Yaşam O'ndaydı ve yaşam insanların ışığıydı. Işık karanlıkta parlar. Yuhanna/1
❆
Wendy, aynı gün içinde adamla karşılaştığı yere ikinci kez gelmişti. İlk gelişinde kapılar sımsıkı kapalı, etraf sessiz ve ıssızdı. Kapının önünde sadece bir görevli vardı ve o da daha önce onu içeri alan garip adam değildi. İyi ki değildi.
Onu görünce “Kapalıyız!” dedi adam. “Akşam sekizden sonra gelmelisin.”
Kız tek kelime etmeden kapıya baktı. İçeriyi dinledi ve aradığı adamın orada olmadığını anlayınca arkasını döndü.
“İçeri girmek istiyorsan daha farklı giyinmelisin.”
“Birini arıyorum. Akşama gelecek mi?”
Adam Wendy'i dikkatle süzdü. Baştan ayağa inceledi. Kimi aradığını biliyor gibi gözüküyordu. “Onu neden arıyorsun?”
“Kimi aradığımı biliyor musun?”
“Buraya gelen herkes, onun için gelir. Kadınlar, erkekler ve çocuklar...” Çocuklar derken çenesiyle genç kızı işaretti. “Yakışıklı olduğu için, zengin olduğu için, ondan bir şeyler dilemek için, ona bir şeyler vermek için, ona dokunabilmek için, ona zarar vermek için... Amaçları ne olursa olsun, onun için gelirler...”
Wendy kıkırdayıp yeniden adama döndü. “Kimsenin ona zarar verebileceğini sanmam.” Durakladı. “Baksana, onun dikkatini çekecek, isteyebileceği bir şey var mıdır? İstediğim bir şey var. Karşılık olarak vereceğim şey ne olmalı?”
Adam kızı alıcı gözle süzdü. Kız, küçük bir lise öğrencisine benziyordu. Minicik, çelimsiz, sıkıcı bir tipi vardı. Saçları güzeldi elbette, teni ve o kıpkırmızı dudakları da ama onu alıcı gözle süzerken kendini bir çocuğa bakıyor gibi rahatsız hissetti. Gözlerine bakınca fikir değiştirdi. Kız düşündüğü gibi küçük değildi. Bakışlarındaki delilik, korkusuzluk ve vurdumduymazlık adamı daha çok rahatsız etti.
“Küçük değilsin. Sıkıcı da değilsin. Belki onu eğlendirebilirsin... Kendisini eğlendirenlere cömert davranır,” dedi adam. “Ve bir tavsiye, akşam geleceksen bu kılıkla gelme. Gelenler senin kolay bir av olduğunu düşünebilir.”
Kız yeniden kıkırdadı. Rahatsız edici bir özgüvenle gülerken yavaşça dudaklarını yaladı. “Belki de onlar kolay birer av olur?” deyip adama göz kırptı. Arkasını dönüp ilerlerken “Tavsiyene uyacağım!” diye neşeyle bağırdı.
Eve gitti. Daha kapıdan girer girmez burnuna gelen nefis yemek kokusuyla mutfağa yöneldi. Annesi fırından çıkarmış olduğu tepsiyi masaya bırakıyordu.
“Selam anne,” deyip sandalyeyi çekti.
“Konuşabildin mi?”
“Aslında orada yoktu. Akşam yeniden gideceğim.”
“İyi, onu ikna etmeye çalış.”
“İkna edeceğim!” deyip yemeye başladı.
“Beni düşünme. Konuşurken pazarlığa dahil etme. Ne isterse yap, ne isterse ver. Anladın mı?”
“Anladım.”
“Kendime kalacak bir yer ayarladım. Üç gün içinde taşınacağım. Adamla anlaşamazsan sen de benimle geliyorsun.”
“Onunla anlaşacağım.” Genç kız doymamış ama tıka basa dolmuş bir şekilde masadan kalktığında eline bir kap aldı. Annesi söyleyeceklerini söyledikten sonra pek aç olmadığını söyleyerek yine salona, çalışma masasının başına dönmüştü. Kalan tüm yemeği tilkisi için kaba doldurduğu sırada onun telefonla konuştuğunu duyabiliyor, dinlememek için başka şeyler düşünmeye çalışıyordu.
“Kalanları sonra yeriz, ona verme.”
“Şu hayvanı kıskanmaktan vazgeçer misin?”
“Midemizin bu kadar az şey alabilmesi çok kötü. Keşke şişman olsaydık.”
“Ben halimden memnumum!” dedi Wendy oysa çocuk gibi görünüyor olmaktan hiç de memnun değildi. Bu konuyu annesiyle konuşmuştu. Normal yemekler onun gelişimi için yeterli gelmiyordu. Diyetinde insan eti içeren yiyeceklere yer verdiğinde durum değişebilirdi. Ki bu durum yakın zamanda değişecek gibi durmuyordu.
“Uzun bacaklarımız olur, çok daha hızlı oluruz. Daha çok insan avlarız.”
“Hımm, hiç o açıdan düşünmemiştim.”
Canavar salondan geçerken “Anne bize yemek yapmıyor olsaydı onu da yiyebilirdik aslında...” diye sızlandı.
“Anne, bu yaratık seni seviyormuş!”
Annesi kıkır kıkır gülen kızına bakarken tıpkı onun gibi neşelenmişti. “Öyle miymiş?” derken böyle bir şeyin mümkün olmadığını biliyordu. Canavar çıkarcı, aç gözlü bir pislikti.
“Ve yemekler için çok teşekkür ediyor. Bize baktığın için mutlu...”
“Tabi beni yiyemediği için de üzgün olmalı,” diyen kadının kaşları çatılmıştı. Kızının biz demesi canını sıkmıştı. “Ondan kurtulacağız, biliyorsun değil mi?”
“Biliyorum anne,” dedi Wendy, yaptığı hatayı fark etmişti.
Başını eğip odasına geçti. Tilkiyi besledikten sonra onu bahçeye çıkardı. Ormanda kalmayı seçmesini umarak onunla birlikte ağaçların arasında koştu. Ancak hayvan onu bırakıp gitmiyordu. Bataklığa kadar gittiler. Wendy bataklığı süzmeye başlamadan önce saatine baktı. Kaç dakikada oraya gelmiş olduğunu hesaplayıp tilkiye döndü.
“Bana ayak bağı oluyorsun!”
Tilki umursamazca onu süzmeye devam ederken pes edip kıyafetlerini çıkardı. Bataklığa adım atarken nefesini ne kadar tutabileceğini merak ediyordu. Onlar geldiğinde buraya kaçmak zorunda kalırsa ne kadar dayanabileceğini anlamak istiyordu. Her denemesinde biraz daha uzun süre kalabiliyordu. Bir insana göre çok uzun süre...
Bataklıktan çıktığında hava kararmak üzereydi. Wendy yanlışlıkla yuttuğu pis suyu tükürüp yüzünü kaplayan siyah çamurdan kurtulmak için ellerini kullandı. Cildindeki çamurun bir kısmından sıyrılınca gözlerini araladı. Birkaç adım atıp eğildi, kenara bıraktığı saati eline aldı.
Tam altı saat...
Ve hiç yorulmuş hissetmiyordu.
Sadece acıkmıştı.
Orada, karanlıkta, zaman çok daha yavaş akıyordu. Canavar tüm hakimiyeti eline alıyor, durmadan konuşuyordu. Kanlı fantezileri dinlerken bazen kendini kaptırıp onunla birlikte heyecanlanıyordu. Aralarına çektiği duvar yıkılıyor, nefesi nefesi, düşünceleri düşünceleri oluyordu. Bir gün, canavarın hareketleri onun hareketleri olacaktı... Onun eline bulaşan kan, kendi eline bulaşacak, çiğnediği et kendi dişlerinde parçalanıp midesine inecekti... İşte korkutucu olan buydu. Göğsünde bir canavarla dolanmak değil, o canavarın kendisi olmak korkutuyordu onu.
Nehir kenarına geldiklerinde tilki akıllılık edip devrilmiş bir ağacın üzerinde uzanırken, Wendy soyundu. Üzerindeki çamurdan kurtulmak için, içinde buz parçalarının yüzdüğü sığ nehre girdi. Buz gibi su sayesinde kendine gelirken yanından geçen bir balığı yakaladığını fark etti. Zavallıcık nefes almak için ağzını açıp kapatıyor, feri sönen gözlerini odaksızca sağa sola kaydırıyordu.
Sivri, uzun tırnakları birer pençeye dönüşmüş, zavallı balığı sımsıkı kavramıştı.
“Onu suya geri bırak!” dedi canavara. Canavar oralı olmadı. Dişlerini sıkarak kendini parmaklarını açmaya zorladı. Her bir parmağı geriye çekmek için epeyce uğraştı. Zihni meşgulken canavar hep aynı şeyi yapıyordu. Her fırsatta kontrolü eline alıyor, yine her seferinde birilerini öldürmeye meylediyordu.
“Bir kadın olsaydın, beğendiğin erkek kesinlikle Karındeşen Jack gibi biri olurdu.”
“Ben zaten bir kadınım,” dedi canavar. İşveli bir kahkaha atıp “Şu Karındeşen şişko mu?” dedi.
“Sanmıyorum?”
“Öyleyse onu beğenmezdim! Bize etli erkek lazım... Kocaman bir karaciğeri olmalı ve de yumruk büyüklüğünde sıcacık bir kalbi... İçi kanla dolu olacak. Avucumuza alıp sıkınca kan parmaklarımızdan kayıp gidecek... İçindekiler bittiğinde kollarına ve bacaklarına başlayacağız, tırnaklarımızla derisini yüzeriz... Sonra taze etini yeriz, pişirmeyiz...”
“Erkekleri sadece yemek olarak düşünmen güzel. Senin zevkine göre biriyle ilgilenseydik sonumuz kötü olabilirdi.”
“Bir erkekle başka ne yapılabilir ki?”
“Pek çok şey...”
❆