| Piknik |
Rahatsız biçimde uyuduğu yerden bir anda irkildi. Gözlerini kocaman açtığında Furkan'ın sinir bozucu sırıtışıyla karşılaştı. Uyku sersemini atlatıp ne olduğunu anladığında, gözlerini sımsıkı yumdu. Elini yumruk yaparak tırnaklarını avuç içine batırdı ve hissettiği acısıyla sakinleşmeye çalıştı.
Furkan yine yapacağını yapmış, arabanın bagajında mışıl mışıl uyuyan Canusu'nun başından aşağı buz gibi su dökmüştü. Cansu biraz olsun sakinleştiğini hissederek gözlerini açtı. Kendisine bakarak sırıtan Furkan'a yapmacık bir biçimde gülümsedi ve saçlarından yüzüne akan sudan kurtulmak istercesine saçlarını arkaya savurdu. Büyük bagajda başını yana çevirdiğinde, şaşkınlıktan delirmiş gibi bakan Ceren ve Fulya'nın bakışlarıyla karşılaştı. İkisi de tepkisizce durumu izliyorlardı.
Saçlarını yan taraftan alarak, ıslaklığın biraz olsun gitmesi için boş bir yere sıktı. Ceren ve Fulya'nın şaşkın bakışlarına karşılık açıklama yapma gereği hissetti ve gülümseyerek konuştu.
"Merak etmeyin kızlar ben alışkınım."
Furkan Cansu'nun dediğini tekrar ederek sırıttı.
"Evet kızlar Cansu alışkın."
Fulya söze karışarak araya girdi. Ciddiyetinden anlaşıldığı üzere abisinin yaptığını onaylamadığı kesindi.
"Abi inanamıyorum sana. Neden böyle bir şey yaptın?"
"Sanki yıllardır olan çekilmelerini bilmiyorsun." dedi Ceren burun kıvırarak.
Cansu Fulya'nın sorusuna memnuniyetle cevap verdi.
"Abinin canı sıkılmış herhalde belli ki dayak istiyor."
Umursamaz tavrını takınırken, dikkat çekmemeye çalışarak sağ tarafında yerde duran su şişesini eline aldı ve kapağını açtı. Bütün suyu Furkan'ın başından aşağı boşalttı. Lakin bu sinirinin geçmesi için yeterli olmadı. Ellerini yumruk yaparak, sertçe Furkan'ın üstüne savurdu.
"Seni aptal! Bir dakika bile rahat duramıyorsun değil mi?"
Furkan sırılsıklam olmuş tişörtüne bakarken, başını havaya kaldırarak Cansu'ya baktı. Gözlerindeki öfke ona her şeyi yaptırabilirdi fakat bu sefer Furkan'da çok öfkelenmişti.
"Seni var ya." dedi Furkan öfkeyle doğrulurken.
"Seni var ya ne?" dedi Cansu öfkeyle sesini yükseltirken. Furkan ıslanmış olan elleriyle Cansu'nun ıslak olan saçına yapıştı.
Cansu'nun canı fazlasıyla acıyordu. Yine de bunu ona belli etmemekte kararlıydı. Islanmış olan elini Furkan'ın ıslak olan saçlarına götürdü ve sertçe tutarak çekti.
"Evet. Bir şey mi diyecektin?" dedi Cansu Furkan'a diklenerek.
Furkan burnunun dibinde olan Cansu'nun gözlerinin içine bakarak sustu. Cansu gözlerini ayırmadan öfkeyle kendisine bakıyordu. Ağzından çıkanlara dikkat etmeyerek konuştu.
"Bir gün elimde kalacaksın diye çok korkuyorum!"
Dibinde olan Furkan'dan gözlerini ayırmayarak cevap verdi.
"Şu haline bak! Şu yüzündeki öfkeye! Sen kimsin? Bunu bana bir söylesene! Dünkü Furkan mısın? Yoksa bu günkü mü? Hangisisin sen? Arkadaş olmayı denemekmiş! Senin gibi zorbayla nasıl arkadaş olunur? Normal değilsin sen! Normal değil!"
Ön taraftan çocukların kavgasını duyan Nihal Hanım, sesindeki ciddiyetle arka tarafı uyardı.
"Çocuklar rahat durun! Orada dip dibe olmaktan rahatsızsınız biliyorum. Sadece bir kilometre kaldı sabır edin!"
Cansu, Furkan'ın saçını tutmayı bırakırken, Furkan'ın saçını çeken eline vurarak eli çekmesini sağladı. Furkan'ın yüzüne bile bakmadan kardeşinin ve Fulya'nın olduğu yöne dönerek başını arabanın kenarına yasladı. Fulya'nın şaşkın bakışlarını daha fazla görmek istemiyordu. Yüzünü kapatan saçlarını yan taraftan örerek ucuna toka bağladı şimdi daha iyiydi. Telefonunu cebinden çıkarttı ve kulaklıklarını taktı. Tek istediği bir an önce arabadan inmekti. Gözlerini kapatarak bir an önce ormana varmayı umdu.
Furkan, gözlerini Cansu'ya dikerek onu incelemeye başladı. Gerçekten ne yapmak istiyordu? Kendini son günlerdir anlayamıyordu. Doğrusu iki aydır kendini anladığına emin bile değildi. Önceden her şey basitti. İki aydır sanki bir şeyler değişmişti. Sıkıntıyla saçlarından yüzüne doğru yol çizerek akan sulardan kurtulmak istercesine elleriyle saçlarını geriye itti. Saçlarını geriye itme hamlesiyle saçları yukarı doğru dikleşti. Soğuk suyun başından aşağı boşalmanın verdiği etkiyle yanakları pembeleşti.
Gözlerini yerden kaldırarak tekrardan Cansu'ya baktı. Onun sorduğu soruyu birde kendine sordu. Gerçekten ne istiyordu? Bir an için fazla tepki verdiğini fark etti. Sonuçta ilk önce suyu başından aşağı boşaltan kendisiydi. Bunu hak etmişti. Kendine biliyordu. Peki bu saçma tepki niyeydi? Arabanın durması onu düşüncelerinden sıyrılmasına neden oldu.
Görkem Bey, bagajı açmasıyla Ceren ve Fulya sevinçle dışarı fırladılar. Fulya topunu kolunun arasına sıkıştırırken, Ceren'de eline ağaca bağlanacak salıncağı aldı. Görkem bey ve Cüneyt Bey yiyecek torbalarını ellerine alırken, Cansu sakin tavırlarla bagajdan çıktı ve omzuna eşyalarının bulunduğu sırt çantasını aldı. Ardından doğrularak, bagajın kenarında duran hamağı kolunun arasına geçirdi ve ileri doğru yürümeye başladı.
Hamağı her zaman kurdukları ağacın yanına gelince durarak, elindekileri kenara bıraktı. Hamağı bıraktığı yerde açtı ve bir ucunu ağacın çevresine dolayarak, düğümledi. Ardından hamağın diğer ucundan tutarak karşı taraftaki ağaca bağladı. İşte hamağı hazırdı.
Sırt çantasını ağacın dibine koyarak, fermuarını açtı. Sınavlarından dolayı bir buçuk aydır okuyamadığı romanını eline aldı ve çantasının fermuarını tekrardan kapattı. Arka tarafa dönerek bakındı. Babası ve Cüneyt Bey çoktan mangalın başına geçmiş, annesi ve Derya Hanım ise sofrayı hazırlıyorlardı. Furkan yerdeki örtünün birinin üzerine çoktan yayılmış ve telefonuyla meşguldü. Ceren ve Fulya ise voleybol oynuyorlardı. Herkesin keyfi gayet yerindeydi.
Kendisinin hariç.
Kafası arabada olanlara bozuktu. Havanın sıcak olmasından dolayı şanslıydı. Saçları yavaş yavaş kuruyordu. Adımları hamağın yanını buldu ve kendini bir anda hamağın üstüne bıraktı. Yatar pozisyonuna gelmesinin ardından elindeki romanı açtı. Başlamadan önce gökyüzüne ve ağaçlara baktı. Yem yeşillerdi. Nede olsa ilkbahardı. Huzur içinde derin bir nefes alırdı ve ormandan gelen kuş seslerini dinledi. Açmış olduğu romana okumaya başlayarak, düşüncelerinde çokbaşka diyarlara yolculuk etti.
Furkan, gözlerini telefondan ayırarak hamakta uzanan Cansu'ya baktı. Dış dünyayla bağlantısı çoktan kesilmiş, elinde tuttuğu romanın içindeki dünyada yolculuğa çıkmıştı. Elinde değerlendirebileceği muhteşem bir fırsat vardı lakin, hamağı ters çevirmesiyle Cansu sinirden delirirdi ve bu sefer yapmayacaktı. Arabanın bagajında aralarında yeterince gerilim oluşmuştu.
Nefesini sıkıntıyla verirken, sırt üstü yayıldı. Burada zaman nasıl geçecekti? Gerçekten sıkıcıydı. Buraya gelmeyi hiç istememiş, anne ve babasının sürüklemesiyle şuan buradaydı. Düşüncelerinden sıyrılırken Fulya hemen önünde bitti.
"Abi."
Furkan canı sıkkın bir şekilde kardeşine cevap verdi.
"Efendim Fulya."
"Buraya yatmaya mı geldiniz? İkinizde kalkın da yakan top oynayalım."
"Oynamam ben."
"Abi ya. Lütfen."
"Üç kişi yakan top mu oynanır kızım?"
"Cansu ablayı da çağıracağız dört kişiyiz işte."
Furkan dudağını sağa kaydırarak gülümsedi. Kız kardeşine bakarak cevap verdi.
"Yağmur yağsa bile onu oradan kaldıramazsınız."
Abi, kardeşin konuşmasını dinleyen Ceren lafa atılarak kendinden emin bir şekilde cevap verdi.
"Göreceğiz."
Ceren dikildiği yerden hareketlendi ve ablasına seslendi.
"Abla."
Cansu'dan, hiç bir yanıt gelmedi. Ceren tekrardan bağırken, sesi bir ton üst seviyeye ukaştı.
"Abla!"
"Ne var Ceren?"
"Yakan top oynayacağız, buraya gel."
"Ben oynamayacağım. Siz oynayın." dedi Cansu ve elinde tuttuğu romana bakışlarını devirdi.
Bu sinir bozucu ve aksi kız kardeşi her seferinde romanın en heyecanlı yerinde bölmek zorunda mıydı?Zaten sinirleri yeterince bozuktu. Ruh haline iyi gelen kitaptı ve bırakmaya da niyeti yoktu.
"Ya buraya kitap okumaya mı geldin? Evde okusana onu."
"Evet kitap okumaya geldim." dedi kardeşine bağırarak.
Ceren sinirlenmiş bir biçimde ablasına cevap verdi.
"İyi!"
Cansu'nun en nefret ettiği konulardan biri okuduğu romanın bölünmesiydi. Mangal kokuları burnuna doldurmaya başladı. Mis gibi kokuyordu ve muhtemelen bir saat sonra bütün sofra hazır olurdu. Kokunun midesinin guruldamasına sebep olması, vücudunda sakinlik oluşturdu.
Bakışları kaldığı satırlara takıldı. Ormanda olmanın verdiği huzur, içine bilinmeyen mutluluk serpiyordu. Lakin bu mutluluk çokta uzun sürmedi.
Anlık sesi çıktığı kadar çığlık attı. Şaşkın ve ne olduğunu çözemeyen bakışları zemindeki toprakla bir araya geldi. Yüzünün yere çakılmasına santimler kala elleriyle yerden destek alarak son anda kurtulmuştu. Kolundaki bıçak gibi açı yavaş yavaş bedenine yayılıyor gibi hissetti. Elinde duran romanı bir kaç metre ötede, toprakların içinde öylece duruyordu. Gözleri acıdan kapanırken, kolundaki acının daha bariz belirginleşmesiyle olduğu yerde kıvrandı. Aklına ilk ve tek isim Furkan'dan başkası olamazdı. Geri zekalı ve kendini bilmez çocuk yine yapacağını yapmıştı.
Gözleri kapalıyken, kulakları delip geçecek biçimde cırladı.
"Furkan!"
"Efendim." dedi gülmekli çıkan sesiyle.
Sinir bozucu sesi kulağına oldukça uzaktan geliyordu. Tek gözünü açarak, sesin geldiği yöne doğru baktı. Furkan'la aralarında en az on metre vardı ve sırıtarak kendisine bakıyordu. Ağzı hafifçe aralandı. Kendisini Furkan düşürmemiş miydi?
Arka tarafından gelen kahkaha sesleriyle yapıştığı yerden hızla kalkarak ayakta doğruldu. Bakışlarını arkaya çevirdiğinde, gülmekten kıp kırmızı olmuş, Fulya ve Ceren'in yüzleriyle karşılaştı. Kaşları içinde oluşan öfkenin dışa yansıma biçimi olarak çatılırken, özenle kırıştı.
"Başımda zaten Furkan yoktu! Birde siz geldiniz."
"Sana yakar top oynayalım demiştim." dedi Ceren gülerek. Aralarında uzun bir mesafe olmasına rağmen Furkan alaycı ses tonuyla kendisine seslendi.
"Ağaçtan kafana taş düşse benden bileceksin."
Yan tarafında ve yaklaşık on metre kadar uzağında, örtünün üzerine yayılarak yatmakta olan Furkan'a döndü. Büyük zevkle kendisini izliyordu. Yapmacık, samimi olmayan gülümsemesini yüzüne taktı.
"Benden yüzlerce kilometre uzakta da olsan, başıma bir şey geldiğinde ilk yine senden bilirim."
Göz irislerine dikkatle bakarak ufak bir kahkaha attı ve kendisini sinir eden sırıtmasını yüzüne yaymıştı. Bir süre gözlerinin içine anlamsız ve bir o kadar dikkatli baktı.
"Desene aklından hiç çıkmıyorum."