Yılmaz, kızıyla birlikte yatağa uzandı. İlkim ’in uyumasını bekliyordu; ancak küçük kızın uykuya dalmaya niyeti yoktu.
“Baba, bugün çok güzeldi! Uzun zamandır geçirdiğim en güzel gündü.” dedi İlkim, heyecanla.
Yılmaz, gülümseyerek başını salladı. “Mutlu olmana sevindim, meleğim.” dedi şefkatle.
Tam bu anın, ona kampa gidemeyeceklerini söylemek için en doğru zaman olduğunu düşündü. İlkim mutluluk sarhoşuydu; bu mutluluğun nedeni Handan olsa da kızının yüzündeki gülümsemeyi görmek her şeyden daha önemliydi onun için.
“Kızım, seninle konuşmam gereken bir konu var.” dedi, sesine mümkün olduğunca yumuşaklık katarak.
İlkim başını kaldırdı ve gözlerini babasına dikti. “Handan Abla ile mi alakalı?”
Yılmaz hafifçe başını sallayarak cevap verdi: “Hayır... Sana kampa gideceğimize dair söz vermiştim. Ama havalar soğudu.”
İlkim, biraz üzülmüş gibi görünse de yüzünde babasına karşı anlayışlı bir ifade belirdi. Minik ellerini babasının yüzüne koyarak şefkatle baktı.
“Olsun babacığım, seneye gideriz. Sen üzülme. Hem ben şu an çok mutluyum. Handan Abla ile anne- kız olacağız!”
Her zamanki gibi olgunlukla karşılamıştı İlkim. Yılmaz, kızının hevesini her defasında kursağında bıraktığını hissederek üzüldü. Bazen ağlayıp bağırsa diyordu. Belkü o zaman Yılmaz için daha zor olurdu ama İlkim yaşına uygun davranmış olurdu. Böyle kızından çocukluğunu çalıyor gibi hissediyordu. Şimdi onunla konuşması gereken bir konu daha vardı.
“Kızım, Handan Ablana sürekli ‘anne’ demen doğru olmayabilir.” dedi tereddütle.
“Neden? Kızar mı?” diye sordu İlkim merakla.
“Ondan değil...” diye yanıtladı Yılmaz nazikçe. “Ama sen yine de söyleme, olur mu? Söyleyeceksen de komşulardan biri gelirse söyle.”
İlkim, babasının dediğini düşünerek başını salladı. “Umarım her gün komşular gelir.” dedi yüzünde yaramaz bir gülümsemeyle.
Yılmaz, bu cevaba gülerek karşılık verdi. “Kıskanacağım ama ufaklık. Benden daha çok sevdin galiba Handan Ablanı.” diye takıldı.
İlkim, babasının boynuna sarıldı. “Olur mu babacığım öyle şey? Sen benim kahramanım, aslan babamsın! Hem bana ne demiştin? Kızların ilk aşkı babalarıdır!”
Yılmaz, kızını öperek şefkatle kucakladı. İlkim böyle konuşunca tüm günü daha güzel geçiyordu sanki.
“Ama...” dedi İlkim, yüzünde masum bir tebessümle, “Eğer sen Handan Abla ’nın kahramanı olmak istersen, onun son aşkı olmak istersen çok sevinirim, baba.”
“İlkim!” dedi Yılmaz, biraz şaşkın biraz da gülerek.
“Tamam, tamam, kızma yakışıklı babam. Sustum.” diyerek yanıtladı İlkim, babasının sinirlenmesini istemiyormuş gibi davranarak.
Yılmaz, kızının bu sözleri nereden öğrendiğini anlamaya çalıştı. Acaba Elif mi öğretiyordu ona bu şeyleri? Ama Elif öyle biri değildi. Bu ufaklık, bu lafları nereden öğreniyordu ki?
“Babacığım, o çok beğendiğim gömleği yarın giyer misin? Hani şu çok güzel kokan parfümünü de sık, olur mu?”
Yılmaz başını olumlu anlamda salladı. Ona kıyamazdı. İlkim kısa süre sonra uykuya daldı. Yılmaz, kızının üstünü örtüp yanağından bir öpücük kondurdu. Yataktan kalktı. Kahve içmek iyi gelecekti, çünkü uykusu zaten yoktu. Belki Can ’ı arayıp ondan biraz bilgi alabilirdi.
Yılmaz, önce dolabı açıp ilk yardım malzemelerini çıkardı. Pansuman yapmak her zamankinden biraz daha zor olmuştu ama sonunda yarasını sarmayı başardı. Bu işlere alışıktı aslında; hiçbir zaman hastanede kalmaktan hoşlanmaz, ilk fırsatta kaçıp kendini işine verirdi. Fakat bu sefer pişmandı. Göreve geri dönmek, bu defa onun için hem sinir bozucu hem de son derece sıkıcıydı. İlkim şu anda mutluydu; ama görev bittiğinde her şey eskiye dönecekti. Yılmaz ’ın aklını kurcalayan birçok şey vardı.
Handan ile ilgili düşünceleri bir türlü dağılmıyordu. Yılmaz, İlkim ’in Handan ’a fazlasıyla alışmasının iyi olmadığını düşünüyordu ama bunu nasıl engelleyebileceğini de bilemiyordu. Kızı hiçbir zaman kolay söz dinleyen bir çocuk olmamıştı. Tıpkı kendisi gibi, İlkim de doğru bildiğinden şaşmazdı. Bu huyu Yılmaz’ a hem gurur veriyor hem de zaman zaman zor durumda bırakıyordu.
İlkim ’in bu inatçı yapısı, Yılmaz ’ın her şeyden önce ona olan sevgisini ve hayranlığını artırıyordu. Ancak aynı zamanda, hayatlarına yeni giren birini böylesine benimsemesi, Yılmaz ’ın içinde karmaşık duygulara neden oluyordu. Kızının bir başka kadına "anne" demesi fikri, onu bir yandan yaralıyor, bir yandan da düşündürüyor; acaba ona doğru olanı mı yaptırıyordu, yoksa bu bağlanma ona zarar mı verecekti?
Yılmaz, düşündükçe endişeleri artıyordu. İlkim, her zamanki gibi kendi bildiğini okuyacak, kalbine göre hareket edecekti. Ama Yılmaz bu kez ne yapması gerektiğini tam olarak bilmiyordu. Handan’ a güvenmek istese de kızının böylesine hızlı bağlanmasına bir türlü razı olamıyordu.
İlkim ’in yarına dair umut dolu, sevgiyle dolup taşan hayalleri vardı; ancak Yılmaz, kızının bu hayallerinin onun küçük kalbinde derin yaralar açmasından korkuyordu. Kendi içinde belirsiz bir çatışma yaşıyordu, ama yine de onu mutlu görmek her şeyden daha önemliydi.
Derin bir nefes alıp düşüncelerini biraz dağıtmak istedi. Kalktı, yarım kalan kahvesini yudumladı ve saate göz attı. Bu saate kadar kafasını dağıtmak için yapabileceği tek şey vardı. Can' dan haberleri almak ve buradan bile olsa mümkün olduğunca aklını işle meşgul etmek.
....
Yılmaz önce mutfağa gitti. Kendine pansuman yaparken bir de kahve koydu. Can' la konuşmak için salona yöneldi. Yılmaz, salonun loş ışığında bileğindeki sargıyı düzeltemeye çalışan Handan’ ı gördüğünde içindeki o sert mizacını korumaya çalışarak adımlarını hızlandırdı. Ona doğru ilerledi ve yüzünde ciddi bir ifadeyle sargının açılmış kısımlarını sertçe düzeltti. Handan, istemsizce gözlerini ona çevirdi; göz göze geldiklerinde aralarında kısa ama yoğun bir an yaşandı. Yılmaz, bu anın etkisinden öfkelenir gibi oldu, derin bir nefes aldı ve bakışlarını hızla uzaklaştırdı.
Bir adım geriye çekilip kendini toparlamaya çalışarak, sesine daha da sert bir ton ekledi. “Burada işin gerektirdiği gibi duracaksınız Avukat Hanım. ” dedi, soğukkanlı ama aynı zamanda sınır koyucu bir tonla. “Tanık koruma programının kurallarını hatırlatayım sana. Bu evde dışarıyla bağlantın tamamen kesik. Buradaki telefon yalnızca tanık koruma merkezine bağlı. Başka bir yere arama yapamazsın; bunu unutma. Bir an önce bitmesini istiyorsan kurallara uyacaksın.”
Handan, Yılmaz’ ın yüzündeki sert ifadeyi görünce ona olan öfkesini gizlemeye çalıştı. Kendi rahatsızlığını bastırarak mesafeli bir şekilde başını salladı, ama alttan alta da ona bir cevap vermek istiyordu. “Merak etmeyin Polis Bey. ” dedi soğuk bir sesle, “Burada olmayı ben de istemedim zaten. Bir an önce bitmesini istiyorum. Dönmem gereken bir işim var. Ne kadar çabuk o kadar iyi. ”
Bu sözler Yılmaz ’ın sinirlerini daha da tetikledi, ama bunu belli etmeden gözlerini kısıp devam etti: “Madem öyle, kurallara uy ve gereksiz yere sorun çıkarma. Burada dış dünyaya tamamen kapalı olduğunu unutma. Zaten buradaki amacımız, senin ‘isteklerin’ değil, güvenliğin.”
Handan ’ın gözlerinde, Yılmaz’ ın bu soğuk tavrına karşı bir inat ışığı yanmıştı. “Ne zaman gitmeme izin verilecek peki? Bu kadar rahatsız olduğuna göre beni burada fazla tutmamak en iyisi olur. Üstlerinle görüşsen aslında. Ben kendimi koruyabilirim. ” dedi, kendine hakim olmaya çalışarak ama yine de karşısındaki adamın üstüne giderek. En fazla bu kadar hakim olabiliyordu kendisine.
Yılmaz bu meydan okumaya karşılık, kısa bir an için bakışlarını ona dikti. “Bu bana bağlı değil, kurallar belli. Sen de bana sorun çıkarmadığın sürece ikimiz için de kolay olur.” dedi ve bakışlarını kaçırmadan ekledi, “Ama duruma göre daha da uzayabilir, bunu bil.”
Handan, alttan almayacak şekilde kısa bir kahkaha attı. “Endişelenme, kurallara uyarım. Beni rahatsız eden şeyin ne olduğunu gayet iyi biliyorum.” diyerek omuz silkti. Beni rahatsız eden sensin demeye getirmişti. Karşısındaki İzbandut' un anlayacağından emin olmasa da.
Yılmaz, onun bu meydan okuyan tavrına rağmen kendini toparlamaya çalışarak mesafesini korudu. “Mutfakta kahve var, kendin alabilirsin.” dedi, sesindeki soğuk tonu bozmadan. Ardından sert adımlarla salonun öbür ucuna doğru yürüdü. Odaya baktı. Burada işlerle ilgili konuşması mümkün değildi. Avukat bile olsa güvenemezdi. Sinirle kızının yanına döndü. Her şeye engel oluyor diye düşündü. Görevini yapmasına engel olduğu yetmiyormuş gibi görevler hakkında bilgi almasına da engel olmuştu.
Handan, arkasından küçümseyici bir bakış fırlatıp içinden mırıldandı: “Sanki kahramanlık yapıyor. Alt tarafı bir kahve yapmış. ”
Bir süre düşündü ama Yılmaz' ın yaptığıni kahveye güvenemedi. Odaya gidip uzandı. Kendini yorgun hissediyordu.
...
Ertesi sabah, kahvaltının ardından Handan, mutfakta bir liste hazırlamaya koyuldu. Listeye, İlkim 'in hoşuna gideceğini düşündüğü yemekler için gerekli malzemeleri, sevdiği meyveleri ve sağlıklı atıştırmalıkları eklemişti. Listeyi tamamladığında, alışveriş için Yılmaz 'a uzatırken cüzdanını çıkardı ve ona para vermeyi teklif etti. Ancak Yılmaz, teklifine sinirli bir ifadeyle bakmakla yetindi ve tek kelime bile etmeden listeyi alıp çıktı.
Handan, Yılmaz ’ın sert tavrına rağmen konuyu uzatmamayı tercih etti. Burada olmasında Yılmaz 'ın da payı vardı sonuçta; ayrıca, tanık koruma programının sunduğu belirli bir bütçe de mevcuttu. Ancak çalışamamak onu rahatsız ediyordu; kendini mesleğinden, iş arkadaşlarından uzak, hapsolmuş gibi hissediyordu. Ofisini düşündükçe içindeki boşluk hissi büyüyordu.
Bir süre sonra Yılmaz, alışveriş poşetleriyle döndü. Handan, şaşırtıcı bir şekilde listedeki her şeyi eksiksiz almış olduğunu fark etti. Onu eleştirmek için bir sebebi olmadığı gibi bu özenine de minnettardı. Yine de aralarındaki mesafeyi korumayı tercih ederek teşekkür etmekle yetindi. Sonra poşetleri mutfağa taşıyıp her şeyi yerleştirdi ve İlkim için öğle yemeğini hazırlamaya başladı.
Yemekten sonra Handan, televizyon karşısında çizgi film izleyen İlkim 'in yanına geçti. Minik kız, ekrana dalmış keyifle gülümserken Handan ona nazikçe seslendi.
“Sen öğle uykusuna yatmıyor musun, güzelim?” diye sordu, saçlarını okşayarak.
İlkim yüzünü ekşitti. “Ya, burada da mı öğle uykusu?” dedi, itiraz edercesine kaşlarını çatarak.
Handan, gülümsemesini bastırmaya çalışarak, “Öğle uykusu senin yaşındaki çocuklar için çok önemli ama,” diye yanıtladı.
İlkim bir süre düşündü, sonra küçük bir pazarlık yapar gibi başını yana eğdi. “Peki bana masal anlatacak mısın, Handan Abla?”
Bu soru, Handan’ ı bir an hazırlıksız yakaladı. Kendini biraz mahcup hissederek, “Ben... masalları pek bilmiyorum. Yani, uzun zaman oldu. Ne kadar hatırlarım, emin değilim,” diye itiraf etti.
İlkim, onun endişesini bastırmak istercesine ellerini minik bir öğretmen edasıyla salladı. “Olsun! Ben zaten bütün masalları biliyorum. Sana hatırlaman için yardım ederim!” dedi gururla.
Handan, küçük bir kahkaha attı. “Anlaştık o zaman.” diyerek İlkim ’i kucağına aldı ve odasına doğru yürüdü. Ona pijamalarını giydirip yatağa yatırdıktan sonra da yanında oturup battaniyesini düzeltti. “Peki, hangi masalı seviyorsun sen?” diye sordu nazikçe.
İlkim gözlerini kocaman açarak yanıtladı, “Sindirella... ve aptal prens!”