ŞAHİN
İki yıldır, ben dahil birçok kişinin yana yakıla aradığı kadın artık avuçlarımın içindeydi. Bu bana zafer hissi vermeliydi ama vermiyordu.
Hakkını teslim etmeliydim. Kadın başına iyi saklanmış, yıllardır kaçmayı başarmıştı. Fakat kafamı karıştıran bir durum canımı sıkıyor ve içten içe sorgulama faslına geçiyordum. İki yıldır kaçmayı başarırken neden kalmak için bizim yerimizi seçmişti? Neden?
Babamın düşman safına geçtiğini düşündüğünü söylemesi beni gafil avladı. Babamı tanıyordu. Ah, elbette tanıyordu. Kısa bir an kimin kızı olduğunu unutmuş olmalıydım. Babamın güvenilir biri olduğunu düşündüğü için mi bizim oteli tercih etmişti?
“Babamın olanlarla hiçbir ilgisi yok. O hala aynı adam. Onun şerefine leke sürmene izin vermem,” dedim. Ben ne olursam olayım, benim arkamdan ne söylenirse söylensin babamın kötü bilinmesini asla istemezdim. Yıllar boyunca itibarını korumuş birinin itibarına gölge düşürmezdim.
“Şerefsiz olan benim diyorsun yani?” dedi yüzünü bana çevirip. Gözleri bir kez daha odak noktam haline geldi. Ben güçlüyüm diye bağırıyordu adeta. Beni kolay kolay yıkamazsın diye haykırıyordu bir nevi. Tekmeyi de o gözlere dalıp gitmekten yemiştim zaten. Yoksa yüzüne sürdüğü bir ton boyayla pek bir şeye benziyor gibi görünmüyordu.
Küstah ve ukalaydı. Dilinin tımar edilmesi gerekiyordu. Konuşurken damarınıza basacak sözcükleri iyi kullanıyor, resmen kelimelerle dans ediyordu. Başarılı da olmuştu. Oteldeki yediğim tekmeden sonra beni ikinci kez sinirlendirmeyi başarmıştı. Ve bu şansa herkes erişemezdi. Çünkü asla ikinci şansı vermezdim.
“Doğru konuş! Ne uzun dilin var senin! Bir susmadın,” dedim sert bir sesle. Beni her anlamda rahatsız ediyordu. Sadece bir kadını alıkoymak bile beni yeterince gergin bir hale getirmeye yeterken bir de çenesi ile uğraşıyordum.
“Kendin öyle söyledin. Ben sadece seslendirdim. Babanın şerefi sağlamsa seninki bozulmuştur. Bu kadar basit.”
Dilimin ucuna gelen küfrü yutmak zorunda kaldım. İki yıldır bir kadının peşinde olduğum yetmiyormuş gibi şimdi ondan gerekli bilgileri alana kadar misafir etmek zorundaydım. Ve bu misafirlikten ne o keyif alacaktı ne de ben! Ve bu düşünce beni, sanki mümkünmüş gibi daha fazla öfkelendiriyordu.
“Sen bu küstahlığının bedelini fena ödeyeceksin.”
Kafa tuttu. Yine. Bir kez daha...
“Kim kime bedel ödetir, bunu zaman gösterecek Şahin Ömerli. Beni bu zamana kadar karşına çıkmış kadınlarla bir tutmak senin hatan olur.”
Zinar başını arkaya çevirmeden, “Geldik Ağam,” diye duyurdu. Bana ait olan çiftlik evine gelmiştik. Aramızdaki konuşmayı keserek arabadan inip onu da sürükleyerek çıkardım. Ardından kolundan çekerek çiftliğe yöneldim.
“Rona, buraya gel,” diye seslendim kapıdan içeriye girerken.
Elimden kurtulmaya çalışan kadına ters bir bakış atıp “rahat dur,” dedim sinirle.
“Buyur ağam.”
“Al bunu, yüzündeki boyaları yıkayıp getir. Bir de üstüne vücudunu kapatacak bir şeyler ver, giysin.”
“Sen ne saçmalıyorsun be! Çıkarmıyorum. Gitmiyorum da. Sen kendini ne sanıyorsun?”
Sinirlerimi tamamen ayyuka çıkarmıştı. Ben sabırlı olmayı denedikçe yeminle damarıma oynuyordu. Uzanıp sağ elimle çenesini sıktım.
“Benim canımı sıkıp durma. Git uslu uslu dediklerimi yap. Yoksa gelir ben çıkartırım.”
Bana öfkeli bakışlar fırlatarak omzuma çarparak Rona ile birlikte içeriye girdi.
“Zinar, çiftliğin etrafını ablukaya al. Kızı kaldırdığımızı kimse duymayacak. Ama biz önlemimizi alalım. Etrafta kuş uçmasın.”
“Emrin olur ağam.”
Tam kapıdan içeriye girecekken telefonum çaldı.
“Efendim.”
“Ağam, Ferhad’ın çalıştığı hastanede olay çıkmış. Ferhad vurulmuş.”
“Geberdi mi bari?” diye sözünü kestim. Geberse ne güzel olurdu. Kanı elime bulaşmadan kurtulmuş olurdum.
“Yok ağam, yaralanmış. Ağam Leylan Hanım hastaneye görmeye gitti.”
Derince soludum. Bu kızın aklı ne zaman başına gelecekti? Bizi daha ne kadar zorlayıp damarımıza basacaktı? Leylan koştura koştura hastaneye giderken Hazar ve Acar ne yapıyordu?
“Hala hastanedeler mi?”
“Yok ağam. Tedavisi bitince Ferhad dahil hep birlikte çiftliğe döndüler. Acar Ağam, Hazar ile Leylan Hanımı Mardin’e geri gönderdi.”
“Tamam kapat.” Hızlıca Leylan’ın ismine basıp aradım. Leylan’a Ferhad konusunda güvenmiyordum. Herkesi ayakta uyutup kapıdan çıktığı eve bacadan girecek potansiyele sahipti.
“Efendim?”
“Yola çıktın mı Leylan?”
Onunla kolay kolay bu kadar soğuk bir sesle konuşmazdım ama beni gerçek anlamda deli ediyordu.
“Çıktım,” dedi kısık bir sesle. Suçunu bildiği için sesi de içine kaçmıştı. Neden rahat durmuyordu? Neden gidip en büyük zevki olan resimleri çizmiyordu? Niye bu kadar inatçıydı bu kız?
“Abi, öldür diye yalvarıyorsun resmen Leylan.”
“Yapma,” dedi küskün bir sesle. Alt dudağını yarım metre aşağıya sarkıttığını hayal edebiliyordum.
“Yaptırma. Eve geçtiğinizde Hazar bana haber versin. Doğruca konağa Leylan. Duydun mu?”
“Duydum.”
“İyi.” Telefonu suratına kapatıp çiftliğin kapısından içeriye girdim. Ya Leylan Ferhad’ı unutup hayatına bakacaktı, ya da ben o herifi öldürecektim. Başka bir seçenek yok gibiydi.
***
“Rona, bitmedi mi işiniz? Boyalar çıkmıyor mu? Tiner göndereyim mi?”
“Senin kuyunu kazıyoruz Şahin Bey. Dev gibi cüssenin kuyusu da uğraştırıcı oluyor.”
Şehnaz’ın alaycı sesine tepki vermeyi reddettim. Bizim Leylan'dan bile daha düşük çeneli biriydi. Elimi cebime sokup tespihi çıkardım. S ve O harfleri işlenmiş tespihi elimin içinde çevirmeye başladım.
O sırada Şehnaz İnci içeriye girdi. Oturduğum yerde gerildim. Yüzündeki boya kalsa daha iyiymiş aslında. O şekilde, gözleri hariç dikkatimi çekmemişti. Fakat şimdi ay gibi parlıyor, güneş gibi insanın kalbini ısıtıyordu. Elimdeki tespihi sıktım. Ne saçmalıyordum acaba?
Dikkatimi toplayıp karşımdaki koltuğu işaret ettim. “Geç otur!”
“Sen hep böyle emrederek falan mı konuşursun?” dedi huysuz bir sesle. “Senin sözlerin beni zerre etkilemiyor, haberin olsun. Her yerde sözünün geçmesine alışkınsın herhalde?”
“Para ve güç kimin elindeyse onun sözü geçer. Para da benim elimde güç de...”
Öfkeli gözlerini elimde çevirip durduğum tespihe çevirdi. Yakalamak istediğim bakışlardı bunlar. Bakışlarını toparlaması ve elimden çekmesi uzun sürmedi.
“Amar Ağa yaptıklarını bilseydi yüzüne tükürürdü,” diyerek yere tükürdü. Koltuğa geçip otururken yaptığından memnun bir ifade yerleşmişti yüzüne.
Bana göre ufak tefek görünen kadına gülümsedim. İnsanı etkileyen gözlerine kapılmamak imkansızdı. Karşımdaki küçük kadın yer altı dünyasının en güçlü adamının kızıydı. Ve herkes onun elinde olduğu iddia edilen şifrenin peşindeydi. Ben de dahil...
“Babam yerini bana teslim ederken bunların olacağını öngörmeliydi,” dedim alaylı bir sesle.
Aşireti abime, yer altını bana teslim ederken bunların olacağını hesap etmiş olmalıydı. Amar Ağa asla yaş tahtaya basmazdı. Ben de bir zamanlar hevesle atılmıştım halefliğine... Fakat eğer geleceği görebilseydim, arkama bakmadan uzaklaşır kaçar giderdim. Bazı kararların geri dönüşü olmuyordu. Asla...
***