hareketlenirken gelinliğimin eteğinde olan gizli cepten telefonumu çıkarıp bir kez Richard’ı aradım. Ama telefonu kulağımdan çekip kapatarak geri cebime koymama neden olan şey pat diye açılan kapıydı. Gözlerim kim diye bakarken içeri sinirden esmer teni kızarmış bir adet Laura girdi. Siyah gözleri titreşiyor, sık sık yutkunuyordu. Elleri sıtmaya tutulmuş gibiydi.
Halini görünce kaşlarım çatıldı.
“Senin ne işin var burada ve bu halin ne?”
Sorumu duymazdan geldi. Telaşlı ve sanki bir yere yetişmek ister gibi hali vardı.
“Beni bırak ama sen benimle gel.”
“Neden? Üstelik Richard gelecek peder bekliyor.”
“Sorma işte gel. Merak etme gittiğimiz yerde o da var.”
“Ne diyorsun Laura seni anlamıyorum. Açık konuş.”
Benim sert tepkime onunda kaşları çatılırken yanıma gelip kolumu tuttuğu gibi kapıya doğru çekiştirdi.
“Bunu gör ve ondan sonra istersen o çok sevgili müstakbel kocanla pederin karşısına çık ama önce görmelisin.”
“Tanrım, seni anlamıyorum ama beni çekiştirmeyi bırak artık!”
“Kes sesini kızıl!”
Adımlarımız hızlıydı. Olduğumuz kattaki uzun koridoru geçip başka bir koridorda durduğumuzda köşede yerde bir adam yatıyordu. O an ne yapacağımı bilemesem de aralık bir kapının yanında durduğumuzda, bana ‘sus’ der gibi parmağını dudaklarına koyarken gözleri ile içeriye bakmamı işaret etti. Çok sinirlenmiştim ona ama yine de dediğini yapıp mavilerimi o küçük aralıktan içeri çevirdim. Gözlerim şahit olduğu şeyle donup kalırken, bedenim benden izinsiz hareket ediyor gibiydi. Önce kaşlarımı kaldırdım sonra da derin bir acı ile çattım. Hayır, bu olamazdı. Olmamalıydı! İmkansızdı!
Midem kaynamaya başladığında tüm bedenime deli bir nefret güçlükle ateş yükleniyordu. Gördüklerim gerçek olamayacak kadar imkânsız ve iğrenç, kâbus olamayacak kadar varlığı belirgindi. Yıllar önceki lanetim bir kez daha yakama yapıştığında anladım ki bana mutlu olmak yasaklanmıştı.
Sevdiğim adam ve arkadaşım temizlik malzemelerinin olduğu odada küçük bir masa üzerinde inlemeleri birbirine karışırken sevişiyorlardı. İnleme seslerine karışan etin ete çarpma sesi kulağıma doldukça, kaynayan midemden boğazıma doğru fırlayan safra ile elim ağzıma kapandı.