'' FOTOĞRAF MAKİNESİNDEKİ SIR ''

1771 Words
''Barut kokusundan kaçarak, yaptığı uzun yolculuktan sonra kendi toprağında, sıcak makarnanın dumanını içine çekmek, İşte! bu Romantik Marco' nun hayaliydi... Yıl 1933 Savio' nun romantik dayısı, Rönesans'ın doğduğu İtalya' da yetişen Marco, Hümanist düşüncelere odaklanıp eğitimi için Almanya' ya gitmişti. Münih üniversitesinde sanat eğitimi alıyordu. O ülke de seküler bir haraketin özgürlüğünü yaşarken, kullandığı edebiyat dilini süsleyerek daha rahat yazacağı umuduyla gitmişti. İtalyan olgusunu üzerinde bir kılıf gibi taşıyordu. Bir süre sonra eğitim sistemi ile rejimin yarattığı tezat durum, alman olmayanların üzerinde baskıyı arttırdı. Bir çok şey aniden değişiyordu. Anlaşılan bunlar metazori yönetimin dikte kurallarıydı. Kibarlık olgusu, hoşgörü gibi güzel hisler, zamanla Marco'nun da vücudunu terk etti. Şiirlerinde can yakmayan sözler kullanan Marco, kalem tutarak yaptığı duygu ustalığını bu kez tabanca kabzasını tutarak gösteriyordu. Hiç dile getirmediği, uzak durduğu nesneler şimdi onun bir parçasıydı. Kendinin koruması olmuştu artık, O dönem Almanya ile İtalya resmen '' Diplomasi dansı'' yapıyordu. Siyasi komşuluklarını, imzaladıkları anlaşmalarla pekiştirselerde, Avrupa üzerinde kara bulutlar dolaşmaya devam ediyordu. Şimdi, Marco için herşey daha da zordu. Çünkü; Üniversitede o dönem yönetime karşı olan gruba, gönüllü olarak katılmış, kendini azınlıkların mücadelesine adamıştı. Şairane ruhunu bu kez '' Kötülüğe karşı saflık'' olarak nitelendirilmiş masumiyet akımına yöneltmişti. Attığı sloganlar ve hazırlanan pankartlarla yürüyüşe çıkan arkadaşları ya yakalandı ya da öldürüldü. Bu zor koşullarda, onun da bir yere saklanması yada ülke dışına çıkması gerekiyordu. Birlikte olduğu grup arkadaşları ile gizlice çektikleri , Alman cephaneliğine ait görüntüleri saklamak artık Marco' ya kalmıştı. Diğer arkadaşları yakalanmış, akıbetleri de belli değildi. İtalyan olması iki devlet arasında yapılan protokoller gereği onu biraz olsun rahatlatmıştı ama, Yinede imtina etmesi gerekiyordu. '' Gestapo' lar her yerdeydi. Düşündü; Aklına İtalya' ya gitme fikri geldi. Hem ablası Rebecca' yı ziyaret edecek, hem de emanetini saklamak için iyi bir yer bulmuş olacaktı. Bırakacağı fotoğraf makinesinin içinde gizli çekilmiş farklı yerlere ait görüntülerin olması elindeki delillerin ne kadar önemli olduğunu göstermekteydi. Yapılacak seyahat pek şiirsel özellik taşımasada aslında bir kaçış planıydı. Bu filmleri Almanya' da gizli olarak basacaklardı Ama; bu işi yapacak arkadaşı öldürülmüştü. Çok kötü bir durumdu. İyilikçi ve savunmasız insanların birer birer hayattan koparılması ve bunlara şahit olmak ne acıydı. Marco' da onlar gibi düşünüp hiç olmazsa elinden geleni yapmak istiyordu. Okulunun suyu ve elektriği de kesilmişti. Otorite neye elini atacağını çok iyi biliyordu. Şimdiden şiddetin yarattığı kanlı ortamı görüp, kırmızı renkten nefret eder hale geldi. Canının sıkıldığı o gün ; Üniversiteden çıkarken arkadaşlarına yanlız kalmak istediğini söyledi ve yanlarından ayrıldı. Yüksek bir yere çıkıp, içini haykırmak bağırmak istedi. Ama hedef olmak istemiyordu. Sustu; Çantasında var olan kırmızı kalemlerin hepsini sessiz bir öfkeyle boşluğa bıraktı. '' Gidin !, kırmızılıklar, bir ok gibi uzaklara saplanın, beyaz kağıtlarımı rahat bırakın...'' Artık gün batımı kızıllığını çizmesemde olur.'' Marco'nun haykırmasında bile şiirsellik vardı. Havada süzülen bir kaç kırmızı kalemi izledikten sonra, çantasındaki fotoğraf makinesini eliyle kavradı. Filme zarar gelmesin diye makineden de çıkarmamıştı. Çantasının içini biraz daha kurcalayınca eline bir kaç tane solmuş beyaz gül goncaları geldi. - ''Kötülüğe karşı saflık'' işte bu slogana yön veren beyaz güller '' Onlarıda son kez kokladı ve tıpkı kalemleri attığı gibi onlarıda boşluğa fırlattı. Eğer çantasında kalırsa, yolda sıkıntı çıkabilirdi. Bu beyaz güllerin anlamını Gestapo' da biliyordu. -''Elindeki delillere bakıp, en iyisi Rebecca' ya götürüp hediye etmek !..'' Diye düşünüp yolculuk planını yaptı. Almanya' da yeni değişen rejim ile kendisinin ve belgelerin hayatta kalma ihtimalleri yok gibiydi. Başına bir şey gelse bile, bu belgeler sınır ötesi güvenli yerde kalacaktı.Ama unuttuğu bir şey vardı; Bu kez hem kendini hem de rebecca' nın hayatını tehlikeye sokmaktan korkuyordu. Kaşıntıları da başlamıştı. Yıkanmaya öyle ihtiyacı vardı ki, Belli ki bir haftadır vücuduna sabun ve su değmişti. . Aklına İtalya' daki yıkanma sahneleri geldi. Lavantaların içinde , limon dallarının gölgesi altında suyla dolu bir fıçı... - Ah!, Sole mio !. ''Oh Tanrım, Meryem aşkına, ne güzel günlerdi. '' Tek akrabası olan Rebecca' nın lezzetli yemeklerini ve o küçük Savio' yu çok özlemişti. Gerardo' yu görmese de olurdu. ''Barut kokusundan kaçarak yapılan uzun yolculuktan sonra, kendi toprağında, sıcak makarnanın dumanını içine çekmek, İşte bu, romantik Marco' nun hayaliydi...'' Marco' nun Almanya ile İtalya arsındaki yolculuğu, zorunlu bir seyahatten ibaretti. Ablası Rebecca' nın evine ulaşıp onun elinden sıcak makarnasını yemek o kadar kolay olmayacaktı. Üstelik kaşınmaktan bıkmıştı. Makarna mı? yoksa banyo yapmak mı? Trende kimin yanına oturacağına bağlıydı. Kokudan bakalım kim rahatsız olacaktı. ? Avrupa dan başka ülkelere kaçış planları düşündüğü kadar kolay olmadı. Sınırlarda biriken belirsizlik Marco' yu sıkıntıya sokmaya yetmişti. Marco, önce Münih'ten Berlin' e gitti. Berlin' de Tren istasyonuna ulaştığında acıktığını fark etti. Yorgunluğunu buna bağladı. Roma' ya gitmek için tren biletini aldıktan sonra, karnını doyurabileceği bir yer aradı. Oturduğu yerde neredeyse arkasını bile kontrol etti. Paranoyak gibiydi. Terledi. hemde çok terledi. yorgunluktan yediği ekmek arası bir parça balık ve patatesti. Masanın üzerine başını dayayıp uyuyabileceğinden korktu. Çünkü treni kaçırabilirdi. Hem debiletini aldığı halde, Biraz daha orada bekleyip dördüncü sigarasını da kül tablasına bastırdığı an yerinden kalktı. O kadar yorgundu ki, gideceği vagonda oturacağı koltuğu belirleyip hemen yerini almak vede uyumak istiyordu. Biletin numarasına baktı. Uykusuzluktan neredeyse sayıları çift görüyordu. Neyse ki gece yolculuğu yapacaktı. Yerine oturduğunda gözlerini derin bir huzurla rahatça kapattı. İki kolunun arasına o çok önem verdiği fotoğraf makinesini koyduğu çantayı sarıp kucaklayarak uyudu. Ara sıra istemsiz iğne batması gibi oluyor omuzlarını oynattığı oluyordu. Utanmasa büyük başların sırtını duvara dayayıp kaşımaları gibi, o da sırtını koltuğun sert yerlerine sürtecekti. Ama şimdiden ona bakan gözlerden rahatsız olmuştu. Yapmadı. Tuttu kendini... Gözlerini kapatıp bir güzel uyudu. Takii, kondüktörün Roma' ya yaklaşıldğını söylediğinde derin uyuduğunu sandığı uykudan fırlar gibi kalktı. Hemen sıkı sıkı bağladığı kollarını açtı. Çantasına baktı. Gizlediği ve içinde fotoğraf makinesinin olduğu zarfı yokladı. ''Tamam, olduğu gibi duruyordu. Hafifçe gülümsedi,'' - Tamamdır! - Buon giorno Roma! Artık Roma şehrine gelmişti. Trenden dişarı kendini öyle bir attı ki , aynı yerde hiç kalkmadan uyuduğundan tutulmuş bacaklarına aldırmadan trenin son iki basamağını kullanmadan aşağı atlayı verdi. Şimdi de Napoli' ye gitmesi gerek! - Mammma oh mio dio! Beklemek, işte bu Marco' yu çileden çıkardı. Napoli' ye ulaştığında, yoğun kalabalık onun yorgun ayaklarını daha da güçsüz bıraktı. Almanya' ya okumak için geldiğinde bu yollar gözüne hiç böyle ulaşılmaz gelmemişti. İlk gittiği zaman şiirlerini alman kızları için yazacağından emindi. Öyle de olacaktı. Ama? Yaşananlar bu duygularını köreltmeye başladı. Bir otobüs ile Napoli' ye geldi. Napoli şehir merkezinin dışında, gezindiği esnada bir köylü' ye rastladı. Küçük bir Traktörü vardı. Kasasında saman balyalarıyla, bekliyordu. Salerno yönüne gideceğini öğrenince, -Hımm, Bu bölgenin bir genci olarak, hep havadar bir araçla köye gitmek isterdim. Tabii, izin verirsen? - Saman üzerinde yolculuk edebilir misin? Kaşınıyorum deme sonra, - Emin ol demem, - Adın neydi genç adam? Marco!, Amalfi köyünden, - Hadi bakalım Marco atla! Marco, biraz balyaları düzeltip kendine oturabileceği bir yer açtı. Köylü, traktör kasasının arkasından bir kaç elma tutuşturdu eline, - Al bakalım Marco, yolda yersin. - Si, Grazie! Marco Bir an önce Rebecca' nın evine gitmek ister. Samanla yolculuk edeceğini düşünmez bile, Yanlızca yiyeceği elmaları düşünür. Tam gömleğine sürüp yiyecekti. Ama birden gömleğinin daha kirli olduğunu düşündü .Bir an gülümsedi, hemen elma' ya bir ısırık attı. Yorgun savaşçı sonunda sonunda Amalfi köyünde, meydana yakın bir yerde iner. Traktörün kasası onu çok sallamıştır ama, hedefine de yaklaşmıştır. Oradan da sırtına çantayı atıp yürüyerek Atrani köyüne varır. Pek hoşlanmadığı Gerardo' ya rastlamak istemez. Yine de kapıyı çalar. Rebecca, kapıyı açtığında bir kaç saniye donup kalır. Oğluna seslenir. - Savio!, bak kim geldi? -Mamma kim? - Marco dayın Seni çok özlemiş ! Marco, bu yaptığı ani yolculuktan ablasını haberdar edemediği için Rebecca, kardeşini görünce şaşırır. Ummadığı bir anda gelmiştir. . Ama çok bitkin durumdadır, Rebecca' nın anaç yapısı ön plana çıkar, sorar? - Aç mısın? - Eh!, gelirken biraz elmalı pay yedim. Ama sevgili ablamın makarnasına da hayır demem, - Tabii ki, bir tanem, Hemen hazırlıyorum. Rebecca, kardeşi Marco için hemen büyük bir tabak makarna hazırlamak ister. Permasan peynirini rendelerken sohbetine devam eder. - Küçükken de severdin makarna 'yı, - Hı hı ! Evet, Elbette Severdim. Birbirlerine sarıldıklarında zaten kokudan huzursuz olmuşlardı. Ama Rebecca alınır diye bir şey dememişti. Rebecca, yıkanmam da lazım. Bunlar neredeyse bir haftadır üzerimde ve kaşınıyorum! Diyerek, Rebecca' ya doğru ''hart hart'' kaşınma sesiyle, ablasını sinirlendirir. - Oh !, Marco, doğru banyo' ya, Makarna bekleyebilir... Üzerindekileri de lütfen orada bırak, ben giyecek bir şeyler ayarlarım sana, Biraz sonra üzerinde Gerardo' nun gömleği ve pantalonu ile banyodan çıkar. Nefis kokuları takip ederek mutfakta onun için hazırlanmış yere oturur. -Rebecca, onun üzerindekilere bakarak hafif gülümseme ile karşılık verir. ''Pantalonun beli için çengelli iğne koymuştum'' -Evet. yürüyebilmem için taktım. Marco' nun , gözü makarnadadır. - Nefis görünüyor Rebecca, çok özlemişim Makarnayı yerken bir çift göz de onu seyreder. -Gerardo yok mu? Napoli' de. İşi varmış, yarın gelecek, - Ben de o gelene kadar giderim zaten - Bu kadar çabuk mu ? -Fazla kalamam. Gün doğmadan çıkarım. Yemeğini bitiren Marco, bir fotoğraf makinesiyle ablasının yanına gelir. - Şey, ben gelirken bir şey alamadım. Bu fotoğraf makinesini vermek isterim. Yani hediye olarak, - Marco, olmaz öyle şey! o sana ait, - Dinle beni Rebecca, "Yani, içinde kullandığım bir kaç poz var, benim için önemli !sakla, Lütfen'' - Oh!, Marco, neden ? - Bak, Rebecca ! -Hem senin anılarını biriktirebileceğin çocuğun var. Bu sihirli kutu sana yardımcı olacaktır. - Önce sen kendini kurtar Marco, - Dinle Rebecca ! '' Ormanın derinliklerinden parlayan Güneş, sizin aydınlığınız olacak.'' Bunun gerçekleşmesi için ne gerekiyorsa yapıcam Rebecca, diyerek, sabah erkenden çıkıp gitti. sihirli kutunun içinde kayboldu sanki ! Bir daha da haber alınamadı, * * * Marco gittikten aylar sonra, Fotoğraf makinesini kullanma fırsatı doğmuştu. Gerardo' nun hiç ilgilenmediği aile pozlarıydı. Rebecca' nın bir çok kez aile fotoğrafı çekilme isteğini geri çevirmişti. İçinde ukte kaldığı için, Rebecca da bugün Savio ve Frencesco ' nun o hallerini bir anı' ya çevirmek ister. Hemen makineyi sakladığı dolabın yanına gider. Gardrobun şapka bölümünde, beyaz rahibe işi örtüye sarıp kaldırdığı fotoğraf makinesi nasıl bıraktıysa öyle kalmıştır. Alıp hemen kapının önüne çıkar. Bahçeye geldiğinde duvarın üzerinde oturan iki küçük kafadarın ellerinde biscotti ile onu bekleyişini unutamıyordu. Biscotti ' den bir kere bile ısırmamışlar, Rebecca' nın gelmesini beklemişlerdi. Bu iki kafadar arkadaşın masum bakışları öyle güzeldi ki ... İçindeki filminde çekilecek kaç poz kaldığını dahi bilmeden, O kadar sevindi ki! "Bu işi Gerardo olmadan da yapabilirim." Acele ile bahçede bekleyen iki küçük kafadarın fotoğrafını çekmek için koşturdu. - Hadi Çocuklar ! - Şimdi bana; biscotto yerken poz verin bakalım, küçük Gangster' ler, diyerek şaka yapmayı da ihmal etmez. Ve... O mutlu günde ellerinde biscotto ile birbirlerine sarılarak beklediler. İtalya'da yedi yıllık arkadaşlıkları, gülerek verdikleri bu poz ile birlikte anı olarak kaldı. Dayısı Marco'ın getirdiği bu sihirli fotoğraf makinesi gerçekten de görevini yapmıştı. " Fotoğraf her ne kadar siyah beyaz olsa da, Francesco ve Savio'nun o hallerini başka hiç bir şey ifade edemezdi. "
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD