Kar taneleri kapının dışında kalmıştı.
Soğuk ve sert rüzgâr kapının hemen ardındaydı.
Ve kapı ardından kapatılmıştı.
❆
Küçük, dingin, yavaş bir adım attı. Gözleri karanlığa anında uyum sağlamıştı. Kulağıyla buluşan yüksek sesli müzik, kulaklığından çok daha iyi hissettirmişti. Yüksek sesli müzik sayesinde kalbinden gelen bağırışlar neredeyse duyulmaz olmuştu.
Küçük bir adım daha attı. Çevresinde olan bedenleri süzdü. Bakışları umursamaz, sıkkın hatta uykuluydu. Günlerdir düzgün bir uyku çekmemişti. Canavar onu ilk defa o an bu kadar rahat bırakmıştı. Susmuştu. Kaybolmamış, gitmemişti. O da tıpkı Wendy gibi merakla bakınıyor, etrafı izliyordu. Genç kız, üçüncü adımda onun biraz korkmuş olduğunu fark etti. Dördüncü adımı atmadan evvel durakladı. Kim ya da ne onun korkmasına neden olabilirdi ki?
Kapı yeniden açıldı.
Karın leziz soğuğunu omuzlarına yüklenmiş bir rüzgar girdi içeri. Rüzgar neredeyse dizlerine gelen saçlarını öne doğru savururken derin bir nefes aldı. Canavar yokken mutluydu. Onu korkutup sindiren şeyin ne olduğunu bilmiyordu ancak bir teşekkür borçlu olduğunu biliyordu.
Bir adım daha atıp başını geriye çevirdi. İçeri girenleri görmezden gelip kapının dışındaki o tuhaf adamı görmeye çalıştı. Sadece gölgesini yakalayabildi. O adamın da kendisi gibi olup olmadığını bilmiyordu. Annesi ona kendisi gibi olanlardan uzak durması gerektiğini daha küçük yaşlarda öğretmişti. İçindeki canavarı asla dinlememesi gerektiğini de...
Annesi kendisi gibi değildi. Canavar, ona babasından miras kalmıştı. Annesi babasının bir canavar olduğunu söylemişti. İnsanları öldürüyordu. Wendy, başta bunun neden kötü bir şey olduğunu anlamayacak kadar küçüktü. Bir insan öldürmek neden bu kadar kötüydü? Onlar nasıl olsa ölüyorlardı. Önce ya da sonra olması neyi değiştirirdi ki?
Hala çok anlamış sayılmazdı. İnsanlara acıdığı, onları sevdiği ya da değer verdiği için öldürmüyor değildi. Öldürmüyordu çünkü bağımlılık yaratıyordu. Bir kez başladığında, bir kez öldürdüğünde duramayacaktı. Annesi bundan da bahsetmişti. Lanet asla yakasını bırakmayacaktı. Asla doymayacak, asla durmayacak, asla durdurulamayacaktı... Tek düşündüğü şey açlık ve yemek olan bir canavara dönüşmeyi ret ediyordu. Denetimini yitirme düşüncesi ona korkunç geliyordu.
Annesi ona kardeşinden ve babasından sürekli bahsederdi. Onların ne hale geldiklerinden... Neden kaçmak zorunda olduklarını biliyordu. Neden gizlenmek zorunda olduklarını da... Onlar, Wendy'i istiyordu. İnsanlar yetmemiş gibi onu da öldürmek istiyorlardı.
Diğer kızların başına gelenleri öğrenmişti. Hepsi yakalanmıştı. Wendy, sonuncu kızdı. Düşüncelerinden uzaklaşırken yeniden önüne döndü. İlerleyip en serin, en karanlık ve sesin en yüksek geldiği yere geçti. Şapkasını yüzüne indirip koltuğa yayıldı. Başını geriye atıp gözlerini kapadı. Nefes almayı bile unuttuğu derin bir uykuya daldı.
Müzik değişti. İçerideki insanların yerine başkaları geldi, gitti. İçerideki insanlar değişti. Işık değişti. Bardaklara dolan sıvıların renkleri değişti. Hava sıcaklığı değişti. Danslar değişti. Saat değişti. İçeride dans eden insanlar, danslar, aralarındaki mesafeler değişti. Müzik daha kısık bir hal aldığında “Uyan, çok et var!” dedi canavar.
Wendy henüz kımıldamamıştı. Uyandığını belli eden tek bir değişiklik yoktu. “Korkak kedi geri dönmüş,” dedi haylazca gülümserken. Minik elleri şapkasını geriye iterken başını yavaşça kaldırdı. Kirpikleri titreşerek ışıltı gözlerine yer açtı. Bakışları karşısında oturan adamla kesişti.
Adam dizlerine dayadığı dirseklerine doğru eğilmiş, güzel yüzünü biçimli ellerinin arasına yerleştirmişti. Merak ve çokça eğlence ışıltıları taşıyan koyu gözlerini kıza çevirmişti. Koyu tenliydi. Etrafında hiç bu kadar koyu tenli birini daha görmemişti Wendy. Kaşlarını çatarken oturuşunu düzeltti. Şimdi sırtı dimdik, tüm kasları kendi has bir savunmayla gergin, duruşu meydan okur bir haldeydi. Bu hali onu inceleyen adamı daha da eğlendirdi. Dolgun dudakların kıvrılırken bembeyaz dişlerinden ikisi alt dudağına geçti.
“Gitmeliyiz,” diye inledi canavar. Fısıldıyordu. Ödü kopmuştu adamdan. “Gidelim, gidelim, gidelim!”
“Sus!” dedi Wendy. İstemsiz bir hareket yaptı. Başını anlık yana doğru eğip sanki kulağının dibinde görünmez bir canlı varmış gibi yapmış, “Sus!” diye fısıldayıp başını dikleştirmişti.
“Akıl hastası!” dedi adam. Bu kez kendine gülüyordu. Kızın neden diğerlerinden farklı geldiğini anlamıştı.
“Kalk, kalk, kalk! Gidelim, gidelim, gidelim. Kaçalım, kaçalım, kaçalım!”
“Bir kerede anlayabiliyorum aptal!” diye mırıldandı kız. Sesi duyduğu şarkıyla uyumlu bir şekilde melodik çıkmıştı ve öncekinden epeyce yüksekti. Sinirliydi. Her gün öldürmekten, parçalamaktan, güçlü olduğundan bahseden, övünen canavarı kedi yavrusuna dönmüştü. Onun korkaklığına kızgındı. Gerçekten ihtiyacı olduğunda böyle korkup sinecek miydi yani?
“Kimle konuşuyorsun?” Adamın sesi güzeldi. Kız bir kez daha adama baktı. Üzerindeki koyu gömleği, altındaki pantolonun bacaklarını sarışını, hemen yanına attığı ceketi süzdü. Pahalılardı. Gömleğine döndü yeniden. Açık birkaç düğmesinden az da olsa görünen tenine baktı. Çok az bir kısmı görünen dövmeleri inceledi merakla. Kollarına kaydı gözleri. Kollarındaki dövmelerin de çok azını görebildi. Gömleğinin kollarını daha yukarı sıvamak için düşünmeden uzandı. Adam, küçük ellerini havada yakaladı. Buz, ateşle buluştu o anda!
Kız küçük bir çığlık atarak ellerini hemen geri çekti. Çok sıcaktı. Sanki ateşin kendisine sarılmıştı parmakları; büyük bir közü avuçlamıştı. Canı acımamıştı. Şaşkın ve korkmuştu. Şimdi canavarının neden bu kadar korktuğunu anlamıştı. Dili kırmızı dudaklarında gezinirken ayaklandı.
“Hadi, hadi, hadi. Koş, koş, koş!” dedi korkak.
“Nereye küçük kız?” dedi adam.
“Evime!” dedi kız. Adamın onu durdurmak için harekete geçmesini bekledi. Adam umursamazdı. Bakışları hemen başka tarafa kaymıştı. Koltuktan uzaklaşmaya başlar başlamaz birkaç kız harekete geçti. Hepsi Wendy'nin kalkmasını beklemişti. Bir an önce adama yakınlaşma çabasındaydılar.
“Hey!” dedi birisi. Kenarda duran masalardan birinde oturuyordu. Wendy, kızın okuldan olduğunu biliyordu ancak ismini anımsayamadı.
“Merhaba,” diyerek kıza doğru yürümeye başladı. Adamdan uzaklaştıkça daha korkusunu yeniyordu canavar: “Güzel bir parça, eve davet edebiliriz.”
“Sonra annemin fırınında pişirip yeriz, değil mi?”
“Anne görür! Ormanda yeriz.”
“Uyanık!” dedi Wendy. Bazen canavarı eğlenceli buluyordu. Bazen! Saçlarını savurarak kızın onun için açtığı yere, koltuğa oturdu. Oturuşu oldukça zarifti. Uzun saçlarını tek omzundan kucağına doğru almıştı.
“Adamla ne konuştunuz? Çok yakışıklı değil mi? Nereden tanışıyorsunuz? Seni evine davet etti mi? Evini merak ediyorum. Kimse gitmemiş. Çok büyük olduğunu söylüyorlar. Ormandaymış.”
“Öyle mi?” dedi Wendy. Ormanda çok zaman geçirmişti ancak hiç ev görmemişti. Hiç komşuları yoktu. Evi şehre oldukça uzaktı. Okula geç kalmamasının tek nedeni rüzgârdan daha hızlı hareket edebiliyor olmasıydı. Tabii bunu şimdiye kadar hiç kimse görmemişti.
“Evet, büyük bir bahçesi, onlarca hizmetkarı varmış. Çok zengin! Ne kadar parası olduğunu bilen yok.”
“Hımm,” dedi Wendy. Para dikkatini çekmezdi. Asla maddi sıkıntı çekmemişti. İstediği her şeyi alırdı ve asla ne kadar olduğuna bakmazdı. Annesi akıllı kadındı. Babasından kaçmadan önce epeyce para almış, doğru insanlarla, doğru yatırımlarla babası kadar olmasa da zengin olmuştu. Adamın elmas madeni vardı, kim böylesi bir zenginlikle yarışabilirdi ki? “Elmas madeni mi varmış?” dedi alayla.
“Sizin var mı?” diye sordu kız. Wendy hakkında bir şeyler öğrenmeyi, adam hakkında bir şeyler öğrenmek kadar çok istiyordu. O sırada masalarına bir gölge düştü. Wendy, ne yaptığını fark etmeden ayaklanıp iki adım kadar geriye kaydı. Öyle hızlı hareket etmişti ki masanın üzerinde duran peçeteler uçuşmuş, bazı bardakları devrilmişti. Masadakilerin gözü adamdan ona kaydı.
“Kaçmalıyız!” diye inledi canavar. “Hızlıyız!”
“Şimdi öyle dersin tabi, korkak tavşan!” dedi içinden. Bu kez sesli cevap vermemeyi akıl edebilmişti.
“Küçük kız?” diyerek hemen önüne geldi adam. Canavar kayıplara karışmıştı işte. Küçük kız, başını geriye atıp adamın yüzüne bakmaya çalıştı. Ne kadar uzundu bu adam öyle! Kendini minicik hissettirmişti. Küçük, korkak bir tavşan gibi! “Eve gideceğini sanıyordum...”
“Gidecektim,” dedi kız. Masada onu izleyenleri işaret ettikten sonra “Arkadaşlarımla karşılaştım!” Sonra kendi kendine kızdı. “Size ne? Neden soruyorsunuz?”
“Merak ettim,” dedi adam. Elleri pantolonun ceplerinde, öne doğru eğilmişti. Yüzü kızın yüzünün hemen karşısında, alev saçan nefesi saçlarındaydı. Koyu gözleri, kızın kalbi gibi buzlarla kaplı gözlerini araştırıyordu şimdi. “Kim şu korkak tavşan?”
Wendy korkuyla yutkundu. Öyle ki masadakiler bile sesini duydu. Onu duymuş olabilir miydi? Biliyor muydu? Canavarı biliyor muydu? Aklından geçenleri, onu da duyuyor muydu? “Belki de fark etmeden dile getirdim,” diye düşündü anında. “Hayır,” diye inledi canavar. “Bizi duydu!” dedi çok ama çok kısıktı. “Kaç, kaç, kaç!”
“Demek kaçmayı akıl edecek kadar zeki?” dedi adam. Kız anında gözlerini kapadı. Adamla aralarında oluşan iletişimi bu şekilde keseceğini bilir gibiydi. Yaptığı içgüdüsel bir hareketti.
“Korkma, sana zarar verecek değilim.” Adam elini omzuna yerleştirmişti. Elleri gerçekten çok ama çok sıcaktı. Sıcaklık Wendy'e hep kötü hissettiriyordu. Nedeni canavardı. Ve buzdan kalbi. Onu öldürebilecek tek şeyin ateş olduğunu düşünürken adamın ellerinden sıyrılıverdi. Korkuyla geriye doğru adımladı.
“Çok sıcaksın!” Sesi de elleri gibi titriyordu.
Bu kez şaşırma sırası adamdaydı. Tek kaşı merakla havalandı. Onun sıcaklığını hissedebilen birini ilk defa görüyordu.
“Aslında değilim,” dedi. “Kimse sıcaklığımı hissetmez,” diye ekledi içinden.
“Saçma,” dedi Wendy. Korkması konuşmasına engel olamıyordu. “Alevden yaratılmış gibisin!” Durdu. Bir an söylediklerini düşündü. Gözleri adamın değişik dövmelerine kaydı. Beyni bu işaretleri nerede gördüğünü, ne anlama geldiğini çözmek için deli bir hızla çalışırken adamın gözlerine baktı. “Ateşten...” dedi gözlerinin arkasındaki alevleri görmeye çalışarak. Dipsiz bir kuyu gibiydi o gözler. Ne ışık ne de alev vardı orada. Sessiz bir mezarlık gibiydi.
“Ben,” dedi adam. Sonra diyeceği şeyden vazgeçti.
Wendy, cümlenin kalanını defalarca zihninde tamamladı. Sonra en mantıksız gelen yerde adamın gülümsemesini yakaladı. “Ben yaratılmadım!” dedi sessizce.
“Aferin!” dedi adam. Kızı baştan ayağa süzdü. Küçük kız oldukça eğlenceli gözüküyordu. Uzun zamandır onu böylesine eğlendiren kimse olmamıştı. Hayatta olmaktan sıkılmış, hayatının anlamsızlığıyla baş başa zaman öldürmekten başka bir şey yapmaz olmuştu. Şimdi küçük kız onu eğlendirmeyi başarmıştı.
“Eve gidiyorum,” dedi kız ürkerek. Aceleyle kapıya yöneldi.
Kar tanelerinin yüzüne çarpmasına, teninin rüzgarla buluşmasına ya da dikkat çekecek kadar hızlı hareket ediyor oluşuna aldırmadan dışarı çıktı. Kapı ardından kapanır kapanmaz onu içeri alan adama bakındı. Yoktu. Kafasını kaldırıp tabelaya baktı. Acele ama dikkatli bakışlarla yazıyı yeniden okudu. Tabeladaki figürü dikkatle inceledi. Adamın dövmelerinden biriydi bu şekil. Onu hafızasına kazıyıp eve döndü.
“Anneee!” diye haykırdı kapıdan içeri girerken. “Bir adam var.” Duraksadı. “İki adam var,” diye düzeltti. “Biri benim gibiydi. Diğeri çok daha farklı.”
Annesi çalışma masasından başını kaldırıp kızına baktı. Gözleri merak ve korkuyla dolmuştu. “Nerede?” Ayaklandı. Uzun boyluydu. Kahve saçları kısacık kesilmişti. Gözleri orman kadar yeşildi. Çıkık elmacık kemikleri, biçimli dudakları, sivri bir çenesi vardı. Kızının aksine dolgun kıvrımlara sahipti. Aslında kızıyla benzer hiçbir noktası yoktu. Kızı, eski kocasına benziyordu.
“Canavar ben fark etmeden beni bir sokağa götürdü. Dalmıştım. Çok üzgünüm. Orada bir eğlence kulübü vardı. Kapıda görevlilerden biri benim gibiydi. İçeri girmeme izin verdi. İçeride de bir adam vardı. Canavar ondan korkuyor. Sıcaktı.” dedi bir çırpıda.
“Sıcak mıydı?”
“Evet,” dedi. “Çok sıcaktı.”
“Onunla konuştun mu?”
“Çok az, o benimle konuştu. Merak etmiş.”
“İsmi ne?”
“Şey,” dedi kız. “Sormadım.” Sonra “Acıktım,” diyerek dolaba yöneldi. Annesi onu takip ederek kendine bir kahve daha doldurdu.
“Kapıdaki adamın senin gibi olduğundan emin misin?”
“Evet!” dedi Wendy. Dolaptan fırında pişmiş bütün bir tavuk çıkarmıştı. Bir budunu koparıp elinin yağa bulanmasını önemsemeden ısırdı. Saatlerdir bir şey yememişti. Tavuğun diğer buduna geçmesi saniyeler sürdü. Onun iştahla yemesine alışık olan annesi yere damlattığı yağa aldırış etmedi. Çok daha büyük bir derdi vardı şimdi. “Taşınıyoruz,” dedi. “Bizi buldular.”
“Tamam,” dedi Wendy. Tavuğun kalan parçasını yerken, “Ne zaman?” dedi.
“Birkaç güne kadar. O zamana kadar okula gitmeye devam edeceksin. Dikkat çekme. Kimseyle konuşma. Kimseye saldırma. Onunla sesli konuşma. Çıkarken kulaklıklarını almayı unutma. Ben yeni evi ve kimlikleri ayarlayana kadar bizi bulurlarsa ne yapacağını hatırlıyorsun değil mi?”
Wendy bir bilgisayar gibi konuşmaya başladı:
“Ormana kaçmak yok. Şehre gideceğim. Kimseye güvenmeyeceğim. Bizi buldukları için bağlantılarımıza da ulaşmışlardır. Kimseyle iletişime geçmeyeceğim,” dedi.
“Şehre ulaşamazsan?”
“O zaman bataklığa gideceğim,” dedi Wendy.
“Ve?”
“En uygun anı bekleyeceğim. Kaçacağım.”
“Hayatta kalacaksın!” dedi annesi.
“Hayatta kalacağım,” dedi Wendy yemin eder gibi. Boş tabağı lavaboya attı. Midesi dolmuştu ancak hala çok açtı.
“Unutma, benim için bile dönmeyeceksin!” dedi annesi. “İnsanlar bir gün ölür, öyle ya da böyle.”
“Peki...” dedi Wendy. O an geldiğinde ne yapacağını bilmiyordu.
“Şimdi şu adama geri dönelim,” dedi annesi. “Bildiğin her şeyi anlat.”
Tabela ve figürler dahil her şeyi anlattı annesine. Birlikte araştırmaya başladılar. Bağlantılarını kullanıp adamın kim olduğunu öğrendiler.
“Planlar değişti!” dedi annesi. “O, senin kaderini değiştirebilir.”
“Beni korumak istemezse? Belki öldürmek ister? Onun ne yapacağını nasıl bilebiliriz?”
“Bilemeyiz. Ama uzun süre saklanamazsın. Onlar seni avlamadan sen onları avlamalısın.”
“Babam ve abimi mi öldüreyim?” dedi Wendy. Bunu yapabileceğini sanmıyordu. “Onlar sürekli besleniyor, benden güçlüler!”
“Çok güçlüler ancak kimse onun kadar güçlü değil,” dedi annesi. Ve çalışma masasının çekmecesinden haritayı çıkardı. “Plan değişti. Şehre gitmiyorsun. Direkt ormana gidiyorsun. Baban ve abin gelmeden önce adamlardan kurtulmaya çalış. Olmazsa öldürebildiğin kadar az insan öldür. Sonra onu bul. Bir süre yanında kal. Nasıl olursa. Ne yapman gerekiyorsa...”
“Anne...” dedi Wendy. “O beni duyuyor. Canavarı da.” Hatırladığı detay korkuyla titremesine neden olmuştu.
Annesi tüm dişlerini göstererek keyifli bir kahkaha attı.
“Tahmin etmek zor değil. Daha fazlasını da yapabilir. Efsaneler doğruysa o katillerin soyunu bile kurutabilir.”
“Niyetimi anlayacaktır.”
“Önemli olan bu değil. Önemli olan onun dikkatini çekmiş olman. Sanırım daha önce senin gibi biriyle karşılaşmadı.”
“Belki de.” Wendy dolaba bakıyordu. Buzluğu açıp büyük bir buz parçası çıkardı. Kalıbından çıkardığı donmuş su kütlesini aceleyle kemirmeye başladı. Annesi onun yerine hemen su dolu bir kalıp koydu.
“Canavar bu işe ne diyor?” dedi annesi.
O an kızının gözleri birer buz parçasına dönüştü. Dudağı incelip yayılırken sivri dişleri ortaya çıktı. Canavar tıslar gibi, “Bizi öldürecek!” dedi, oldukça kızmıştı. Konuşma boyunca sessiz kalmıştı ancak şimdi tüm kızgınlığını gösterebiliyordu.
“Sana sormadım pislik,” dedi kadın. Kızının gözleri düzeldi. Bembeyaz olan dudakları yeniden kırmızı rengine kavuştu. Masum görüntüsüne kavuşması saniyeler sürdü.
“Ondan korkuyor, sana söylemiştim,” dedi Wendy.
“Güzel,” dedi kadın. “Biraz uyumaya çalış, saat geç oldu. Belki korkmuşken seni az da olsa rahat bırakır.”