Handan şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. “Aptal prens mi?” diye sordu, İlkim 'in bu alışılmadık tanımına gülerek.
İlkim, yüzünde ciddi bir ifadeyle başını salladı. “Evet! Aptal prens. Ven sana yardım ederim. Yalnız önce yanıma gel.” diyerek battaniyenin bir köşesini kaldırdı. “Saçım okşanmadan uyuyamıyorum ki.”
Handan, bir an tereddüt etti, ancak minik kızın bu masum isteğini kırmak istemedi. Yatak başına yaslanarak oturdu, ellerini İlkim ’in yumuşacık saçlarına koyup nazikçe okşamaya başladı. İlkim gözlerini kapatıp rahat bir nefes aldı, gülümsemesi yüzünden eksik olmuyordu.
"Biraz hatırlat bakalım, nasıl bir masalmış bu?" diye sordu Handan, hafifçe gülümseyerek.
Kız, gözlerini ışıl ışıl açıp başladı anlatmaya: "Evvel zaman içinde, kalbur saman içinde... Develer tellal iken, pireler berber iken... Babam benim beşiğimi tıngır mıngır sallar iken… Zamanın birinde güzel mi güzel, akıllı mı akıllı bir prenses ve babası bir sarayda yaşarmış. Günlerden bir gün bu baba, kızına bir anne olsun diye bir kadınla evlenmiş. Ama bu kadın kıza hiç iyi davranmazmış. Prenses ise babasına hiçbir şey söylemez, onu üzmek istemezmiş. Gel zaman git zaman bir gün büyük sarayda bir balo yapılacağı haberi gelmiş. Üvey anne kıza demiş ki; ' Sen bu baloya katılmalısın. Prens kendine eş seçecek. Belki seni seçer. Bende senden kurtulurum. ' "
Handan, masalın gidişatını tahmin etse de merakla sordu, "Bu üvey anne kötü biriymiş baya. Kız yine babasına söylememiş mi?"
Kız, başını salladı. "Hayır, söylememiş. Babasına sadece baloya gitmek istediğini söylemiş. Babası da onu mutlu etmek için en güzel elbiseyi ve camdan yapılmış çok zarif ayakkabılar almış. 'Saat 12’ yi geçerse seni çok merak ederim. Saat tam 12’ de evde ol,' demiş. Prenses baloya gitmiş. Prens, onu ilk gördüğü anda çok beğenmiş. Bütün gece birlikte dans etmişler. Ama sonra prenses saate bakmış ve saat tam 12' yi gösteriyormuş. Hemen koşarak saraydan çıkmış, ama çıkarken camdan ayakkabılarından birini düşürmüş."
Handan sabırla dinliyordu. "Sonra ne olmuş?" diye sordu.
Kız heyecanla devam etti, "Prens ayakkabıyı bulmuş ve bütün ülkede kapı kapı gezip ayakkabıyı herkese denetlemeye başlamış. Üvey anne her gün, kıza odasında bağırıyormuş, 'O ayakkabının sahibi benim diyeceksin!' diye. Ama prenses susmuş, yine babasına hiçbir şey söylememiş. Sonra bir gün baba bu bağırışları duymuş ve üvey anneyi saraydan kovmuş!"
Handan göz kırparak, "Peki, ya prens?" diye sordu.
Kız, gülümseyerek omuz silkti. "Sonra prens gelmiş, 'Bu ayakkabıyı kızınıza denetebilir miyim?' demiş. Kral baba da prensi içeri almış. Ama prenses prensi görünce 'Senin gibi dans ettiği kızı ancak ayakkabısından tanıyan salak prensi ben ne yapayım?' demiş ve prensi kovmuş! Sonra prens ve kral baba hep mutlu yaşamışlar."
Handan kahkahasını tutamayarak "Gerçekten güzel masalmış. Sana bunu baban mı öğretti?" diye sordu.
Handan elbette masalın mesajını anlamıştı. İlkim' in ne bir üvey anne istemesini ne de birine aşık olmasını istemiyordu Yılmaz. Ne kadar kıskanç bir baba diye düşündü ama İlkim' e bir şey demedi. Sonuçta Yılmaz' ı evlendirmek için uğraştığı belliydi İlkim' in ve masal pek işe yaramış görünmüyordu. Daha şimdiden babasına karşı gelen kızın birine aşık olunca babası için vazgeçmeyeceği belliydi. Yılmaz' ın çabası gülümsemesine neden oldu. Damadının da çekeceği vardı şimdiden belliydi. Yılmaz kızı hariç kimseye taviz vermiyordu.
Kız, gözlerini kısarak, "Evet," dedi, "Bana en çok bunu anlattı." Sonra başını Handan ’ın kucağına koydu. Handan, onun saçlarını yavaşça okşarken ikisi de uyuyakaldı, sessizliğin içinde birbirlerine sarılarak huzuru bulmuşlardı.
Bir süre sonra, dışarıda Yılmaz tedirgin olmaya başladı. Handan ’ın odadan çıkmadığını fark etmişti ve ayrıca pansuman malzemelerini de içeride bırakmıştı. Yavaşça kapıyı aralayıp içeri baktığında onları birlikte uyurken gördü. Kız, güvenle Handan’ ın kucağında yatıyordu, Handan’ın eli ise onun saçlarının üzerinde nazikçe duruyordu. Bu sahne Yılmaz’ ın içine huzur ve tatlı bir hüzünle dolmasına neden oldu. İkisinin arasındaki bağı, paylaştıkları güveni ve sessiz anlaşmayı görünce gözleri doldu; adeta bir masalın ortasında duruyorlarmış gibi hissetti.
Yılmaz, onlara bir an daha bakarken içten içe minnettarlıkla doldu. Kızın, Handan’ ın yanında huzur bulması, aradığı sıcaklığı onun kollarında bulması, Yılmaz için kelimelerle ifade edilemeyecek kadar değerliydi. Gözleri dolu bir şekilde, onlara bakmaya devam etti ve bu huzur dolu anı hafızasına kazıdı. Bunun geçici olduğunu biliyordu ama yine de kızının bir süre tadını çıkarmasını istedi.
Yılmaz çalan kapıyı duyunca, içeride Handan ve İlkim' in huzurlu uykusunu bozmamak için usulca kapıyı kapattı ve koridora çıktı. Derin bir nefes aldı, kendini toparladı ve kapıyı açtı. Karşısında elinde bir tabakla orta yaşlı, tanıdık ama bir o kadar da meraklı gözlerle kendisine bakan bir kadın duruyordu. Komşuları elbette araştırmıştı.
"Merhaba. Ben karşı komşunuzum." dedi kadın, tabaktaki keki ona uzatarak.
"Merhaba." diye yanıtladı Yılmaz, nezaketle ama temkinli bir tonda. Kadının getirdiği tabağa kısa bir bakış attı, ama onu içeri davet etmek için bir hareket yapmadı. Kadının yüzündeki hafif gerginlik yerini mahcup bir ifadeye bıraktı.
Kadın, içeri davet edilmediğini fark edince konuşmaya devam etti, sessizliği bozmaya kararlı bir şekilde. "Ben de çikolata soslu kek yapmıştım. Dün gördüm sizi, çocuk da vardı yanınızda. Benim oğlan bu keki çok sever; siz şimdi taşınma telaşıyla yapamazsınız diye düşündüm. Malum, taşınmak zor iş. Sizin kız da sever belki." dedi, Yılmaz’dan bir karşılık bekler gibi bakışlarını ona dikerek.
Yılmaz, kadınla göz göze gelmekten kaçınarak hafifçe kaşlarını kaldırdı ama yine de bir şey demedi. Kadın, bu sessizliğin ardından konuyu biraz daha dağıtmak istedi; belli ki yeni komşuları hakkında meraklıydı.
"Bizim mahalle iyidir." diye devam etti, kendine güvenen bir tonla. "Komşuluk da iyidir burada. Ne zamandır burayı tutan yoktu. Dün gördüm sizi sanki. Eşiniz yok mu evde? İki lafın belini kırsaydık."
Kadının bu kadar meraklı oluşu, Yılmaz ’ı rahatsız etmeye başlamıştı. Kendilerini gözetliyor gibi görünmesi ve her detayı öğrenmeye çalışması onu biraz huzursuz ediyordu. Hafifçe gülümsedi, ama gülümsemesinin altında alaycı bir ifade de vardı. Komşuyu biraz susturmak için biraz da mizahla karışık bir cevap verdi.
"Eşim şu an müsait değil." dedi, ciddiyetini korumaya çalışarak. "Evdeki perileri kovalıyor şu anda. Onları göndermeyi başarırsak bir gün biz sizi davet ederiz. Ama şimdi çok kalabalık; evde 10-15 tane peri var, biz zor sığıyoruz." Kadının şaşkın yüz ifadesi ile hafifçe bocaladığını görünce, gülümsemesini saklamaya çalıştı. Ardından, kadının elindeki saklama kabını nazikçe aldı ve kapıyı fazla oyalanmadan kapattı.
Kadının biraz şaşkın bakışlarını arkasında bırakırken içten içe kendi kendine güldü. Kapıyı kapatır kapatmaz elindeki keki inceleyerek salonun koltuğuna geçti. Tabağı açtı ve çikolata soslu keki kokladı, ardından bir dilim aldı ve tadına baktı. Gözleri hafifçe açıldı; gerçekten lezzetliydi.
"Kek güzelmiş." diye mırıldandı kendi kendine, koltuğa rahatça yerleşirken. Düşünceli bir şekilde, "Avukat hanım böyle bir kek yapabiliyor mu acaba?" dedi, hafif bir tebessümle. Sonra koltuğa yaslanıp, bir dilim daha alarak keki keyifle yemeye devam etti.
...
Handan gözlerini açtı ve bir süre yanındaki küçük kız çocuğunu izledi. İlkim, huzurlu bir uyku içinde yatıyordu. Onu böyle görmek Handan’ ın içinde bir yerleri sızlatıyordu; o kadar masumdu ki... Yine de yüzünde bir tebessüm belirdi. İçindeki huzur ve hüzün karışımı duyguyla, yavaşça İlkim' in saçlarını okşadı. Küçük kızı uyandırmamaya gayret ederek yataktan kalktı.
Handan, çocukken bile öğlen uykusunu sevmediğini hatırladı ve bu saatte uyuyabilmesine kendi kendine şaşırdı. Stresin, yeni ortama alışmanın ve rahatsız yatağın etkisiyle gece derin bir uyku çekemediğini düşündü. Herhalde o nedenle uyumuştu. Mutfakta kendine bir kahve yapıp, kahvesini alarak salona geçti.
Yılmaz, kanepede yayılmış bir şekilde oturuyordu; en azından oturuyor sayılırdı. Elini hafifçe yarasına götürerek oturuşunu rahatlamaya çalışıyordu. Handan, Yılmaz’ ın yaralı olduğunu hatırlayıp bu tuhaf oturuşuna ses etmedi.
“Sormadım ama kahve içer miydin?” diye sordu, elindeki fincana bakarak.
Yılmaz, Handan’ ın teklifine bir an şaşırdı; ona böyle bir teklifle yaklaşmasını beklememişti.
“Teşekkür ederim. Gerek yok.” dedi nazikçe, hafif bir gülümsemeyle.
Handan da Yılmaz ’ın teşekkür edebilmesine şaşırmıştı. Bu kadar beklenmedik bir nezaketle karşılaşınca, ikisi de birbirlerine anlam veremeyen bakışlarla bir süre öylece baktılar. Tam o sırada, uykusunu almış, enerji dolu bir şekilde İlkim yanlarına geldi.
“Ooo! Fazla bile uyumuşum. Bir parkı hak ettim değil mi, babacığım?” dedi, sevinçle babasına bakarak.
Yılmaz, yumuşak bir gülümsemeyle kızına döndü.
“Günaydın, tatlı kızım. O yanak ballanmıştır şimdi. Ver bakalım babaya bir yanak.” dedi, ellerini açarak.
İlkim neşeyle Yılmaz’ ın kucağına oturdu. Yılmaz, canı yansa da bunu gizlemeye çalışıyordu. Handan onun ince bir acı çektiğini gözlerinden okudu ama bir şey demedi. İlkim yanağını uzattı ve Yılmaz onu sevgiyle öptü.
Handan, “Bana yok mu o yanaklardan?” diyerek hafifçe eğildi.
İlkim, “Olmaz mı hiç!” dedi neşeyle ve babasının kucağından inerek Handan ’ın yanına koştu. Onun kucağına oturup yanağını uzattı. Handan, İlkim’ in minik yanağını koklayarak öptü.
İlkim, “Babacığım, Handan Abla' yla parka gitmek istiyorum.” dedi sevinçle.
Yılmaz, bir an tereddüt etti ama ona sabırlı bir ifadeyle bakarak, “Kızım, yolda seninle konuşmuştuk. Hani evden fazla çıkmayacaktık.” dedi.
İlkim’ in enerjisi biraz kırılır gibi oldu. Ama yine de umudunu kaybetmeyip, “Ama park çok yakın. Hem sadece biraz eğleniriz.” dedi nazlanarak.
Yılmaz, “Kızım, lütfen.” diyerek konuyu kapatmaya çalıştı. Ancak İlkim ’in yüzü düşünce, Handan araya girmeden edemedi.
“Yarım saat gidip gelelim, ne olur.” dedi Yılmaz ’a bakarak. İçinde İlkim ’in bu kadar üzülmesine dayanamadığını hissediyordu.
Yılmaz bu talebe direnç göstererek, “Bu mümkün değil, Handan Hanım,” diye karşılık verdi.
Handan, hafif bir gülümsemeyle karşılık verdi. “Aile görüntüsü veriyoruz ya, Yılmaz Bey. Hangi aile, bu kadar yakındaki bir park varken çocuğunu götürmez?”
Yılmaz, “Aile görüntüsünden daha önemli şeyler var: güvenliğiniz.” dedi ciddiyetle.