Kar fırtınası adayı fena halde dağıtıyordu. Şehrin her yerinde evde kalınması için anons geçiyorlardı. Yılın en soğuk gecesinde sokakta kalınmamalıydı.
Ve buz kalpli kız cızırtılı sese gülerek, gülüşünün havaya yayılışından çok daha hızlı bir şekilde ilerlemeye başladı. Öyle ki; yanından geçtiği insanlar onu fark etmiyordu bile. Genç kız, onlar için, soğuk rüzgarların arasından kayıp giden sıcak bir rüzgardı.
Evinden ayrılışından dakikalar sonra, üçüncü kez, aynı kapının önündeydi. Yine içeri girmek için bekleyen gençlerin oluşturduğu kalabalık bir sıra sokağın başına kadar uzanıyordu. Hepsi oldukça cüretkâr ve gösterişli giyinmişti. Soğuk gecede tir tir titriyorlardı.
Wendy'nin acelesi vardı, yine de göze batmamak istemedi, sıranın sonuna gitmek için adımlamaya başladı.
“Sen!” dedi yüksek bir ses. İçeriden gelen gürültülü müziği, fırtınanın uğultusunu ve gençlerin konuşmalarını bastırmıştı. Wendy yerinden hafifçe kayarak adama döndü. Adımını kapının dışına atmış ama tam olarak dışarı çıkmamıştı adam. Bu sabah konuştuğu adam değildi ama yüz hatları tıpkı ona benziyordu. Ondan çok daha yapılıydı. Adamı görür görmez çenesini kaldırıp onu alıcı gözle süzen, dudaklarını yalayıp işveyle gülümseyen ise küçük canavardı.
“Evet?”
“İçeri gel!”
Wendy kapıya doğru ilk adımı attığında sırada bekleyenlerden isyan eden cümleler dökülmeye başladı. Bir grup sinirle kapıya yaklaştı ve genç kızı kenara itti. Beklemediği bu hareketle yerinden kayan kız yere düşmeden toparlandı. Sakin kalmak için tırnaklarını avucuna bastırdı.
-Saatlerdir bekliyoruz!
-Bizi içeri almak zorundasınız...
-Bu kızın ne ayrıcalığı var!
-Daha fazla bekleyemem, donuyorum.
“Ben, bekleyebilirim,” dedi Wendy. Sesi neşeli ve melodik çıkmıştı. Nazik ama güçlü sesi diğerlerinin durup ona dönmesine neden oldu. “Ama beklerken öldürdüğüm insanlar için hesap vermeyeceksem!”
Kimse kızı ciddiye almadı, herkes minik, narin bedenini süzüp gülmeye başladı. Onu kenara iten genç elini kızın yanağına doğru uzattı.
“Sakın dokunayım deme!”
Kapıdaki adam araya girmiş, ensesinden yakalamıştı. Bunun üzerine elini uzatan adamın arkadaşları da olaya dahil oldu. Herkes birbirine girmiş, kavga kaosa doğru giderken kalabalıktan sıyrılan iki kız ve bir erkekten oluşan üç kişilik grup Wendy'e doğru atıldı. Kızlardan biri geçen gece onunla laflayandı. Wendy bu kez numarasını almayı unutmamayı umdu.
“Wendy, bizimle gel.”
İtiraz etmeden onlarla birlikte gitti. Kalabalıktan sıyrılıp aralık kapıdan içeri girdi. Onu içeri çağıran adam kavgadan sıyrılmış, yanlarından geçip kalabalığa karışmıştı. Wendy onun, aradığı kişinin adamı olduğunu anlamıştı. Öyleyse aradığı kişi geldiğinden haberdardı.
Yeni grubuyla birlikte dans edenlere çarpa çarpa ilerlerken etrafa bakınıp onu görmeye çalışıyordu. Yakınlarda olduğunu biliyordu ama göremiyordu. Beklerken diğerleriyle oturmaktan daha iyi bir seçeneği olmadığı için yanlarında kaldı. Henüz birilerinin kalkmış olduğu, bir masa bulunca aceleyle yerleştiler. Ki masayı kapmak için atılan bir grup genci kıl payıyla atlatmışlardı. Neşe ve heyecanla kahkaha atarak çantalarını masaya atan kızlar Wendy'e gülümsedi. Erkek olan ise etrafı süzmekle yetiniyordu.
“Wendy, bunlar benim gibi Kamu politikası okuyan zavallılar... Hannah ve Cristopher. Bu da geçen akşam size bahsettiğim arkadaşım, Wendy. Ekonomi ve Finans bölümünden.”
“Şu kız? Ba'al ile oturan?”
“Aynen o!” İki kız da heyecanla onu süzerken, Wendy alnını masaya yaslayıp ayağındaki botları izlemeye başladı. Göğsünü tamamen açık bırakan kare yaka, incecik ve siyah bir elbise giymişti. Elbisenin etek ucu yerde sürünüyordu. Uzun kolları ise dirsekten itibaren genişleyip bilekte neredeyse etek kısmı kadar genişliyordu. Saçına taktığı siyah yapay güllerle bezeli tacı dışında tek bir aksesuarı yoktu. Omzuna astığı küçük çanta siyah, deriden, uzun askılıydı ve içinde sadece biraz para ve telefonu vardı. Makyajı ise yok denecek kadar azdı. Yine göz çevresine kapatıcı sürmüş, simsiyah göz kalemiyle gözlerini ortaya çıkarmıştı. Siyah bir gölge gibiydi. Parlak ayın, karanlık ve aydınlık halinin birlikte hayat bulmuş hali gibiydi...
“Ne konuştunuz? Nasıl tanıştınız?”
“Aslında pek konuşmadık.”
“Nasıl yani...” dedi ismini bilmediği. Diğer ikisinin ismini öğrenmişken kendisini arkadaş olarak gören kızın ismini hala bilmiyor oluşu komikti. Bunu düşünürken hafifçe gülümsedi. Ve bu gülümsemesi kızlar tarafından yanlış anlaşıldı.
“Konuşmaya fırsat bulamadınız mı?” diye sordular aynı anda. Aşırı heyecanlılardı ve neşeli... Neşelerini hücre hücre etrafa saçıyor gibiydiler. Hoş bir enerjileri vardı.
“Aslında ben masada uyuyordum, ben uyurken gelip masaya oturmuş. Sonra o kadar sesin içinde nasıl uyuyabildiğimi falan sordu işte.”
“Buraya gelip uyuyabilen tek kişi sensindir sanırım. Ben bile merak ettim nasıl uyuduğunu. Bir şey mi kullanmıştın?” Soruyu kısık sesli sormuştu.
“Hayır tabii.” Wendy başını yeniden masaya yasladı. “Geldiğinde beni uyandırsanız olmaz mı?” diye mırıldandı gözleri kapanırken. Canavar yine kayıplara karışmıştı. Kokak şey... Kapıdaki performansından sonra bu kadar korkuyu hak etmişti.
“Neden? Sen de ona âşık oldun değil mi?” dedi Cristopher. Gözüne kestirdiği bir kızın yanına gitmek için hareketlenmiş, gitmeden önce kızın kulağına eğilip sorusunu duyurmaya çalışmıştı. Wendy başını yana yatırıp şakağını masaya yaslamış, uykulu gözlerle onu süzmekle yetinmiş ve cevap vermemişti. O gider gitmez kız, -Hannah olmayan kız- aynı soruyu tekrarladı. Sesinde çok az kıskançlık vardı. Buz kalpli kız bunu görmezden gelmeyi tercih etti.
“Hayır, sadece ondan bir şey rica edeceğim.”
“Ne? Ne isteyeceksin? Benim için de telefon numarasını ister misin?” dedi yine Hannah olmayan. Hannah ise kıkırdayıp “Sarah, komik olma,” dedi. “Numarasını kendisi için istemek varken neden sana böyle bir iyilik yapsın ki? Şahsen ben alsam ikinize de vermem.”
Sonunda diğer kızın adını öğrendiği için rahatlayan Wendy bıkkın bir nefes aldı. Sonra başını kaldırıp burundan derince bir nefes daha aldı. Kükürt kokuyordu. Bakışları etrafı tararken ayaklanıp kokunun geldiği tarafa döndü. Gözleri tek eli cebinde, diğerinde bir kalem çevirmekte olan adamla kesişti. Adam başını yana yatırmış gülümseyerek onu izliyordu. Dudaklarındaki gizemli gülümsemeyi taklit eden Wendy, ona doğru bir adım attı.
“Hey, nereye?” Sarah'a çenesiyle adamı işaret ederken yerinde olmadığını fark etti. Kaşları çatılırken koku daha yakından geldi. Tüm tüyleri diken diken olurken kızların bakışları yukarı ve hemen arkasında bir noktaya odaklanınca yutkundu. Adam elini omzuna koyunca irkilse de aşırı tepki vermemeye çalıştı. Adam onu yavaşça kendine çevirdiğinde başını geriye attı. Gözlerinin içine bakarken zihni bomboştu.
Gözlerini araştıran adam sonunda tek kaşını havalandırıp kalemi yaka cebine attı.
“Dileğin nedir küçük canavar?”
Wendy binlerce sözcük biriktirmişti ancak şimdi sözlüğünü yitirmişti. Kalbi deli gibi acıyor, adamın sıcaklığı yüzünden yangın yerine dönmüş teni kavruluyordu.
“Elini çeker misin?” deyip hemen ardından hızlıca, “Bu bir rica, dilek değil,” ekledi. Tek hakkını böyle saçma bir şey yüzünden kullanmış olursa kendini asla bağışlamazdı.
“Dilek değilse elim yerinde kalıyor... Dileğin nedir?” Adamın sesi derinden ve emredici bir tona bürünmüşken Wendy etrafına rahatsız bir bakış attı. Kızlar pür dikkat onları izliyordu. Utanmamıştı ama onların yanında da konuşmamalıydı.
“Arkamdan gel,” dedi adam. Kız da düşünmeden onu takip etmeye başladı. Adamla aralarına özenli bir mesafe bırakmaya dikkat ederek yavaşça ilerliyordu. Bir kapıdan geçip aydınlık koridor boyunca ilerledikten sonra başka bir koridora girdiler.
Genç kız, karanlık koridor yerine karanlık bir çağa ayak atmış gibi hissediyordu. Kapatmış olduğu duyuları şimdi tümüyle harekete geçmişti. Canavar, bu kez susup inine saklanmak yerine merakla etrafı inceliyordu. Tıpkı tilkisinin yaptığı gibi etrafı kokluyordu. Korkusunu az da olsa yenmişti.
“Kükürt ve bakır gibi kokuyor...”
Bazen fazla ısrarcı oluyordu, bazense çok rahatsız edici... Ve bazen de komik... Onun kafasında olmasına neredeyse alışmıştı. Neredeyse… Bu durumdan rahatsız oluyordu; ona alışmış olmaktan, onu kabullenmekten ve kendini ona yakın hissetmekten.
“Bir gün, senden kurtulacağım. O koca çenen ebediyen kapanacak. Gideceksin. Beni rahat bırakacaksın!” dedi merdivenlerden inerken. “O zamana kadar hayatın keyfini çıkarmaya bak küçük canavar.”
Adımları titiz, yavaş ve güvensizdi. Canavarın aldığı kokuyu o çoktan almıştı. Koku tüm duyularını harekete geçirmişti. En ufak bir çıtırtıyı dahil kaçırmamak için dikkatle dinliyor, bastığı yerin sağlamlığından emin oluyor, her an karşısına çıkabilecek bir düşman varmış gibi gözleriyle etrafı tarıyordu. Canavarı susturmak için bilerek adamla arasına koyduğu mesafeyi kısalttı. İtiraf etmek istemese de o yokken güçsüz hissediyordu. Adamın önüne açılan yeni kapıdan içeri sokağın ışıkları dolduğunda hemen arkasındaydı. O durunca kız da durdu. Kapıdan çıkmadan önce kızın omzuna yapışan adam onu duvara kadar yavaşça itti. Hem nazik hem sert bir hareketti. Parmakları omzunu sıkıca kavramış ve uzaklaşmamıştı. Karanlık bir gölge gibi üzerine çöktüğünde gözleri dipsiz birer bataklık gibiydi.
Kızın kulağının dibinde, dudakları tenine değecek kadar yakın, sıcak nefesiyle onu dalga dalga dağlarken “Dileğin nedir?” diye fısıldadı.
“En karanlık gölgen olmak.”
Adam kızdan bir santim kadar uzaklaştı. Cebindeki elini kurtarıp kızın incecik belini kavradı. Sıcak parmakları kızı sımsıkı kavramışken, canavarın kızın göğsündeki çırpınışını hissedemiyordu.
“Neden? Ne istiyorsun benden?” dedi aklından zerre düşünce geçirmeyen kızı sinirle süzerken. Yüzünden de bir şey okuyamıyordu. Bakışları yeniden içinde kar taneleri oynaşan gözleri araştırdı. Boşluktan başka bir şey bulamayınca kızın taze kokusunu soludu. Ne yalan ne de arzu kokuyordu kız. Korku bile yoktu.
“Yanında kalmak istiyorum.”
“Ne kadar yanımda? Nasıl?” dedi adam. Sorularında arsız imalar gizliydi. Sesi sertti. Buna karşılık kızdan yine beklediği tepkiyi alamadı. Dişlerini birbirine bastırdı. Sonra günahkâr dudaklarını ısırıp bıraktı. Kız hala bomboştu. Ona karşı hiçbir şey hissetmiyordu.
“Gittiğin her yere yanında götürdüğün kaleminden daha yakın...” dedi kız. Gözlerini kısmış, ezberden bir şiir okurcasına ahenkli bir şekilde konuşuyordu. “Bir yere gittiğinde ben de geleceğim, eve döndüğünde ben de döneceğim, bir şeyler yerken ben de yiyeceğim, uyursan ben de uyuyacağım, uyanırsan ben de uyanacağım. Nefes alırsan alıp, verirsen vereceğim. O kadar yanında olmak istiyorum. Dileğim budur.”
Adam duyduğu en komik şeymiş gibi kahkaha atıp kızdan uzaklaştı. Bu cümlelerin neredeyse aynısı yıllar önce duyduğuna emindi. Sonunda yemin eden kişinin ihanetiyle karşı karşıya kalmıştı. “Ne kadar sürecekmiş bu gölgem olma işi?”
“Sen istersen sonsuza kadar bile sürebilir,” dediğinde adam aniden ciddileşti.
“Demek ölmüyorsun? Kiminle pazarlık yaptığını biliyorsun değil mi? Ölüm dediğin, benim senin kırmızı dudaklarına üflediğim bir nefes, cehennemin parmaklarım küçük kız.” Bunları söylerken kıza yeniden yaklaştı. Avucunu kızın tam kalbinin üzerine yerleştirdi. Açık beyaz teninin üzerine sımsıkı bastırdı parmaklarını. Nefesi kızın dudaklarına vuruyordu artık. Burnunu burnuna yaslamış, boştaki eliyle yeniden belini kavramıştı. Elinin altındaki bedeni zahmetsizce küle çevirebilecek gibi duruyordu. Yaydığı sıcaklık, enerji öyle yüksekti ki bir an gözleri karardı kızın. Tüm enerjisi kayboldu. Tek dayanağı onu yakıp yıkmak isteyen adamı bedeni haline geldi. Güçsüzce yaslandı eceline. Alnını onun sıcak göğsüne yasladı. Bu hareket, bu denli yakınlaşmış olmak onu daha güçsüz bıraktı.
Canavar acıyla kıvransa da ses çıkaramadı. Varlığını belli etmeye korkar halde köşeye sinmiş, uzun tırnaklarını sivri dişleriyle kemirerek öne arkaya sallanıyordu.
“Evet, ölmüyorum, şimdilik... Ve ikinci evet, kiminle pazarlık yaptığımı biliyorum,” dedi genç kız. Fısıldıyor olsa bile korkusuzca konuşuyordu. Bu fırsatın ikinci kez karşısına çıkmayacağından emindi.
“Ruhunu şeytana satmaya hazırsın demek?” dedi adam kapıya gerileyip kızı baştan aşağı süzerken.
Güçsüzce duvara yaslanan kız elini az önce adamın parmaklarının yaktığı yere götürdü. Küçük parmakları onun bıraktığı izin üzerinde kenarında gölgeler olan bir kelebek gibiydi. Soğuk parmaklarıyla buluşan teni saniyeler içinde mat güzelliğine kavuşur, yanık izleri silinirken baygın bakışlarını izlerden adama çevirdi: Kirpiklerinin ardından inatla baktı karanlık gözlerine…
“Kalbim yerinde kaldığı sürece, ruhumun hangi cehenneme gittiğiyle ilgilenmiyorum.”
❆