Murat duyduklarıyla boğazına takılan lokmasını kimseye sezdirmeden yutmaya çalışırken bunun sadece bir dedikodudan ibaret olmasını diledi.
Evet boşandığını tahmin etmişti ama böylesi bir ayrılık çok acıydı. Hiç kimse için istemeyeceği şeyi elbette delikanlılığının kalp yangını için de istemezdi.
“Yok öyle değil, yanlış duymuşsun.”
Konuya hakim bir tonda konuşmaya müdahale eden Ayten hanıma döndü bütün gözler. Murat da bu esnada çaktırmadan derin bir nefes aldı.
“Kocası dostunu eve getirince kendisi terk etmiş gece vakti. Körolasıca geldiğinden beri arayıp duruyormuş da Leyla dönmem diyormuş.”
Sokağa atılmaktan daha mı iyi gece vakti evini terk etmek zorunda kalmak ya da dövülmek yerine aldatılmak..
Bu kez boğazına takılacak lokması yoktu ama kocaman bir yumru oturmuştu gırtlağına. Nefesini kesiyor, yutkunmakla da gitmiyordu.
“Ne kadar acı anne, biz gelirken gördük Metin amcaların balkonunda. Bi de ufak oğlu var değil mi, çok üzüldüm kadıncağıza şimdi.”
Ayten hanım oğlunun eski sevdiği için hayıflanan gelinine baktı. Bilse ardından kocasının ne hallere düştüğünü belki de kadından önce kendi için dertlenirdi.
Gerçi oğluna güveni tamdı, eski defterleri açmayacağına inanıyordu ama yine de dikkat etmek lazımdı. Bu yüzden öğlenden beri içini tırmalayan dedikoduyu dillendirmemişti. Kocasının hiç bir şeyden haberi olmadığı için rahat rahat konuşuyordu tabi. Ayten hanım oğlumu toparlayacağım diye neler çekmişti.
“Boş ver kızım, üzülme. Zengin kocayı bulunca önünü ardını düşünmeden evleniverdi. Neymiş efendim, bu mahalleden kimseyi istemiyormuş. Eh sosyetik mahallenin adeti de böyle oluyor besbelli.”
Ayten hanım göz ucuyla oğlunu yoklarken bile bile kötülemişti Leyla’yı. Suratındaki ifadeden ne düşündüğünü çözmek niyeti vardı ama oğlu yüzüne bakmamakta inat ediyordu.
“Öyle deme anne, kadın ne bilsin başına gelecekleri. Hiç bir kadın aldatılmayı hak etmez.”
“Doğru söylüyorsun kızım. Sen bana bakma. Pek bir havalıydı bekarlığında, mahallenin tüm delikanlıları peşindeydi de o kimseleri beğenmezdi. Aslında mahalleyi beğenmezdi, ben hiç geldiğini görmedim evlendikten sonra. E Allah büyük, ne oldum değil ne olacağım diyeceksin.”
Dursun bey karısının, eskiden sevdiği kızı yerin dibine batırmasına hayret etti.
“Sana ne oluyor yahu, beğenmediği senin oğlundu sanki. Murat’la kardeş gibiydi Leyla. Ben bir kötülüğünü de görmedim. Sizinle oturup dedikodu yapmadı diye amma bilenmişsin garibana.”
Kocasına öfke ile bakan Ayten hanım bir kelime daha etmedi. Ağzını açacak olsa yılların kinini döküverirdi. Hep o Leyla’nın kardeş merakı yüzünden mahvolmuştu Murat’ı.
İçinden ‘sanki kendisini ben doğurmuşum gibi kardeş belledi oğlumu, peşinden ayırmadı. Çocuğum ne yapsaydı, üç beş ay kendinden büyük diye kalbine taş mı bağlasaydı’ diye geçirirken dışından biraz daha pilav alırlar mı sormakla yetindi.
Tatsız bir havada tamamlanan yemek sonrası Ayşe çayları servis ederken Ayten hanım yeni çıkardığı bebek yeleği modelini eline aldı. Aslında öresi yoktu ama bebek konusunu açmak için bahane edecekti. Artık bu konunun ertelenecek tarafı kalmamıştı. Bir çocuk yapıp kocasını kendine iyice bağlasaydı ki gözü hiç kimseleri görmeseydi oğlunun. Nitekim gelini servisi bitirip kocasının yanına oturacağı zaman kendi yanına çağırdı.
“Kızım sen benim yanıma gel de bak bakayım çıkarabilmiş miyim örneği.”
Ayşe, kayınvalidesinin elindekileri gördüğünde isteksiz adımlarla yamacına ulaştı. Biliyordu yine bebek konusu açılacaktı. İlk zamanlar tatlı tatlı torun sevelim diye yapılan işittirmeler son zamanlarda iyice baskıya dönüşmüştü.
Bir bakıma iyi de olmuştu aslında çünkü doktora gitmeye bu sebepten ihtiyaç duymuş ve anne olmak için öyle uzun uzadıya vakti kalmadığını öğrenmişti.
Henüz kocası bile bilmiyordu ama yumurta rezervi yaşıtlarından çok daha hızlı boşalıyordu ve bir kaç yıl içinde erken menopozla yüzleşmesi gerekecekti.
Şu an için anneliğe hiç bir manisi olmadığından söylemek istememişti ama kocası doktorun verdiği takvimi umursamamaya devam ederse utangaçlığı bir kenara bırakıp mecbur itiraf edecekti.
“Ben diyorum ki bir pembe bir mavi yapayım bundan. Elimden geliyorken hazır edeyim. Siz karar verene kadar daha ne kadar yaşlanacağım Allah bilir. Sağlığım yerindeyken torun sevmek nasip olmayacak belli ki. Olsun, önemli değil. Zamane gençliğine bir kelime söylesen adın kaynana oluyor.”
Ayşe konunun buralara kadar geldiğine inanamadı. Kayın validesi her geçen gün ısrarın dozunu arttırıyordu da bu gün daha bir bilenmişti belli ki.
“Aşkolsun anne o nasıl sö...”
Karısının ezilip büzülmesinden rahatsız olan Murat lafını kesti.
“Kaynana değilsen bu yaptığın ne anne. Almışsın yanına yelekten çok karımı işliyorsun. İstemiyoruz biz bebek falan, arabayı yenileyeceğiz.”
Ayten hanım yakın gözlüğünün üzerinden dik dik baktı oğluna. İki kelime daha etse terliği ağzına çarpacaktı da yanında oturan gelinden utanıyordu.
“Nesi varmış arabanızın?”
Murat’ın araba ile derdi yoktu, konu değişsin diye öyle demişti.
“Modelini yükselteceğim. Kilometresi artmadan elden çıkarmak lazım.”
Ayşe, kocası ciddi mi konuşuyor yoksa annesinin ısrarını püskürtmek için dikkatini mi dağıtmaya çalışıyor bilemedi. Çoğu zaman aile içindeki iletişimlerini çözmekte zorlanıyordu zaten. Bildiği kadarıyla kocası bebek fikrine olumlu bakıyor sadece acele etmiyordu. Ayşe’nin durumunu öğrendiğinde fikrini değiştirirdi kesin ama işte daha otuz olmadan menopoza gireceğim demek kolay değildi.
O dakikadan sonra konuşulanlardan koparak kendi iç dünyasına dönen genç kadın sadece veda etmek için konuştu tekrar.
Evden çıkıp tekrar yola koyulduklarında Murat karısının dikkatini çekebilmek için kolunu omzuna doladı.
“Yavrum?”
Tonlamasından ‘ne bu halin’ anlamı açıkça okunan söze Ayşe boş boş bakarak karşılık verdi.
“Anneme bebek istemiyorum dedim diye mi takıldın sen?”
Kısa bir an kocasının gözlerine bakıp başını öne eğdi kadın. Ben eksiğim, kusurluyum. Bir kaç yıl içinde kurumuş bir dal gibi meyvesiz kalacağım demek ne kadar da zordu.
“Seni bunaltmasın diye öyle söyledim. Şimdi istiyoruz desek daha çok sabırsızlaşır biliyorum huyunu. Bi kaç aya kalmaz benim askerler kaleyi fethederler, o zaman patlatırız bombayı..”
Böyle söyleyince her şey ne de güzel toz pembeye boyanıyordu. Sakladığı şeyler içini kavurmuyormuş gibi hevesle gülümsedi kocasına.
“Patlatırız değil mi?”
Karısının parlayan gözleriyle geçmişin esaretinden bir nebze kurtulan adam, kolunun altından bakan karısının şakağını öperek saçlarını sevdi.
“Davul zurna bile tutarız, ne diyorsun sen.”
Yapılmayan şey değildi torun gelecek evin kapısında davul zurnalı eğlence kurmak. Ayşe bir an için pembe yanakları ile kayınvalidesinin eteğinde oturup çifte telli oynayan kocasına göz süzerken hayal etti kendini. Kalbi heyecanla pırpır ederken atıldı hemen.
“Ama önce bir kaç aylık olması lazım. Nazar olur, korkarım ben öyle şeylerden.”
“Sen nasıl mutlu olacaksan yavrum.”
Sanki şimdiden bebeği olmuş gibi mutlulukla kocasının beline dolanan kadın bir kedi gibi yanağını, sığındığı göğsüne sürttü.
“Çok seviyorum Murat seni, kocam olduğun için çok mutluyum.”
Karısının ılık nefesi boynuna değen genç adam, bu pası gole çevirmenin yolunu elbette deneyecekti.
“Az bekle, eve gidince gösterirsin ne kadar mutlu olduğunu. Böyle konuşmakla tam anlayamıyorum.”
Sesini kısarak kattığı erotik ton Ayşe’nin tüylerini ürpertirken yüzünü hepten kocasının göğsüne gömdü.
“Yaa.. Murat ne biçim konuşuyorsun sokak ortasında.”
Nazlı nazlı itiraz kelimeleri söylerken hareketleriyle kocasını daha da baştan çıkardığının farkında bile değildi Ayşe.
“Biraz daha kıpraşırsan sokak ortasında daha neler yapacağım görürsün.”
Sokak ortasında bir şey yapacağından değil de eve gidince yapacaklarından korktuğu için uslu uslu yürüdü Ayşe. Doktorun verdiği takvime daha üç gün vardı ve o zamana kadar kocasının askerlerinin dinlenmesi gerekiyordu. Göze batan şeyler yapmazsa kocası da ısrarcı olmazdı belki. En kötü ihtimalle başım ağrıyor falan mı deseydi.
Şu menopoz işini söylemek zorunda kalmamak için bir kez daha kalbinden dua ettiğinde evin önüne geldiler. Çantasının derinliklerinden çıkardığı anahtarı kocasına uzatıp ağır demir kapıyı aralamasını bekledi. Saat epeyce geç olduğu için apartmanda çıt çıkmıyordu. Kimseyi rahatsız etmemek için sessizce açtığı kapıyı aynı dikkatle kapadı Murat.
Karısı iki adım önden ilerleyecekken uzanıp beline dolandı. Özellikle içinin allak bullak olduğu şu günde temas etmeye her şeyden çok ihtiyaç duyuyordu.
Merdivenleri aydınlatan loş ışıkta neler olduğunu anlamak için kocasına dönen Ayşe nefes bile alamadan yakıcı bir öpücükle karşılaştı. Adam ahtapot gibi kocaman elleriyle her yanını sarmalamış, aklını başından alıyordu.
Önce teslim olur gibi iki elini havalandırdı ama ışık sönene dek devam eden öpücükle kocasının omuzlarına tutunup elinden geldiğince uzaklaşmayı denedi.
“Sevgilim..”
Adamı durduracağım derken sesi iniltiyle çıkınca aldığı cevap da ondan farklı olmadı.
“Hmm?”
Yüzünün her yanına dolanan dudaklarla iyice ne konuşacağını bilemez hale gelen genç kadın zorlukla yutkundu. Sabah da böyle baştan çıkarıp etkisiz hale getirmişti kadını. Biraz dirayetli olmalı, kocasının taarruzlarına karşı sağlam durmalıydı.
“Murat dur lütfen.”
Nihayet ciddiyetle konuştuğunda kocası son bir öpücükle dudaklarını mühürleyip ayrıldı.
“Hadi.”
Bu kez de elini tutarak hızlıca merdivenleri tırmanmaya başlamıştı genç adam. Ayşe eve girdiklerinde beklemeye ikna etmek niyetiyle peşinden itirazsız ilerledi. Kocası cebine attığı anahtarla evlerinin kapısını aralayıp bir çırpıda ayakkabılarını çıkararak atmaca gibi tepesinde beklerken mümkün olduğunca ağırdan alıyordu ayakkabı çıkarma işini.
Kapı girişindeki pufun üzerine oturmuş henüz ilk ayakkabının bağcıklarını ancak çözüyordu ki kocasının “s.ceğim ama” diye homurdanarak diğer ayağının önüne çöktüğünü gördü.
“Sevgilim ne oluyor, acelen ne?”
Adam eğildiği yerden karısının yüzüne baktı.
“Karımı istemiş olamaz mıyım?”
Doğru, isteyebilirdi ama amansız olmazdı tavırları. Daha ziyade flört ederek kur yaparak ikna yöntemini denerdi. Kocasının acelesine kaşlarını kaldırarak gülümsedi.
“Yangından mal kaçırır bir halin var?”
Murat’ın bir yangından kaçtığı doğruydu ama kimi neyden kaçırdığını çözemiyordu. Tek bildiği şimdi karısının teninde yok olmak istediğiydi, gerisini düşünmeyi erteleyebildiği kadar ertelemeyi deneyecekti.
Karısının tedirgin olduğunu fark ettiğinde yüzündeki ifadeyi yumuşatarak gülümsedi.
“Yanıyorum, söndürelim mi?”
Mırıldandığı şarkı Ayşe’yi de gülümsetmişti.
“Yaa Murat..”
Bu kez de çapkınca kaşlarını oynattı.
“Cık! Tabi tabi diyeceksin.”
Ayşe kıkırdayarak itiraz etti.
“ Ama benim başım ağrıyordu.”
Kollarından tutarak ayaklandırdığı karısının gülüşüne kocaman bir öpücük konduran adam, hafifçe uzaklaşıp nefesini yüzüne üfleyerek fısıldadı.
“ Tamam biz de doktorculuk oynarız.”