Henüz tanışalı bir gün dahi olmayan Poyraz, hastane çıkışımı yapmak için doktorla konuşmaya gittiğinde elimde peçete, kalçamda iğne yüzünden gelen sızı ile beraber ayağa kalktım. Havale geçirsem de ölmediğim için hala kendimi şanslı hissediyordum. İğne ve peçete ile ayakta duruyor olsam da bu hala geçerliydi.
Montumu giydiğimde cebindeki telefonumdan ses gelmeye başladığında kaşlarımı çattım. Kesin yarım bıraktığım iş yüzünden aranıyordum. Aslında önümüzdeki birkaç gün çalışamayacağımı söylemiştim ama yine de ısrar etmeseler olmuyor tabii.
Elimi cebime atıp telefonumu çıkarttığımda ekrana bir süre boş boş baktım. Sanırım hayal falan görüyor olmalıydım. Bu biraz garipti çünkü babam arıyordu. Evet, yaklaşık yedi aydır konuşmadığım ve son iki yıldır da görüşmediğim babam. Aslında farklı duygular hissetmeyi bekledim ama olmadı. Yine ruhsuzluğum ve mutsuzluğum üstümdeydi. Son konuşmamız aklıma geldikçe gülesim geliyordu. Hayır, biz normal baba kız değildik.
"Telefonun çalıyor, açmayacak mısın?"
Poyraz'ın sesini duyduğumda boşluğa düştüğümü ve son anda bir yere tutunduğumu fark ettim. Birkaç saniyeliğine, belki de daha uzun dünyadan soyutlanmış olmalıydım. Telefonun sesi kesildiğinde ekranda bir cevapsız çağrı bildirimi belirdi. O an bu durumdan kurtulduğuma sevinsem de bu çok uzun sürmedi.
"Bu sefer kapatmadan açsan iyi olur. Murat Vural kim? Sevgilin falan..." dediği sırada Poyraz'ın lafını kestim. "Hayır, o benim babam."
Poyraz'a göz ucuyla baktığımda ilk önce kaşlarını kaldırdı ardından işi şakaya vurur gibi, "Sen yine iyisin, ben babamın numarasını kaydetmedim bile." dedi. Ona kısa bir bakış atarak telefonu açtım ve kulağıma yasladım.
Cümlesi garip bir şekilde kalbimi sızlatmış ve parmaklarımı harekete geçirmişti.
"Efendim..." diye lafa girsem de tam olarak bir cümle bile kuramadan susmak zorunda kaldım. Zaten daha farklı bir şey beklemiyordum.
"Haberlerini aldım. Bir kaza geçirmişsin ve hastaneye götürüldüğünde neredeyse havale geçirip ölebilirmişsin. Normal sorumsuzluklarını anlıyorum ama bu kadarı fazla Aslı. Kendine iyi bakmak zorundasın. Yoksa oraya gelirim..."dediğinde ona cevap veremedim. Sessizliğim onun sinirini bozmuş olacak ki tekrar, "Anladın mı beni?" diye bağırdı.
"Anladım, bir daha olmaz." dediğimde ben bir cevap beklerken sessizlik ortama hakim oldu. Telefonu bir süre sonra kulağımdan çekip ekrana baktığımda babamın telefonu kapattığını gördüm. Buna kendi kendime göz devirerek telefonu cebime koyduğumda Poyraz'ın bana olan garip bakışlarını fark ettim.
"Ne oldu? Senin baban ya da herhangi biri daha önce yüzüne telefonu kapatmadı mı?"
Poyraz kafasını iki yana sallayarak, "Anlamadığım bir şey var. Senin için bu kadar endişeleniyorsa neden gelmiyor da resmen gelmekle tehdit ediyor?" diye sorduğunda dudaklarımı birbirine bastırarak kapıya doğru yöneldim.
"Çünkü ben onun geleceğiyim."
Odadan çıktığımda elimi başımın sağ tarafına, çarptığım yere koyarak sargı bezini köşelerinden biraz bastırdım. Şuan ki halimi değil de daha çok ağrı kesicinin, serumun etkisi geçtiğinde ne halde olacağımı merak ediyordum. Feci olacaktım.
"Geleceği derken? Sanırım sana çok değer veriyor. Baban tam olarak nereden gelmekten bahsediyor. Memleket falan..." derken Poyraz, onun lafını keserek, "Yurt dışında. Babam bir süredir orada yaşıyor." diye kısaca yanıtladım. Fazla meraklıydı ve bu hiç hoşuma gitmemişti.
Poyraz'ın yanımdan bana ayak uydurarak yürüdüğünü biliyordum ama ona bakmıyordum. Çok fazla soru soruyordu.
"Sen neden onunla değilsin? Yurt dışı, büyük fırsat. Benim en büyük hayalim dünya turu, biraz klasik ama..."
Olduğum yer de durdum ve Poyraz'a baktım. O birkaç adım önümde durarak bana baktığında bir süre gözlerine baktım ve ciddi olduğumu anlamasını istedim.
"Babam hakkında daha fazla konuşmak istemiyorum. Eğer sana yardım etmemi istiyorsan bundan sonra baba kelimesini bile kullanmayacaksın."
Poyraz'ın yüzü düştüğünde biraz üzüldüm. Elini boynuna götürerek kaşıdı ve omuzlarını silkti. Gözlerini benden kaçırıyordu.
"Tamam, sorun yok. Ben sadece merak ettim. Haklısın aslında, sonuçta hayatına bodoslama daldım ve hadsizlik ettim. Sen bana yardım etmeyi kabul edince ben sana nasıl iyi davransam şaşırdım işte."
Onun bocaladığını ve üzüldüğünü görünce elimi koluna koyarak gülümsedim.
"Boş versene, bana istediğin gibi davranabilirsin. Çünkü ben sana öyle davranacağım."
Poyraz elini yumruk yaparak bana doğru uzattığında ben de yumruk yaparak ona uzattım ve tokuşturduk.
"Bum!" dediğinde yumruklarımızı ayırdık ve gülerek hastaneden dışarı çıktık. Ona bu kadar hızlı güvenmem benim kişiliğimin çok dışındaydı. Neden bilmiyorum ama hem adının Poyraz olması hem de samimi olması onu benim için güvenilir kılmaya yetmişti. Aslında bu çok garipti.
Hastaneden çıktığımızda ben sağa döndüğümde Poyraz'ın sola döndüğünü fark ettim. İkimiz de birkaç adım attığımızda birbirimize doğru döndük. İlk o bana doğru adım atarak, "Sanırım yollarımız burada ayrılıyor." dediğinde omuzlarımı kaldırarak kafamı salladım.
"Sanırım öyle oluyor."
"Seni evine bırakabilirim. Tam olarak iyileşmiş sayılmazsın."
Kafamı iki yana sallayarak, "Taksiyle giderim. Hem zaten yapacak işlerim var." dediğimde dudaklarını birbirine bastırdı. Sonra bana yaklaşarak usulca koluma dokundu. Gözlerime derin derin bakınca ne yapacağımı şaşırdım. Öylece kaldım.
"Sana babamdan bile çok güveniyorum şu an da. Ne olur beni yarı yolda bırakma tamam mı?"
Kafamı iki yana salladım ve, "Bana bu kadar güvenme, yarı yolda bıraktığım çok insan var." dedim.
Gülümsedi ve kendinden emin bir şekilde diğer elini de omzuma koyarak, "İşte şimdi daha çok güveniyorum." diyerek ellerini çekti ve başta geri geri birkaç adım attı ardından elini kaldırıp asker selamı vererek arkasını döndü. O benden uzaklaşırken arkasından gülümseyerek baktığımı fark ettim. Ben de arkamı dönüp aramızdaki mesafeyi açarken ister istemez dudağımı dişledim.
Şimdi dün gece olanları bir kenara bırakıp işlerimi halletmem gerekiyordu. Hastanenin önündeki taksilerden birine binerek şirketi tarif ettim. Yol düşüncelerle savaşırken saniyeler kadar sürmüş gibi geldi. Taksiden inerek şirkete girdiğimde üstümde hala geceden kalma kıyafetler ve hastalığın verdiği yorgunluk hissi vardı.
Güvenlikten geçip asansöre gittiğimde yanıma birinin gelmesi bir olmuştu. Ona bakmadan telefonumu elime alıp bana gönderilen dosyaları incelemeye başladım.
"Aslı hanım, babanız şirketin tüm departmanlarını kontrol etmenizi söyledi. Projelerdeki imza yetkisini size verdi. Hepsini inceleyip faaliyete geçirilecek projelere karar vermeniz gerekiyor."
Kaşlarımı kaldırarak ona göz ucuyla baktım. "Bütün bunları bir gün içinde yapmam gerektiğini söyleme bana."
Babamın, o yokken benim asistanım olan Hilal dudaklarını birbirine bastırarak kafasını salladığında gelen asansöre binerek birinci kata bastım.
"O zaman departmanlardan başlayalım."
Günün en yorucu saatlerine adım attığımda içime koca bir nefret düştü. Sabretmem gerektiğini kendime söylerken bile ellerim uyuşuyordu. Benimki en kötüsü, kalabalıklar içindeki yalnızlıktı. Zorunluluk ve özgür olma çabası.
***
Eve geldiğimde holdeki saate gözüm kaydı. Saat gece yarısı üç olmuştu. Tüm gün uğraştığım işleri hafızamdan silerek banyoya ilerledim. Sıcak bir duşa alıp yatma fikri ile dolup taşarken gözlerim kapalı banyoya girdim. Üstümdekileri yere atıp sıcak suyun altına girdiğimde uzun bir süre oradan çıkmadım. Duştan çıkıp üstüme bornozumu geçirdim. Islak saçlarımın nemini alıp taradım ve salık bıraktım. Banyonun ve holün ışığını kapatarak odama doğru ilerlerken salonun önünden geçiyordum. Tam kapının önünden geçerken bir şey fark ettim. Sanki bir fazlalık vardı. Sokak lambasının ışığı salonu aydınlatırken duraksadım ve içeri göz ucuyla baktım. O an içimden tek geçen çığlık atmak oldu.
Koltukta oturan birini gördüğümde gerileyerek mutfağa koşmak ve kendimi savunacak bir şeyler almak istedim. Lakin arkamı döndüğümde başka biri tam karşımda duruyordu. Yüzünü seçemezken beni tutup çığlık atmak için açtığım ağzımı eliyle kapattığında korku dolu gözlerimle kalakaldım.
"Ses çıkarmamalısın, komşular uyanabilir." diye kulağıma fısıldayan ses tanıdık geldiğinde kaşlarımı çattım. O sırada beni öne doğru itti ve salona soktu. Koltukta oturan adam yavaşça elini sol tarafında kalan lambaya uzattı. Işığı yaktığında kaşlarımı bu sefer daha çok çattım.
Tahminen Furkan olduğunu sandığım adam beni öne doğru iterek bıraktığında ona dönmeden ben de bir kaç adım attım ve Asaf'a yaklaştım. Koltuğa sanki burası onun eviymiş gibi yayıldığından istemeden nefret saçan bir gülümseme yolladım ona.
"Derdiniz ne? Ha, eğer Poyraz'ı arıyorsanız, burada olmadığını söylememe gerek yok sanırım."
Arkamdan gülme sesi geldiğinde kafamı oraya çevirdim. Furkan duvara yaslanarak bana öpücük attığında gözlerimi devirerek Asaf'a döndüm.
"Aradığımız bir şey vardı ve biz onun sen de olduğunu öğrendik."
Asaf'a dudak büzerek kollarımı önümde birleştirdim. Bahsettikleri şey Poyraz'ın bana verdiği flaş olamazdı. Onu Poyraz ve ben dışında kimsenin bildiğini sanmıyordum. Asaf başka bir şeyden bahsediyordu.
"Beyninizi arıyorsanız, hayır o ben de değil. Öbür dünyayı deneyin, belki orada düşürmüşsünüzdür."
Asaf dudağını dişleyerek güldü ve, "Boş zamanlarında laf cambazlığı da yapıyorsun demek." diyerek yavaşça ayağa kalktığında olduğumdan daha dik durmaya çalıştım.
"Gerektiğinde... daha doğrusu laftan anlamayan tiplere."
Gülerek kafasını iki yana salladı ve bana daha da yaklaştı. Aramızda birkaç adım kadar mesafe kaldığında elini bana doğru uzattı. Ben ne olduğunu anlamadan parmaklarını üstümdeki bornoza değdirdiğinde bir adım geriledim. O an duştan yeni çıktığım ve üstümde bornoz olduğu aklıma geldi.
"Normal halini görmeye pek fırsatım olmadı. Sevinsem mi, yoksa üzülsem mi bilemedim."
"Evimden çıkın yoksa polisi aramaktan hiç çekinmem."
Asaf dudaklarını yalayarak, "Önce bana Poyraz'ın sana verdiği şeyi ver." dediğinde kaşlarımı çattım.
"Poyraz bana hiçbir şey vermedi. Sadece bir gündür tanıdığı birine ne verebilir ki?"
Omuzlarını silkerek, "Pislikleşmeye gerek yok." dediğinde Furkan kahkaha attı.
"Ben çok güzel bir seçenek biliyorum aslında ama konumuz o değil."
"Bence de pislikleşmeyin."
Asaf kafasını sallayarak kafasını hafif yana doğru eğdi ve bir süre yüzümü inceledi. Gözleri uzun uzun üzerimde dolanırken rahatsız olduğumu belli etmek için öksürdüm ve dikkatini gözlerime çektim.
"Onu hayatta tutan şeyi istiyoruz."
"Poyraz bana hiçbir şey vermedi." diye üstüne basa basa söylediğimde kafasını iki yana salladı.
"Onu hayatta tutan sensin. O zaman seni almamız gerekecek."
Furkan, "İşte güzel haber." dediğinde korku dolu gözlerimi Asaf'a diktim. Ne onlara Anıl'ın bana emanet ettiği flaşı verebilirdim ne de beni almalarına izin verirdim. Şimdi bir süper kahraman evimi bassa fena olmazdı.