Eski cıvıltısından fersah fersah uzak çıkan sesiyle ismini söylediğinde bir an nefes alamayacağını zannetti ama neyse ki toparlanması kısa sürdü.
“Leyla?”
Gözlerine ulaşmayan iğreti bir tebessümle söylediği isim dilinin üzerinde buruk bir tat bırakmıştı sanki. O an yıllardır bu ismi anmadığını fark etti.
“Nasılsın, uzun zaman oldu görüşmeyeli.”
Bir yandan paketleri kasadan geçirirken bir yandan sohbet etmeye çalışan kadına ‘sen beni ne zaman gördün de görüşmekten söz ediyorsun’ demeyi ne çok isterdi. Onun yerine yine olabildiğince umursamaz gözükmek tek çaresiydi.
“Evet, çok oldu.”
Kadın son paketi de geçirip fiyatı söylediğinde hazırda tuttuğu banknotu kasanın yan tarafına bıraktı.
“Evlenmişsin?”
Yüzüklü parmağından çıkarım yapan kadının belki de ilk kez doğrudan yüzüne baktı. İçindeki şeytani bir his vereceği tepkiyi ölümüne merak ediyordu.
“Evlendim.”
Ve her zaman olduğu gibi yine elleri boş kaldı.
“Tebrik ederim.”
Murat evlenmiş, boşanmış, ölmüş, yaşamış umurunda bile değildi kadının. Bekarken umursamamıştı da şimdi mi umursayacak diye düşünürken para üstü uzatan kadının boş parmakları gözüne çarptı.
Keşke evlenmişsin demek kadar boşandın mı demek de kolay olsaydı. Onun yerine içini kavuran merakı bir köşeye atıp “teşekkürler” diyerek marketi boşalttı.
Kadınla ilgili her ne varsa zihninden boşaltması da böyle kolay olsaydı keşke. Cismini ardında bıraktığı gibi ismini, hissini de bıkabilseydi.
Olmuyordu.
Kabullenmişti artık. Mecnunu çöllere düşüren cinsten olmasa da ince bir sızı ara ara yokluyordu ciğerini.
Bazen bir şarkı, bazen bir çilli begonya yaprağıyla kısadan gözüküp kayboluyordu.
Neyse ki o sızıya karşı savunmasız değildi artık. Dağ gibi taş gibi bir kadın onu yaralı haliyle almış kabul etmişti.
Ayşe.
İsmi gibi bolluk huzur getirmişti ömrüne. İflahını kesen kalp ağrılarını sinesinde teselli etmişti.
Karısı da yaralıydı aslında.
Aşktan değil.
Anadan babadan eksik kalmıştı üstelik ikisi de hayattayken. Daha beraber yürüyemeyeceğini söyleyen ailesi yollarını ayırdığı vakit on beş, on altısındaydı. Ne abisi gibi kendi hayatını kuracağı ne de küçük kardeşi gibi annesinin yeni yuvasına sığacağı yaştaydı.
Babası desen arkasına bakmadan yurt dışına vurmuştu kendini zaten. Aydan aya yolladığı bol harçlıkla babaannesinin himayesinde okulunu bitirmiş, sene kaybetmeden Murat’ın çalıştığı okula atanmıştı.
Matematik öğretmeni ile beden eğitimi öğretmenlerini defaatle yakıştıran öğrencilerin katkısı ile belki de birbirlerine sadece iş arkadaşı gözü ile bakmak pek nasip olmamıştı.
İki sevgi yoksulunun bir birine göstereceği ilk şey hiç sevilmemişliği olunca bir birine tutunması da kolay oluyordu haliyle.
Üstelik kıyaslamak gibi olmasın Ayşe tanıyıp tanıdığı her kadından buna Leyla da dahil on gömlek daha dikkat çekici bir güzelliğe sahipti. Sırf yüzü de değil boyu pos endamı bir bakana tekrar baktıracak cinstendi. Masa tenisi, voleybol, basket ondan soruluyordu.
İnsanın acıyan yeri ile acıkan yeri farklı der büyükler.
Hızlıca kıydıkları nikah sonrası tüm acılarına inat her açlığı giderildiğinde tekrardan güler olmuştu Murat.
Apartmanın kapısına geldiğinde derin bir nefes aldı. Kireç tutmuş, paslanmış, yıllanmış sızıları ile gününü ziyan etmeye niyeti yoktu. Giden gitmiştir gibi tiratlar söyleyecek kadar bile hayatına gelmemiş bir kadın için hiç hem de.
Dinç adımları ile ikişer üçer tükettiği merdivenlerden sonra cebinden çıkardığı anahtarı ile kapıyı araladı.
Şanslıysa karısını kulağında kulaklık, kıvrak hareketlerle dans ederek kahvaltı hazırlarken yakalayabilir, o çocuksu neşesinden kendine pay koparabilirdi.
Maalesef izlendiğini fark ettiği anda utanıp eğlencesine son vermek gibi kötü bir huyu vardı karısının. Ölümüne baştan çıkarıcı gözüktüğünü kaç kez söylediyse de o kendini komik buluyor ve ne kadar ısrar ederse etsin kendine has dansını esirgiyordu.
Bu nedenle tıpkı bir casus hassasiyetiyle karısını gafil avlamak son zamanlarının en büyük eğlencesi olmuştu genç adamın.
Nitekim karısının mırıl mırıl eşlik ettiği şarkı kulağına iliştiğinde yüzü aydınlandı.
“Bir barışır karam bi küsersin.”
Daha karısını görmeden teni karıncalanmaya başlamıştı bile. Mutfakta değil ütü odasındaydı kadın. Adım adım duyduğu sese ilerledi.
“Beni böyle divane edersin.”
Omzunu kapının pervazına yaslayıp kollarını bağlayarak gözünün önündeki şöleni hayranlıkla izledi. Karısı sepete yığdığı havluları tek tek rafa katlıyor öte yandan gerdan kırıp kalçasını kıvırmayı ihmal etmiyordu.
“Kömür gözler, ya bal dudaklar.”
“Ne bu endam, cilve bu nazlar.”
Son havluyu da yerine yerleştirip kapıya döndüğü anda yerinde zıpladı.
“Hii!!!”
Kulaklığı çıkarıp kocasına azarlamaya niyetlenirken odayı müzik sesi doldurdu.
“O dudaklar helalim haktır.”
Daha tek kelime bile edememişti ki kocası hafif terden nemlenmiş kollarını, sporcu atletinin örtemediği incecik beline doladı.
“Ben de canım, bana da günahtır.”
Tepesinden topuz yaptığı saçlarının açıkta bıraktığı boynuna burnunu sürerek kulağına üflediği sözler çoktan kadının kanını da ateşlemişti. Yine de kendini korkuttuğu için önden bir kaç bir şey söylemek istiyordu ki kocası arzudan boğuklaşmış sesiyle şarkıya devam etti.
“Al artık koynuna beni karam.”
Öfkesinden eser kalmayan kadın nazlanarak omzunu çekti.
“Muraat yine korkuttun beni.”
Adamın bu siteme cevap vermekten daha önemli işleri vardı. Kadının kum saati gibi belirgin hatlı bedenini iyice gövdesine yaslayıp boynuna ıslak imzasını atmak gibi ciddi işler.
Öte yandan ritimden uzak bir söyleyişle eşlik ettiği şarkı nihayet son bulduğunda bir nefes uzağındaki karısının gözlerine baktı.
“Gel artık insafa be karam”
“İnsafsız sana benzer, her defasında bile bile korkutuyorsun. Bi gün aklımı alırsan hiç şaşırma.”
Adam çapkınca gülümsedi.
“Ben senin aklını başından almamış mıyım hala?”
Ayakları yerden iyice kesilen kadın gözlerini kaçırarak mırıldandı.
“Onu mu söylüyorum ben şimdi?”
Dudaklarını büke büke sarf ettiği sözler asıl kocasında akıl bırakmamıştı.
“Hmm ya neyi söylüyormuşsun?
Açıkçası neyi söylediğini kendi de unutacak hale gelmişti ama yine de konuşmak için dudaklarını araladığında kelimeleri ağzında hapis kaldı.
Bitmez bir iştahla karısının bal dudakları ile arasındaki nefeslik mesafeyi kapayan kocası bu kez ayaklarını madden de yerden keserek kucağına aldığında hızla kollarını boynuna doladı kadın.
Şu an aralarına ne yumurtlama takvimi girebilirdi ne doktorun verdiği birleşme günleri. Zaten kendisi duralım dese kocası duracak gibi değildi.
Bir defasında söyleyecek olmuştu ama kocası “karımı ne zaman s.eceğime doktor mu karar veriyor” deyip utançtan yerin dibine sokmuştu kadını.
Pis ağızlı bir adam değildi Murat. Sadece bu konularda pek dur durak tanımıyordu. Şikayetçi de değildi aslında.
Evlenirken beni istemezse ne yaparım diye çok korkmuştu. Aşk evliliği olmadığını konuşmuşlardı zaten.
İsimlere takılan bir kadın hiç olmamıştı. Aşk yoksa tutku vardı. Sadakat, şefkat vardı. Huzur ve güven vardı.
Tek eksik yavrularıydı. O da biraz doktor sözü dinleseler bekletmeden gelecek gibiydi ama...
Sırtı yatakla buluşup zaten az sayıdaki kıyafetleri tek tek üzerlerini terk ettiğinde belki bu sefer olur diye düşünmekten kendini alamadı.