Bölüm 7 | Kaybetmek

1029 Words
Asaf'ı iterek kendimden uzaklaştırdığımda keyifle gülümsedi. Gözlerindeki donukluğa, öfkeye rağmen dudaklarındaki alaycıl gülümsemeden ödün vermiyordu. Bu ona daha çok öfkelenmeme neden oluyordu. Muhtemelen amacı da buydu ama ister istemez bu amacını gerçekleştiriyordum. "Ne yapacaksın?" diye çıkıştım, sesim boş fabrikada yankılandı. "En fazla ne yapabilirsin? Öldürecek misin?" Esaslı bir kahkaha patlattım. "Yapamazsın, sen kimseyi öldüremezsin." "Öldüremem mi?" diyerek nefesini verirken güldü. Kaşlarını çatmıştı ve alaycıl görünmeye devam etmeye çalışıyordu. "Sen daha beni tanımıyorsun." "Tanımakta istemiyorum!" diye bağırdığımda bu kez sesim çok daha fazla yankılanmıştı çünkü resmen haykırmıştım. "Ne seni ne de o salak arkadaşını hayatımda istemiyorum. Sen bana seçim yaptıramazsın, sen beni tehdit edemezsin!" "Ne bu?" diye sordu, bana doğru birkaç adıma attı. Adımlar yavaştı, umursamazdı. "Güçlü kadın ayakları mı?" "Ne ayağından bahsediyorsun sen?" Sesim nefret doluydu, onun tavrından bile soğuktu. "Beni öylece tehdit edebileceğin insanlardan biri mi sandın? Sen benim daha kim olduğumu bile bilmiyorsun." "Ya aslında kim olduğunu çok iyi biliyorsam?" diye sordu bu kez, bu sorusu bana derin bir iç çektirdi. "O halde arkamın ne kadar sağlam olduğunu da biliyor olmalısın." "Ne kadar sağlammış?" diye yeniden soru sorduğunda kollarımı göğsümün üzerinde bağladım. Ağrılığımı sağ bacağımın üzerine verdim ve karşısında dikildim. Gözlerimi iyice kıstım, onu baştan aşağı süzmeyi ihmal etmedim. Bu hareketim onu güldürdü fakat bu kez farklı bir gülüş sergilemişti. Garip bir şekilde içten bir gülümseme gibi gelmişti. Sahteliğinin sahiciliği bazı anlarda göz korkutucu oluyordu. "Tek telefonumla hayatını mahvederim." Başımı hafif yana eğerek uzun uzun gözlerine baktım. Gözlerinin önüne çektiği duvar hala yerindeydi. "Bana bulaştığına seni pişman ederim." "Ya mahvolacak bir şeyim yoksa?"  Bana her soru sorduğunda ona karşı beslediğim öfke tazeleniyordu. Sanki bir nokta keşfetmişti ve sürekli onun üzerine gitmeye çalışıyordu. Ya da amacı sadece ağzımdan laf almaktı. Gerçekten kim olduğumu bilmiyorsa bu yolla karşısındaki kişinin neler yapabileceğini anlayabilirdi.  Alaycıl bir tavır sergilemek ve sorular sormak insanı sorularının cevaplarını vermeye itiyordu. Belki de insanların ağzından laf alma yöntemi buydu. Basit ve net.  Onun kim olduğunu bilmiyordum ama o da benim kim olduğumu bilmiyordu. Karşısında gördüğü kadın basit bir üniversite öğrencisi olabilirdi, hatta babası zengin biri bile olabilirdi ama başka bir şey olarak göremeyebilirdi. Belki yalnızlığı seçiyordum, belki soğuktum ama kesinlikle güçsüz değildim.  İstersem onu saniyeler içerisinde bu yaptıklarına pişman edebilirdim. "Herkesin vardır." diye yanıtladım, bu cevabımda ses tonum çok daha sakindi. "Çabalayacak bir şeyin varsa, mahvolacak bir şeyin de vardır." Kafasını sallarken dilini yanağının içine bastırdı. Bana doğu birkaç adım daha attı, yan tarafıma doğru yürüdü ve etrafımdan dolandı. Sanki etrafımda dans ederek alanıma hükmediyordu.  "Çabalıyorum çünkü mahvolacak bir şeylerimin olmasını istiyorum." Hemen yanımda durduğunda aramızdaki mesafeyi yeniden kısalmış olarak buldum. Sadece bir adımlı mesafe vardı ve yüzü olduğundan çok daha yakındı. Ona baktığımda gözlerinin kahvesini çok daha net görebiliyordum. Öyle dik ve kendinden emin bakıyordu ki, o parlak ve kahve gözlerini yerlerinden sökesim geliyordu. "Sen en başından kaybetmişsin Asaf." diyerek göğsümün üzerinde bağladığım kollarımı çözerek vücudumu ona doğru çevirdim. "Mahvolacağın anı bekliyorsun." Dudağının kenarını kıvırırken gözlerinin yüzümde dolandığını fark ettim. Yüzümü inceliyordu ve bunu gizli saklı yapmıyordu. Kapalı davranışlarının yanı sıra bir o kadar da açıktı aslında. Keyfine göreydi, oldukça sorumsuzdu. Yeniden gözlerime baktığında bir süre sonra derin bir iç çekti. Lafa girmeden önce dilini dudaklarında yavaşça gezdirdi. Bunu o kadar yavaş yaptı ki gözlerim ister istemez onun dudaklarına doğru kaydı. Bunu görür görmez sesli güldü. "Bir kere kaybettim." dedi, gülümsemesi aniden soldu ve ciddi bir hal aldı. "Bir daha kaybetmeyeceğim Aslı." "Karşında ben varken." Aramızdaki o bir adımlık mesafeyi kapattım, bu hareketim kaşlarının bir yay gibi kalkmasına neden oldu. "Kaybedeceksin." "Kaybedeceğime..." Yüzünü, karşılık verir gibi yüzüme yaklaştırdı. Şimdi aramızda sadece beş - santimlik kısa bir mesafe vardı. Nefeslerimiz birbirine çarpıyordu. "Ölürüm daha iyi." Bu kez benim dudağımın kenarı büyük bir alayla kıvrıldı. "O halde işin sonunda biri ölecek." Ona yaklaştım, aramızdaki mesafe sadece birkaç santimden ibaretti. Birimiz fazla hareket etsek yüzlerimiz birbirine değebilirdi. İkimiz de dimdik duruyorduk, titremiyor veya sallanmıyorduk. "Çünkü kaybedeceğime ölürüm daha iyi." Kısa ama anlamlı sayılabilecek kadar bir süre göz göze kaldık. Sanki gözlerini ilk kaçıran kaybedecekti, öylesine derin ve sert bir bakışmanın içerisindeydik. En azından bana öyle gelmişti fakat gözlerini ilk kaçıran o oldu. Gözleri gözlerimden dudaklarıma doğru kaydı ve dudağının kenarı kıvrıldı.  "Seninle savaşmak benim için büyük zevk olacak Aslı." Elim göğsüne uzandı ve onun bakışlarından kurtulmak için sertçe ittirdim. Aramızdaki mesafe, onun arkaya sendelemesiyle iyice açılmıştı. Arkaya giderken kahkahasından ödün vermedi. Hatta bu onu o kadar eğlendirdi ki gözlerindeki soğukluğun bir anlığına anlamını yitirdiğini fark ettim. Sahte bir soğukluk olduğunu biliyordum. "Umut nerede?" diye onun söylediklerini duymazdan gelerek sorumu sorduğumda ellerini ceplerine yerleştirirken omuzlarını silkti ve dudaklarını 'Bilmiyorum' dercesine büktü. "Nerede?" "Asaf!" diye öfkeyle bağırdığımda göz kırptı. "Bir kazanan olacaksa neden sana cevap vereyim Aslı?" "Beni yakınlarımdan vurursan..." Üstüne doğru yürüdüm ve onu yeniden göğsünden uyarırcasına ittirdim. "Ben de seni yakınlarından vururum." "Önce bir yakınımın olması gerekiyor sanırım." "Furkan senin yakının değil mi?" Yüzünü buruşturarak kafasını hızlıca iki yana salladı. "O itin neresi benim yakınım olacak? Sadece aynı amacı taşıdığım salağın teki. Onun canını yakarsan beni eğlendirirsin o kadar." Yalan söylüyordu, Furkan'ın onun yakını ve değer verdiği biri olduğu çok belliydi. Zarar görmesini, belki de oyuna dahil olmasını istemiyordu. Dahil edecektim. O benim arkadaşımı dahil ediyorsa ben de onunkini dahil edecektim. Bunun için biraz yardım almam gerekebilirdi, emin değildim. Bir psikopatla uğraşmak nasıl bir şeydi emin değildim doğrusu. Furkan psikopatın önde gideniydi. Ona ilk bakışta anlaşılıyordu. Hareketleri, lafları ve rahatlığı bunu çok belli ediyordu. "Bakalım eğlenecek misin." "Ne yapabilirsin ki?" diye sordu. Onun her sorusu beni daha da germeye devam ediyordu. "Sen ne yaparsan ben de onu yaparım." "Katil olabilir misin?" diye sorduğunda kaşlarımı olabildiğinde çok çattım. Ona doğru ilerledim ve yeniden göğsünden ittim. Bu kez arkasındaki duvara çarptı, bu hareketim onu daha da eğlendirdi. Elimi hızlıca boğazına sardım, kafasını duvara sabitlerken öfkeyle soludum. "Eğer Umut'a zarar verecek olursan başkasının değil, senin katilin olurum Asaf." Elini elimin üzerine koyarak iyice boğazına sardı. "Olsana, merak ettim nasıl oluyorsun." "Umut nerede!" diye bağırdığımda sesim yeniden boş fabrikada yankılandı. "Ona ne yaptın?" "Aslı." diye zayıf bir sesle adımı mırıldanan Umut'u duyduğumda Asaf'ın boğazındaki elim gevşedi fakat bu kez Asaf elimi bırakmadı. İyice sıktı, boğazına sardı. Kafamı yavaşça arkaya doğru çevirdiğimde Umut'u ve hemen yanı başındaki Furkan'ı gördüm.  Furkan'ın dudaklarında itici bir gülümseme, elinde ise namlusu Umut'un şakağına dayanmış bir silah vardı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD