Sarı Nergisler - 3. Bölüm

3619 Words
NİSAN’DAN… “Gel güzelim şöyle yanıma otur” Serhat abimin yol göstermesi ile kafede ayarlanılan köşe koltuklarından birine oturdum. Diğerleri de yavaş yavaş yerleşmeye başlamışlardı. “Nasılsın bakalım güzellik?” Gökhan abinin sorusuna gülümseyerek cevap verdim. “İyiyim Gökhan abi sen nasılsın?” “Bıraktığından beri pek bir değişiklik olmadı be güzelim” dedi. Abim, Akın abi ve Gökhan abi ayrılmaz üçlü. Gökhan abi diğer ikisinin aksine Hukuk okuyordu. Ne zaman mahallede bir araya gelseler şen kahkahalar atarlardı. “Abim harika bir hukukçu olduğunu söyledi” bakışları Serhat abime kaydı. “Abartmış güzelim. Ekmek parasının peşindeyiz.” “Nişanlandı yakında bir düğün daha var” dedi Ferhat abim. “Tebrik ederim” dedim bakışlarını yüzüme dikmiş çekmeyen adamı görmezden gelerek. “Çok şanslıymış nişanlın” “Sağ ol güzelim. Adı Sude. Hemşire nöbeti vardı ondan gelemedi. Yoksa çok istiyor seninle tanışmayı” “Bende isterim Gökhan abi. Selamlarımı ilet lütfen.” “İletirim güzelim”. “Ee kuzen anlat bakalım kaçar gibi gittin bir daha da ne selam ne sabah” Serpil. Yüzüme garip garip bakıyordu. Tam cevap verecektim ki Simay “Yahu bir durun kız yeni geldi daha bir şey ikram etmeden soru yağmuruna tuttunuz” dedi. “Yalnız 12 yıl sonra karşımıza bir afeti devran çıkınca merak ediyoruz ne yapalım?” diye cevapladı onu Uras. Nasıl ki Gökhan abi, abim ve Akın abi yakın arkadaşlarsa Uras, Aktaş ve Ferhat abim de aynı jenerasyondu. Bu grupta yaşı yaşıma uyan erkek bir tek Batu vardı. Diğerlerini göremedim. Ferhat abim ile Akın kafasına aynı anda vurdular. “Kardeşim dalağın içinde böbreklerin tebdili mekânda ferahlık aramıyorsa kapa gaganı” dedi abim. “Yahu ben susadım ne içiyoruz?” Bakışlarım Dilek’e kaydı. İnatla bana gözlerini dikmiş adama bakmıyordum. Ve o da inatla bana bakmaya devam ediyordu. Akın abi garsona el işareti yapıp çağırınca komut bekler gibi koştu geldi çocuk. Sanki bir yerden tanıyordum. “Buyur abi” “Taylan siparişleri al koçum” “Taylan?” diye sordum. “Merhaba Nisan abla hoş geldin”. Ben giderken sanırım dört beş yaşlarındaydı. Durup durup mıncırırdım. Ne sevimli bir çocuktu. “Hoş buldum kusura bakma tanıyamadım nasılsın?” “İyiyim abla 12 sene normal bende biraz değiştim haliyle” “Biraz mı?” Aktaş’ın açıklama yapma isteği ile ilgim ona kaydı. “Bu var ya bu yakın zamanda çok fena bir topçu olacak” hafızamı yokladım. Ben itmeden de elinde bir top oradan oraya koştururdu. Taylan yarı utana yarı sıkıla “Abartma abi” dedi. “Yahu ne abartması sanki Galatasaray alt yapısında oynayan benim” “Benim koçumun Real Madrid’e kadar yolu var. Boş zamanlarında da burada ekmeğinin peşinde” dedi desteklemek için abim. Öyle coşkuyla söyledi ki yüzüne baktım. Beni göğsüne çekip şakağımdan öptü. Bu sevgi gösterisinde anlık Akın abi ile çarpıştı bakışlarımız. “Ne ikram edeyim Nisan abla sana?” Taylan’ın soruna cevap verecektim ki Akın abi atladı. “Vişne suyu sever Nisan. Sen ona soğuk bir vişne suyu getir aslanım”. Vişne suyu severmişim bak hele bak. “Bunu da nereden çıkardınız Akın abi?” “Gitmeden önce neredeyse Vişneye tapmandan” “Senin de dediğin gibi. Gitmeden önce. Şimdi ise vişne nefret ettiğim dört şeyden biri” dedim. Gözlerime öyle ilgi ile bakıyordu ki. “Diğer üçü nedir peki?” sorusunu duymazdan geldim. Tıpkı onu da görmezden geldiğim gibi. “Taylan rica etsem bana güzel demlenmiş bir çay getirebilir misin?” “Amerika’da çay çok olmuyor değil mi?” diye sordu Simay. İçten sorusuna gülümsedim. “Evet genelde kahve içiyoruz. Hazır dost meclisindeyim demini almış bir çay iyi gider diye düşündüm.” Diğerleri de siparişlerini geçiyorlardı. “Ee psikolog hanım anlat bakalım neden psikoloji?” Aktaş’ın sorusuna yıllardır verdiğim cevabı verdim. “İyileşmek için” “Hasta mıydın?” diye sordu Dilek. “En az senin kadar” cevabım hoşuna gitmedi anında bozuldu. “Ben hasta değilim sana nasıl Nobel vermişler anlayamadım doğrusu” “Ahmet Hamdi Tanpınar’ın da dediği gibi psikanaliz çıktığından beri her insan az çok hastadır”. “Vallahi üstat çok doğru demiş” Batu’nun yükselişine gülümsedim. Ben gitmeden önce de beni alttan alır konuşmaya çalışırdı. “Zor olmadı mı be güzellik yabancı bir ülke yabancı bir dil” “İlk başlarda zordu elbette. Önce Almanya’da IB DP programına entegre olmam gerekti. Arkasından da kabullerim gelince Amerika. İnsan alışıyor” “Ee neler yapıyorsun? Malum sosyal medyanda kimse ekli değil abilerin dışında biliyoruz 1300 küsur kişi ile ne ettiğini” Serpil halamın kızı gibi değil de baş düşmanım gibiydi. Yaklaşık otuz saniye gözlerine baktım. Rahatsız olup ilk kaçıran o oldu. “Tarık bin Ziyadı bilir misin Serpilciğim?” dedim. -ciğim eki daima psikolji de küçümsemek için kullanılır. Neden böyle yaptın diye sorabilirsiniz? Dedim ya karşılarında 12 yıl önceki Nisan’ı bulamayacaklarını görmeleri gerekiyordu. “O kim ya yeni bir popçu mu? Arap popçu?” “Değil bak anlatayım kim miş” “Ünlü İslam komutanı Tarık bin Ziyad, komutasındaki ordusu ile birlikte gemilerle bugün adına Cebeli Tarık dediğimiz boğazdan İspanya’ya geçmiş. Tarık bin Ziyad ve askerleri karaya ayak bastıklarında, İspanya kralının yüz bin kişilik bir ordu hazırladığı ve saldırıya geçeceği söylentisi ordu içinde yayılmaya başlamış. Tarık bin Ziyad, askerlerinin endişe duymaya başladığını fark eder. Askerlerin yüksekçe bir tepeye çıkmasını emreder ve sahilde bıraktığı birkaç askere gemilerin yakılmasını emreder. Tarık bin Ziyad, askerleri ile birlikte bulunduğu tepeden gemilerin alev alev yanışını izlemiş. Durum karşısında ne yapacaklarını şaşıran askerlere dönüp, tarihe iz Tarık bırakan şu konuşmayı yapar. Bakışlarını saniye üzerimden çekmeyen Akın abiyi dikkate almadan beni dinleyen diğerlerinin göz bebeklerine baktım. “Gördüğünüz gibi artık geriye dönüşümüzün bir yolu yok. Gemileri yaktık. Ya gelen İspanya ordusuyla savaşıp ilerleriz, ya da ölürüz. Ona göre savaşın! İspanya kralının yüz bin kişilik bir ordu ve askerleri karaya ayak bastıklarında, Tarık bin Ziyad’ın askerleri İspanya Kralını yener ve Endülüs Emevi devletini kurarlar.” Yani deme o ki Serpil’ciğim giderken gemileri yakıpta gittim. Dönmeyeceğimi bilerek. Bende kendi Emevi devletimi kurdum.” “Klinik Psikoloji Nobel Ödülü” dedi hayranlıkla Gökhan abi. “Helal olsun kız sana” “İyi de bunun sosyal medyada kimseyi görmemenle ne alakası var?” Serpil ısrarla devam ediyordu. “Nesini anlamadın Serpil?” “Nesini anlayayım Ferhat abi?” “Yani sen yakılacak gemiydin? Buraya geçmişe tutan ne varsa silip atmış. Başarı için önünde ne engel varsa kökünden söktüm diyor kardeşim” abimin açıklaması Serpil’i çokça bozdu. “Ben hak veriyorum” dedi Simay. “Bu kadar büyük bir adım atıp geri dönseydi en başka biz linçlerdik. Hepiniz karşınızda 12 sene önceki saçları Çilek kokan Nisan’ı bulmayı bekliyordunuz. Oysa şimdi benim güzel arkadaşım adını altın harflerle yazdırdı” “Teşekkür ederim Simay.” Öpücük attı. “Siz anlatın bakalım neler yaptınız?” “Gökhan Hukuk fakültesini bitirdi kendine bir büro açtı yaz sonunda evleniyor. Mahallemize sen gittikten sonra taşınan bir ailenin kızı. Alt sokakta Hayriye teyzeleri evine taşındılar.” Hayriye teyzeyi hatırlıyordum. Çok hoşlanmazdım. Bana sürekli “Kimse seni almaz” deyip dururdu. “Aktaş Doktor oldu” dedi. Bunu bilmiyordum. Ben giderken tercih yapmamıştı sanırım. “Tebrik ederim” “Teşekkür ederim meslektaş” “Uras Polis” “Polis?” “Hımm atanamayan öğretmen olunca.” Hafızamı yokladım. Sanırım Coğrafya okumuştu. “Dilek işletme okudu” “Gerçi bunları sen sorsaydın sana söylerdik abin anlatmazdı ya” “Gemiler dedim ya” sözlerime iyice bozuldu. “Batu gemi mühendisi” Şaşkınlıkla baktım. O da benim gibi pek parlak bir öğrenci değil diye hatırlıyordum. Sanki daha bir özgüven gelmiş. “Serpil iki yıllık Gıda teknikerliği” “Ve Akın ile bende birlikte çalışıyoruz. Ekmek teknemizi işletiyoruz.” Birlikte çalıştıklarını biliyordum lakin nasıl bir sistematikleri vardı emin değildim. “Sencileyin Mimarlık” dedi Simay abime aşkla bakıp. “Sencileyin? Ne güzel bir isim abi sen mi koydun?” “Hayır Akın’ın fikriydi” dedi. Yeniden göz göze geldik. Gerçi göz göze gelmek için benim kaçırmamam yeterliydi o daima bakıyordu. “Hayırlı olsun” dedim. Bakışlarımı kaçırarak. “Peki diğerleri neredeler?” “Oğuz ile Uğur şehir dışında onlarda birlikte çalışıyor. Aslı ile Fidan’da babaanneleri hasta ziyarete gittiler.” “Ya sen boncuk sende yok mu bir şeyler? O Jonny’ler seni bu güzellikle nasıl başı boş bıraktı?” Gökhan abinin sorusuna abilerim anında beden dili ile cevap verdi. Tabi başka biri daha vardı bakışları ile Gökhan abiyi delip geçen biri. “Boş bıraktıkları ne malum? Orası Amerika fırsatlar ülkesi kimin kimin altına yattığı belli değil” “Ne kadar emin söyledin öyle Dilek. Sende öyle mi oluyor?” Sözlerim masada bomba etkisi yarattı. “Ne demek istiyorsun?” “Bir şey demek istemiyorum aleni söylüyorum. İma ettiğin şeyi sana doğrudan soruyorum. Altına yattığın kişiler belli değil mi?” Gözleri büyüdü. “Bana böyle soru soramazsın?” “Oysa ki sen bana bunu destursuz sorma hakkını kendinde görebiliyorsun” “Bu hadsizlik” dedi. “Hayır, bu haddini aşan birine aynı uslupla edebini öğretme sanatı. Ne demişler Kişi kendinden bilir işi.” Ağzını açacak oldu Ferhat abim konuştu. “Nisan edebi ile söyledi lakin bir dahakine ikinizden biri daha kardeşime aynı edepsizliği yapacak olursa karşısında beni bulur”. “Lütfen abi buna gerek yok. 12 yıldır bunlardan binlercesi ile karşılaştım. O zaman da yalnızdım. Bir abiye ihtiyaç duymadım. Şimdi de duymuyorum. Size gelince iki hafta sonra dönüyorum. Birlikte zaman geçirmek zorunda değiliz. Birbirimize katlanmak zorunda da değiliz. Davet etmişsiniz icabet ettim. Lakin bu size misafirim sessiz kalırım siz de laf sokarız genişliği vermesin. Saygı hak edene gösterilir” “Sen ne biç-“ “Yeter Dilek. Nisan haklı geldiğinden beri ima etmediğiniz şey kalmadı. Az bile söyledi” Akın’a baktım. İlk defa gecenin başından beri bana değil Serpil ve Dilek’e bakıyordu. O sırada Taylan siparişlerimizi getirdi. Dilek ile Serpil’in cevap verme çabaları da sönmüş oldu. “Nisan abla ufak bir hoş geldin hediyesi” dedi. Sarı Nergis çiçeklerinden bir demet yapmış. “Çok teşekkürler Taylan. Ne kadar güzeller” dedim. “Rica ederim. Akın abim şimdi geliyor siparişin” uzanıp çiçekleri aldım. Uzun uzun kokladım. Sonra masaya bir pasta geldi. Bilin bakalım neli? Evet evet her birinize on puan. Vişneli çikolatalı pasta üzerinde “Hoş geldin Nisan” yazıyordu. “Vişneli Çikolatalı seversin diye hatırlıyorum. Yoksa bu da mı değişti?” Akın abinin cümlesi ile bu akşam gereksiz yere bilmem kaçıncı kez göz göze geldik. “Aslında en çok o değişti Akın abi zahmet etmişsiniz. Yine de teşekkür ederim.” Dedim. Uzandım yanan mumu ellerimle söndürdüm. “Kızım ne iş vişneye savaş mı açtın?” “Hayır Gökhan abi. Bazı şeylere ederinden fazla değer verip adam yerine koyduğumu fark ettim. Hayatta insan herhangi bir şeye öyle deli gibi bağlanmamalı” Her cümlem masada bomba etkisi yaratıyordu. “Çok değişmişsin” dedi Aktaş. “Ve bu benim acayip hoşuma gitti” Akın’ın bakışları anında onu buldu. Batu’da gülümseyerek “Zaten daima farklı bir aurası vardı Nisan’ın” dedi bakışlarımız buluştu gülümsedim. “Değişmedim diyemem. Buradan giderken Simay’ın da dediği gibi saçları çilek kokan dişlerinde teller olan 15 yaşında bir ergendim. Boyum ayrı kabahat kilom ayrı kabahat. Gerçi benim pek umurumda değildi tabi o zamanlar insanların fiziksel olarak diğerlerini yargılamasının benim için bir önemi yoktu. Herkes herkesi sevebilir zannediyordum.” Ferhat abim bakışlarını kaçırdı. “Sende 12 yıl gelmeyip boyunu mu uzattın?” diye sırıtarak sordu Serpil. “Hayır sadece boyumu değil zekamı da uzattım. Sende dene” göz kırptım. Akın’ın dudakları kıvrıldı. “Onda olmaz yahu.” Dedi Uras. Serpil’in bakışlar onu buldu. “Bakma öyle fesatlıktan mütevellit” Dilek’in bakışları da Uras’ı buldu. Sanırım çokta iyi bir fikir değildi bu akşam toplanmak. Onlar konuşurken masanın üzerine koyduğum telefonuma mesaj geldi. Herkes birbirine öyle dalmıştı ki. “Umudum: Seni çok çok çok özledim” ekranın üzerinden okuduğum mesaja gülümserken ekranı kapattım. Ve bana bakan bir çift gözle karşılaştım. Öyle sert öyle sinirli bakıyordu ki. Bu sefer bakışlarımı kaçırmadan bende ona baktım. Aramızdaki gerilimi kulağıma uzanan abimin sesi böldü. “Güzelim kusura bakma. Neden böyle yaptıklarını anlamıyorum” “Ben anlıyorum abi” sorgular gibi baktı. “Hayallerindeki hayatı yaşıyorum normal” dedim. Anlayışla gülümsedi. “Hadi o zaman daha fazla bu iki haşereye maruz bırakmayalım seni” “Bize müsaade Nisan yorgun” deyip ayaklandı. Edilen itirazlara aldırmadan bende kalktım. “Nazik davetiniz için teşekkür ederim”. Abimin tuttuğu kabanımı giyindim. Arkama bakmadan çıktım. AKIN’DAN… Değişmemiş evrim geçirmiş. Daha önceleri utanmaktan yüzüme bakamayan Nisan masada ona yapılan bütün saldırıları ustalıkla savuşturdu. Üzerine lafı dolandırmadan kim varsa çatır çatır söyledi. Buna bende dahilim. 12 sene önce bir okulun spor salonunda bıraktığım ergen kız genç bir kadın olmuştu. Ve henüz ne özür dileme fırsatı bulabildim ne de baş başa kalabildik. Ve sadece iki hafta sonra döneceğini öğreniyordum. Oraya. Umudu her kimse ona. Gelen mesajı görünce bizimle yaptığı eğreti muhabbetten nasıl da sıyrılıp gülümsedi. Psikoloji okuduğundan sanırım kimin niyeti nedir anında anlıyor galiba. Ne Dilek kaldı itin götüne sokmadığı ne Serpil. Beni geçtim Ferhat’a bile acımadı. Aralarında ne var bilmiyorum lakin ona da sinirli. Bunun dışında ona güzel yaklaşan kim varsa aynı karşılığı aldı. Simay, Taylan Gökhan, Batu. O Batu ile Aktaş itlerinin bakışlarını sonra irdeleyeceğim. Önce Nisan’ın beni çarpmasının etkisinden çıkmalıyım. Abileriyle çıktıktan sonra Gökhan ile Deniz kenarında oturuyorduk. “Çok değişmiş” dedim. Gülümsedi. Vicdan azabımın pik yaptığı bir günde olanları anlatmıştım ve beni evire çevire dövmüştü. “Tam bir hanım efendi olmuş” gözlerimi devirdim. “O Batu piçi ile Aktaş itine ne demeli?” “Ne var bekar çocuklar kızımızda maşallah pırlanta” “Sen kimden yanasın kardeşim” “Nisan’dan” dedi yekten. “Sağ ol ya” “Rica ederim.” “Ben nasıl özür dileyeceğim Gökhan” “Asıl soru bu değil mal kardeşim. Asıl soru aradan 12 yıl geçtikten sonra özür dilemeyi akıl etmen” Daima gerçekleri konuşmasından nefret ediyordum. “Çok güzelleşmiş.” Dedim bir sigara yakarken. “Ben Nisan’ın yerinde olsam yüzüne bile tükürmem” dedi. “Hele 12 sene önce kadın olduğunu ıspatlasın diyen adamın şimdi çok güzelleşmiş dediğini duysam” Sırrımı saklıyordu Serhat’a bir şey demedi lakin yıllardır ne zaman Nisan konusu açılsa elinde kasatura kalbime saplayıp döndüre döndüre intikam alıyordu. “Çok gençtim” dedim savunmaymış gibi. “Hayır yakışıklı olduğunun farkında bir piçtin. Her birini istedin. Mahalledeki bütün kızları hepsini de ulan gördüğü kız var ya. Midesiz herif” dedi tiksiniz gibi. Sigaramdan derince bir nefes daha çektim. “Yardımcı olmayacaksan siktir git” “Hım gideyim de tarih tekerrür etsin” imaları ile gözümü kapattım. “Gökhan yapma kardeşim. 32 yaşında pişmanlıktan kıvranan bir adamım yapma” “Tamam kalk hadi önce bir toparlan. Kendine gel. Sonrasına bakarız” Çöküp kaldığım yerden kaldırdı. Omuzlarım düşmüştü. Amerika’ya gittiğimde yanına gitmeye cesaret edemediğim için özür dileyememiştim. Hem de defalarca. Oysa şimdi yakından görmek. 12 yıl önce aşağıladığım kadına tutuluyorum. Hayat sanırım benimle çok fena taşak geçmeye hazırlanıyordu. NİSAN’DAN… Yatağımda gerinerek uyandım. Dün ki uykumu saymazsak bu odamdaki yatağımda 12 yıl sonra ilk uykumdu. Pardon yanlış söyledim yeni odamda. Gece sağa sola dönmekten uyuyamadım. Zaten gündüz uyuyunca da erkenden uyanmam olasıydı sanırım. Saate baktım. 5:43 hızlıca yataktan çıktım. Bazı alışkanlıklar devam ediyordu. Umudumla her sabah erkenden kalkıp koşardık. Ve bünye koşmak istiyordu. Hızlıca tuvaletteki işlerimi bitirdim. Saçlarımı at kuyruğu yaptım. Bir sporcu sutyeni giyindim. Üzerine bir kapüşonlu ve altına da lacivert bir tayt. Spor ayakkabılarım ve çoraplarımla sabah Nisan’ı hazırdı. Odanın bir köşesinde duran çöp poşetine takıldı gözüm. Gelirken buradan tam anlamıyla iyileşip döneceğime kendime söz vermiştim. Çöp torbasını da aldım. Cebime telefonumu ve kulaklığımı attı. Bir de cüzdanım. Anahtarım yoktu. 12 yıl buralarda olmayınca zaten neden olsun. Merdivenleri hızlıca indim. Sanırım herkes uyuyordu. Dış kapıyı usulca açtım. Daha hava karanlıktı. Bahçeye şöyle bir göz gezdirdim. Adını veren çıkmaz tepeye. “Hadi Nisan kaldı 13 gün” Poşeti sıkıca tuttum. Bahçe kapısından da çıktım. Sokağın başında ki giysi kumbarasına 15 yaşındaki Nisan’ın nesi var nesi yoksa bıraktım. Bana kalp kırıklığıydı belli bu giysiler umarım yeni kullanacak kişiye umut olur. Ve kulaklıklarımı taktım. Sahile doğru koşmaya başladım. O kadar uzun süredir koşuyordum ki müziğin sesi bile kafamdakileri susturmaya yetmemişti. Ferhat abim gece konuşmak istedi. Lakin yorgun görünce “Başka zaman” diyerek vazgeçti. Neyi konuşacaktık ki? Zihnim o güne gitti. 12 YIL ÖNCE… Saatlerce başı boş sokak köpekleri gibi dolandım durdum. Ne kadar ağladım bilmiyorum. Elimden düşen borcamın beton zemindeki sesi yankılanıyordu defalarca düştü zemine. Defalarca parçalandı. Sonunda eve gitmek aklıma geldi. Büşra hanım kızların gece sokakta olmasından pek hoşlanmazdı. Hava karardığı için laf yemekten çekindim. Saate baktım. Akşam 7’ye geliyordu. Hızlı adımlarla evin yolunu tuttum. Kimseyi görmemek için duvar kenarlarından yürüyordum. Kapıyı açıp içeri girdiğimde annem homurdanıyordu. “Kim bilir yine nerede sürtüyor. Bu evde üç adam var anneme yardım edeyim demek yok” Akşam yemeği için sofra kuruyordu ve yardım edecek Nisan ortalarda yoktu. “Gözü kor olmayasıca. Nerede kaldı bu?” “Ferhat” diye seslendi. “Ne var anne ya?” “Yavrum biliyorum sinir oluyorsun da şu masa örtüsünü seriver sana zahmet kardeşin gelmedi” “Yemekte ne var?” “Dolma sardım.” “Ohoo o zaman gelmesin boş ver her birimizin rızkını o yiyor. Evin rızkı ona gidiyor” annem kıkırdadı. “Aslan oğlum ben sana bolca yaptım şifa olsun benim paşama” “Hanım hadi nerede kaldı yemek öldüm açlıktan” dedi babam. Kimse beni kapının önünde karanlıkta görmüyordu. “Nisan gelmedi sofrayı mı kurayım yemek mi yapayım?” “Bir arkadaşına takılmıştır gelir şimdi. Azıcık idare ediver ergen o da” “Aman sende kızına toz kondurma.” “Yahu ne dedim hadi açık diyorum öğlende yemek yiyemedim işim vardı. Serhat nerede?” “Geldim buradayım. Nisan yok mu?” “Gelsin etlerini lime lime edeceğim. Makine kek malzemesi ile dolu ortada kek yok. Kim bilir kime yaptı” “Diyorum ben size bu kız bizim rızka ortak. Verelim gitsin” “Ay aman onu kim alır” dedi az önce idare et diyen babam. “Alsalar iki güne getiriler evde masaları yedi diye” Ferhat abimin esprisine bir serhat abim gülmedi. Annem ile babam karınlarını tuta tuta güldü. “Her yer Çilek kokuyor der adam” dedi annem. “Ya da vişne” dedi babam. “Zaten okumayacakta ilk gelene kakalayıp kurtulalım bari” annem Serhat abimin sesi ile sustu. “Nisan şu dediklerinizi duysa kahrından ölür. Bu ne biçim bir konuşma. İkinizin kızı senin de kardeşin ayıp be” “Oğlum şaka yapı-“ “Şakanın bir edebi olur anne. Bana böyle şaka yapsan bir daha kapını açmam. 15 yaşında ergen diye ezip duruyorsunuz kardeşimi. Edep ya hu edep!” abim bağırıp çağırıp odasının kapısını çarptı. “Ee yemek?” diyen Ferhat abime. “Zıkkım yiyin” diye de eklemeyi unutmadı. Daldığım düşüncelerden önüme gelen bir neden ile çıktım. Koşarken birden önüme çıkınca geri çekildim. Kapüşonu indirince karşımda Akın’ı görmeyi beklemiyordum. “Günaydın” dedi sırıta sırıta. “Akın abi ne yapıyorsunuz?” “Konuşmaya geldim” “Önüme eşkıya gibi çıkarak mı?” “Başka yol bulamadım” “Önümden çekilir misiniz?” sağa adım attım sağa geldi. Sola adım attım sola. “Çekilir misiniz?” “Çekilmem konuşacağız ve ben senden özür dileyeceğim” “Herhangi bir şey beklemiyorum çekilin önümden Akın abi.” “Konuşacağız dedim lakin önce şu abi ve üçüncü çoğul şahısları kaldır” Arkamı döndüm ki kolumdan sertçe çekti. “Nereye? Konuşacağız dedim” savruldum. Yeterse yeterdi bence. Nisan sadece Nobel ödüllü değil kara kuşak ödülü de var. Sanırım bu ayrıntıyı göstermenin vakti zamanıdır. Buna bir geçirdim. Yumruğum dudağını patlattı. Tebbeti tersten okurken kenarından kan sızıyordu. “Bir daha bana iznim olmadan dokunursanız bu kadar hafif bir yumrukla yetinmem bilesiniz Akın abi”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD