Annesi uyandırmasa muhtemelen sabaha kadar uyurdu ama misafirler gelmişti ve hep beraber yemek yiyeceklerdi. Üzerindeki kıyafetleri değişip tamamen ayılabilmek için yüzünü yıkadı. Odadan çıkmadan kardeşine aldığı mezuniyet hediyesini çekmeceden çıkardı. Bir süredir istediği bir cep telefonu vardı. Henüz ülkede satışa sunulmamıştı ve alabilmek için bekliyordu. Biraz uğraştırmıştı ama yurtdışından getirtmeyi başarmıştı.
İlk önce yemek odasına gitti ve elindekini kardeşinin oturacağı yere bıraktı. Sonrasında salona geçti. Dedesinin ve babaannesinin elini öptü. Yastıkların arasına gömülmüş oturan kardeşinin yanına geçti. ‘’Mektubu alabildin mi?’’ diye fısıldadı Azra.
‘’Burak bakıyor.’’
‘’Dedenize o kadar dedim o arabayı alma diye dinlemedi beni. Neredeyse torunumdan olacaktım.’’ Azra babaannesinin sözleriyle gülümsedi.
‘’Arabanın ne suçu var? Benim dikkatsizliğim. Çok hızlıydım, ışıklara da dikkat etmedim ve telefonla konuşuyordum. Yapmamam gereken her şeyi bir arada yapınca kaza kaçınılmaz oldu işte.’’
‘’Bir dahakine dikkat edersin olur biter.’’ Dedesi diğerlerinin aksine fazla rahattı. Onun için ölmedikçe sıkıntı yoktu.
‘’Hadi yemeğe geçelim.’’ diyen Alev ile hep beraber yemek odasına geçtiler. Azra oturmak için sandalyeyi çekince üzerinde duran telefon kutusuyla çığlık atarak kutuyu eline aldı.
‘’Kızım, ne diye bağırıyorsun durduk yere?’’ diyen annesine cevap vermedi. Bakışları ağabeyine çevrildi. Bu telefonu almak istediğini bilen tek kişi oydu. ‘’Sen, bir tanesin.’’ diyerek ağabeyinin yanına gitti ve sıkıca sarıldı. ‘’Teşekkür ederim.’’
Deren kardeşinin sarılmasına karşılık verdi. ‘’Mezuniyet hediyen için aklıma ilk gelen buydu.’’
Yemek için yerlerine oturduklarında hâlâ telefonla uğraşıyordu. ‘’Kızım, şu telefonu bırak da biraz yüzümüze bak.’’ diyen babasıyla istemese de telefonu elinden bırakmak zorunda kaldı.
Azra ailesinin kendisi için bir araya geldiğini biliyordu. Mezun olduğu için hepsi seviniyordu ama hâlâ sınava gireceğini söyleyememişti. Söylerse gelecek tepkileri biliyordu özellikle de dedesinden. En iyisi gizlice girip sonuca göre ilerlemekti.
Yemek masasından kalkıp salona geçtiklerinde sohbetlerine devam ediyorlardı. Annesi bir ara yanlarından gidip elinde bir dosyayla geri geldi. Kocasının yanına oturduğunda Derin karısının elindekini alıp kızına uzattı. ‘’Bu da annenle benim sana hediyemiz. Beğenir misin bilmiyorum. Fikir annene aitti. Maddi olarak her şeye sahip olduğun için biraz farklı bir hediye olsun istedi.’’
Azra babasının uzattığı dosyayı alıp içindekine baktı. Adına bin adet fidan dikilmişti ve onun sertifikasıydı. ‘’Bu muhteşem. Çok teşekkür ederim.’’ İkisine de aynı anda sarıldı. ‘’Siz dünyanın en iyi anne babasısınız.’’
‘’Sen de dünyanın en tatlı, en güzel kızısın.’’ dedi babası.
"Unutmadan, halan da hediye olarak çok sevdiğin bakım merkezinin bir yıllık ücretini karşıladığını söyledi. İstediğin zaman gidip keyfini çıkar." diyen annesi araya girdi. Bu gece Azra'nın mutluluk üstüne mutluluk yaşadığı bir gece olmuştu.
Tekrar geri oturduğunda babaannesi bir dosya uzattı. ‘’Bu da dedenle benim hediyem.’’ Azra dosyayı aldığında içindeki tapuyla gözleri büyüdü. Birçok şeye sahip olabilirdi ama ilk defa tamamen kendine ait bir evi olmuştu.
‘’Teşekkür ederim.’’ Dedesinin karakterini bildiği için önce elini öptü ama sonrasında yaşlılıkla kırışmış yanaklarından sulu sulu öptü. ‘’Sen dedelerin şahısın şahı.’’ dediğinde Cemal Bey keyfi yerinde gülüyordu.
Babaannesine hep yaptığı gibi sıkıca sarıldı. ‘’Teşekkür ederim.’’
Efsun Hanım torununun kulağına fısıldadı. ‘’O evi halan gibi içine erkek atmak için kullanma bozuşuruz. Kendisi ilk aldığı evi bu amaç için kullanınca deden biraz el atmak zorunda kalmıştı.’’
‘’Dedeme yakalanmamak için aklımda tutarım.’’ dediğinde poposuna bir şaplak yedi.
Geceyi güle eğlene bitirdiklerinde misafirleri gidince Alev ile Derin odalarına çekilmişti, Azra ise ağrıları arttığı için bahçedeki koltuklara yatmıştı. Hava o kadar güzeldi ki odasına kapanmak istememişti ve tabi bu güzel havanın keyfini tek çıkarmamak için sevgilisiyle telefonda konuşuyordu.
O telefonla konuşurken ağabeyinin evden çıktığını gördü. Bahçenin giriş kapısına ilerlerken dışarıda bir araba durdu ve içinden Burak indi.
İki genç adam karşı karşıya geldiklerinde Burak elindeki kitabı uzattı. Deren kitabı alıp kardeşinin olduğu yere ilerledi. Mektubu çıkardığında kitabı ortadaki küçük masanın üzerine bıraktı. Oturmak istememişti. Kardeşinden biraz uzaklaşıp kağıdın katını açtı ve yazanları okumaya başladı.
Okuduğu her satırda nefes almakta zorlanıyordu. Sevdiği, aşık olduğu kadın bunca zamandır yalan söylemişti. Bir başkasıyla evleneceğini bile bile onunla olmaya devam etmişti.
Gözünden akan bir damla yaşı sildi. Sevmekten başka hiçbir şey yapmamıştı. Bunu hak etmemişti. Kağıdı buruşturup yere attığında dudaklarından öfkesi ve acısıyla harmanlanmış bir feryat çıktı. Belindeki silahı eline geçmişti ama kime sıkacağını bilmiyordu.
Sonunda silahı beline geri koydu ve kardeşinin karşısında duran tekli bahçe koltuğunu tutup kaldırarak bir köşeye fırlattı. Nereye saldıracağını şaşırmış haldeydi.
"Ağabey!" diyen Azra telefonu kapatıp yattığı yerden kalktı. Ağabeyi delirmiş haldeydi. Yere fırlattığı kağıdı alıp yazanları okudu. Okudukça gözleri büyüdü. Kamer başkasıyla mı nişanlanmıştı?
"Bunun hesabını onlara soracağım!" Deren gitmek üzereyken karşısına geçip engel oldu.
"Ağabey, dur!"
"Neden durayım? Sevdim ulan sevdim. Başkasıyla evleneceğini bile bile yüzüme nasıl bakıp beni sevdiğini söyleyebildi!"
‘’Olmaz, böyle gitmene izin veremem.’’ Genç kız ağabeyinin karşısında durmuş gitmesine engel olmaya çalışıyordu. İzin verirse gidip o evi basardı ve karşılıklı silahlar çekilirdi. ‘’Lütfen, dur!’’
‘’Gözümün içine bakarak sevdiğini söylüyordu. Bu nasıl sevgi?’’ Deren hissettiği acıdan mantıklı düşünemiyordu. Öfkesi ruhunu tamamen ele geçirmişti ve hareketlerini yönlendiriyordu. Belindeki silahı bir kez daha eline geçti. ‘’Hiçbirini sağ bırakmayacağım.’’
Azra silahın önüne geçti. ‘’Rahatlayacaksan bana sık ama gitmene izin vermem. Gidersen, tek başına o evden sağ çıkamazsın. Ailesinin nasıl insanlar olduğunu gördüm.’’ Silah tutan eli indirip ağabeyine sarıldı. ‘’Ağabey, Kamer’in yaptığı doğru demiyorum ama onun rızası olduğunu sanmıyorum. Ne babası ne de ağabeyleri bu konuda ona söz hakkı tanımamışlardır ki mektupta da başkasıyla evlenmek zorunda olsam da kalbim sana ait yazmış. Çok öfkelisin, canın yanıyor ve mantıklı düşünemiyorsun.’’
Genç adamın elindeki silah yere düştüğünde gözünden birkaç damla yaş süzüldü. ‘’Sadece sevmiştim ve onu mutlu etmek için her şeyi yapmıştım. Karşılığı böyle olmamalıydı. Mecbur kalsa bile söylemeliydi. O zaman birlikte bir çaresini bulurduk.’’
‘’Korkmuştur. Onu da anla.’’
Deren kardeşinin kollarından geri çekildi. ‘’Neyini anlayayım? Yaptığının mantıklı tek bir yanı yok.’’ Kardeşinin engel olmasına aldırış etmeden silahını tekrar beline yerleştirip evden çıkıp gitti.
Azra, vakit kaybetmeden Burak’ı aradı. ‘’Ağabeyimin peşine takıl. Başına iş açacak, engel ol.’’
‘’Tamam.’’
Telefonu kapattığında ne yapacağını bilmiyordu. Babasına haber vermeli miydi? O zamanda işler iyice karışacaktı. Burak’a güvenmeye karar verdi ve beklemeye başladı.
Deren olacakları düşünmeyi bırakmıştı. Tamamen acıyla harmanlanmış öfkesiyle hareket ediyordu. Gittiği ilk yer Kamer’in evi oldu. Üç katlı evin bütün ışıkları kapalıydı. Kapıyı defalarca yumrukladı, zile bastı ama açan yoktu. Delirmiş gibi hareket ederken Burak yanına geldi. ‘’Ağabey!’’ diyerek engel olmaya çalıştı.
‘’Haşmet beylere mi baktınız?’’ diye bir ses duydular. Birkaç ev ötede oturan adam geç vakit evine dönüyordu.
‘’Evet, tanıyor musunuz? Neredeler?’’ dedi Deren.
‘’Düğünleri vardı. Memlekete gittiler. Bizi de davet ettiler ama o kadar uzağa nasıl gidelim?’’ Adam daha fazla konuşmadan evine doğru yürüyüp gitti.
Düğün sözüyle yumrukladığı kapının önüne yığılıp kaldı. Mektupta sadece nişanlandığını yazmıştı ama düğünle ilgili hiçbir şey yazmıyordu. Sevdiği kadın gerçekten başkasıyla mı evlenecekti?
‘’Ağabey, hadi eve götüreyim seni.’’
‘’Rahat bırak beni.’’ Burak’ı ardında bırakıp yola çıktı ve bulduğu ilk yere girip içmeye başladı. Kalbindeki acıyı nasıl geçireceğini bilmiyordu. Dokunmaya kıyamadığı kadın bir ömür başka adamın kollarında olacaktı. Artık öfkesi dinmiş yerini saf acıya bırakmıştı çünkü içten içe biliyordu ki ne kadar kızarsa kızsın Kamer ailesine karşı gelebilecek biri değildi. Onlara karşı olan korkusu tamamen boyun eğmesini sağlıyordu. O gün okulun önündeki adam gerçekten ağabeyi miydi yoksa evleneceği adam mıydı? Düşündükçe delirecek gibi oluyordu.
İçkiye tamamen sarılmış haldeyken Burak yine yanına gelmişti. ‘’Ne diye dolaşıp duruyorsun peşimde?’’ diye bağırdı. ‘’Rahat bıraksana.’’
‘’Kardeşinin emri ama kardeşin emretmese de bu halde tek bırakmam. Madem sağ kolunum her anında yanında olmam gerekir değil mi?’’ Burak ile üniversiteden arkadaşlardı. Deren’in uğraştığı işleri az çok anladığında dahil olmak istemişti ve arkadaşlıkları işe dökülmüştü. Babasının yaptırdığı tüm işlerde yanındaydı. Kendisinden bir yaş küçük olduğu için de ağabey deyip duruyordu. Deren’in boşalan bardağını içkiyle doldurdu. ‘’Mesele anladığım kadarıyla Kamer ile ilgili. Rahatlayacaksan istediğin kadar içip sarhoş ol. Ben yanındayım.’’
‘’Başkasıyla evleniyormuş.’’ dediğinde bardağındaki içkiyi tek dikişte içti.
Sözlerine şaşıran Burak sessizce bardağı tekrar doldurdu. İçki etkisini göstermeye başlamıştı. ‘’Bana bul.’’ dediğinde eli Burak’ın yakasını kavradı. ‘’Ne zaman, nerede evlenecek, kiminle evlenecek bana öğren.’’
‘’Öğreniriz.’’ Patronunun bardağını tekrar doldurdu. ‘’Öğrenmek kolayda sonrasında ne olacak?’’
‘’Bilmiyorum.’’ dedi genç adam içkisini içerken. Yumruk halindeki elini kalbine iki kez vurdu. ‘’Burası ne diyor bilmiyorum. Sadece acısını hissediyorum.’’ Sonrasında o yumruğu başına vurdu. ‘’Burası da sadece öfkeli.’’
Durmadan içti. Tamamen sarhoş olup kendini unutana kadar içti. Ayakta duramayacak hale geldiğinde Burak alıp eve getirdi. Derin’in görmemesi için Azra’yı arayıp yardım istedi. Birlikte sessizce odasına taşıyıp yatırdılar.
Genç kız ağabeyinin üzerini örterken Burak’a baktı. ‘’Teşekkür ederim.’’
‘’İşim bu.’’ dese de bunu sadece işi olduğu için yapmamıştı. Deren’i bir dost olarak seviyordu ve onun için her türlü belaya gözü kapalı yürürdü. Ne kadar patronu olsa da Deren’in de kendisi için aynısını yapacağını biliyordu.
Yatağında sızmış halde bir gün boyunca yattı. Anne ve babası bu durumu üç gün boyunca aralıksız çalıştığı için yorgunluktan yaptığını düşünmüşlerdi ve kızları da gerçeği anlatmamıştı.
Ertesi akşam kendine geldiğinde ilk ana göre düşünceleri biraz daha netti. Yataktan doğrularak oturduğunda başındaki ağrı zorluyordu. Başucundaki komodinin üzerindekileri görünce yüzüne bir tebessüm yerleşti. Kahveyle dolu bir bardak termos vardı. Yanına su ve ağrı kesici bırakılmıştı bir de buruşturup attığı o mektup. Kardeşi yine yapmıştı yapacağını.
Ağrı kesiciyi içtiğinde termos bardaktan birkaç yudum aldı. Hâlâ sıcaktı. Mektubu da tekrar tekrar okudu. Her okuduğunda kelimelerin arasına gizlenmiş korkuyu, çaresizliği daha net görüyordu. Açıkça sevgisini de yazmıştı, gitmek zorunda olduğunu da. Ondan nasıl vazgeçeceğini bilmiyordu. Onsuz bir hayat demek karanlıkta kaybolmak demekti. Hayatına doğan ayıydı, ışık kaynağıydı ve şimdi bir başkasının olacaktı. Ya düğün olmuşsa? Kazaydı, işlerdi derken bu mektup eline geç ulaşmıştı. Ya onu sonsuza dek kaybettiyse?
Düşünceler arasında boğulurken nefes alabilmek için bahçeye çıktı. Sigara üstüne sigara içerken kardeşi yanına geldi. ‘’İyi misin?’’ diye sorduğunda sadece başını olumsuz yönde salladı. Telefonu çaldığında Burak arıyordu.
‘’Söyle Burak.’’ dedi.
‘’Ağabey, düğün yarın akşam. Yerini de öğrendim.’’
Sözlerle hissettiği rahatlama mıydı yoksa daha fazla acı mıydı? Derin bir nefes aldığında ne yapmak istediğini biliyordu. ‘’Burak, çocukları topla. Gidiyoruz.’’
Telefonu kapattığında kardeşi bakışlarını yüzüne sabitlemişti. ‘’Vazgeçmeyeceksin değil mi?’’ dedi anlayışla.
‘’Vazgeçemem.’’
Azra’nın eli ağabeyinin göğsünün üst tarafındaki bir noktaya kondu. ‘’Burada bir kurşun izi var. Nasıl olduğunu hatırlıyor musun?’’ dediğinde Deren hiç düşünmeden ‘’Hatırlamıyorum.’’ dedi ama bu yalandı.
‘’Hayır, hatırlıyorsun. Eve baskın olduğunda kurşunların arasında elimde silah çırpınıp duruyordum. Kendimi koruma konusunda o zamanlar çok iyi değildim ve biraz korkmuştum. Sonra karşımda bir adam belirmişti. Silahın ucu bana dönüktü. Sen kendini bana siper etmiştin. Sonrasında babam kurşunu bedeninden çıkarırken bana belli etmemek için acını ustaca maskelemiştin. O an kendime dedim ki; Azra, bu hayatta ne yaşarsan yaşa ama sakın korkma. Senin Deren gibi bir ağabeyin oldukça hiçbir kötülük sana zarar veremez.’’ Ağabeyinin elini avuçları içine aldı. ‘’Sana gitme desem de beni dinlemezsin biliyorum ama beni koruduğun gibi kendini de koru.’’
Deren kardeşini kendine çekip sıkıca sarıldı. ‘’Ağlatacaksın beni. Senin böyle konuşmalarına değil diklenip durmana alışkınım. Bozma ayarlarımı.’’
Sözleriyle genç kız güldü. ‘’İyi bozmam.’’
Sarılmayı bıraktığında kardeşine baktı. ‘’Babamların haberi olmasın.’’
‘’Söylemem ama nereye gideceksin?’’
‘’Bilmiyorum. İşler planladığım gibi gider mi ondan da emin değilim.’’
Azra ağabeyinin telefonunu alıp not bölümüne girerek bir adres ve isim yazdı. ‘’Buraya git. Ortalık durulana kadar sana yardım eder. Gitmeden de nakit para çek. Kartlarını kullanırsan izini sürerler.’’
‘’Bu kim?’’ diye sordu Deren adrese bakarken.
‘’Güvenebileceğin biri.’’
‘’Teşekkür ederim.’’
Genç adam duş alıp üzerini değiştiğinde Burak bütün adamları toplamıştı. Anne ve babasına tek kelime etmeden sadece kardeşiyle vedalaşarak evden çıkıp gitti.