Sabaha doğru gün doğmak üzereyken evden çıkıp Kamer’i bıraktığı sokağa gelip beklemeye başladı. Onu bir kez daha görmeyi umuyordu. Evden ne zaman çıkacağını bilmediğinden erkenden gelip beklemek istemişti. Beklerken de sadece onu düşünüyordu. Neden bu kadar kafayı taktığını da anlamamıştı. ‘’Kamer.’’ diye birkaç kez ismini tekrarladı. Bu ismi ilk defa duymuştu. Biraz değişik gelmişti anlamını merak edip telefonundan internete girip ne olduğuna baktı.
Anlamının ‘Ay’ demek olduğu yazıyordu. İsminin anlamını taşıyordu. Ayın on dördü gibiydi. Deren aklına gelen düşüncelerden kaçmak için telefonu yandaki koltuğun üzerine bıraktı ve başını direksiyona dayadı. Neden bu haldeydi bir türlü anlayamıyordu!
Saatler geçip şehir uyanmaya başladığında çok geçmeden üç katlı o evin kapısı açıldı ve dışarı çıkan arabayı gördü. Araba yanından geçerken içindeki genç kızı fark etti. Oyalanmadan arabasını çalıştırıp belli bir mesafeden takip etmeye başladı.
Şehrin yollarını geçip gittiler ve en sonunda kardeşinin okuduğu üniversitenin önünde durdular. Kamer arabadan indiğinde şoför koltuğunda oturanla bir şeyler konuşuyordu. En sonunda kapıyı kapatıp üniversitenin girişine doğru ilerledi. Kolu hala sargılıydı ama artık boynundan asılı değildi. Yürürken başı yine öne eğikti. Üzerindeki yeşil elbisesinin eteği adımlarıyla dans ediyordu. İçeri girdiğinde onu bekleyen araba uzaklaşıp gitti.
Deren diğer araba gibi uzaklaşıp gidemedi. Olduğu yerde beklemeye devam etti. Bu kızın kim olduğunu öğrenmeden rahatlayamayacaktı. Onu buraya getiren kimdi? Babası olacak kadar yaşlı değildi. Önde yanına oturduğuna göre şoförü olamazdı. Ağabeyi miydi yoksa kocası mı? Evli olamazdı değil mi? Henüz üniversite okuyordu. Gerçi bu evlenmesine engel değildi. Bu düşünceyle çok rahatsız olmuştu. Arabanın camına vurulduğunda düşünceleri anında dağıldı ve camı indirip gelene baktı.
‘’Hayırdır, Burak bitti sen mi başladın takip etmeye?’’
Kardeşinin sözleriyle güldü. ‘’Rahat yok kızım sana. Attığın her adımı bileceğim.’’
Azra olduğu yerde eğilip arabanın açık camına kollarını dayadı. ‘’Sabah erken çıkmışsın, şimdi buradasın. Neler oluyor dökül bakalım. Bu beni takip etme işi değil.’’
‘’Seni ilgilendirmez.’’ dedi Deren. Kardeşine hesap verecek değildi. Ayrıca ne diyecekti ki bir kız gördüm aklımdan çıkaramıyorum, onu takip ediyorum mu? Sonra dilinden kurtulamazdı.
‘’Sen bir işler çeviriyorsun ama elbet öğrenirim ne olduğunu. Dua et şimdi derse yetişmem gerek de uğraşamayacağım.’’
Ağabeyini ardında bırakan Azra üniversite binasına girdi. Dersi işleyeceği sınıfa ilerlerken ‘’Günaydın.’’ diyen sesle adımlarını durdurdu. Yüzünde istemsiz bir gülümseme belirmişti.
‘’Günaydın.’’
Yunus yanına geldiğinde yuvarlak çerçeveli gözlüklerini düzeltti. ‘’Dersin bugün kaçta bitiyor? Çıkışta ders çalışmak için kütüphaneye gidecektim, gelmek ister misin?’’
‘’Bugün tek dersim var. Sonrasında gidebiliriz.’’ Büyüdüğü aile, yaşadığı hayat göz önüne alınınca kütüphaneye gitmek pek ona göre değildi ama karşısındakiyle birlikte vakit geçirmekten hoşlanıyordu.
‘’O zaman görüşürüz.’’ diyen Yunus ile ayrılıp farklı sınıflara doğru ilerlediler.
Ders bittikten sonra tekrar buluşup okulun kütüphanesine ilerlediler. Ders çalışmaya başladıklarında Azra yine matematik çalışıyordu ve takıldığı sorularda Yunus’tan yardım alıyordu. Bu konuda fazla iyiydi.
Sorunun çözümünü anlatırken biraz fazla yaklaşmıştı. Kıvırcık saçları yüzünü kapatıyordu ama yine de yakışıklılığını gizleyemiyordu. İnsanı kendine çeken garip bir enerjisi vardı ve o da bu enerjiye kapılmıştı.
‘’Anlayabildin mi tekrar anlatayım mı?’’ diye sordu genç adam.
Azra düşüncelerini hızlıca kovarak ‘’Anladım.’’ dedi.
‘’Sınava az kaldı. Gireceksin değil mi? Vazgeçmedin.’’ Genç adam Azra’nın varlıklı bir aileden geldiğini biliyordu ve sınava girme isteğini başlarda heves olarak görse de sonrasında kararlılığıyla bu düşüncelerinden kurtulmuştu.
‘’Vazgeçmedim.’’
Tekrar önlerindeki kitaplara dönüp çalışmaya devam ettiler. Azra sorularla boğuşurken yanındaki birden elini tutunca nefesi durdu. ‘’Yanlış formülü kullanıyorsun.’’ Elini bırakmadan kalemi kavradı ve doğru olan formülü boş yere yazdırdı. ‘’Doğru formül bu. Bak, yanlış çözdüğün bütün sorularda aynı hatayı yapmışsın.’’
‘’Ama bu formül de kullanılıyordu.’’
‘’Hayır, kullanılmıyordu.’’ diyerek güldü genç adam. ‘’Bu tür sorularda da hiçbir zaman kullanılmadı.’’
Azra kalemi kitabın üzerine bıraktı ve iç çekti. ‘’Bu sınavı kazanamayacağım ve buna sevinecek üç kişi tanıyorum. Sinir bozucu.’’ Karan erkeklerinden bazen nefret ediyordu.
‘’Kazanacaksın, düşünme böyle.’’ Kolundaki saate baktı. ‘’Kaç saattir buradayız. Bence artık bitirelim.’’
‘’Olur. Yoksa bu sayıların içinde boğulacağım.’’
İkisi de kitaplarını toplayıp kütüphaneden dışarı çıktı. ‘’Eve gitmeyeceksen, yemek yiyelim mi?’’ Azra genç adamın teklifine hayır diyemedi. Zaten ona karşı koyma konusunda pek iyi değildi.
Üniversitenin dışına çıktıklarında ağabeyini hala aynı yerde beklerken gördü. ‘’Bir dakika bekler misin? Geliyorum hemen.’’ dedi yanındakine ve park halindeki arabaya doğru ilerledi.
Arabanın kapısını açıp ağabeyine baktı. ‘’Gerçekten ne derdin var?’’
‘’Sanane kızım. Hem kim o yanındaki lavuk?’’
‘’Düzgün konuş. Kırmayayım çeneni.’’ Azra elindeki kitapları araba koltuğuna bıraktı. ‘’Şunları da giderken eve götür, taşımayayım elimde.’’
‘’Sen nereye hayırdır?’’
‘’Arkadaşımla yemek yiyeceğim.’’ Azra kapıyı kapatacakken ağabeyinin konuşmasını duydu.
‘’Dua et işim var yoksa gösterirdim sana yemeği. Yanında gezdirdiklerine dikkat et beni yorma.’’
‘’Kapa çeneni ağabey.’’ diyerek kapıyı sertçe kapadı.
Bekleyen arkadaşının yanına gitti. ‘’Gidebiliriz.’’ dediğinde yan yana yürümeye başladılar.
‘’Arkadaşın mıydı?’’ diye sordu Yunus. Aslında öğrenmek istediği sevgilisi olup olmadığıydı. Bunu hiç sormamıştı. Sormaya da cesaret edememişti. Sormak da isterdi ama konu o tarafa kayınca dili tutuluyordu.
Azra soruyu rahatlıkla cevapladı. ‘’Baş belası ağabeyim.’’
Bir kafeye girip yiyecek bir şeyler sipariş verdiler ve havadan sudan konuşmaya başladılar. Genç kız karşısındakinin söyledikleriyle gülüyordu ve diğeri bu gülümsemeyle kalbinde çiçekler yeşertiyordu. Aşk kalplerini çoktan bağlamıştı ama farkında değillerdi.
‘’Okul bitince sen ne yapacaksın?’’
Genç kızın sorusuna hiç düşünmeden cevap verdi. ‘’Yüksek lisans yapmak istiyorum.’’
‘’Yaparsın. Fazlasıyla zekisin.’’
‘’Peki sen? Hala bir köy okuluna gitme konusunda kararlı mısın?’’ Nedense bu düşünceyi pek sevememişti. Azra’nın gitmesi demek onu bir daha görememesi demekti.
‘’Evet ama babam sınava gireceğimi bilmiyor. Eğer, kazanabilirsem öğrendiğinde kıyamet kopacak.’’ Babası tepki gösterirdi de dedesini düşünmek bile istemiyordu. Canına okurdu. Başkasının emrinde çalışamazsın deyip dururdu. Gizlice gidemez miydi?
‘’Neden ki? Sınavı kazanmak kolay değil, gurur duyması gerekmez mi?’’
Genç kız tebessüm etti. ‘’Derin mevzular, boş ver.’’ Babasının uğraştığı işleri anlatamazdı.
Onlar yemeklerini yemeye devam ederken Deren hala aynı yerde bekliyordu. Sonunda Kamer’in çıktığını gördü. Başı yine öne eğik yürüyordu. Bu kız neden hiç etrafına bakmıyordu?
Kaldırımda yürümeye devam ettiğinde arabadan inip arkasından gitti. ‘’Merhaba.’’ dediğinde genç kız duraksayıp bir an yüzüne baktı ama sonrasında yine başını öne eğip hızlı adımlarla yürümeye devam etti. ‘’Kolun nasıl oldu?’’ diye sordu ama cevap alamadı.
Deren bu defa sessizce yanında yürümeye devam etti. Bir süre sonra genç kız adımlarını durdurdu. ‘’Neden takip ediyorsun?’’ dediğinde mavi gözlerini karşısındakinin yüzüne çevirmişti.
‘’Sadece nasıl olduğunu merak ettim.’’
‘’İyiyim. Şimdi git.’’ tekrar yürümeye başladı ama genç adam gitmek yerine takip etmeye devam etti. Vazgeçme niyetinde değildi. Bunu yaparsa pişman olacağını biliyordu.
Bir süre daha yürüdüklerinde genç kız bu defa durduğunda öfkeliydi. ‘’Sapık gibi ne diye takıldın peşime. Şimdi avazım çıktığı kadar bağırıp milleti toplayacağım tepene göreceksin.’’
Öfkesi diğerine tatlı gelmişti. Yüzünde bir gülümseme belirdi. ‘’Sapık demeyelim de seni merak eden biri diyelim, olmaz mı?’’
‘’Olmaz.’’ dedi hiç düşünmeden. ‘’Tanımadığın bir kızı takip ediyorsan sapıksındır.’’
‘’İsmini biliyorum, yaşadığın evi biliyorum kötü gününde yanındaydım. Bence seni tanıdığım için sapık diyemezsin.’’
‘’Bela mısın? Gitsene.’’
‘’Gidemem.’’ Deren gözlerini genç kızın yüzünden ayıramıyordu. O konuştukça kalbi hızlı hızlı atıyordu. Elini karşısındakine uzattı. ‘’Bir kez daha tanışalım mı?’’
Genç kız gözlerini devirerek arkasını dönüp yürümeye devam etti. Diğeri de pes etmeden arkasından yürüdü. Elbet inadı bir yerde kırılacaktı.
Kamer arkasından geldiğini fark ettiğinde sinirle ‘’Pis sapık.’’ diye bağırarak elindeki çantayı genç adamın kafasına indirdi. Çantanın demir tokasındaki ince parça Deren’in kaşını boydan boya yarıp geçti. Gelen acıyla eli kan akan kaşına gitti.
‘’Bir sapık diye dayak yemediğim kalmıştı.’’ diyen genç adamla diğeri gülmeye başladı.
‘’Özür dilerim.’’ diyordu ama hala gülüyordu. Onun gülmesi bile Deren’in acısını silip götürmüştü ama öyle kolay peşini bırakmaya niyeti yoktu.
‘’Sanırım kafa travması geçiriyorum.’’ diyerek olduğu yerde sendeledi ve yol kenarında duran banka oturdu. ‘’Kesin öleceğim.’’
O kadar iyi rol yapıyordu ki Kamer gerçekten zarar verdiğine inanmıştı ve kalbi korkuyla dolmuştu. Az önceki gülümsemesi anında silindi. ‘’Şu ileride sağlık ocağı var. Oraya gidelim mi?’’
‘’Yürüyemem. Başım dönüyor.’’
‘’Yardım ederim.’’ Genç adam yalanını hiç bozmadan genç kıza elini uzattı. Eline dokunan parmakların sıcaklığıyla gerçekten düşüp bayılacakmış gibi hissediyordu. Tuttuğu elle birlikte ayağa kalktı ve koluna girmesini bekledi.
Birlikte yürümeye başladıklarında kalbi her zamankinden daha hızlı atmaya başlamıştı. Birazda elleri terlemişti. Sağlık ocağına girdiklerinde doktor alnındaki yaraya baktı. Dikiş bile gerektirmeyecek kadar yüzeyseldi. ‘’Ciddi bir şey değil ama isterseniz pansuman yapılsın.’’ dedi.
‘’Başım dönüyor diyordu ama.’’ Genç kızın sözleriyle Doktor, Deren’e baktı. Anlamıştı anlayacağını.
‘’Onun baş dönmesi aldığı darbeden değil. Biraz temiz hava alsın geçer.’’
‘’İyi mi yani? Ölmeyecek mi?’’
‘’Yok, ölmeyecek.’’ Doktorun sesi biraz imalı çıkmıştı ama genç adam bozuntuya vermedi. Ne vardı sanki biraz yalan söylediyse! Kamer’e yaklaşamıyordu ki başka türlü. Gitmesine izin de veremiyordu.
Sağlık ocağından çıktıklarında Kamer, Deren’e bakıyordu. ‘’Yalan söyledin değil mi?’’
‘’Doktor anlamadıysa ben ne yapayım!’’ dedi ama pek işe yaramadı.
‘’Hâlâ yalan söylüyorsun.’’
‘’İyi tamam, yalan söyledim ama sen de yaklaştırmıyordun yanına.’’ Ne diye takılmıştı ki bu kıza bu kadar! Bırakıp gidemiyordu işte.
‘’Çok mu önemli? Tanımıyoruz bile birbirimizi.’’
‘’Tanışalım demiştim.’’ Bir ümit yine elini uzattı. ‘’Ben Deren az önce öldürmek istediğin sapık.’’ dediğinde diğeri gülmemek için kendini tutmaya çalıştı ama pek başaramadı. Sonunda uzanan eli tuttu.
‘’Kamer. Tanıştığımıza göre artık gidebilirsin.’’
‘’Eve bırakayım. Böylece vurmanı affettirmiş olursun.’’ Yüzüne acı çeken bir ifade yerleştirdi ama artık bu numarasına kanmayacağını biliyordu.
‘’Kendimi affettirmek istesem benim seni eve bırakmam gerekir. Sen beni bırakınca nasıl beni affetmiş oluyorsun?’’
Sözlerine Deren’de güldü. ‘’O kadarda erkeklik gururumuz olsun kızım. Kafama geçirdin zaten çantayı, çizme daha fazla karizmamı.’’
Sözlerinin karşılığında gelen kahkahayla sanki günü iyice aydınlanmıştı. ‘’Teşekkür ederim ama eve kendim gidebilirim.’’
‘’İlla yalvartacaksın değil mi?’’
‘’Yalvartmak için değil gerçekten ölme diye teklifini geri çeviriyorum.’’ Esen rüzgar alnına dökülmüş kaküllerini havalandırdı. ‘’Yarın dersim öğlene kadar.’’ dedikten sonra arkasını dönüp hızla uzaklaştı.
Deren son sözlerden sonra yüzünde şapşal bir gülümsemeyle olduğu yerde kalmıştı. Bu üstü kapalı bir davetti ve şimdiden yarına kadar nasıl sabredeceğini bilmiyordu.