NİSAN’DAN…
Annem ile bahçe kapısında sarıldık. Sanırım erken geldiğim için herkes evdeydi. Seslere çıkan babam ve abilerimde beni görünce gülümsediler.
“Prensesim gelmiş”
Babam kollarını açarak bana yaklaşırken abilerim de arkasından geliyordu.
“Davut Özerkan yıllar sana hiç dokunmamış. Hala çok yakışıklısın” dedim.
“Hadi oradan yalancı serseri. Baksana göbeğime kat bile çıktım”.
“Annemin dolmaları avuç avuç götürmesen katın da olmaz yağında” dedi Ferhat abim.
Babama sarılmayı bıraktım. Ondan sonra bana kollarını açan Ferhat abimin göğsüne sindim.
“Nasılsın güzelim. Belki gelemem demiştim”
“Tehdit edildim. Gelmezsem kardeşlikten silinme riskim vardı. Odama yerleşecekmiş” bakışlarım Serhat abime kaydı.
“İyi etmişsin sen gelen kadar can siperhane korudun lakin artık gücüm yetmiyordu” dedi oyunuma katılan Ferhat Abim. Sıkıca sarılıp şakağımdan öptü. Ondan uzaklaştım.
“Gel buraya cimcime” kollarını genişçe açan Serhat abime sokulurken “Pek cim cimeliğim kalmadı sanki?” diye sordum.
Abilerim de uzun boyluydu lakin ben şimdi 1,82 boyum ile neredeyse yakalamıştım.
“Ay hadi kapıda kaldınız. Kaynanan sevecek sanırım kahvaltıya oturmak üzereydik”
Annemin lafını duymazdan geldim. Yeniden babamın kollar altına sığındım. İkimiz içeri girerken arkadaki evin kapısı açıldı sanırım. Biz içeri girdiğimiz için göremiyordum.
“Ay Büşra Nisan mı geldi? Seslere çıktım” dedi eski komşu yeni dünür Necla teyze.
“Öyle dünürüm Nisan geldi. Gelemem dediydi sürpriz yapmış”
“Ohh maşallah maşallah. Simay’da çok sevinecek” kendi aralarında kapı önü sohbeti yapıyorlardı. Pek bir şey değişmemiş.
“Ya lafa daldım kızım yoldan geldi dünür bir karnını doyursun sonra konuşursunuz. Ya da gel istersen kahvaltı edelim.”
“Siz ailecek bir hasret giderin ben sonra gelirim dünürüm. Hem Akın birkaç şey istedi onları halledeceğim”.
Aylardır bu düğüne gidip gitmeme üzerine verdiğim savaş duyduğum isimle bedenimi gerdi. Babam kolunu bedenime sardığı için hissetmişti.
“Üşüdün mü güzel kızım?”
“Ha hayır öyle anlık bir refleks geçer şimdi”
“Ferhat kardeşine sandalye getir”
Ayakkabılıktan çıkardığım stilettoları kenara koyup bir terlik giyindim.
12 yıl tabi sandalyelerim de kalkmış. Çok normal. İki hafta sonra eski düzenlerine döneceklerdir. Hatta bir eksik. Zaman zaman karısı ile gelen abim belki çocukları ile artar sandalye sayısı. Bilemiyorum. Giderken de kolay bir karar olmamıştı. Öyle ki iki gün sadece nasıl olur nasıl yaparım diye uyumamış durum değerlendirmesi yapmıştım.
Gitmemin sadece Akın ile ilgisi olmadı elbette. Tetikleyen bir sürü şey vardı.
“Hadi kızım geç otur” dedi babam.
“Bir ellerimi yıkasam?” kendi evimde sorduğum soru şaşırtmış olmalı.
“Elbette güzel kızım” dedi. Lavaboya doğru adımlarken göz ucu ile de evimizi taradım. Bazı mobilyalar değişmiş. Yenileri gelmiş. Duvarlar perdeler. Ellerimi yıkadıktan sonra aynada yüzüme su çarptım. Sonra kâğıt havlu rulosundan bir parça çektim. Bir çok değişen şey gibi annemin ucu dantelli havluları da yerini kağıt havlulara bırakmış. Salona geri döndüm.
Masaya baktım.
Sanırım Umudumla hazırladığımız kahvaltılar hariç çok uzunca bir süre sonra ilk defa aile masasına anne kahvaltısına oturacaktım. Almanya’da nenem üzerime titrerdi. En son bana böyle bir kahvaltıyı o hazırlamıştı.
Masaya önce bir sandalye ardından bir tabak, çatal bıçak ve çay eklendi.
İlk dikkatimi çeken ev usulü meyvelerinin bizzat bahçeden toplandığı vişne reçeli oldu. Bazı şeyler değişmiyor tabi. En azından burası için. Bende ki değişim kitaplara konu olur.
“Al anneciğim abin evlenince gözlemelerini özlerim dedi diye gözleme yaptıydım.”
Uzattığı gözleme o kadar kalorili göründü ki gözüme.
“Anne o çok”
“Kaşık kadar kalmış suratın nesi çok”
“Öyle deme Büşra Sultan kızın kırmızı halı mankenlerine taş çıkartacak bir fiziğe sahip maşallah. Yer mi öyle tereyağlı gözlemeleri?”
Ferhat abim daima kilom ile ilgili takılırdı bana. Tabi bunu 15 yaşındaki Nisan’a yaptığı için 27 yaşındakine de aynı şekilde yapabilirim zannediyordu.
“Haklısın abi gitmeden önceki son gecemde evin rızkı sana gidiyor dediğinden beri yememe içmeme dikkat ediyorum” dedim. Masada buz gibi bir hava esti. Ferhat abim bakışlarını kaçırdı.
Dedim ya 12 yıl sadece tek sebepten dönmemezlik etmedim.
“Dokunmayın prensesime” dedi babam onun da canı sıkılmıştı.
Neden Klinik psikoloji okudun diye soranlara daima verdiğim bir cevaptır “İyileşmek için”.
Nisan 15 yaşında bir ergen iken aman ailem üzülmesin aman arkadaşlarım kırılmasın diye içine ata ata içindeki çocuk Nisan’ı kırmış. Şimdilerde anlıyorum. Master yaptım üzerine doktoram bitmeli. Hatta Nobel ödülüm de var lakin bu getirilerin arkasında büyük bir hor görülmüşlük olduğunu kimse bilmiyor. Umudum hariç.
“Hadi Hanım bir çay ver güzel kızıma” dedi babam.
“Hemen” dedi annem.
“Anlat bakalım güzellik ne kadar kalacaksın?”
“Düğün bittikten iki gün sonra uçağım var abi” Serhat abimin sorusu ile verdiğim cevap annemin “Sadece iki hafta var ama” seklinde isyanına dönüştü.
“Öyle anca izin alabildim”
“En azından iki hafta var. Tadını çıkartalım” Ferhat abim az önceki densizliğini telafi ettirmek ister gibi söylendi. Açık ara hamlesini görünce bende sakinledim. Birlikte kahvaltı etmeye başladık.
Masada ne varsa uzandım bir parça aldım. Hatta annemin önüme koyduğu gözlemenin yarısını bile yedim. Sadece vişne reçeline elim gitmedi. Beş kişilik ailemde on iki yıl sonra yeniden bir sohbet başladı.
“Almanya’ya da uzun zamandır gitmemişsin güzelim” dedi babam.
Beni okutan nenem ve dedemi sık sık ziyaret ediyordum. Oldukça yaşlıydı ikisi de.
“Öyle oldu baba en son iki yıl önce seminere gidebildim. Biraz yoğun çalışıyorum. Fakülte biraz fazla düşüyor üzerime bu da oldukça sıkı bir iş yoğunluğu oluşturuyor.”
“Nobel ha?” dedi babam yeniden. Üç yıl önce Nobel almıştım. Klinik psikoloji ve insanlar üzerinde oluşturduğu etkiler. Kendimi iyileştirirken aslında ne kadar çok insanın böyle zorbalandığını şimdi anlıyorum.
Babama bakıp gülümsedim. Yaşlanmış görünüyordu. Demir yollarından emekli olunca annemin dırdırından kaçmak için kahveye gidiyormuş. Sonunda kendine bir saatçi dükkânı açmış. Mahallemizin meydanında küçük bir dükkân da saat tamiri yapıyordu. Çocukluğumdan hayal meyal hatırlıyorum böyle şeylere ilgisi olduğunu.
Kahvaltı masasını kaldırınca birer de keyif çayı içtik. Ferhat abim yüzüme bakıyordu. Serhat abim daha sakindi. Sakince ayaklandım. Kapının girişinde bulunan bavuluma ilerledim. İçinden en üstte bulunan hediye paketlerini aldım.
“Ben eli boş gelmek istemedim” hediyelerini rengarenk paketlettiğim için biliyordum.
“Ne zahmet ettin güzel kızım” dedi babam uzattığım siyah paketi alırken.
“Bu da senin anneciğim” pembe kaplı paketi anneme verdim.
“Bunlarda sizin” Maviyi Serhat’a Yeşili Ferhat’a verdim. “Bu da gelin hanıma” kırmızı kutuyu tekrardan kendime saklarken. İçerde paketlerin kağıtlarının yırtılma sesinin oluşturduğu bir senkroni duyuldu.
“Yavrum bu?” dedi babam elindeki saate bakarken.
“Bir müzayede de denk geldim babacığım hoşuna gider diye düşündüm. İsviçre yapımıymış. Yani aldığım kişi öyle dedi. Sanırım sadece beş tane yapılmış.”
“Öyle en az 250 yıllık. Çok teşekkür ederim.”
Güle güle kullan.”
Aynı anda abilerimden bir “Oha” geldi. İkisine de birer Rolex almıştım.
“Bunu beğendiniz olarak alıyorum”
“Bayıldım kızım bu ne” dedi Serhat abim. “Düğün hediyen”
“Eyvallah” sıkıca sarıldı. Ferhat abime baktım. “Çok teşekkürler güzelim” dedi o da sarıldı. Kulağıma fısıldadı.
“Konuşacağız abiciğim” kafamı kaldırıp yüzüne baktım. Annemin beğen dolu sesi bakışlarımızı kesti.
“Kızım bu?”
“Pembe elmas anne beğendin mi?”
“Yavrum bayıldım” dedi. “Çok Güzel”. Bvulgari’ye özel yaptırmıştım.
“Aynısının pırlantalısı da gelin hanım için” dedim elimdeki paketi televizyonun yanına bırakırken.
Biraz daha ailemle sohbet ettikten sonra “Müsaade ederseniz biraz jet lag oldum da dinlenebilir miyim?” diye sordum.
“Hay Allah lafa tuttuk kız kaç saat uçtu geldi” dedi annem hızla ayaklanıp.
“Gel kızım odan aynı dokunmadım bir şeye” dedi.
Abilerimle ve babamla vedalaşıp annemin peşine takıldım. Saat daha sabahın dokuzuydu ve sanırım ben geldim diye kimse işine gücüne gitmemişti. Engel olmamakta fayda var.
Üst kata çıkıp ta odamın önene geldiğimizde kapıyı açtı geçmem için izin verdi.
Tanıdık bildik o koku karşıladı beni. Bir araştırma konusunda yazmıştım. Makale oldukça sükse yapmıştı. Evler ve kokular diye. Ben her evin kendine has bir kokusu olduğuna inanıyorum. Adına ne derseniz deyin. Boya, deterjan parfüm insan teni kokusu. Bence her insanın evinin kokusu aynı ve o kokunun psikoloji üzerinde çokça etkisi var. % 90 kadar.
“Teşekkür ederim anneciğim” dedim yanağından öpüp.
“Bunu da al güzelim” dedi Ferhat abim. Bavulumu getirmişti.
“Sağ ol abi zahmet verdim” dedim bavulu alıp kapının yanına koyarken.
Odam benim odam 15 yaşındaki Nisan’ın iç dünyası ile dizayn ettiği odam.
“Hadi sen dinlen” dedi abim annemi de alıp giderken. Bende kapıyı kapattım. Arkamı dönmeye korkuyordum sanırım. Derince bir soluk çektim ve döndüm.
Çilek desenli yatak çarşafım, üzerinde artist fotoğrafları yapıştırılmış dolabım. Çoğu piyasadan silinmişler hem de. On iki yıldır aynalı konsol önünde duran dudak parlatıcım. Burada ne varsa 15 yaşında cıvıl cıvıl Nisan’ı anlatıyordu. Dolabımı açtım. Kızımızı converse ayakkabılar bile burada. Kot tulumlar rengarenk tişörtler. Parmak uçlarım askılarda dolandı.
Ne neşeliymişim!
Sadece perdeler değişmiş. Evin perdeleri değişince elbette. Odamdaki balkonun perdesinin arkasından vişne ağacına baktım. İrileşmiş kalınlaşmış. Dalları epeyce uzamış ve belli ki yeni budanmış. Bu tarafta ki perdeyi usulca çektim. Bakışlarım başka bir yere değmedi. Oysa bu perde daima açık olurdu. Yatağımın uzuna denk gelen diğer cama adımladım. Camı açıp perdeyi sıyırdım. Bu evimizin size bahsettiğim dük yamaca bakan kısmıydı. Bu yüzden şair Irti çıkmazı diyoruz. Bu tepe sokağı kesitiği için. Yaklaşık yirmi metre düz bir bahçe ve birden ortaya çıkan dik bir tepe. Kimseyi görmüyordu lakin görsel bir şölen sunuyordu bu pencere. Sık ve dik ağaçlar arasında sarmaşıklar. Sık sık tırmanırdım aralarına oradan izlerdim o zaman ki küçük dünyamı.
Yeniden odaya döndüm. Gerçekten çok yorgun hissediyordum. Çilek desenli tek kişilik yatağımın yorganını kaldırdım. En kısa zamanda şu çilek desenlerinden kurtulmayı aklıma not edip üzerimi değiştirip kendimi huzursuz bir uykuya bıraktım.
AKIN’DAN…
Düğün sebebi ile mahalledeydim. Çünkü bir sürü ihtiyaç hasıl oluyordu. Bu da kendi evimden çıkıp eski odamda kalmak demekti. Oysa mahalleye ne uzak ne yakın sayılabilecek mesafede kendi çizdiğim mimaride yaşamak iyi geliyordu.
Bu sabahta gece geç saatlere kadar annemin elime tutuşturduğu davetiyeleri dağıtmış sabahına da geç geldiğim için uyuyakalmıştım. Çok ciddi bir proje almak üzereydik. Bu hem beni hem de iş ortağım Serhat Özerkan’ı dünya çağında bir yere taşıyabilirdi. Can dostum Serhat ile kardeşim evlenmeye karar verdiğinde itiraz edecek yüzü kendimde bulamadım. Ben onun kardeşine hayatı zehir etmişken.
İki hafta içinde evlenecekler ve kendi yuvalarını kuracaklardı. Sanırım itiraz etmememin en büyük nedenlerinden biri de Nisan’ın en azından abisinin düğününe geleceğini ummamdı. Neticede abisiydi. Bende özür dilemek için bir fırsat yakalardım belki.
Defalarca Amerika’ya gidip karşısına çıkamayınca böyle siktiri boktan şeylerden medet umuyor insan. Tabi bütün hayallerim Serhat’ın “Ne kadar dil döktümse ikna edemedim Nisan gelmiyor” demesi ile suya düştü.
12 yıl bir sürü şeyi değiştirdi elbette. Her birimiz yaş aldıkça değiştik. Lakin en fazla değişen Nisan oldu. Benim yaptığım eşeklikten sonra ardına bile bakmadan Almanya’ya nenesine ve dedesine gitmiş ondan da üç yıl sonra Amerika’ya yerleşmişti. Bu 12 yılda Özerkan ailesi birkaç defa Almanya ve Amerika’da kızlarını ziyaret ettiler hepsi bu. Ne Nisan geldi ne Akın özür dileyebildi.
Üç yıl önce de Nobel aldı. Şaka gibi.Fiziksel olarak da bambaşka biri olduğunu anlıyordum resimlerinden. Yıllarca stalklamak için girmediğim hal kalmadı.
Sosyal medyası kişilere özel ve kilitliydi. Güncel sayı 1341 takipçi ve 1341 takip edilen. Biri takipten çıkarsa ya da eklenirse paralel şekilde değişiyordu. Profil fotosu daima uzaktan. Üniversitede birkaç resmi poz dışında net fotoğrafı da yoktu. Öyleki arkadaşlarını bile stalkladım. Hatta sahte hesaplar açıp takibe aldım. Beni asla kabul etmedi. Ne gerçek profilimle ne de sahte hesaplarda. Sahte hesaplarla arkadaşlarını ekledim dedim ya kabul edenlerde bile yakında bir resmi yoktu. Ve Nisan hakkında bilgi almak imkânsız oldu. Tabi bu sadece bana böyle değilmiş. Abileri dışında kimse yani buradaki hayatından kimse ekli değil. Kardeşim Simay, kuzeni Serpil ve arkadaşları Dilek dahil.
Odamın kapısı tıklatıldığında geç yattığım için uyuyordum. Elinde kahvaltı tepsisi ile annem girdi.
“Yavrum kalk hadi. Saat dokuzda kaldır demiştin”
Demiştim çünkü saat on birde toplantım vardı. Baş ucuma koyduğu tepsiyi işaret etti. Kalktı camı açtı. Temiz hava içeri dolunca zihnim açıldı.
“Kalk hadi hem çok güzel bir şey oldu”
“Ne oldu anne?”
“Nisan geldi” dedi.
“Evet anneciğim Nisan ayındayız ya 16 Nisan bugün iki hafta oldu geleli.”
“Onu mu diyorum deli oğlan Nisan geldi Nisan kız” gözlerim hızla açıldı.
“Nisan derken?”
“Vallahi sabah gördüm. Siyah lüks bir araçtan indi omu değil mi diye bakınırken anne babası sarılınca anladım. Yahu ne güzel olmuş arkadan gördüm bir içim su. Bir boy var manken.”
Annem anlatırken benim kafam bambaşka yerlerdeydi.
“Abisi neticede kıyamamıştır tabi izin aldıysa demek ki”
Hızlıca kalktım. Kahvaltı tepsisine çarpınca “Yavrum yavaş yanacaksın” dedi annem.
“Ne zaman gelmiş?”
“Bilmem ki gece indi sanırım.”
“Kimse var mıydı yanında”
“Görmedim”
“Ne kadar kalacakmış?”
“Evladım arkadan gördüm bilmiyorum. Ailesi ile vakit geçirsin diye gitmedim. Büşra Kahvaltı edelim dedi lakin kız kaç saat yoldan geldi. Jet tok mu diyorsunuz ne ondan olmuştur belki dedim. Yarın akşama yemeğe davet ederiz sorarsın bütün sorularını”
Hangi yüzle anacığım?
“Hadi benim makinada ki çamaşırları çıkarmam gerek kalk sende. Kahvaltını et. Bu toplantı önemli dedin” annem çıktı. Hızlıca cama koştum. Belki görürüm umudu ile.
Sadece odama bakan balkonunun perdesi usulca çekildi hepsi bu. Bahçe kapısının önünde siyah bir BMW var.
Olsun gelmiş ya geçerim karşısına dilerim özrümü. Belki de 12 yılın vicdan azabı böylece diner ne dersiniz?
NİSAN’DAN…
Ne kadar süre uyudum bilmiyorum. Uyandığımda ilk başta nerede olduğumu anlayamadım. Gözlerimi birkaç kere kırpmam gerekti. Amerika’da Manhattan’da küçük lakin lüks dairemden çok farklı bir yerde uyanmış olmak. Telefonuma baktım. Akşam dörde geliyordu. Bir sürü arama ve mail. Yol beni epeyce yormuş anlaşılan. Ya da olduğum yerde kimse ile karşılaşmak istemeyen tarafım uykuya sığınmış olabilir. Uzunca bir gerindim. Sonra üzerimdeki yorganı açtım.
Çilekli.
Gözlerimi devirdim. Pantolon ve gömleğimi çıkardığım için iç çamaşırlarımla uyumuştum. Bavula gidip bir eşofman atı bir de tişört çektim. Saçlarımı uyurken daima açarım. Lakin saç lastiğimi nereye attığımı bulamadığım için aynalı konsolu açtım. Rengarenk bir dünya daha vardı burada. Tokalar, kolyeler notlar kalemler.
Ah Nisan ne kötü söndürmüşler içindeki yaşama hevesini. Şimdilerde renkli toka kullanmıyorum. Çekmeceyi kapattım. 15 yaşındaki Nisan ile vedalaşma vakti gelmişte geçiyor. Saçlarımı açık bıraktım. Terliklerimi giyip odadan çıktım. Merdivenleri indiğimde mutfaktan sesler geliyordu.
Necla teyzenin sesi. Bir süre mutfağa gidip gitmemekte kararsız kaldım lakin nereye kadar kaçacaktım ki.
“Kolay gelsin” dedim.
“Uyandın mı yavrum” dedi annem.
“Uyandım hoş geldiniz Necla teyze”
“Ay kız sen ne olmuşsun böyle maşallah sana” dedi. Kadın 1,65 falan anca vardı. Acaba oğlu beni 1,55 iken kadın gibi görmediğinde benden sadece 5 santim uzun olan annesine bir şey diyor muydu? Onun da kadınlığı ile alay ediyor muydu? Zihnimdeki düşünceleri dağıtıp elimi uzattım tokalaşmak için. Lakin kadın beni kendine çekti sıkı sıkı sarıldı.
Sonra bırakıp kolları ile karşısına aldı uzun uzun baktı bir kere daha sarıldı. Bende karşılık verdim.
“Nasılsın kızım? Özlettin kendini”
“İyiyim teşekkür ederim. Öyle oldu”
Mutfak masasına yerleştik. Annem dolma sarıyordu.
“Acıktın mı yavrum?”
“Ne zaman döneceksin kızım?” ikisi aynı anda konuştu.
“İki hafta içinde dönmeliyim” dedim kadına bakıp. Yaş almış yüzündeki kırışıklıklar gözle görünür olmuştu. Önceden onu gördüğümde de heyecanlanırdım.
“Ya kısaymış”
“İş bekler” kısa ve öz cevaplar harika gidiyorsun Nisan.
“Anneciğim biraz acıktım” dedim. Annem hızla kalktı.
“Sen uyurken dolmaların bir kısmını hızlıca sardım uyandığında yersin diye gel bebeğim” dedi Önüme ılık bir dolma tabağı koyarken.
“Vişne suyu da var seversin sen”
“Dolma yeterli teşekkür ederim.”
Tam dolma tabağını aldım cebimdeki telefonum çalmaya başladı.
“İş için kusura bakmayın buna baksam iyi olur” dedim. Bir çatal alıp uzaklaşırken.
“Bak kızım bak kolay mı koskoca doktor oldun sen”
Ben mutfaktan çıkıp salona ilerlerken onlarda sohbetlerine geri döndüler. Yaklaşık yarım saatlik bir telefon trafiği ve kriz geçiren üç hastanın işlemlerinden sonra Umudumla kısa bir özlem gidermece yaptık. Yeniden mutfağa döndüğümde mutfak kapısındaki duyduğum muhabbetle durdum.
“Maşallah bir içim su olmuş Büşra. Bu kapı çok aşınır demedi deme”
“Ahh nerde” dedi annem. “İki haftaya dönecek o ecnebilere. Durmaz ki burada”.
“Belli mi olur biri aklını çeliverir” göz devirdim.
Daha fazla tahammül edemeyince içeri girdim.
“Anneciğim ellerine sağlık nefis olmuş.”
“Afiyet olsun bebeğim”
“Benim biraz yukarıda işim var. Müsaadenizle” dedim. Hızlıca çıktım.
Eğer yanlış hatırlamıyorsam çöp torbaları üst katta ki dolapta oluyordu. Hızlıca bir poşet aldım. Ve odamda daha doğrusu dolabımda ne varsa derleyip toplayıp içine koydum. Aynalı konsoldaki tokalardan tutun da Çilek desenli çarşafa kadar. Birkaç saat üzerinde uyudum lakin ne edelim giyecek kumbarasından alan kişi yıkardı. Odamda 15 yaşında ki Nisan’a dair bütün izleri sildikten sonra bavulumun günümüz Amerika’sı iş dünyasına uygun kıyafetlerimi astım. Ve kılıfı içinde düğün için aldığım elbiseyi.
Ayakkabılarımı da yerleştirdim. Sonra başka bir şey geldi aklıma. Üzerimdeki eşofman ve tişörtü çıkarıp sabah gelirken giydiğim bluz ve pantolonu giydim. Hızlıca çantamı aldım.
“Anneciğim az bir işim var bir saate dönerim” deyip cevap beklemeden çıktım.
Stiletoları ayağıma giyip araca yürüdüm. Bahçe Nisan ayının mis gibi kokusunu da yansıtıyordu.
Aracı çalıştırıp en yanın Avm ye sürdüm. Hızlıca bir nevresimci bulup iki takım tek kişilik ipek nevresim aldım. Sonra da bir halıcı bulup odanın zeminine sütlü kahve bir ipek halı. Sonra da aynı hızla eve geri döndüm.
Ben geldiğimde babam ve Serhat abim gelmişti.
“Güzelim hayırdır onlar ne?” elimdekilere bakıyordu.
“Çilekli çarşaflarda uyuyunca üzerime sinen çilek kokusunda sinekler üşüşmesin diye kendime çarşaf aldım” dedim. Anlayışla gülümsedi.
“Ya bu?”
“Bu da yerde Sünger bob ile uyumaya tepkim” bu sefer kahkaha attı.
“Desene 15 yaşındaki Nisan’dan iz bırakmadın”
“Kalan birkaç şey var abiciğim onlarında sırası gelecek”
“Hadi taşımana yardım edeyim”
“Ay onlar ne?” dedi sofra kuran annem.
“Kızın sana ipek halılılar almış Büşra Sultan.”
“Yahu yemek yiyeceğiz halı sırası mı? Nerde kardeşin ara gelsin. Kızım geldi ne yemekler yaptım ben” dedi heyecanla.
“Tamam anacığım tatlı almaya uğrayacaktı. Nisan seviyor diye Sütlü Nuriye alacak”
“Çok gecikmesin. Hadi siz de elinizdekileri bırakıp gelin”
Biz abimle yukarı çıktık. Odanın kapısını açınca çöp poşetine konuşmuş kıyafetlerime baktı. “Ay sonunda dolabın üzerinde mal mal bakan adamlarda gitmiş”
Söktüğüm posterlere söylüyordu.
“Hakikaten abi ya o neydi öyle. Adamın adını bile hatırlamıyorum.”
“Dedim anama bırak sökelim dedim izin vermedi ki kızım isterse geline söker diye. Ellerine sağlı boncuk” dedi beni göğsüne bastırıp.
“Yemek hazır nerede bu Ferhat” diye bağırdı annem. Tam telefonu çıkaran abim arayacakken kapı çaldı.
“Geldi anne” dedi abim.
Birlikte masaya oturduk. Akşam yemeği için annem döktürmüştü resmen. Haddinden fazla yediğim için geriniyordum ki.
“Öyle gevşeme küçük hanım” dedi Sedat abim.
“Çayı da sahildeki kafede içeceğiz. Bütün arkadaşların gelişini kutlamak için yarım saat sonra kafede olacak”
Yediğim yemekler boğazıma dizildi.
“Abi ben gelmesem?”
“Olmaz güzelim. Hem Simay’da özledi seni sorup duruyor ne zaman göreceğim diye. Serpil gelecek dilek Gökhan, Batu, Aktaş, Uras kim ararsan var. Nobel’ini kutlayamadık diye üzülüyorlardı. Onları undan mahrum mu edeceksin?”
“Git kızım dükkânda da beni bunalttılar bugün” dedi babam. Bana kedi yavrusu gibi bakan abilerime bakıp “Hazırlanıp geliyorum” dedim.
Nobel ödüllü Klinik bir psikoloğum ben. Hastalarıma önerdiğim şeyi kendim yapmalıyım önce. Kaçtığım şeyle yüzleşmek.
Hadi bakalım o zaman. Buradan tam anlamıyla iyileşmeden gitmeyeceksin Nisan.
AKIN’DAN…
Gün boyu toplantıdan çıkamamıştım. Eve geldiğimde arabası yoktu. Nereye gitti diye düşünürken duşa girdim. Çıktığımda gelmişti. Ve bir yarım saat sonra 12 yılın üzerine ilk defa göz göze geleceğiz. Üzerime kırık beyaz bir gömlek atına da füme bir kot çektim. Saçlarımı özenle taradım. Parfümüm de dahil ne var ne yok çokça özenmiştim bugün. Geldiğinde orada olmak için hızlıca çıktım.
Hazırlıkları son kez kontrol etmek istedim. Eksiksiz olsun. Ben gittiğimde kimse yoktu. Lakin garsonları o kadar daraltmışım ki “Akın abi vallahi çok özendik” dedi biri.
Sonra yavaş yavaş gelmeye başladı insanlar. Serpil, Dilek, Uras, Gökhan. Simay “Abi” deyip yanağıma bir öpücük kondurdu.
“Hoş geldin güzelim nerede nişanlın?”
“Geliyorlar çıkmışl- Hah geldiler” Onun lafı ile kapıya baktım. İki abisinin yanında yürüyordu.
Serhat ve Ferhat ile boylarımız neredeyse yanıydı. Lakin Nisan. Abilerinden sadece on santim kadar kısa görünüyordu. Onu da ayağındaki topuklular ile çözmüş. Saçları beline kadar uzun. Şık bir kumaş pantolon giymiş. Üzerinde yine çok şık ipekli bir bluz. Onun üzerinde deve tüyü bir kaban. Bordo falan sanırım rengi. Ve gözleri. Gözlükleri çıkmış. Elinde bir çanta. Sanki buraya ait değil gibi.
“Oha bu ne lan? Bu gelen top model falan olmasın?” Gökhan’ın sululuğuna ters ters baktım.
“Acaba benimle evlenir mi ki?” soruyu soran Aktaş’tı.
“Herkese iyi akşamlar bakın size kimi getirdik” dedi Ferhat. Ayaklandık. Simay koştu gitti çocukluk arkadaşına sarıldı. Sonra diğerleri ben sanki ayaklarım yere çivilenmiş gibi bakıyordum. Ne bir adım ileri ne de geri.
Her biri ile gülümseyerek selamlaştı.
“Başka güzelim burada kim var” dedi Serhat. Bakışları bana döndü.
Az önce herkesle gayet candan selamlaşan kadın gözlerime bir yabancıya bakar gibi baktı. Yoldan geçen biri gibi.
“Merhaba Akın Abi nasılsınız?” suratıma yumruk yemiş gibi irkildim. Nisan Özerken bana tarih boyunca abi dememişti. Şimdi bırak abi demeyi araya bir de üçüncü çoğul şahısları sokuyordu.
Elimi uzattım. “Hoş geldin Nisan” dedim. Elime baktı. Kafa selamı verdi. Tutmaya zahmet bile etmeden yanımdan geçti. Kulaklarımda ayakkabısının tıkırtısı burnumun ucunda yanımdan geçerken saçlarının bıraktığı koku içimde de 12 yılın vicdan yükü vardı.