Handan ise kendinden emin bir ses tonuyla, “Ben risk almayı kabul ediyorum.” diyerek diretince, Yılmaz kadının bu tavrına içten içe sinirlendi. Onun bu kendine güvenli hali, biraz da durumu hafife alması, özellikle İlkim gibi küçük bir çocuk varken ona risk aldırmak istememesiyle ters düşüyordu. Ama bir yandan da, sürekli kapalı kalamayacaklarını biliyordu. İlkim’ e karşı duyduğu sevgi, bir süreliğine ona biraz daha özgürlük tanıma isteği uyandırdı.
“Peki.” dedi sonunda, iç çekerek. “Ama sadece kısa bir süre için. Yarım saat.”
Yılmaz ise göz ucuyla bir plan yapmaya başlamıştı; onları uzaktan takip edecekti, ama Handan ve İlkim’ in bundan haberi olmayacaktı.
İlkim, neşeyle Handan ’ın kucağından inip hızla babasının kucağına atladı. Küçük kollarını Yılmaz’ ın boynuna sararken sevinçle gözlerinin içine baktı.
“Harikasın babacığım! Sen de bizimle gelecek misin?” dedi, minik elleriyle babasının yüzüne dokunarak.
Yılmaz, bir an tereddüt etti. İlkim ’in masum bakan gözlerinde, babasının da onlarla birlikte parka gitmesini istemenin o saf masumiyetini görebiliyordu. Ama düşündüklerini belli etmemeye çalışarak, “Benim biraz işim var, tatlı kızım. Siz gidin, güzelce oynayın.” dedi ve yumuşak bir ses tonuyla gülümsedi.
İlkim ’in neşesi biraz kırılır gibi olsa da, hemen toparlandı ve babasına sıkıca sarıldı. “Tamam ama söz, bir dahaki sefere sen de bizimle gelirsin, değil mi?” diye ısrarla ekledi. Yılmaz başını sallayarak onayladı ama aslında içinde karmaşık duygular fırtına gibi esiyordu.
Yılmaz, onların gitmesini izlerken, aslında bir yandan da küçük kızı için endişeleniyordu. Park gibi açık alanlarda dikkatli olunması gerektiğini düşünüyordu. Birde bu geçici aile görüntüsünün kızının kafasında fazla yer etmesinden endişe ediyordu. İlkim’ in Handan ’a olan sevgisinin her geçen anda arttığını görmek, bir yandan Yılmaz ’ı mutlu ediyor, ama diğer yandan ona acı veriyordu. Çünkü bu küçük ailenin, gerçek bir aile olmadığını biliyordu. Bu, sadece geçici bir düzenlemeydi; koruma gerektiren zor bir süreçten geçiyorlardı ve Handan ’ın hayatlarında kalıcı bir yer edinmesi mümkün değildi.
İlkim’ in küçük adımlarla parka doğru sevinçle yürüyüşünü izlerken, içten içe bu aile masalının bir gün sona ereceğini düşündü. Zamanı geldiğinde Handan ’ın hayatlarından tamamen çıkacağını biliyordu. Bu düşünce, yüreğinde karmaşık bir hüzün yaratıyordu; çünkü hem kızının mutluluğunu düşünmek zorundaydı hem de bu geçici düzenin, gerçek bir aile hayalini daha da büyütmesinden korkuyordu.
Onları gözden kaybetmemek için bir süre daha arkalarından baktı ve kendini hazırlayarak onları izlemeye koyuldu. Uzakta, gölge gibi durarak onların güvenliğinden emin olacaktı. Bu aile görüntüsünün, mümkün olduğunca sorunsuz bir şekilde geçip gitmesi için elinden geleni yapacaktı.
Handan' ın anlatımı...
İlkim ile mahalledeki küçük parka geldik. Park sakin, etrafta fazla kimse yok. Yine de ara sıra çevreme göz gezdirdim, alışkanlık işte; her zaman tetikte olmam gerektiğini hissediyorum. Yanımda dünyalar tatlısı bir kız çocuğu var, gözüm gibi sakındığım İlkim. Ona bir zarar gelsin istemem; o kadar masum ki. Küçük ellerini elimin arasından kaydırarak bir anda salıncağa doğru koşturmaya başladı. Yan tarafta başka bir kadın ve çocuğu var. Gülümseyerek “Merhaba.” dedim kadına ve İlkim ’i salıncağa bindirip sallamaya başladım. Kadının bakışları yumuşak, karnı belirgin bir şekilde şişmiş; hamile olduğu belli oluyor.
Kadın gülümseyerek sordu, “Maşallah, çok güzel bir çocuk. Kızınız mı?” İlkim, gözlerini kocaman açıp bana doğru baktı. O an içimde tuhaf bir his belirdi; İlkim 'e "kızım" demek... kelimelerin ağırlığı beni her defasında şaşırtıyor.
“Evet.” dedim hafif bir gülümsemeyle. Alışmak kolay değil, hala biraz garip hissediyorum ama İlkim, varlığıyla hayatımı aydınlatıyor.
Kadın sorularına devam etti, “Başka çocuğunuz var mı?”
“Yok,” dedim.
“Valla bende üç tane var, bu da dördüncü yolda.” diyerek karnını okşadı. "Biraz zor ama insan alışıyor," diye ekledi.
“Sağlıkla doğsun inşallah.” dedim, kadının yüzündeki yorgun ama mutlu ifadeyi görünce. Bir an sessizlik oldu; fakat hemen ardından kadın bir soru daha sordu.
“Siz düşünmüyor musunuz ikinciyi?” dedi merakla.
Kafamın içinde beliren soruları bastırmaya çalışarak cevapladım: “Yok, düşünmüyorum.” dedim kısa bir cevap vererek. Ama İlkim ’in gözleri bana başka şeyler söylüyordu sanki, içten içe daha fazlasını istediğini sezinledim. Onun kardeş istemesi normaldi de tanık koruma gerçekçi görünsün diye çocuk yapacak değildim.
Kadın devam etti, “Gençsiniz tabi. Olur anam olur…” Gülümsedi ve yeniden konuşmaya başladı. “Bu mahallede mi oturuyorsunuz? Daha önce görmedim sizi.”
“Elbette.” dedim. “Yeni taşındık buraya.”
Tam o sırada İlkim, “Anneciğim, ben kaydırağa binmek istiyorum.” dedi coşkuyla. Düşüncelerimin arasından sıyrılarak İlkim’ i kaydırağa götürdüm. Yanımızdaki kadın da kendi çocuğunu gönderdi. İlkim ve diğer çocuk kaydırakta oynarken, bir an için kendimi daha rahat hissederek bir banka oturdum. İsminin Canan olduğunu öğrendiğim kadın, fırsatı kaçırmadan sohbete devam etti.
Canan, biraz duraksayarak, kocasından bahsetmeye başladı. İlk başta anlamadım ama bir süre sonra anladım ki kocasından fiziksel şiddet görüyormuş. Sesinde bir yorgunluk, umutsuzluk vardı. “Her seferinde belki çocuk olunca düzelir diye umut ediyorum ama değişen bir şey olmuyor
” dedi başını yere eğerek. Bu, onu hem şaşkınlık hem de üzüntüyle dinlememe neden oldu. Nasıl olur da üç çocukla hala o umudu taşırdı? Dördüncü çocuğu düşünürken bile, içinde aynı umut vardı.
“Üç çocukla değişmeyen adam dördüncüde mi değişecek?” diye sormaktan kendimi alamadım. Kadın başını salladı ama gözlerinde yine de bir ışık vardı, belki kendini kandırmaya devam eden bir ışık. “Boşanmayı hiç düşündünüz mü?” diye sordum, biraz çekinerek.
“Boşanmak... kolay değil.” dedi sessizce. Sanki kendini suçlu hissediyordu bu fikri bile aklından geçirdiği için. “Boşanmak çok ayıp... Kolay kolay yapamam. Zaten toplum da hoş karşılamıyor.”
O an Canan ’ın durumuna üzülmemek elde değildi. Toplum baskısı, kadının kendi hayatı için yapması gerekenleri engelliyordu. Koca bir hayat, bir adamın vicdansızlığına ve toplumun sessiz baskısına hapsolmuştu. Kadının yüzüne bakarken içimde karmaşık bir öfke dalgası yükseldi. İlkim ’in kahkahasıyla düşüncelerimden sıyrıldım. Gözümün önünde bir umut ve masumiyet kaynağı gibi oynuyordu, özgürce ve neşeyle.
Onu seyrederken bir yandan da Canan ’ın hikayesi aklımda dolanıp durdu. Onun gözlerinde beliren umut kırıntısını da, İlkim ’in özgürce kahkaha atan yüzünü de unutmayacaktım. Belki bir gün, kadınlar üzerindeki bu ağır yüklerin kalktığını göreceğiz. Ama o gün gelene kadar, İlkim için mücadele etmek gerektiğini biliyorum. Toplumda kadının yerini ve önemini kabul ettirmek için. Tabii kocayı eve bağlamak için yapılan ve ne yazık ki yaşadıkları nedeniyle ne düzgün zaman ayırabilecek ne de onları pozitif yetiştirmeye gücü yetecek Canan gibi kadınlar nedeniyle bu zorlaşıyordu. Onu suçlamıyorum ama bu aile yapısında bu kadar çok çocuğun büyüyüp ileride sağlıklı bireyler olmasının kolay olmadığını da biliyorum.
İlkim yanıma geldi ve bankta yanıma oturdu. Kısa bir an elimi tuttu, ardından bana sevimli bir şekilde gülümseyerek başını omzuma yasladı. Tam o sırada Canan, biraz düşünceli bir ifadeyle, İlkim’ e döndü. “Anneni mi yoksa babanı mı daha çok seviyorsun?” diye sordu. Hah! İşte, her çocuğa mutlaka yöneltilen o meşhur soru. Çocuklara böyle sorular sormaktan ne zaman vazgeçeceğiz acaba? Bu kadar basit ve masum gibi görünen bir soru bile küçük yüreklerde ağırlık bırakabiliyor. İçimden, "Herkes çocuk sahibi olmamalı, bunu bir kez daha anladım." diye geçirdim.
İlkim ise beklediğimden daha olgun bir şekilde cevap verdi: “İkisini de çok seviyorum. Onlar da beni çok seviyor. Değil mi anneciğim?” diye sordu bana, parlayan gözleriyle. Bu çocuk çok zeki ve çok olgun kesinlikle.
Gözlerinden akan o sevgiye karşılık, “Öyle tabi, güzel kızım.” dedim gülümseyerek.
Bir anlık sessizlikten sonra İlkim, bana bakarak “Anne eve gidelim mi? Babam merak eder. Hem evden çıkarken çabuk dönmemizi ve seni odanızda beklediğini söylemişti.” deyiverdi. Ne? İlkim bu lafı ederken Canan’ ın yüzünde bir gülümseme belirdi. Yüzümün kıpkırmızı olduğunu aynaya bakmadan da hissedebiliyordum. İlkim ’in söylediği bu söz nereden çıkmıştı böyle? Bu çocuk ne diyordu?
“İlkim, bu nereden çıktı şimdi? Baban öyle bir şey söylemedi...” dedim, hafif bir gülümsemeyle toparlamaya çalışarak. “Çocuk işte.” diye ekledim Canan ’a. “Neyse, biz kalkalım artık. Size de iyi günler.”
Canan ’a gülümseyerek veda ettim ve İlkim ’le birlikte yürümeye başladık. Parktan çıkarken ona dönüp, “Güzelim, o söylediğin nereden çıktı şimdi?” diye sordum.
İlkim masum bir şekilde bakarak, “Az önce tanıştığım çocuk, annesiyle babasının aynı odada kaldığını söyledi. Ben de o kadın bize inansın diye söyledim.” dedi. “Kızdın mı?”
Ona kızmak ne mümkün! O kadar masum bir yüzle bana bakıyordu ki içim eridi. Ama yine de onu uyarma gereği hissettim. Çocukların bu tür şeyleri konuşmaya başlaması beni düşündürmüştü; ne de olsa, her şeyden çabucak etkilenecek bir yaşta.
“Kızmadım, güzelim. Ama böyle şeyleri söylemene gerek yok.” dedim. “Ayrıca, bu biraz ayıp.”
İlkim hafifçe başını eğdi ve mahcup bir şekilde, “Söz, bir daha söylemem Handan Ablacığım.” dedi. Sesi yumuşacık çıkıyordu; o kadar masumdu ki. Ben de ona şefkatle gülümseyerek elini tuttum.
Birbirimize tatlı bir bakış attık. İlkim ’in o ışıl ışıl gözlerinde sevgi ve güven vardı. Yanımda böyle masum, küçük bir kalbin olması bana güç veriyordu.
İlkim, yüzünde meraklı bir ifadeyle bana baktı. “Ama neden ayıp, Handan Ablacığım?” diye sordu. Küçük bir çocuğun anlayabileceği basitlikte bir açıklama yapmam gerekiyordu.
Ona gülümseyerek, “Bak güzelim.” dedim, “Her aile birbirine benzemeyebilir. Herkesin evinde farklı kurallar olabilir ve herkesin yaşadığı bazı şeyler özel olabilir. Bu yüzden başkalarının özel hayatları hakkında konuşmak ya da başkalarının ailelerinin nasıl yaşadığını sorgulamak bazen hoş karşılanmayabilir.”
İlkim başını sallayarak dinliyordu, ama tam olarak anlayıp anlamadığından emin olamadım. Bu yüzden daha basit bir örnekle devam ettim: “Hani sen bazen en sevdiğin oyuncağını kimseyle paylaşmak istemezsin ya, işte bazı insanlar da evlerinde yaşadıkları bazı şeylerin özel kalmasını isterler. Bu yüzden bazen bu tür şeyleri başkalarına anlatmasak daha iyi olur.”
İlkim ’in yüzünde bir aydınlanma ifadesi belirdi. “Anladım, yani herkesin kendi gizli şeyleri var,” dedi.
“Evet, aynen öyle.” dedim, gülümseyerek. Küçük bir çocuğun gözünden bakınca her şeyin bu kadar masum ve saf olması ne kadar güzeldi.