Bölüm | 5 Aile Yemeği

1741 Words
                                                                                | Aile Yemeği |        Cansu şaşkınlığını gizlemeye çalıştı.      "Yalan söylemediğini ya da beni denemediğini nereden bileceğim?"      "Bilmeyeceksin. Zaman geçtikçe öğreneceksin."      Umursamaz tavırla Furkan'a cevap verme gereği duymadı. Eve gidince ilk işi Bilal'i aramak olacaktı. Başını yerden kaldırınca evin önüne geldiklerini gördü. Furkan'ın kafa karıştırıcı konuşmasının ardından evin önüne geldiklerini bile fark etmemişti ve üstünün ıslaklığını hatırlayarak şiddetle titredi. Dişleri birbirine çarparken, Furkan'a döndü.      "Neyse ben eve çıkıyorum. Çok üşüdüm."       Hızla apartmanın kapısından içeri girerken, Furkan'ın sesiyle duraksadı.      "Hiçbir şey demeyecek misin?"      Cansu arkasını dönerek, sakinleşmiş tavrıyla Furkan'a baktı. Eski Cansu yoktu sanki. Kararlı ve kızgın Cansu gitmiş. Yerine farklı bir Cansu gelmişti. Yeni Cansu'yu kendi de tanımıyordu fakat huzurlu hissettirmişti. Bu çekişmeden gerçekten de ne kadar yorulduğunu bir kez daha anladı.       "Ne diyeyim?"       "Zamanla bana güveneceksin."       Cansu, titreyen dişlerine engel olmaya çalışarak cevap verdi.      "Daha sonra konuşalım. Üşüyorum, görüşürüz."       Furkan, tepkisizce Cansu'nun arkasını dönerek merdivenlerden çıkmasını izledi. Duyması için arkasından yüksek sesle konuştu.      "Görüşürüz."      Merdivenlerden çıkarken hızlı davranarak evlerinin olduğu kata geldi. Titreyen elini sırılsıklam olmuş sağ cebine sokmaya çalışırken zorlandı. Anahtara ulaşarak, hızla çıkarttı. Titremesi daha şiddetli bir hal alıyordu. Anahtarı deliğe sokarken, bütün vücudunu halsizlik kaplamıştı. Açılma yönüne döndürmesiyle, klik sesi apartmanda yankılandı ve kapı ardına kadar açılınca, evin sıcak havası bedenine sakinleştirmek ister gibi ulaştı.       Islanmış olan ayakkabılarını çıkartarak eve girdi ve üstündeki ceketini askılık bölümüne asarak, adımları banyoyu buldu. Sırılsıklam olmuş kıyafetlerini zorlukla çıkartıp çamaşır sepetine attı. Dulun altına kadar titrek adımlarla yürüdü ve sıcak suyu açarak bedenine temas etmesine izin verdi. Sıcak su titrek ve soğuk bedeninden aşağı yol çizerek, ayaklarına kadar ulaşırken, titremesi zaman geçtikçe azalarak, yok oldu.       Sıcak su bütün bedenini mayıştırmış, göz kapaklarını açık tutmak için zorlanıyordu. Kendisini ısınmış hissettiğinde, duşu kapattı ve ardından havlusuna sarınarak, odasına geçti. Dolabına yönelerek, beyaz tişört ve kalın eşofman çıkarttı. Bedenindeki sıcaklık yok olup gitmeden, hızla üstünü giyindi.      Aşırı derece yordun ve bitkindi. Soğuk havada sağanak yağmurun altında dakikalarca kalmak, bedenini yıpratmıştı. Üst çekmecede bulunan saç kurutma makinasını alarak, beline kadar uzanan uzun ve düz saçlarını kuruttu. Hafif kabarmış olan saçlarını geriye atarak düzeltti. Fişi çekerek, kurutmayı çekmecesindeki eski yere koydu. Ardından kendini yatağının üstüne boylu boyunca bırakı verdi.       Akşama daha çok vardı ve bugün için olay kotasını fazlasıyla doldurmuştu. Kolunu kaldıracak hali yoktu. Yatağın içinde saç tarafına dönerek, başını elinin üstüne koydu. Yağmurun altında olanlar, düşüncelerini kurcalayarak, beynini kemiriyordu. Kafasında ne kadar tartarsa tartsın, işin içinden çıkamıyordu. Bilal'i arayıp, olanları üstü kapalı öğrenmesi daha sağlam ve sonuca götüren bir yol olurdu.       Yattığı yerden doğrulurken, telefonuna bakındı. Odasında görünmüyordu. Muhtemelen ıslak olan kotunun cebinde unutmuştu. Hızla yataktan kalkarak, banyoya gitti. Çamaşır sepetindeki pantolonunu eline aldı. Düşündüğü gibi telefon cebindeydi. Eline alarak, elindeki ıslak kotu tekrardan çamaşırlığa bıraktı.       Annesinin ıslak kotunu, sepete bıraktığı için kızacağını yada ufak bir uyarıda bulunacağını biliyordu lakin kuruması veya makinaya atabilecek kadar bile gücü kendinde bulamadı.       Mavi gözlerini telefon ekranına devirdi ve rehberinde yavaşça dolanırken, adımları odasına oradan da yatağına ulaştı. Bilal'in adı gözüne takıldığında üzerine dokunarak telefonu kulağına dayadı ve ardından yatağa boylu boyunca sırt üstü yattı.        Tavanı incelerken, kulaklarında yankılanan ses bir anda sona ermişti      "Hayırdır? Sen hiç arar mıydın Cansu Hanım?" dedi karşıdan alaylı bir ses.      Gülümseyerek cevap verdi.      "Arardım tabi."      "Hangi dağda kurt öldü Hanım Efendi?"      "Uzun süredir aramıyorum. Neler yapıyorsun diye bir arayayım dedim. Hem ayrıca sen neden aramıyorsun? Her zaman ben arıyorum."      Bilal gülerek, cevap verdi.       "Tamam, tamam kızma. Şaka yapıyoruz. Bende arardım da, şu aralar yoğunum."      Cansu dalga geçerek, ses tonunu inceltti.      "Ne işin var bakalım Bilal Bey?"      Bilal ses tonuna ciddilik vererek cevap verdi.      "Dalga geçme gerçekten yoğunum. Karşında bir futbol takımı kaptanı var nede olsa."      Konu tamda değinmek istediği yere geldiğinde, mutlulukla gülümsedi. Kıvranarak konuyu o tarafa çekmesine gerek kalmamıştı.       "Hayırdır? Bir sıkıntın mı var?"      Bilal bıkkınca iç çekti.      "Takımımdan birinin ailesinin tayini çıktı ve onlarla Bursa'ya gitmek zorunda kaldı. Onun yerine başka bir oyuncu bulmaya çalışıyorum."      "Aklında biri var mı?" dedi merakla Cansu. İçten içe merakını gizleyemiyor ve sesine vuruyordu.      "Çok kişi geldi takıma girebilmek için fakat aklımda iki kişi var."      "Onlar kim?"      "Bana ilk gelen Bülent oldu fakat Furkan'ı da değerlendirmem gerekti. Aklımda şimdilik ikisi var. Seçim yapmam gerekecek."      Şaşkınlıktan dili tutulurken, uzandığı yataktan sakince doğruldu. Furkan'ın doğru söylediğine inanmamış. Hatta ihtimal bile vermemişti. Bir an için isim benzerliği olabileceğini var sayarak, düşüncelerini bir köşeye bıraktı ve telefonun diğer ucunda kendisinden cevap veren arkadaşı Bilal'e odaklandı.      Konuşmak için titrek sesini düzelterek, öksürdü. İçinde bulunduğu şaşkınlığını bastırmaya çalışarak, ses tonuna biraz güven ve sabitlik kattı.      "Furkan? Soyadı ne?"      "Aslan." dedi Bilal sakin tavırla ve ekleyerek kendisine soru yöneltti.      "Tanıyor musun?"      "Yok hayır. Belki tanıyorumdur diye sordum. Peki neden ikisinin arasında kaldın?"       Bilal sakin tavırlarıyla, Cansu'ya açıklamaya yapmaya koyuldu.      "Bülent fena değil ama eksiklikleri var. Furkan Bülent'ten daha iyi fakat kararsızım. Fazla burnu havada. Bu işi alırım havaları var."      Cansu ufak bir kahkaha attı. Bu çocuk herkesi sinir etmek zorundaydı? Bilal gibi sakin birisini bile çileden çıkarmış olması onun ne kadar gıcık olduğunu bütün yalınlığıyla ortaya sunuyordu. Bilal kahkaha atmasına şaşırarak konuştu.     "Neden gülüyorsun?"     "Ne yani? Sinir olduğun için mi çocuğu oyuna almıyorsun?"     "Sadece o değil." dedi ekleme yaparak Bilal.     "Bizim takımdaki Alp'le kavgalılar."     Cansu konuyu anlamaya çalışarak konuştu.     "Ne var bunda geçer?"     "Bizde öyle dedik fakat bunlar ne zaman yan yana gelse, büyük kavga çıkıyor."      Cansu, bedenini merak sardığını ve konuya dahada çekildiğini hissetti. Elini saçlarına götürerek, kaşıdı.      "Neden peki?"      "Konu kız meselesi."      "Nasıl yani?"      "Bende tam olarak bilmiyorum fakat Alp kızlarla takılmayı sever. Ağzı da açık bir tip. Her şeyi ortaya pat diye söyler. Furkan'da aynı şekilde kızlarla takılmayı seviyor. Alp'ten daha rahat ve kendine güveni tam biri."       Cansu'nun gözü uzaklara dalarken, neşeli hali bir anda söndü.        "Öyle mi?" dedi sessizleşerek.       Bilal sesini yükselterek Cansu'ya cevap verdi.      "Kızım sen nerede yaşıyorsun Allah aşkına? Alp'in ününü nasıl duymadın? Ya da nasıl haberin yok onlardan. Şimdi sana Alp ve Furkan bundan 5-6 ay kadar önce yakın arkadaşlardı diyeceğim ondanda haberin yoktur. Hem de arkadaşlıkları 5 yıldan öncesine dayanıyor. Kardeş gibiydiler."      Cansu, alt dudağını dişlerinin arasına alarak ısırdı. Furkan ve Alp'in yakın arkadaş olduklarından hiç haberi yoktu. Furkan'ın kızlara ilgili olduğunu da bilmiyordu. Aksine kızlarla alakasız sanmıştı. Peki ya iki kardeş gibi insanın birbirini boğazlayacak hale gelmesine ne demeliydi? Kafası gerçekten çok karışmıştı. Furkan ona doğruyu söylemişti fakat gerçekten de onu hiçte tanımadığını fark etti. olduğunu hissetti. Yıllardır dip dibelerdi ve onun hakkında en bilindik şeyleri bile şimdi bir yabancıdan öğreniyordu.     Furkan'ın da bugün dediği gibi. Onu gerçekten hiç tanımıyordu.        "Benim kapatmam gerek sonra görüşelim mi?"       "Cansu bir şey mi oldu? Sen bir anda sessizleştin."      "Yok hayır kapatmam gerek, yapmam gereken bir şey olduğunu hatırladım. Okulda görüşürüz."      "Tamam görüşürüz."      Telefonunu kenarına koyarak yavaşça yatağına uzandı. Furkan'la aynı sınıftaydılar. Nasıl olur da bunların hiç birini bilmezdi? Bilal onların sınıfında bile değildi ve bütün olanlardan haberi vardı. Peki ya Alp? Onu çok az görmüştü. Simasını bile hatırlıyor sayılmazdı. Aralarında hiç konuşma geçmemişti. Aynı okulda oldukları için ismen biliyordu. Kızlarla ilgileniyor olması doğru olabilirdi nede olsa sevimli biriydi. Bilal'den duyduğuna göre Furkan ve Alp'in 5 yıllık bir arkadaşlıkları vardı. Nasıl bunu hiç bilmiyordu? Bir anda iki kardeşi boğaz boğaza getiren şey ne olabilirdi? Her şey fazlasıyla enteresan ve gizemliydi.       Kafasında dönen soruların hiç birine cevap bulamıyordu. Düşünmekte işe yaramayacaktı. En iyisi bu konuyu düşüncelerinden uzaklaştırıp, uzakta tutmaktı. Günün yorgunluğu üzerine çökerken, gözleri ağırlıkla kapandı. Göz kapaklarını kapatmamak için çaba sarf etse de  nafileydi. Gözleri kapandı ve bütün olanları kenara bırakan Cansu, huzur veren uykunun kollarına kendini teslim etti.        Saatlerce deliksiz ve huzurlu bir uyku çekmesinin ardından, alçak tonda bir ses Cansu'yu uykusundan çekip, çıkarttı.      "Kızım."      Omzundan yavaşça sarsılırken, uykusundan tamamen sıyrıldığını hissediyordu.      "Tatlım hadi uyan. Akşam yemeğini hep beraber yiyeceğiz."      Cansu zorlukla gözlerini açarak, yatağın kenarında oturan güler yüzlü annesine baktı.      "Geldin mi anne?"      "Evet tatlım bir buçuk saat önce geldim. O kadar güzel uyuyordun ki uyandırmaya kıyamadım."      Cansu gözleri yarı açık, yarı kapalı şekilde yatağından doğrularak, annesine sarıldı. Nihal Hanım sevgiyle kızını kucakladı. İş yoğunluğu nedeniyle kızlarını çok özlüyor, onlarla vakit geçiremediği için her zaman üzülüyordu.      "Hadi tatlım yemekler soğuyacak. Baban ve kardeşin sofrada bizi bekliyor. Elini yüzünü yıka ve gel."      Nihal Hanım kızından ayrılarak ayağa kalktı ve mutfağa giderek eksikleri tamamladı. Cansu sıcacık yatağından fırlayarak banyoya yöneldi. Soğuk suyu yüzüne çarpınca ayıldığını hissediyordu. Dağılmış olan düz kahverengiye kaçık sarı saçlarını koluna geçirdiği tokayla tepeden topladı ve arkasına dönerek hızlıca mutfağa gitti. Babasını görünce yüzüne kocaman gülümsemesi yerleşti. Onu çok özlemişti. Yanına giderek, yanağına kocaman öpücük kondurdu.      "Hoş geldin babacığım."      Görkem Bey kızına gülümseyerek konuştu.      "Uyandı mı cadı?"      "Ya baba." dedi Cansu mızmız tavırlarıyla.      "Hadi sofraya otur bakalım."       Cansu babasının yanından ayrıldı ve her zamanki sandalyesine oturarak masasındaki yerini aldı. Annesinin yaptığı mercimek çorbasından bir kaşık almasıyla, tamamen kendine geldi. Annesi nasıl bir kadındı? Hem işte bu kadar başarılı olup, hem de evde bu kadar başarılı olmak gerçekten zor olmalıydı. Bu yüzden her zaman annesine imrenmişti. Annesi Ceren'in boşalmış olan tabağına yemek doldururken söze girdi.      "Kızlar yarın pikniğe gidiyoruz."      Mutlulukla gülümsedi. Her zaman pikniği severdi. Hamak, ağaca kurdukları salıncak. Mis gibi yeşillik ve kocaman ağaçlar. Çoğu zaman yanına akıcı üsluplu bir roman alır ve ağacın tepesine çıkıp saatlerce okurdu. Ağacın tepesindeki yeri bir yıl kadar önce keşfetmişti. Annesi ve babası mangalla ilgilenirken o hep orada kitap okurdu. Piknik yerinin yolu biraz uzun sürse de bu güzelliğe her zaman değiyordu. Terk edilmiş ve sanki onlara aitmiş gibi.       "Süpermiş." dedi Cansu mutlulukla. Ceren'in biraz canı sıkılmıştı. Orayı çok seviyordu fakat bir süre sonra yapacak şey bulamıyordu.      "Gitmesek." dedi bıkkınca.      "Neden tatlım?" dedi Nihal Hanım ufak kızıyla ilgilenerek.      "Benim bir süre sonra canım sıkılıyor orada. Hem yolu da çok uzun sürüyor."      Nihal Hanım kızına gülümseyerek cevap verdi.      "Merak etme tatlım bu sefer sıkılmayacaksın çünkü; Fulya'da olacak."      Ceren'in keyfi yerine gelmiş  ve gülümsemesi kocaman yüzüne yerleşmişti.       "Gerçekten mi?"      "Evet tatlım. İki aile birlikte gidiyoruz hep beraber."      Cansu kaşığı tabağın içine bırakarak, çıkıştı.      "Ne. Ben gelmeyeceğim."      Görkem Bey kızının gitmek istememesine itiraz etti.      "Elbette geleceksin Cansu. Zaten sizi doğru düzgün göremiyoruz."      "Ama anne." dedi Cansu mızmızlanan tavrıyla.      "Baban haklı tatlım. Oyun bozanlık yapma. Gitmemeyi tercih edene kadar neden Furkan'la geçinmeyi denemiyorsun?"      Cansu sinirle masanın altından yumruğunu sıktı.     "Orası bizim özel yerimiz kimse bilmiyor. Neden beraber gideceğiz? Tek gitsek."     "Lütfen bu konu uzamasın." dedi Nihal Hanım konuyu kestirip atarak ve ekledi.     "Ayrıca yol çok uzak, o yüzden tek arabada gideceğiz. Yani siz çocukları arabanın büyük bagajına oturtacağız."      Ceren mutluluktan havaya uçarken Cansu'nun hali tam aksiydi. Neden her gün Furkan'ı görmek zorundaydı? Bu çocuk gerçekten onun çilesiydi. Yarın ormanda neler yaşanacaktı tahmin etmek bile istemiyordu. Tek istediği ailesiyle güzel bir hafta sonuydu ve artık çok geçti. Ailesiyle geçireceği hafta sonu çoktan cehenneme çevrilmişti bile.  
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD