ŞEHNAZ İNCİ
Gözlerim elindeki tespihe kilitlenmişti. Her taşını tek tek kendi ellerimle işlediğim babamın tespihine. Dikkatimi toplamam biraz zamanımı almıştı. Babamın tespihi onda ne arıyordu? Babama ait olduğunu biliyor muydu? Hangi hakla onu elinde çevirmeye cüret ederdi? İki yıldır kaçarken bir yandan aradığım tespih bu lanet adamın elinde miydi? Beni kaçırarak ulaşmak istediğim tespihe mi getirmişti? Ama neden ondaydı? Neden ve nasıl onun eline geçmişti? Bunu çözmem gerekiyordu. Uysal olmalıydım fakat o kadar sinir bozucu biriydi ki bu pek mümkün olmuyordu.
Babasına toz kondurmuyor fakat lafını söylemekten de çekinmiyordu. Bir kez daha bakışlarımı toparlamaya çalıştım. Eğer tespih hakkında hiçbir fikri yoksa gözlerimi dikerek eline koz vermiş olurdum. Hem bir o kadar şaşkın, hem de bir o kadar mutluydum. Sonunda aradığımı bulmuştum. Kimse parçaları birleştirmeden ben birleştirmeli ve belgelere ulaşmalıydım. Söyleyince çocuk oyuncağı gibi görünüyordu ama hiç de öyle değildi.
Tespih düşmanın elindeyken kolyeyi ikiye bölüp ardımda bırakmak iyi olmuştu. Yine öngörülerim beni doğru olanı yapmaya itmişti. Bu davranışım kimilerinin canını yakıyor olsa da geçici bir durumdu ve zamanı geldiğinde onlara da gerçekleri anlatacaktım. Fakat hiç zamanı değildi. Hem de hiç...
Kolyenin iki parçası olmadan tespih bir işe yaramıyordu ve tespih olmadan da kolye bir işe yaramıyordu. Bu yüzden onu ikiye bölmüş, istediğim anda geri alabileceğim kişilere hediye eder gibi davranmıştım. Çünkü kimse kolyenin amacını bilmemeliydi.
Babam zamanında kolyeyi ve tespihi yapmamı isterken kolay kolay kimsenin ulaşamayacağı ve çözemeyeceği bir şifre oluşturmuştu. Bunun sebebini o zamanlar anlamasam da şimdi daha iyi anlıyordum. Hem beni hem de sır gibi saklanan o belgeyi korumak istemişti. Belgede ne olduğunu giderek daha fazla merak etmeye başlamıştım. Birçok insanın peşime takılmasının sebebi basit bir şey olamazdı. Fakat babam beni korumayı amaçladıysa da bir yerde bir hata yapmıştı. İki yıldır kaçak gibi yaşamaktan ötesine gidememiştim. Tespihin kaybolacağını düşünmemişti belki de... Eğer kolye ile birlikte tespih de elimde olsaydı, belki de çoktan, hatta hiç kaçmaya başlamadan bu saçma işlerden kurtulmuş olabilirdim. Ama işte buradaydım...
Bir yerde hata vardı ve ben kaçmaya mahkum olmuştum. Kaçarken canını yaktığım insanlarda olmuştu. Eminim babam benim için böyle bir son düşünmemişti. Tıpkı en güvendiği adamının bana ihanet edeceğini düşünmediği gibi...
Kendime gelerek yeniden karşımdaki adamın gözlerinin içine baktım. Beni bir süre kendi düşüncelerim içinde bıraktığı için teşekkür falan etmem gerekiyor muydu acaba?
“Benden ne istiyorsun?” diye sordum açık açık. Karşımdaki adamı çözebilmiş değildim. Çözene kadar ortada durmak en iyisiydi.
“Herkesin istediğini,” dedi gözlerimin içine bakmaktan vazgeçmeyerek. Gözlerimin içine sürekli olarak bakmasının sebebini merak ediyor olsam da sormayacak kadar aklım yerindeydi.
“Herkes benden ne istiyormuş ki?” dedim salağa yatarak. Aptalı oynamak daha önce düşündüğüm bir seçenekti. Bir gün yakalanırsam diye birkaç çeşit farklı plan yapmıştım. Hangisi işe yararsa onun üzerinden gidecektim. Kimseye kolay kolay teslim olmamaya kararlıydım. Eğer babam bu belgeler yüzünden öldürüldüyse katili bulmak için belgeleri ele geçiren kişi ben olmalıydım.
“Aptalı mı oynayacaksın? İki yıl kimseye yakalanmadan ve benim bildiğim kadarıyla beş kişiyi öldüren kadın aptalı mı oynayacak gerçekten? Sence yer miyim?”
Aslında beş değil sekizdi ama düzeltme gereği duymadım. Hakkımda ne kadar az şey bilirse o kadar iyiydi. Ve zaten aptalı oynama olayını da yememişti. O zaman diğer seçeneğe geçerdim ben de.
“Ne yapmamı isterdin? Keklik gibi avlanmamı mı? Ben öldürmesem onlar beni öldürecekti. Ya da senin gibi kaçıracaktı. Sen, seni kaçırmak isteyene eee hadi o zaman gidelim mi dersin?”
Suratından bir şey çözmek mümkün değildi. Ne kadar dikkatli bakarsam bakayım, ne kadar tepki beklersem bekleyeyim kolay kolay ne düşündüğünü ele vermiyordu. Bu sinir bozucu bir durumdu. Çünkü genelde karşımdaki insanın tavrına göre şekil alırdım fakat bu adam o kadar ifadesizdi ki onu yakalayacağım bir alan bırakmıyordu bana.
“Demem herhalde. Şu ana kadar kimse öyle bir olaya cesaret edemedi çünkü. Bu arada hangi ismini daha sık kullanıyorsun? Hitap etme açısından soruyorum.”
Aslında en yakın arkadaşlarım İnci derdi ve ben de İnci ismini daha çok tercih ederdim. Fakat karşımdaki adam en yakın arkadaşım değildi ve onun dudaklarından İnci adını da duymak istemiyordum.
“Şehnaz,” dedim direkt.
“Peki o halde. Ben İnci diyeceğim,” demesiyle şaşkınlıkla bir soluk aldım.
“Neden?”
“Şehnaz ismi sana hiç uymuyor bence. Ayrıca herkesin kullandığını kullanmayı sevmem.”
“Tek ismim olsa ne yapacaktın acaba?” dedim sinirle. Yenilmiş hissediyordum, hem de bir hitap yüzünden.
“Elimde seçenek var sonuçta değil mi? O zaman elimde seçenek olmuş olmazdı.”
Aptal mıydı? Fazla mı egoistti? Bilemedim. Sonuç olarak ondan sakındığım ismi kendinde hak görmüş görünüyordu.
“Her neyse. Sonuçta beni çok tutamayacaksın. Birkaç gün için nasıl seslendiğin çok da mühim değil.”
Bakışları sertleşti. Oturduğu yerden kalkarak sağ eline sıkıştırdığı tespihle üzerime doğru geldi. Başını eğip çenemin altından tutarak göz göze gelmemizi sağladı.
Ne yapmaya çalışıyordu bu adam? Hırsla elini itmeye çalıştım fakat bana mısın demedi.
“Sana kötü bir haberim var. Şifreyi söyleyene kadar buradan gidemeyeceksin İnci. Yani şifreyi ne kadar çabuk söylersen o kadar çabuk gidersin?”
“Şifre şifre deyip duruyorsunuz? İki yıldır bir şifre yüzünden kaçıp duruyorum,” dedim ağlamaya başlayarak. Gözyaşları her zaman işe yarardı. İşe yaramalıydı. “Ben şifre bilmiyorum ama kaçmak zorunda olduğumu biliyorum. Babamın en yakın adamı bile beni öldürmeye çalıştı. Kaçmayıp ne yapacaktım? Ve şimdi insanlar bildiğim için kaçtığımı sanıyor ama ben bilmiyorum.”
Yaşlar gözlerimden yanağıma doğru süzülürken bakışlarında kısa bir an acıma, merhamet karışımı bir duygu geçti. Gözyaşları her zaman işe yarardı, yani çoğunlukla. Baş parmağıyla kaçan bir damlayı tam silecekken dudağını yukarıya doğru kıvırıp benden hızla uzaklaştı. Kendini beğenmiş egoist piç!
“İyi numara,” dedi bir elini cebine sokup bana tepeden bir bakış atarken. Bense ağlamaya devam ettim. Eninde sonunda numara yapmadığımı düşünecekti. Düşünmek zorundaydı.
“Anlamıyorsun? Ben bilmiyorum. Gerçekten bilmiyorum. Tamam kendimi koruyabiliyorum. Çünkü babam beni bunun için eğitti. Süleyman Oğuzbey’den bahsediyoruz. Hep düşmanlar vardı. Bu yüzden eğitim aldım ama şifreyi gerçekten bilmiyorum. Hem bu şifre nereyi açıyor Allah aşkına?”
İlk kez şüpheye düştü. O anı yakalamamla içimden bir zafer hissi yaşadım. Dışımdan ise ağlamaya devam ediyor, arada hıçkırıyordum. Silahımı almışlardı, şu an beni silahsız sanıyorlardı. Oysa bir kadının en büyük silahı cazibesi ve gözyaşlarıydı. Bende her ikisinden de yeterince vardı. Kafası karışmış surat ifadesini izlerken içten içe haykırdım.
“Sana kiminle dans ettiğini göstereceğim Şahin Ömerli!”