3.

1422 Words
Birbirlerine kana kana geçirdikleri bir kaç saatten sonra nihayet iki kişilik kahvaltı sofrasını, sokağı gören balkona kuran çift hem dışarıda oynayan çocukları izliyor hem de okuldaki ortak öğrencileri hakkında muhabbet ediyorlardı. “Serkan çok fena zaten, aklı fikri topta. Azıcık ilgi gösterse matematiğin tozunu attırır ama heves yok. İlgisini çekeyim diye ne yapacağımı şaşırıyorum.” Murat her türlü sportif faaliyetin hakkını sonuna kadar veren öğrencisini savunmakta geç kalmadı. “Elleme aslanıma. Çok büyük sporcu olacak o. Ailesi de biraz destek olsa neler yapar da işte istiyorlar ki kendileri gibi beyaz yakalı olsun. Ayşe hiç düşünebiliyor musun sen Serkan’ı bir veznede sabahtan akşama oturup para sayarken? Mümkün değil delirir çocuk. O paraların muhasebesini tutacak çok adam var sokakta ama topa saatte doksan kilometre ile gelen topu tutabilecek adam yok.” Adamın öğrencisinden söz ederken bile nasıl da böbürlendiğini gören karısı bir gün harika bir baba olacağını düşündü. Doktorun uyarıları içini tırmalasa da aksini aklına bile getirmek istemediği için konudan sapmamaya çalışıyordu. “Hayatım doğru söylüyorsun ama bu da matematik. Kazandığı paraları sayacak kadar öğrense bari. Hem de Allah korusun sakatlığı var hastalığı var, sporda tutunamadığını düşün? Kendini çevirecek kadar müfredata hakim olması lazım.” “Müfredat dediğin ne gülüm senin? Vat iz yor neym, may neym iz Serkan. Ana okulundan itibaren her yıl görüyor çocuklar İngilizce, liseden mezun olan kaç öğrenci bundan fazlasını biliyor? Doldur boşalt bir eğitim sistemi. Serkan bir hafta başında dursun senin 130 saatte öğreteceğin müfredatı yalayıp yutar.” Her kelimesi ile karısının kaşları daha da çatılınca çapkın bir gülüş takınarak çenesiyle kendi gövdesini işaret etti. “Hem sağlam kafa sağlam vücutta bulunur der büyükler.” Ayşe muhabbet olsun diye girmişti bu konuya ama kocasının umursamazlığı da sinirine dokunmuştu. Ne vardı biraz destek olsaydı da, kendisine hayran öğrencisi derslere biraz kulak assaydı. Kocasının yapmaya çalıştığı şirinliği görmezden gelerek ısrarını sürdürdü. “Büyükler işleyen demir ışıldar da diyorlar, kafasını kullanmamakta inat ederse pek sağlam kalmaz sanki.” Karısının esas derdini anlayan adam daha fazla uzatmak istemedi. “Tamam haklısın, ben çekerim kulağını.” “Çok yaşa Murat hocam, bir tanesin sen.” Genç adam karısının hevesle aydınlanan yüzüne bakıp gülümsedi. “Ben Serkan’la konuşayım diye açtın değil mi konuyu? Çocuğun üzerindeki otoritemden yararlanmak istedin. İtiraf et haydi.” Genel olarak kocası çocukla konuşsun istiyordu da bu gün özel olarak yapmamıştı aslında. Yine de haince sırıtıp kocasına istediği cevabı verdi. “Koca dediğin yararlanmak için değil midir hayatım?” Bu itiraf genç adama ufak bir kahkaha attırmıştı. Ellerini iki yana açarak göğsünü gerdi. “Yararlan benden yavrum, her zerrem hizmetinde.” Böylece uzayan muhabbetleri telefon sesi ile bölündü. İki sokak aşağıda oturan Murat’ın annesi akşam yemeğine davet ediyordu. Parçalanmış bir ailenin çocuğu olan Ayşe bu teklife her zaman olduğu gibi içtenlikle sevindi. Dışarıdan bakan kayın validesi değil kendi annesi zannederdi Ayten hanımı. Kocasının ‘yorgunum ben, nereden çıktı misafirlik’ dediği zamanlarda bile görüşmeye ikna ediyor, beraber geçirecekleri hiç bir vakti kaçırmıyordu. Murat ailesine mesafeli değildi aslında, sadece hiç yokluğunu görmediği için yeterince kıymet bilmeyenlerdendi. Bir de annesi öteden beri ‘şurada şu var burada bu var’ diye dışarının dedikodusunu, püsürünü eve taşımayı pek sevdiğinden Ayşe’nin huyunu bozar diye korkuyor, yine de karısının aile açlığı elle tutulacak kadar bariz olduğu için aralarına girmemeyi tercih ediyordu. Yaz tatilinde oldukları için evde geçirdikleri saatlerden sonra akşam üzeri kısa mesafedeki anne evine doğru yürüyerek yola çıktılar. İkindi serinliği düşmüş hava tatlı tatlı eserken kapı önlerinde oturan komşulara selam vere vere ilerlediler. “Oğulcan, eve gel oğlum akşam oldu.” Önünden geçecekleri apartmanın balkonundan tanıdık ses sokağa yayıldığında Murat’ın adımları bir an için sekteye uğradı. Gözleri ister istemez davetin muhatabı olan çocuğu arıyordu. “Anne biraz daha lütfeen.” Az ilerideki çocukların içinden sarışın cılız olan cevap verdiğinde içine buruk bir sızı yayıldı. Ne kadar da benziyordu annesine. Annesi de hep yaşıtlarından daha ufak tefek gözükürdü. Bu yüzden Murat kedisinden yaşça büyük olsa da onu kendine yakıştırabilmişti ya ta ufaklıktan. “Yarın yine oynarsınız annecim.” Çocuk gönülsüz adımlarla önlerinden geçerken Ayşe’nin dikkatini çekmişti. “Sen biliyor musun hayatım kim olduklarını?” Adam girdiği derin düşüncelerden bir an için sıyrılamasa da karısının beklentiyle yüzüne baktığını fark etti. “Efendim canım, bir şey mi dedin?” “Balkondaki kadını tanıyor musun diye sordum, Metin amcaların misafiri mi acaba? Yarın da oynarsın dedi yatılılar sanırım.” Murat için bu sorunun cevabı hem çok kolay hem de çok zordu. Karısı ile ilk aşkı hakkında konuşmak istemediğinden emin olunca şakayla takıldı. “Annemle görüşmelerinize sahiden kısıtlama getirmem gerek. İyice küçük Ayten oldun başıma.” Kocası eleştirmek için söylese bile aidiyet duygusu genç kadının hoşuna gitmişti. Tebessüm ederek omuzlarını çekti. “Gelin, kaynana toprağından demişler.” Değişen konu ile rahatlayan adam eğer bundan sonra hep mahallede olacaklarsa bu durumu kendisi için normalleştirmesi gerektiğini düşündü. Belki de Ayşe ile konuşmalıydı ama ne diyecekti? Yok yere huzurunu kaçırmaya ne lüzum vardı. Kadın boşanmış olsa bile Murat evliydi, bu saatten sonra ikisi diye bir ihtimal zaten yoktu. Gerçi Murat evli değilken de bir ihtimalleri olamamıştı. Saçmaladığını fark ettiğinde elini alnına koyup ovaladı. Aklını başına alıp kalbine sahip çıkması gerekiyordu. Ne şekilde olursa olsun karısını aldatan bir şerefsiz olmayacaktı. “Hayatım başın mı ağrıyor? Çantamda ilacın var, yemekten sonra alırsın istersen. Kötü olacak gibiysen erkenden kalkarız.” En ufak bir hareketini tahlil edip hayatını kolaylaştırmaya çalışan kadına mihnetle bakan Murat tebessüm etmeye uğraştı. “Yok iyiyim, merak etme. Geçer birazdan.” Baş ağrısı dediği neydi ki kalp ağrısı yanında. Oruçlu bir çocuğun karnındaki sancıma gibi kalbi yoksunlukla kasılırken başındaki ağrının lafı bile olmazdı. Adımlarını hızlandırıp bir an evvel buradan uzaklaşmak isteyince karısı başındaki ağrıdan diye düşünüp sorgulamadan eşlik etti. Ayten hanım, çok iyi anlaşamasa bile kayınvalidesi ve eltisi ile aynı apartmanda yaşamaya devam ediyordu gelin olduğundan bu yana. Hatta bir ara Murat’ı zaten yalnız yaşayan kayınvalidesinin dairesine almayı düşünmüştü de ‘oğlu çok istiyorsan sen yaşa kayınvalidenle’ deyip lafı ağzına tıkıvermişti. Hâlbuki kadının bir gözü toprağa bakıyordu zaten, yarın öbür gün vefat ettiğinde ‘babaannesine Murat baktı’ der daire üzerinde hak iddia ederlerdi. Ayşe’ye sorsa emindi, güle oynaya taşınırdı babaannenin yanına ama işte oğlu anne lafı dinleyeceğine kiralarda sürünmeyi tercih ediyordu. Neyse Allah’tan gelin de çalışıyordu, çift maaşla yakın zamanda kendi evlerinin kredisine de başlarlardı. Aynı mahalleden bir eve girdiler mi toruna da bakardı Ayten hanım, gelinin izin almasına gerek kalmazdı. Oğlu ve gelini sokağın başında gözükünce ‘Zaten hala neyi bekliyorlarsa’ diye düşünüp yolu gözlediği pencereden içeri girerek perdeyi çekti. “Hanım, gelmiyorlar mı hala, karnım sırtıma yapıştı.” Ayten hanım, kocası Dursun beyin sabırsızlığını görmezden gelerek kızına seslendi. “Gamze, abinler geldi kızım. Gel kuralım sofrayı, oğlum acıkmıştır.” Arkadaşları ile mesajlaşan genç kız, odasında uzandığı yataktan kıpırdamadan cevap verdi. “Dersim var anne, yengem kursun.” Ayten hanım ağzının içinden ‘sanki eline yakışıyor da’ diye homurdanarak çoktan hazır olan yemekleri kontrol etti. Ayşe iyi kızdı, laf söz dinler, saygıda kusur etmezdi ama işte anne terbiyesi alamamıştı. Eli yatkın değildi ev işlerine. Ayten hanım, oğlu aç bilaç kalmasın diye en çok bu yüzden davet edip duruyordu onları. İlk evlendikleri zaman bir iki bir şey öğretmişti de şükür oğlu hepten maraza kapmıyordu. Çok geçmeden zile basıldığında Dursun bey hevesle ayaklandı. Öğlenden beri tek lokma yememişti, uzayan günlerde acıkıyordu insan. Açtığı kapı önünde daha hoş geldin demeden sitemlendi. “Nerde kaldınız oğlum, öldük açlıktan.” Dursun bey, Murat’a söylenmişti ama onun rahatlığına inat Ayşe mahcup oldu. “Çok afedersin baba, geç olduğunu fark edemedik. Hakkınızı helal edin.” Adam geline cevap veremeden Ayten hanım mutfaktan başını uzattı. “Yok kızım yok, tam vaktinde geldiniz. Sen bakma babana, o zaten hep aç.” Ayşe kayın pederine mahcup bir tebessüm yollayıp getirdiği kurabiye kabını vestiyere bırakarak banyoya girdi. Ellerini sabunlayıp mutfağa geçtiğinde sadece suları doldurmak kalmıştı. “Anne sofrayı ben kurardım, zahmet etmeseydin keşke.” Ayten hanım gelininin samimiyetine emindi. Üzülmesin diye içtenlikle tebessüm etti. “Seni beni mi var kızım, elime yapışmadı. Siz yokken de ben yapıyorum, iki tabak fazla koymak zahmet olmuyor.” Ayşe içindeki anne sevgisi kabına sığmayınca elinde salata kasesi tutan kadının omzuna sarılıp yanağını öptü. “Annem nasıl öderim ben hakkını.” Kendi annesi arkasına bakmadan çekip gitmişken bu kadından gördüğü şefkatin altında eziliyordu. “Git hadi, babanları çağır.” Ayten hanım bu derece sevgiyi ilgiyi kendi evlatlarından görmediği için nasıl mukabele edeceğini bilemese de arkasından tebessüm ederek baktı. Nazarı aklında, pek güzel gidiyordu evlilikleri. Bir de torun gelse.. Komşudan aldığı bebek yeleği modelini gösterirken tekrar konuyu açmayı aklına koyup masaya toplaşan ev halkına servis yapmaya başladı. Dursun bey üçüncü tabağından sonra biraz açlığı hafifleyince karısına döndü. “Markette Leyla’yı gördüm bu gün, kasada oturuyordu. Kocası dövüp dövüp sokağa atmış dediler.”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD