Bölüm 2: Adımlar

1218 Words
Tuhaf bir kızdı Wendy. Tuhaf ve ilgi çekici... Okuldaki hiç kimseyle arkadaş değildi. Arkadaş olmayı da düşünmüyordu. Kendi halinde takılmayı seviyordu ancak ona selam veren, muhabbet eden kimseyi terslediği de görülmemişti. Çok okuyordu. Çok fazla müzik dinliyordu. Kitap okurken bile kulağında kulaklıklarla takılırdı. Çok uzun yürüyüşlere çıkıyor, saatlerce dolaşıyor ama bir kez bile yorgunluktan dert yanmıyordu. Bu da tuhaftı. Berrak gözleri her zaman hüzünlü, mutsuz; teni her zaman cansız, mat ve bembeyaz tüm bunların aksine dudakları göz alıcı bir vişne tonunda, dolgun ve alaycı, her an gülecekmiş gibi neşeli kıvrımlara sahip… Sürekli mat renkler giyiyordu. Onu asla parlak, pırıltılı, ışıl ışıl bir elbise giyerken göremezdiniz. Muhafazakâr bir kız ya da gösteriş meraklısı değildi. Tüm vücudunu kaplayan kumaşlar da cüretkâr dekolteler de ona göreydi. Üzerine birkaç beden büyük tişörtler, yırtık çoraplar, büyük ve asla bağcıklarını bağlamadığı botlar, üzerine birkaç beden küçük gelen bluzlar, kimsenin cesaret edemeyeceği kadar yüksek topuklar… Koyu makyajlar, neredeyse fark edilmeyecek kadar soft makyajlar, abartılı takılar ve aksesuarlar… Giydiklerinin tek ortak noktası kimsenin cesaret edemediği uçuk parçalar olmasıydı. Dolabındaki her şey özenle seçilmiş ya da bir alışveriş fırtınası sırasında histerik bir kadın tarafından eline ne gelirse öylece sepete ekleyivermiş gibiydi. Farklıydı. Kendine has bir tarzı vardı. Modayla uzaktan yakından alakası yoktu. Yaşıtlarından oldukça küçük bir bedene hapsolmuş gibiydi. Bakışlarına temas edenlerin gördüğü ruh, o minik bedende hapsolmuş ve yüz yaşından büyüktü. Alışılmadık bir güzelliği vardı kızın. Diğerlerinden epeyce kısa, minyon tipli bir kızdı. İnce giyindiğinde kaburga kemiklerini rahatlıkla sayabilirdiniz. Asla kilo almıyordu ve asla doymuyordu. Sürekli bir şeyler yiyordu. Sürekli içiyordu… O gün de üzerinde yine değişik bir elbise vardı. Etekleri dantellerden meydana gelmiş elbisesi uzun askeri botlarının başladığı yerde bitiyordu. Yaka kısmı ince, el dokuması bir kumaştandı elbisenin. Kare yakanın göğüslerini örten kısmında yer alan siyah inci düğmelerin çoğu açıktı. Siyah dantel iç çamaşırının bir kısmını ve kumaşın örtemediği beyaz tenini ortaya çıkarmıştı. Boynunda onlarca farklı irilikte incilerden oluşmuş siyah kolye vardı. Sadece birinin ucunda kocaman bir haç takılıydı. Haçla uzaktan ya da yakından ilgili değildi. Sadece kolyeyi bozmak istememişti. Başında annesinden çaldığı siyah bir şapka vardı. Şapka öylesine eskimişti ki rengi siyahtan çok daha farklı görünüyordu. Bir zamanlar üzerine yapıştırılmış çiçeklerin yerinde tutkal izleri rahatça seçiliyordu. Ayağındaki siyah botlarının ise giydikleriyle uyumlu hiçbir tarafı yoktu. Evden çıkarken ne bulduysa üzerine geçirivermişti. Kilisenin saatinden gelen ses şehri rüzgârın uğultusuna meydan okurcasına şehre yayılıyordu. Her bir gong sesi karanlıkta yankılanıyor, kulağındaki uğultuyu kısa da olsa dindiriyordu. Bazı geceler sesleri susturmak için kiliseye gidiyordu. Saat kulesindeki merdivenleri koşarak tırmanıp sesin en yüksek duyulduğu o noktaya kadar durmuyordu. Tam bir dakika boyunca özgürdü. İçindeki canavar susmuş, dudaklarını yalarken kuyruğunu bacaklarının arasına kıstırıp geri geri mağarasına doğru çekilmeye başlamıştı. Derin bir nefes aldı. Kar kokulu, lezzetli soğuk havayla doldurdu ciğerlerini. Dili istemsizce dudaklarının üzerinde dolandı. Soğuğu seviyordu. Buz, yemeyi en sevdiği şeylerden biriydi. Avuçlarını donduran büyük bir parça buz getirmişti yanında. Zarif parmaklarına hiç uymayan aceleci bir tavırla büyük bir ısırık kaptı buzdan. İştahla çiğnerken ruhundaki sessizliğe odaklandı. Buz parçalara ayrılmış ama erimemişti. Boğazından kayarak inerken keyifli bir inilti çıkarmasına sebep oldu. Buzun kalan parçalarını da aynı hevesle yedikten sonra donmuş parmak uçlarıyla çenesinden süzülüp ince elbisesine kayan bir damlayı yakaladı. Parmağındaki son damlayı da yaladığında son gong sesi yankılandı. Dudağındaki keyifli gülümseme silinirken aşağı inmeye başladı. Karla kaplı sokağa zıpladı. Ayaklarının değdiği yerde küçük çukurlar oluşturmuştu botları. Çukurun kenarındaki karların bir kısmı botlarının üzerine düştü. İçinden, kaburgasının altından, tam kalbinden yükselti yine canavarın sesi. Açız… Derin, bıkkın ve mutsuz bir parça hava çekti içine. Ayaklarını sürüyüp botundan içeri minik kar parçalarının süzülmesine neden olacak şekilde yürümeye başladı. Cadde karla kaplı olmasına rağmen epeyce doluydu. Yaşadığı şehirde tüm hafta sonları böyle oluyordu. Cebinden kulaklıklarını çıkarıp kulağına geçirdi. Yüksek sesle dinlediği son parçayı yeniden dinlerken başını eğik tutuyordu. Alınan her nefesi, atan her kalbi, damarlarda gezinen litrelerce sıcak kanı yok saymak onun için olağanlaşmıştı. “Sıcacık…” diye tısladı içinden canavar. Yerde yatan bir evsize bakıyordu o mavi gözleriyle. “Kimse kaybolduğunu anlamaz. Ölümü için kimse bizi suçlamaz. Elimizi uzatsak kalbini sökeriz. Kolayca. Ya da onu ormana götürebiliriz. Gücümüz yeter. Hızlıyız. Herkes ona yardım ettiğimizi sanır.” “Hayır,” dedi kız dudağını yalarken. Uzun tırnaklarını avuçlarına batırmıştı. Dedi bir fısıltıdan farksızdı ancak yine de şahane bir müzikal gibi çınlamıştı. Yoldan geçen bir gencin dikkatini çekti. Üzerindeki kıyafeti hem merak hem de beğeniyle süzen gözleri kızın yüzüne yükseldiğinde donup kaldı. Benzersiz güzelliği genç adamı hazırlıksız yakalamıştı. “Bunu da yeriz,” diye tısladı canavar. “Kolay av! Gülümse. Sıcacık, sımsıcak kanı, taptaze eti. Yeriz. Doyarız. Çok açız. Aç değil miyiz? Sıcacık… Önce bağlarız. Sonra yavaşça yeriz. Taze taze…” “Sıcak sevmiyorum,” diye cevapladı buz kalpli kız. Genç adama ters bir bakış attı. “Uzaklaş!” deyip yoluna devam etti. Rüzgâr anında daha hızlı esmeye başladı. Soğuğu iliklerinde hisseden adam paltosuna daha hızlı sarınıp eldivenli elleriyle yakasını tutarak hızlı adımlar atmaya başladı. Yine de tuhaf kıza son bir kez bakma isteğine engel olamadı. Arkasını döndüğünde epeyce uzaklaşsa da bacağına dolanan siyah dantel eteği ve tuhaf şapkası nedeniyle kızı seçebildi. Kız gözden kaybolana kadar onu izleyip dalgınca evine doğru yürümeye devam etti. Wendy, kendini defalarca önünden geçtiği dükkanların vitrinini izlemekten sıkılıp daha önce hiç gitmediği arka sokaklarda buldu. Geride bıraktığı adamı yemeyi düşünen canavar zihnini uzun süre meşgul etmiş, detaylarıyla yemekten bahsederek onu buralara kadar sinsice sürüklemişti. İçindeki kaotik canavarla kavga etmeye yeni başlamıştı ve birkaç ay bile onun için epeyce zorlu geçmişti. “Seni düzenbaz pislik!” diye fısıldadı kulaklığını çekip cebine tıkarken. Sabırsızca yürümeye başladı. Uzaklaşmalıydı. Kısa, sinsi bir kahkaha attı canavarı. “Çok insan var!” “Hiçbirini yemeyeceğiz!” derken sesi yüksek çıkınca kuyrukta bekleyen insanların dikkatini çekti. Kapıda duran bir adam diğerleriyle aynı anda kıza baktı. Adam iri yapılı sayılmazdı ancak uzundu. Geniş omuzları ve değişik bir kemik yapısı vardı. Üzerinde tıpkı kızın giydikleri gibi mevsimle alakasız, incecik bir havai gömleği, ayaklarında yazlık sandaletlerle dikiliyordu. Sırtını yasladığı duvardan ayırdı. “Sen!” dedi dikkatleri üzerine çekerek. Şimdi kuyrukta bekleyip kızı fark etmemiş olanlar bile adamın gözlerini takip ediyor, onu süzüyordu. “Kaç yaşındasın?” “22!” dedi kız düşünmeden. Canavar hiç olmadığı kadar vahşileşmişti. Onca kalp sesi, nefes sesi ve kan sesi arasında çığlık çığlığa bağırıyordu. Onun sesi dikkatini dağıtıyordu. Bir elini kalbine bastırıp dişlerini birbirine kenetledi. “İçeri geç!” Bir adama, bir kapıya bir de kuyrukta bekleyenlere bakan kız sonunda başını kaldırıp tabelaya göz attı. Simsiyah tabelada koyu kırmızı bir şekil vardı. Şekli incelemeye fırsat bulamadı zira canavar fazla gevezeydi. Tabelayı okudu. BA’AL Bir kulüptü ancak özel bir kulübe benziyordu. “Kalabalık mı?” dedi canavar. Kız anında çenesini daha çok sıktı. Bazen, şaşırdığında, fırsattan yararlanan canavar kontrolü ele alabiliyordu. “Değil,” dedi adam. “Gelen herkesi içeri almayız!” Sırada bekleyenlere aşağılayıcı bir bakış attı. “Tamam,” dedi canavar. Ölesiye açtı. Artık canavara da bedenine de söz geçiremiyordu. Kendi etten kabuğunda sıkışmış bir ruhtu artık. Aynanın diğer tarafından izliyordu dışarıyı. Adımları kapıya yaklaşırken adam kulağına eğildi. “Uslu dur küçük kız!” Elini dostça bir sarılış gibi boynuna atmıştı ancak bakanlar tırnaklarını etine geçirdiğini fark etmemişti. Acı, kızı kendine getirdi. Yutkunup başını geriye attı. “Ben uzlu bir kızım!” dedi sivri dişlerinin arasından. Adamla aynı türe aitti. Bunu hissedebiliyordu. O anda neden çekip gitmediğini, annesine neden haber vermediğini bilmiyordu. Ayaklarını sürüyerek kapıdan içeri girdi. Günler sonra en büyük pişmanlığı da şansı da kapıdan içeri giren o adımlar olacaktı.   
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD