LEYLAN
Aşık olmanın bünye üzerinde kokain kullanmaya benzer etkileri varmış. Yani öyle diyordu okuduğum bir kitapta. Kokain kullandığımdan değil elbette. Fakat Ferhad’a aşık olmak da bir nevi kokain kullanmak gibiydi. Hem fiziksel hem ruhsal olarak oldukça zarar veriyordu. Ama yine de yakınında olmak, dokunamasam da en azından varlığını hissetmek istiyordum.
Urfa'ya gidecektik. Deli gibi heyecanlıydım ama bu sefer biraz da olsa buruktum. Aynı şehirde olmak bile yeter diye düşünüp tüm kırgınlığımı geride bırakarak daha geçen hafta birlikte olduğumuz anlara daldım. Kendi kendime orada söylediğim türküyü mırıldanırken Şahin abim salona girdi.
“Güzelim orada saçma sapan davranıp beni deli etme, sonra bozuşmayalım,” dedi. Niye gittiğimi bildiğinden dolayı gergindi. Babamın işini devraldığından beri eski Şahin değildi. Her ne kadar, her canım acıdığında sadece onun omzunda ağlasam da gecenin bir yarısı Ferhadların evini basıp beni almasını hazmedemiyordum. Sevdiğim adamın, onun ailesinin, kendi ailemin önünde küçük düşmüştüm. Çok kırılmıştım hatta tüm yol boyunca ağlamıştım. Kaç gündür ona kırgınlığımı belli ediyor ve Şahin abimle göz göze bile gelmemeye çalışıyordum. Evet, herkes biliyordu benim Ferhad'ı sevdiğimi ama bu kadar ortaya saçılması gururumu yerle bir etmişti. Aslında Şahin abimin de üzüldüğünü biliyordum, beni düşündüğünün de farkındaydım ama aşık olmanın nasıl bir şey olduğunu bilmediği için beni anlayamıyordu. Acar abim de bana kızıyordu ama o aşk ne demek biliyordu. Bu yüzden pek üstüme gelmiyor, beni daha çok kendi halime bırakıyordu.
“Uslu olacağım,” diye söz verdim sessizce. Bana inanmadığını gösteren şüpheci bir bakış attı. İnanmamak da haklıydı esasında. İnsan aşık olduğunda bence hal ve hareketlerinden sorumlu tutulmamalıydı. Çünkü kalbim gibi tüm duyu organlarım da benden bağımsız hareket ediyordu.
“Ben ciddiyim Leylan. Zaten gelmeyecek ama ola ki bir saçmalık yapıp gelirse beni katil edecek hamleler yapma.”
Sen zaten katilsin dememek için dilimi ısırdım. Çok kızgındım aslında ama daha çok damarına basarak beni götürmekten vazgeçmesini de istemiyordum.
Hazar abim de gelince yola çıktık. Arabanın arka koltuğunda camdan dışarıyı izlerken Şahin abimle aramızdaki durumu düşünmeye başladım. Dün gece odama gelip, hatalı olduğunu kabul ettiğini ama benim orada daha fazla üzüldüğümü bildiği için beni oradan uzaklaştırması gerektiğini düşündüğünü söylemişti. Böyle yaparak beni daha çok üzdüğünü geç de olsa anladığını ama bunu gelip itiraf etmenin de kolay olmadığını, onu anlamamı beklediğini söyledi. Bir de işlerle ilgili sorunlardan dolayı gerildiğini sonunda da bana patladığını anlatmıştı. Sonuçta bu hayatı o tercih etmişti. Babam ona yeraltı dünyasındaki koltuğunu sunduğunda balıklama atlamıştı. Fakat tercih etmiş olması şu an yaşadığı stresi haklı çıkarmıyordu. Üstelik en çok zararı da ben görmüştüm. Yine de ona da kıyamıyordum. Hep bana en yakın abim olmuş, her mutluluğumda ya da en küçük sıkıntımda nerede olursa olsun aradığımda yanıma koşarak gelmişti. O yüzden bu soğukluğu çok uzatmak istemiyordum. Böyle olması aile içinde de huzursuzluğa sebep oluyor, babamın hüzünlü gözleri sürekli üzerimde dolaşıyordu. Üzülmelerini hiç istemiyordum aslında ama gönlüme de söz geçmiyordu ki... Aşkımın ateşi bedenine işlemesin diye soğukluğu üzerine zırh gibi giymiş bir zalimin peşinden gidiyordu kalbim. Bir tek gözlerine o zırhı geçiremiyordu. Onun da içinde yanan ateşi görüyordum ama sebebi her neyse bir türlü yanında olmama izin vermiyor, bana gelmeye yanaşmıyordu. Hem kendine hem bana bu işkenceyi neden yaptığını düşünüyordum neredeyse bir yıldır.
Sonunda Urfa'daki çiftlik evine geldiğimizde bir ihtimal Ferhad'ı görürüm diye etrafa bakındım ama yoktu. "İyi akşamlar," diyerek içeri yöneldim. Yemek hazırlıkları içinde olan Berçem yengemi mutfakta bulup hemen Ferhad'ı sordum.
"Nöbeti varmış, gelmeyecek o," dedi.
Şaşırmamıştım. O burada olsaydı Şahin abim ne kendi gelir ne de benim gelmeme izin verirdi. Fakat aklım da kalbim de kabullenmek istemiyor, bir ihtimal belki nöbeti iptal olmuştur diye gözlerim umut içinde onu görmeyi bekliyordu. Sonra içimdeki ses o umudun üstüne basıp yok etti.
"Kesin ben geldim diye nöbet uydurmuştur," dedim bir anda.
"Abim, Ferhad'ın gelmeyeceğini bildiği için davet etti sizi. Senin geleceğinden haberi yoktu yani," diye açıkladı yengem. Yeni bir umuda tutunmak istedim ama Şahin abimin beni Bicanlı konağından almaya geldiğinde takındığı tavrı hatırlayınca umudum daha ortaya çıkamadan soldu ve yerini kızgınlığa bıraktı.
"Geleceğimi bilse yine gelmezdi o doktor bozuntusu!" dedim derin bir nefes vererek.
Berfin abla "az çene, çok iş," diye uyarınca kendimi toparlayarak "bizim hem elimiz hem çenemiz çalışır," dedim.
"Senin çenen kadar elinin de marifetli olduğunu biliyoruz," diye cevap verdi salatanın sosunu dökerken.
"Resim çizerken çenem çalışmaz aslında. Konuşmak konsantrasyonumu dağıtıyor," diye açıkladım.
Özellikle son zamanlarda resim çizerken aklım sürekli Ferhad'da olduğu için çizdiğim resimler hep soğuk renkler içeriyordu. Bu da ağzımı bile açamayacak kadar canımı acıtıyor, artık şarkı bile söyleyemiyordum. Önceden resim yaparken keyif alır, neşe içinde atardım fırça darbelerini tuvalin üzerine. Şimdi ise sadece kaçış yerim olmuştu. Yine de beni tek rahatlatan yerdi atölyem ve resimlerim.
"O zaman biz sana sürekli resim mi çizdirsek acaba?" diye takıldı yengem.
Seviyordu benimle uğraşmayı. Onun da elinden bir şey gelmediğini biliyordum. O da işi dalgaya vuruyordu. Yine de bir tarafım alınıyordu onun bu tavrına. "Yengem olmanın yanı sıra sevdiğim adamın kardeşi olmasan sana güzel görümcelik yapardım. Dua et aramızda derin bir bağ var." dedim şirin bir kızgınlıkla.
O sırada Ezman abi "etler hazır," diye bağırınca salatayı ve geri kalan her şeyi götürerek yemek masasına geçtik.
Keyifli bir yemek oluyordu aslında ama benim bir tarafım eksik ve huzursuzdu. Sanki aynı şehirde olduğumuz her an Ferhad'ı görmeliymişim gibi hissediyor, öyle olmayınca içimde bir sıkıntı oluyordu.
Bir süre sonra Şahin abime bir haber geldi. Bir heyecanla masadan kalktığında Acar abimle kısa bir laf dalaşına girdiler ama Şahin abim uzatmayarak ayrıldı yanımızdan.
Bir süre Şahin abimle ilgili muhabbet döndü masada, Acar abim hem babama hem Şahin abime kızgındı. Ben de kızgındım ama benim kızgınlığım başkaydı. Ne vardı beni bu kadar sıkmasa da daha sık gelip Ferhad'ı görsem?
Yemekler yendi, fazlalıkları toparladık, içenlerin kadehleri tekrar doldu, yengemle Berfin abla çocukları emzirdi derken biraz daha zaman geçti. Cengaver abiden bağlama çalması istenince onların yöreden bir türkü söyledi. Ben de severdim Karadeniz havalarını. Bizim buraların ezgisinden farklıydı. Söylediği şarkı beni çok etkiledi. Zaten Ferhad aklımdan hiç çıkmıyordu ki. Şarkıda "Burdan gitmeyeceğum seni alana kadar," diyordu. Benim de gitmeye niyetim yoktu. Hemen olmasa bile Ferhad da bana olan sevgisini artık içinde tutamayacaktı. Sevmediğine inansam bırakırdım bu kadar zamanda peşini ama biliyordum beni sevdiğini. Bakışmalarımızın saniyelik çakışmalarında içten içe yanan sevgisini görüyordum. Ah o inadı yok muydu? Nasıl kıracaktım, daha ne yapacaktım? Yok, bana doğru bir adım bile attıramamıştım şimdiye kadar.
Ben bunları düşünürken Ezman abiye telefon gelince biraz uzaklaştı masadan. Uzaktan gözüm takılınca endişeli hali içimde nedensiz bir ürpertiye sebep oldu.
Telefonu kapatıp bize yaklaştı, gergin bir sesle "gitmemiz gerekiyor, hastane karışmış. Berfin siz burada kalın," dedi. Hastane lafını duymamla yüreğim yandı, nefesim daraldı. Burada duramazdım, gidip görmem lazımdı. Nasıl olduğunu gözlerimle görmezsem ne kendimde kalabilir ne etrafıma huzur verirdim. "Ben de geliyorum," dedim bir anda ayağa fırlayarak.
Acar abimin sinirli bir sesle, "otur oturduğun yerde," dedi. "Beni dellendirme Leylan, delirirsem Şahin yanımda melek kalır. O yüzden otur oturduğun yerde."
Nasıl derdi bunu? İçimde yanan ateşi görüp, beni nasıl burada bırakacağını düşünürdü?
"Sonradan peşinize düşecek. Niye hem kendini hem onu yoruyorsun ki?" diyen yengeme baktım. Canım yengem benim! Hemen imdadıma yetişti. Ne kadar benimle uğraşsa da abimlere karşı hep yanımda olurdu.
Ben de yengemin peşinden dolu gözlerim ve yalvaran sesimle "Abi," dedim.
Ezman abi "kim geliyorsa hadisin artık," deyince Acar abim oflayıp "yürü başımın belası," diyerek beni de yanına aldı. Abim sinirli olsa da aşktan anlıyor, bana da kıyamıyordu.
Hastaneye ne kadar sürede vardık bilmiyordum ama bana bir ömür gibi gelmişti. Ezman abiden Ferhad'ın yaralandığını ama durumunun ciddi olmadığını öğrenmiştim fakat kalbim onu görmeden rahat etmeyecekti.
Ferhad'ın nerede olduğunu öğrenip herkesi geride bırakarak içeriye doğru koşturdum.
Yarası kötü müydü? Çok zarar görmüş müydü? Canı yanıyor muydu? Kafamda kırk soruyla yattığı yere daldım.
İçeriye girdiğimde hemşire omzuna dikiş atıyordu.
Kafasını kaldırıp bana baktığında yüzündeki şaşkınlığı ve kısacık bir an da olsa mutluluğu gördüm. Beni beklemiyordu biliyordum ama bu kadar şaşırmasına da anlam veremiyordum. O burada bu haldeyken, benim yerimde duramayacağımı düşünemiyor muydu? Onun canının yandığını düşündükçe benim canım daha çok yandı. Benim omzum kopmuştu sanki. Keşke ona bir şey olmasaydı da bana olsaydı diye düşündüm.
Ben Ferhad'a kilitlenmişken o yine acımasız ve umursamaz tavrına büründü ve derin bir nefes alarak bakışlarını çekti.
O andan sonra, ona karşı dizginlediğim iç sesim geriye çekildi ve içimde tutamadığım isyanım zehir zemberek dışarıya aktı.
"Sen nasıl olayın içine kimseyi düşünmeden atlarsın ya? Hiç mi aklına gelmedi sana bir şey olunca seni sevenlerin endişeleneceği, üzüleceği? Nasıl bu kadar düşüncesiz olabilirsin? Gerçi niye şaşırıyorsam? Düşünceli biri olmadığını şimdiye kadar öğrenmem lazımdı ama bu akılsız kafam anlamıyor bir türlü," diye haykırdım adeta.
Benim hiç bu kadar yükseldiğimi görmediği için şaşkın bir halde suratıma baktı. Şimdiye kadar hep sakin, eğlenceli, şımarık Leylan'ı biliyordu. Ama bir ben vardı benden içeri. Böyle zamanlarda kendimi tutmak bir hayli zor oluyordu.
Ben, bana cevap vermesini beklerken herkes içeri girdi. Acar abim elini omzuma atıp, beni uyarmak için kolumu hafifçe sıktı.
Bense gözlerimi Ferhad'a dikmiş bir şeyler söylemesini bekliyordum. "İyiyim, merak edilecek bir şey yok," diye mırıldandı gözlerini benden kaçırarak.
Gel de delirme. Ben onun için bu kadar endişelenirken, benim bu halimi görürken nasıl böyle kalabiliyor, bir türlü aklım almıyordu. İçeri girenin ben olduğumu anladığında gözlerindeki sevinci görmüştüm işte. Kimi kandırmaya çalışıyordu hala? Niye inat ediyordu? Bugün bunları yaşadıktan sonra kalan hayatını böyle kaçarak geçirmeye nasıl hala devam edebiliyordu? Yaşadığı bu olay nasıl aklını başına getirmezdi, bir türlü anlayamıyordum. Ne olması gerekiyordu bana gelmesi için? Benim mi başıma bir şey gelmeliydi illaki? O zaman mı anlayacaktı beni kaybedebileceğini?
Gözlerimden ateş çıkıyordu bunları düşünürken. Acar abim beni dışarı çıkardı çünkü halimden anlamıştı içimden çıkmak üzere olan isyanı.
Dışarı çıktıktan sonra önce derin nefesler alıp sakinleşmeye çalıştım. Olmadı, bir türlü sakinleşemedim. Önce ona bir şey olma düşüncesiyle yaşadığım endişe, sonra onun yine acımasız hali beni tüketti. Tutamadım kendimi. Abime sarılarak ağlamaya başladım. Ne kadar sürdü, kaç dakika ağladım bilemiyordum. Fakat sonunda sakinleştiğimde çiftliğe doğru yola çıkmıştık.
Ferhad'a çiftlikte oda hazırlanmış, herkesi iyi olduğuna ikna etmiş ve özellikle bana bakmamaya çalışarak odasına çekilmişti.
Ben zaten iyice halsiz kalmış, onunla tekrar konuşmaya çalışmak bile istememiştim. Belki biraz daha zaman geçince gidip sorduğum sorulara doğru düzgün cevaplar almak isterdim ama Acar abim kalmamı istemediği için beni Hazar abimle Mardin'e gönderdi.
Tüm yol boyunca düşündüm. Yanlış mı anlıyordum acaba gözlerinde gördüklerimi? Gerçek olan davranışları mıydı cidden?
O sırada telefonum çaldı. Arayan Şahin abimdi. “Efendim?”
“Yola çıktın mı Leylan?” Buz gibi sesi hastaneye gittiğimi bildiğini gösteriyordu.
“Çıktım,” dedim yutkunarak.
“Abi öldür diye yalvarıyorsun resmen Leylan.”
Bir kez daha yutkundum. Şahin abim bu kez oldukça öfkelenmiş gibi duruyordu.