Kapı çaldığında düşüncelerinden kurtulmuş yapılacaklar listesini incelemeye başlamıştı. Topuklu ayakkabıları kapının hemen yanında duvar dibinde ona ağlayarak bakıyordu. Umursamadan kalkıp kapıyı açtı ve gelen servis arabası ile kendini garip hissetmeden edemedi. Çok değil saatler önce o da bu tür işlerle uğraşıyordu. Daha önce karşılaşmadığı görevliye teşekkür edip içeri bırakılan arabanın yanına gitti.
Ağzı kapalı tabaklarda neler olduğunu merak ederek araladığında gözleri büyüdü. Kuş sütü eksikti sadece. Çay, kahve, meyve suyu ve süt bardakları hemen yan yana sıralanmıştı. Oldukça ağız sulandırıcı olan omlet, çeşit çeşit peynir yutkunmasına yetti.
Soluğunu bıraktığında oldukça aç hissetmişti. Anlık bir duraksama yaşadı ve gözleri büyüdü. Aç olduğunda genelde az da olsa ağız kokusu olurdu. Kerem’le yüz yüze kaldığı an aklına gelince yüzünü buruşturdu. Rezilliğin biri bin paraydı. Adamı önce sarhoşken taciz etmiş, bıyıkları büyük ihtimalle batmış, sonra da ağız kokusu ile ki bilir neler düşündürmüştü.
Ağlar gibi sesler çıkarırken koltuğa oturup yüzünü sıvazladı. Saçlarını çözüp yolma girişimine girse de canı acıyınca vazgeçti. En nihayetinde guruldayan midesi yüzünden tabaklara gömüldü. Kısa boyu ve değişik işleyen metabolizması yüzünden kahvaltı bittiğinde tır tekerleğinden halliceydi. Midesine tek bir atom parçası bile girerse öleceğini düşünüyordu. Böyle hayvan gibi yediği zamanlarda iki soda iyi giderdi ve rahatlardı. Servis arabasını almaya gelen görevliye yüzsüzlük edip soda da getirmesini isteyecekti. Yoksa tam da oturma odasının ortasına kusabilirdi.
Görevli gelip kapıyı çaldığında yerinden kalkarken midesinin bulandığını hissetti. Kapıyı açıp arabayı alan gence “Bana iki tane elmalı soda gönderir misiniz?” derken marka belirtmeden de edemedi. Görevli ona yüzünde kocaman bir örümcek varmış gibi baksa da “Tamam efendim. Hemen gelmesini sağlıyorum” deyip odada ayrıldı.
Miray oturmadı. Sağa sola yavaş yavaş yürüyüp midesini ovaladı. Her yemek yiyişinde kantarın topuzunu kaçırıp sonra da acı çeken mazoşirtlerdendi. Masanın üzerinde telefonu çalmaya başlayınca gidip aldı ve ekran da Şule’nin adını görünce gözleri büyüdü. Kızın onu parça pinçik edeceğinden emindi. Korkudan açmamayı düşündü ama sonrasında odayı basma ihtimaline karşı açıp sevimlice “Canım sarı şekerim günaydın” diye şakıdı. Bunu yaparken az biraz da geğirmiş olabilirdi.
“Çüş lan çüş gel üstüme kus. Ayrıca hiç de gün aymadı kurabiyem. Sen acaba ne tür boklar yiyip başını belaya sokuyorsun acaba. Ayrıca o ailen olacak angusların icabına bakmamı ister misin? Hem sen bu iş işini ne yaptın? Bak hepsine ve daha fazlasına cevap istiyorum.”
Miray, temiz hava almak adına balkona çıkarken “Şimdi şekerim önce hangisine cevap istediğini söylersen daha kolay ilerleriz. Üstelik şu an yeme sözcüğüne karşı bile acayip doluyum patlayıp kusmam an meselesi. Onu sonraya bırakalım.” değince Şule bir kez daha küfretti ve “Hayvan gibi yedin dimi yemeği. Kızım sen beni deli mi edeceksin? Katil olup hapse mi düşeyim, illa bana don atlet mi taşıyın çemberimde gül oya mı söylim saz eşliğinde?” diye cırladı.
Genç kız telefonu kendinden biraz uzaklaştırıp kızın sözlerinin bitmesini bekledi. Ardından “Şekerim lütfen beni dinle olur mu? Büyük ihtimalle Cansu her şeyi anlatmıştır ama şu an ki durumum iyi. Bir aptallık edip elin adamıyla sevişmiş olsam da kendisi şu an patronum. Kırk bin dolar aylık maaşım var ve kişisel asistanı olarak da yetiştirecekmiş beni.” dedi. Bir süre ses gelmedi. Sonra “Kaç bin gayme dedin bakam?” diyen kızın sesinde şokun etkileri vardı.
“Kırk bin dolar.”
“Oha lan oha. Yeminle sikerler böyle işi bu ne lan? Kızım bu adam seni kapatması gizlisi saklısı ve bir nevi seks oyuncağı yapmasın? Bak yavrum bu devirde kimse kimseye günahını karşılıksız vermez. Elin emiriyle ne haltlar yiyorsun oğlum sen? Miray, şimdi otele giriş yaptım bir yolunu bulup yanına kaçacağım ya da öğlen arasında sen aşağıya gel. Biz yüz yüze konuşmadıkça iletişim kopuk olacak.”
Miray istemeden gülerken “Tamam yavrum tamam minnoş şekerim aman da aman sarı haydom.” değip telefonu kapadı. Kapı çaldığında sodalarına kavuşmanın verdiği o mutlulukla hemen gidip açtı ve tepsideki şişelerle aşk yaşayarak içeri aldı. Peş peşe içip rahatlama adına birkaç kez iğrenç olsa da geğirdi. Rahatladığında ise listede ilk ne yapması gerektiğine baktı. Oda süpürülecekti. Sonra yatak örtüsü değişecek ve banyo temizlenecekti. Giyinme odasına toz alınacak, kuru temizlemeden gelenler yerleştirilecekti. Kirliler ise kuru temizleme için hazır hale getirilecekti.
Saçlarını yeniden topladı. Banyoya gidip dolapları karıştırdı. Ufak ama çok işlevli çekimi kuvvetli baston tipi süpürgeyi dolapta buldu. Oturma alanına geçip uzun kabloyu çözdü ve prize fişi takıp çalıştırmaya başladı.
Çekimi konusunda yanılmadığını görünce kendi kendine güldü. Sonra sıkıldığını hissedip hemen makineyi kapatıp kartları alarak odadan çıktı. Kendi odasına geçip komodinin üzerinde duran çantasını aldı. Geri döndüğünde çantayı tekli berjerin üzerine bırakıp içini karıştırdı. Kablosuz kulaklığını bulunca sırttı. Hemen telefonuna bağlayıp şarkı listesini açıp sevdiği parçalardan birine tıkladı. Nil Karaibrahimgil’den seviyorum sevmiyorum şarkısını açınca başını başlayan melodi ile sallamaya başladı.
Süpürgeyi çalıştırıp işine devam ederken “Kendimi bunun için mi kırıcam ben kendimi bunun için mi yorumcam ben” diye şarkıya eşlik ediyor arada sırada kıvırarak dans ediyordu. Dakikalar geçti. Büyük odanın her köşesini süpürdüğünde alnında ter damlaları birikmişti. Yeni şarkısı o beni prenses peri sanıyordu. Yeni çıkan şarkıları pek sevmezdi. Sonra banyoya geçip aynı şekilde temizlik yapmaya devam etti.
Ara sıra kendi kendine gülüp “Hayatımı sikip attım lan” diyor aynı zamanda oturup ağlamak istiyordu.
Kerem, otelden çıkmadan önce talimat vermiş odaya kahvaltı çıkmasını emretmişti. Üstelik odadan her ne istenirse sorgulanmadan gönderilecekti. Macit ile gelen konuma giderken yüzünde eğlendiğini ve tatmin olduğunu belli eden gülümsemesi vardı. Sonradan aklına takılan konuyu adamına sordu.
“Macit, odadaki haliniz neydi sizin öyle?”
Erkeksi kıkırtısını bırakan koruma “Bir şey yok efendim. Sadece yeni çalışanınız biraz utangaç” diyerek geçiştirdi. Kaşları çatılan adam “Macit, bana dolambaçlı cevaplar verme. Konuyu anlat.” dediğinde omuz silken koruma olanı olduğu gibi anlattı.
Kerem hemen ön koltukta oturan adamı boğmayı düşünüyordu çünkü genç kızı o şekilde görmesi bile başlı başına büyük bir sorundu.
“Gözlerinin yerinde kalmasını istiyorsan her şeyi unutsan iyi olur.”
“Sorun yok efendim, çoktan unuttum. Zaten benlik değil kızıl sevmem.”
“Macit!”
Koruması kahkaha atarken “Şaka yapmıştım efendim. Kız sizin biliyorum” deyip önüne bakmaya devam etti. Patronunun sinirli soluklarını duyarken cinsel anlamdan çok daha fazla etkilendiğini fark ediyordu. Tehlikeli sularda yüzdüğünü düşündüğü Kerem’e akıl vermeli miydi emin olamıyordu.
Haşmet, arkadaşını kapıda karşılarken yüzü gülüyordu. Denize karşı büyük bir masaya karşılıklı otururken hemen servis açılıyordu. Çaylarını içerken Haşmet tanıştığı kızdan bahsetti. Tek gecelik olsa da tam istediği türden olunca çenesine vurmuştu. Sonunda konu Miray’a gelince Kerem sabah olanları kısaca özet geçti.
“Demek şu kızılı sonunda yanına aldın.”
“Aldım. Görmen lazım hatırladığımı anlayınca ne hallere girdi.”
“Kız haklı. Yerinde olsam kafamı kuma gömer öyle yaşardım.”
Tek kaşı kalkan Kerem “Sen? Her şeyiyle tamamen fırlama olan Haşmet Karahanlı utanıp çekinip kafasını kuma gömecek? Bak buna gülerim işte.” derken sesinde eğlendiğini belli eden tını vardı.
Kahvaltı sonrası önce Haşmet’in şirketine geçtiler. Haşmet yurt içi ve dışı mayo üretim fabrikasına sahipti. Üstelik tasarımcılarla çoğu zaman çalıştığı da oluyordu. Gece hayatını seviyor, aşk koca bir yalandan ibaret geliyordu. Şu tipik erkekler dış güzellikten önce iç güzelliğe önem verir konusunda bile “O tamamen iç çamaşırla alakalı” diye söylemlerde bulunurdu.
Kerem, Haşmet avukatlarla görüşürken telefondan odanın kamerasına bağlandı ve Miray’ın neler yaptığını izlemeye başladı. Ses olayını da kulaklık ile hallederken odada toz alan kızın garip hareketlerine başta anlam veremedi ama durup ortada dans etmesiyle gözleri açıldı. Sesi çok iyi olmadığından kulağına dolan cırlamaya benzer tonla yüzü buruştu. Lakin genç kızı izlemesi öyle keyifliydi ki. Hele dolgun kalçaları sallayıp “Çak selam canım baksana alev alev yanışıma!” değince anlık kahkaha attı. On dakika boyunca toz alma fırçasının sapını mikrofon yapıp şarkı söylemesini dans etmesini ve kendi kendine gülmesini izledi.
Haşmet “Kerem, otuz iki diş sırıtmış ne izliyorsun öyle?” dediğinde kamera sisteminden çıkıp “Komik video” diyerek geçirtirdi. Artık Miray konusunda daha sırcı olduğuna inanamasa da yaptığı tam olarak buydu.
İki arkadaş hazırlanan sözleşmeyi imzalayıp ortaklığa ilk adımı attığında tokalaşıp sarıldılar. Kendi şirketi konusunda iki bina arasında kalan Kerem son kez inceleme yaptı ve birinde karar kıldı. Haşmet ona kendi çalışanlarından ve iş konusunda tavsiye edebileceği kişilerden kadro ayarlamaya başladığında çoktan akşama yaklaşmıştı zaman.
Miray, oldukça yorulmuş şekilde odadan çıkıp asansöre ilerlediğinde hala müzik dinliyordu. Başını oynatıyor bedeni istemsiz kımıldıyordu. Lobiye inip personel kısmına geçtiğinde otelin hemen yanındaki kafede onu bekleyen arkadaşlarının yanına gitti. Kulaklığı çıkarırken “Melekler sizi bana yazmış” diye şarkıyı biraz değiştirerek söylendi. Şule kolundan tuttuğu kızı yanına oturturken “Sus kurban olayım, kulağımın zarı ile nikah kıydın” diye homurdandı.
Genç kız kıkırdarken arkadaşına sarılıp yanağını öptü. Cansu’ya da öpücük atarken “Nasılsınız güzeller?” dedi. Gözleri büyüyen Şule Cansu’ya dönüp “Duydun demi? Bize nasılsınız dedi. Kendisi grinin bilmem kaç tonu kadar olay yaşamış ama sırıtıp nasılsınız diyor. Yok ben bunu bir temiz silkelemeden kendine gelemeyecek ama ortam müsait değil. Sen biz çıkmadan soyunma odasına gelsene.” derken Miray’a bakıyordu. Genç kız omuzlarını düşürüp “Ya dokunmayın bana, vallahi oturup kahkaha atmakla yere yatıp ağlama krizi geçirme arasında gidip geliyorum. Hayatım sanki bugünü bekliyormuş gibi boka sardı. He çok iyi parası olan bir işim var ama taştan hallice Yunan tanrılarından iyi bir patronum var. Üstelik adamı sarhoşken tunduna getirip sıkıştırdım mıncıkladım öptüm yiğiştim. Ahan da buraya yazıyorum canımı da okuyacak. Ama en bilim yok da diyesim gelmiyor. Bu zamana kadar gelen giden hayatımı sikti bu da beni s-” demişti ki Cansu ağzını kapayıp hafifçe “Tüh edepsiz neler diyor?” diye homurdandı.
Göz deviren Miray ağzındaki eli itip “Ya sanki üçümüz de adabı muaşerat mezunuyuz da kötü konuşunca incilerimiz dökülüyor. Dur tanıştırayım bu küfürbaz haydonun öğretmeni Şule, bu da bağcılar semt çocuğu Cansu. Ben deniz de ana babası tırt kardeşleri hırt hormonları tavan libidosu arşa yükselmiş azgın teke Miray. Şimdi bana bu üçlüden ne çıkmasını bekliyorsunuz anlatın dinleyeyim. Heyecanlı olacaksa çekirdek falan da çitlerim ha affetmem.” dediğinde iki kız da birbirine bakıp sonunda gülmeye başladılar.
Lavaboya kalkan Şule geri geldikten sonra çok geçmeden garson tepsi ile büyük bir pasta getirdi ve doğum günü şarkısı çalmaya başladı. Sonunda yirmi dört olmuştu. Doğmasında katkısı olanlardan nefret etse de ona kardeş olan kızlardan kopamıyordu. İmkanları olsa birbirlerini evlatlık alırlardı.
Gözleri dolan genç kız mumları üflerken yeni yaşında çok mutlu olmayı ve iyi bir hayata sahip olmayı diledi. Bunu yaparken ailesiz olmayı da eklemeyi unutmamıştı. Dostlarına sarılıp “Hep sizli yıllara. Bak gebertirim bırakıp giderseniz.” diye tehdit etmeyi de ihmal etmedi. Küçük de olsa hediye alan kızlar verirken yeşilleri dolup taşan Miray aynı zamanda gülüyordu.
Yemek molası bitip odaya çıktığında hala gözünde nem içinde heyecan vardı. Çünkü yemek konusu aklına yeni gelmişti. Odasına geçip dolabına baktığında tek tip kıyafetler görmekten hoşlanmayınca ne yapması gerektiğini düşündü. Üniforma gibi elbiseler sıkıcı dursa da hemen duşa girip terini attı. Bacaklarına ve kıl olabilecek başka yerlerine de bakıp hafta sonu kuaför Handan’a kızlarla gitmeyi aklına not edip saçlarını kuruttu. Bu defa çantasındaki tokası sayesinde sıkı bir topuz yapıp yanakları hafifçe pembeleştirdi. Dudaklarına Şule’nin alıp çok sürme diye uyardığı kırmızı ruju sürdü. Fazlalığını peçeteye alıp aynada kendine tam not verdiğinde siyah topuklu ayakkabıları mecbur giydi.
Adamın odasına geçtiğinde ilk yemek seçimini ona bıraktı. Daha sonrasında neler sevip sevmediğini öğrenip ona göre mutfağa talimat verebilirdi. Hava kararırken odanın içinde sağa sola yürümeye başlamıştı. Üstelik karnı da acıkmıştı. O kadar çalışmaya normaldi elbette.
Saat ona geldiğinde hala gelen giden yoktu. Karnı gurulduyor, gözleri kapıda tekli koltukta oturmuş dudağının içini kemiriyordu. On iki olduğunda ayakkabılarını çıkarmış koltuğa bacaklarını altına almış gözleri kapanır halde başını geri yaslamıştı. Odasına gitmeli ve kendi bir şeyler istemeliydi ama çok yorgundu. Bazı geceler annesi yemeğin hepsini oğullarına bölüştürür ona ekmek bile bırakmazdı. O yüzden aç uyumaya çalışır sonunda da başarırdı. Tıpkı şimdi olduğu gibi.
Biri koluna dokunduğunda omuz silkip uzaklaştırmak istedi. Bu defa daha sıkı bir tutuşla hafifçe sarsıldığında gözlerini araladı. İçerisi ışık olduğu için irisleri acısa da görünüşü netleşti. Kerem hemen karşısında eğilmiş omuzunu tutarak “Miray, Miray uyan” diyordu. Bir anda kendine gelip kıpırdandı ve bacaklarını koltuktan indirip “Kusura bakmayın Kerem Bey ben yorulmuşum uyuduğumu fark etmedim. Siz yemek konusunda talimat verince beklemem gerektiğini düşündüm.” diyerek hızlıca konuştu.
Kerem, “Sen yemek yemedin mi?” dediğinde dişlerini sıkmış dik dik gözlerine bakıyordu. Bakışlarını kaçıran Miray “Hayır, ama aç değildim zaten. Siz yalnız yemek istemiyorsunuz diye sizi bekledim. Eğer başka bir isteğiniz yoksa odama geçebilir miyim?” dedi ama o an guruldayan karnı tam tersini iddia ediyordu.
Otele gelmek için yola çıktığı anda gelen telefon ve davetsiz misafir tüm planlarını bozmuştu. Kaç saat uğraşmış tartışmış sonunda da kalan bağları da sertçe koparıp özgürleşmişti. Elbette iki adet pranga bileklerinde varlığını sürdürürken ne kadar özgür olabilirse.
Pişmanlık hissi damarlarında dolanırken “Hadi gel yemek yiyelim.” dediğinde başını sallayan kız “Hayır, lütfen eğer siz açsanız yanınızda durabilirim ama yemek yemek istemiyorum teşekkür ederim.” dedi. Nedendir bilinmez trip atma isteği ile dolmuştu.
Göz deviren adam “Miray Hanım, size rica etmiyorum. Şimdi otelin mutfağına iniyoruz ve yemek yiyoruz. Düşün önüme.” dediğinde sinirlense de tek kelime etmeyen kız arkasını dönüp kapıya doğru yürümeye başladı. Kulba uzandığı an hemen arkasında beliren adamın sıcak bedenini hissedebiliyordu. Saçlarına vuran nefes saç diplerini yakıyor gibiydi. Kıpırdamak istedi lakin sırtı adama değiyordu. Kulağına doğru bırakılan nefesle tuttuğu kulpu sıkıca kavradı. Düşmesi an meselesiydi. Hayır, karnı açtı. Aç ayı da oynamaz oynaşmaz elleşmez ve dilleşmezdi.
“Bana ne yapmak istersin?”
Hı, af buyur, ne yapmak istersin derken? Ooo iş o kısma kalırsa Miray’ın aklına neler gelirdi neler. Fantezi dünyasını geniş tutar mart kedilerinden beter tırmalardı. Sertçe yutkunan kız “Şey, aslında seçenek çok” derken titriyordu.
“Merak ettim. Şöyle ağız yakan şeyler olabilir. Acı severim.”
Gözleri büyüyen genç kız hızlıca geri döndüğünde şaşkınlıkla “Sado mazo cinsinden mi? Vallaha mı?” dediğinde durumu saniyeler içinde anlayan Kerem kahkaha attı. Öyle çok güldü ki karnının kasıldığını hissetti. Adam güldükçe Miray “Ne dedim ki ben ya?” diye düşünüyordu. Sonunda az da olsa sakinleşen Kerem kızın burnunun dibine girip soluğunu aralık dudaklara bırakıp “Fantezi dünyana hayran kaldım ama ben genelde üstte olmayı tercih ederim. Az önce aslında yemek konusunda sormuştum. Malum aşçılar şu an çalışmıyor olabilir. Mutfakta nasılsın?” diye mırıldandı.
Miray bir tur daha rezil olmanın verdiği utançla “Allah da benim belamı veriyor işte böyle. Menemeni iyi yaparım. Soğanlı mı soğansız mı karar verin” değip arkasını döndü ve kapıyı açıp dışarı çıktı. Magma ne kadar derinde olabilir diye hesap ederken asansörün önüne geldi. Kerem hemen arkasındaydı. Ateşle barut gibilerdi ki adam yakınındayken düşündüğü şeyler genelde bel altı oluyordu. İçinden libidosuna seslendi. Uzaya varmadan yakalarsa zincire vuracaktı.
Kabine ikisi girdiğinde kapılar kapandı ve aşağıya doğru harekete geçtiler. Yan yanalardı ve Kerem kızı izlerken o sadece karşıya bakıyordu. Topuklu sayesinde biraz da olsa boyu uzayan Miray kapı açılır açılmaz dışarı adım atmak istedi ama ayakları birbirine dolandı. Yeni bir rezil olma seansı beklerken yere düşmedi. Belinden dolanan bir adet kol onu yakalamış ve sert bedenine çekip resmen yapıştırmıştı.
Hadi kaslar sertti de kalçasına değen kalın büyük ve ateş gibi çıkıntı nasıl bu kadar belirgin olabiliyordu. Kerem kendini az daha bastırıp soluğunu kızın ensesine vererek “Dikkat et, düşersin” diye fısıldadı.
İçinden “He canım he. Senin junier beni böyle dürterken ben oldukça dikkatli olurum. Oy nenem on dörtlü gibi geldi dayandı kıymetli dolgun kalçalarıma. Ay bana bir ateş bastı” diyen kuduruk tarafına tokat atmak isteyen Miray şu an iptaldi.
Sadece “Nefes nereden alınıyor?” dediğinde karnındaki kol daha da sıkılaştı. Hayır, kız soluk almanın yollarını hatırlamaya uğraşıyordu Kerem o soluğu alacağı yerleri tıkıyordu. Adalet bunun neresindeydi.