Bölüm 4: Kar taneleri

1291 Words
Soğuk bir gündü. Bütün gece onu rahat bırakan canavar, sabah olduğunda yeniden dile gelmişti. Derdi hep aynıydı. İstediği tek şey vardı. “Açız!” Genç kız uyanmıştı ancak yatakta sırt üstü uzanmaya devam ediyordu. Ufak tıkırtılar duyunca bakışları sağa kaydı. Dolabının hemen yanında minderin üzerine yayılmış, bir kemiği kemirmekte olan tilkisine sıkılmış gözlerle bakmakla yetindi. Ufaklık, en az kendisi kadar çok yiyordu. “Onu yiyebiliriz.” “Ah, kapa çeneni,” dedi Wendy. “O evcil hayvanımız. Bunun ne demek olduğunu biliyorsun değil mi?” “O evcil değil,” diye tısladı canavar. “Uyurken bizi izliyor. Bizi yemek istiyor...” “Demek ondan da korkuyorsun? Ödlek!” Wendy bakışlarını tavana çevirip akşam karşılaştığı adamı düşünmeye başladı. O, kesinlikle farklıydı. Ve güçlü. Ve farklı olduğunu anlamasına rağmen o, Wendy'den korkmamıştı. “Kalbimizi eritecek, bizim kalbimizi sökecek.” Canavarın tıslamaya benzeyen sesi yine korku dolu titreşimlerle doluydu. “Okula gitmelisin.” Annesi kapının dışından sesleniyordu. “Kahvaltını kapının dışına bıraktım.” Ve kendi kızının odasına, özellikle de o yeni uyanmış ve açken girmeyecek kadar akıllıydı. “Uyandım! Birazdan hazır olurum,” dedi Wendy. Kollarını kaldırıp kaslarını esnettikten sonra yataktan miskin bir şekilde kalktı. Üzerini örtmemişti, ormana bakan geniş penceresi ise daima açıktı. Çıplak ayaklarıyla o uyurken pencereden içeri süzülmüş karlara basarak dolabının önüne geçti. Giyinmesi oldukça kısa sürdü. Saçlarını yapması ise daha kısa. Hepsinden uzun süren şey göz altı morluklarını kapatmasıydı. Göz altları asla uyumamış, hiç dinlenmemiş gibiydi. Daima. Annesinin bıraktığı tepsiyi aldı. Kahvaltısını yaparken ne nazik ne de yavaştı. Tepsiye yığılmış etleri, çörekleri ve meyveleri hızlıca midesine gönderirken kısık sesli inlemeler çıkaran tilkiye baktı. Onu bir tuzağa yakalanmış ve yaralı halde bulup eve getireli neredeyse üç ay olmuştu. İyileşmesine rağmen ormana geri dönmediği için beslemeye devam ediyordu. Canavar onu sevmese de Wendy, ormanda yaşasın ya da yaşamasın tüm hayvanları seviyordu. Onların nefesi kendi nefesi, onların neşesi kendi neşesiydi sanki. Sadece hayvanları da değil, ağaçları, rüzgarları, okyanusu ve dereleri de seviyordu. Kalanları tilkiye vererek sürahiye doldurulmuş sütü bardağa aktarmaya zahmet etmeden içti. Hala açtı. Tepsiyi sinirle kavrayarak mutfağa geçti. “Yavaş ol!” Annesi çalışma masasının üzerindeki kağıtların savrulmasını engellemeye çalışıyordu. “Okulda da böyle hareket etmiyorsun değil mi?” “Hayır tabii ki.” “Pencereni ve odanın kapısını kapatmayı unutma.” Wendy cevap vermeden odasına döndü. Pencereyi kapatıp çantasını omzuna astı. “Ben gelene kadar ayakkabılarımdan uzak durmaya çalış!” dedi tilkiye. Ona bir isim vermemişti. Gerek duymamıştı. Ne isim vereceğini bile bilmiyordu. Tilkinin beyaz tüylerine, zeka dolu gözlerine bakıp gülümsedi. Tilki ise gerileyip onun için dolabın kenarına bırakılmış olan mindere uzandı. Aylak aylak ön patilerini yalamaya başladı. “Pek ala, belki daha sonra...” İsim bulmasına gerek kalmadan buradan taşınmış olacaklardı... “Çıkıyorum,” dedikten sonra normal bir hızda hareket etmeyi başarmak için ayaklarını sürüyerek kapıya gitti. Annesi her zaman olduğu gibi, yine tek kelime etmemişti. Gerekli olmadıkça konuşmaz, sevgi gösterilerinde bulunmazdı ama Wendy bilirdi, annesi onu severdi. Sadece sevgisini diğerlerinden farklı şekilde ifade ederdi. Saçlarını okşamazdı yine de saçının bir teline zarar gelecek olsa, ona uzanan elleri bileklerinden koparıp atardı. Annesi onu severdi.   ❆ “Yemek bulduk, yemek, burada yemek var...” Ödlek canavar, bu kez zavallı bir hademeyi gözüne kestirmişti. Yaşlı adam, eline aldığı kar küreği ile okulun bahçe kapısından binaya giriş kapısına kadar olan, öğrencilerin kat etmesi gereken, kiremit döşeli yola yığılmış karı küremekteydi. “Sen şarkı söyleme,” dedi Wendy. Üzerindeki kışlık kıyafetlerle mutsuz hissediyordu. Dikkat çekmemek için mevsime uygun, kalın bir yün pantolon, üzerine ise boğazlı bir kazak giymişti. Kazak öylesine büyüktü ki bedeni içinde yitip gitmişti. Ellerindeki yün eldivenler, başındaki örgü bere ise boğuluyormuş gibi hissetmesine neden oluyordu. Her daim açık bıraktığı saçlarını örgülü bir topuzla ensesine toparlamıştı. Şimdi her zamankinden çok daha az dikkat çekiciydi. Diğer öğrencilerin arasına karışması oldukça kolaydı. “Yakında ölecek, mezarına gidebiliriz.” “Bir mezar soymamız eksikti!” “Yazık olur, çok yazık olur, güzelim etlere...” Hala iğrenç şarkısına devam ediyor, bunu eğlenceli bulduğu için arada iğrenç bir şekilde kıkırdıyordu. Wendy okul kapısından girdikten sonra ona cevap vermeyi bıraktı. Kulaklığını takıp metal bir parçaya gelene kadar birkaç şarkı geçti. En yüksek tempoyu yakaladığında ise sesi yükseltti. Canavarın sesi geride bir vızıltı gibi kalmıştı. Dışarıdan gelen seslere de kapalıydı artık. Kalp sesi yoktu. Nefes sesi yoktu. Rüzgârın şarkısı yerini yapay melodiye bırakmıştı. Huzurla gülümsedi. Gözleri ışıl ışıl gezindi etrafta. Tüm öğrenciler çoktan dersliklerde yerini almış olmalıydı. Okulun batı kanadına döndü. Küçük kilisenin hemen yanındaki küçük saat kulesine göz attı. Dersin başlamasına daha on dakika vardı. Kapıya dönerken havadaki ani durgunluğu fark etti. Az önce yere düşmek için acele eden, birbiriyle yarışan sulu kar taneleri şimdi havada aheste aheste süzülüyor; adeta, sadece kendi duydukları bir aria eşliğinde dans ediyorlardı. Bir kar tanesi süzülerek yanağına kadar geldi. Naif bir öpücük gibi dokundu. Sonra eridi, yitip gitti. İkinci taneyi yakalamak için avucunu uzattı. “Yakala, onu bari yakala. Yeriz.” Sesi heyecanlı ve şarkıyı bastıracak kadar yüksek çıkmıştı. Canavar da kendisi gibi buz seviyordu. “Küçücük bir kar tanesi... Dişinin kovuğuna yetmez,” diyen genç kız yine de kar tanesini yakalayıp dilinin ucuna bıraktı. Tadını bile alamadan eriyip gitti tanecik. “İnsan yersen böyle olacak. Asla yetmeyecek, asla doymayacaksın.” “Denemeden bilemezsin!” “Neyse, kapa çeneni! Biri görecek!” “Bayan, okul kapalı. Duyuruyu dinlemediniz mi? Büyük bir kar fırtınası yaklaşıyor.” Wendy, kapıyı kilitlemekle uğraşan güvenlik görevlisine kaşlarını çatarak baktı. Kulaklıklarını çıkardı: “Anlamadım?” “Okul kar fırtınası yüzünden kapalı. Evinize dönün! Aracınız var mı?” “Ah, siz beni merak etmeyin, teşekkürler.” Eve dönmeyi düşünmüyordu. Canavar ortaya çıktığından beri zamanının çoğunu ormanda geçiriyordu. Annesini arayıp durumu haber verdi. “Dün ondan bahseden kızı arayabilirsin...” Annesi adamı bulmasını istiyordu. Ve onu kendi saflarına geçmeye ikna etmesini... “Peki karşılığında bir şeyler isterse?” Adamı rahatsız edici buluyordu. “Ne isteyebilir ki? Zaten her şeye sahip.” Her şeyi olan biri ne isteyebilirdi ki... İzlendiğinden habersizdi. Okul kapısının hemen önüne park etmiş siyah camlı bir araç o an harekete geçip uzaklaşmaya başladı. İçindeki adam, telefonunu çıkarıp iş verenlerini aradı. “Kızı bulduk. Dün gece konuşturduğumuz adam doğru söylemiş. Ekibi topluyorum.” “Fark edilmemeye çalışın. Acele etmeyin. Yine kaçırırsanız görevi başkasına vermek zorunda kalacağım.” “Kaçırmayacağız!” dedi kendinden emin bir sesle. Patronunun o hırıltılı sesini her duyduğunda tüyleri diken diken oluyordu. “Onu küçümsemeyin. Dikkatli hareket edin,” dedi telefonun ucundaki adam. Buz kalpli kızın canavarı, bu adamınkinin yanında bebek kadar masum kalırdı. “Kalbine zarar vermeyin, bana kalbi lazım,” diye tısladı. Artık kendinden çok canavardı adam. Wendy kar tanelerini izleyerek sokağa çıktı. Düşünceliydi. Gece karşılaştığı kızın ismini bile anımsamıyordu. Telefonunu nereden bulabileceğini ise hiç bilmiyordu. Tüm riskleri bilmesine rağmen kaybedecek fazla zamanı olmadığı için yine aynı yere gitmeye karar verdi. Canavarın tüm karşı çıkışlarını yok sayarak ağaç dalına yığılmış kara uzandı. Avuçlarını doldurduğu karı buz kütlesi haline gelene kadar sıkıştırıp ağzına doldurdu. Avucunda kalan parçaları silkeledikten sonra aynasını çıkarıp cildini inceledi. Yanakları az da olsa kızarıp renklenmişti. Morluklar görünürde yoktu. Topuzdan kurtulan bir tutamı kulağının ardına iterek dudaklarını yaladı. Yansımasının tehlikeli gülümsemesine baktı. Kristal gibi ışıldayan dişlerine burun kıvırdı. Ve aynayı kapatıp çantasına attı. “Sizi eve bırakabilirim.” Wendy güvenlik görevlisine samimi bir gülücük attı. “Gerek yok. Eve gitmiyorum.” Şeytanın inine gidiyordu. Ve Şeytanın karanlık inine giden bir melek kadar masum görünüyordu. “Belki gittiğiniz yere kadar size eşlik edebilirim.” Adam vazgeçmiyordu. Wendy adamı baştan ayağı süzdü. Yaşıtı kızların adamı yakışıklı bulacağından emindi. Kaslı vücudu, samimi bir gülümsemesi vardı. Wendy'nin olmasa da canavarın ilgisini çekmişti. Onunla gitmenin çok ama çok iyi bir fikir olduğunu düşünüyordu. Wendy onun demir bir çubukla dişlerini bilediğini hayal edip kıkırdadı. “Hayır, teşekkürler. Bir arkadaşla buluşacağım.” Arkadaş kelimesine bilinçli bir vurgu yapmıştı. Adam arkadaşın erkek olduğunu anlayınca omuz silkti. “Belki başka sefere?” demeden de duramadı. “Belki...” ❆
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD