Gözlerinde ince bir meydan okuma vardı. Yılmaz’ ın bu sakin ve özgüvenli tavrı Handan’ ı daha da sinirlendirdi, ancak bu öfkenin ardında bir şaşkınlık da vardı. İkisi arasında, bir türlü görmezden gelemedikleri bir gerilim yatıyordu. Handan, içindeki karmaşayı bastırmak için omuzlarını dikleştirip, gözlerini Yılmaz ’a dikti.
“Biliyor musun, Başkomiser?” dedi Handan, soğuk ve net bir tonda, “Bazen ne düşündüğünü gerçekten merak ediyorum. Bu yaptıklarının arkasında sadece iş mi var, yoksa başka bir sebep mi? Kafanda dönenler bu kadar basit mi gerçekten?”
Yılmaz kısa bir an duraksadı. Ancak alışkanlık haline getirdiği duygusuz maskesini takarak cevap verdi, "İşim basit olsaydı, burada olmazdık, değil mi Avukat Hanım?"
Handan, ona biraz daha yaklaşarak yüzüne baktı. Gözlerinde hala sorgulayıcı bir ifade vardı. Yılmaz, onun yaklaşmasıyla bir an irkilir gibi oldu ama bunu belli etmemek için ellerini sıktı. İkisi arasında, belki de bugüne kadar aralarına ördükleri duvarları zorlayan, gizli bir bağ vardı. Nefretten doğan bir bağ.
Handan, hafifçe geri çekilerek ciddiyetini korudu. "Her neyse." dedi. "Biz burada gereğinden fazla kalmış olabiliriz. İlkim merak edecek. Unutmayın, buradayız diye sizin her hareketinizi sorgulamaktan vazgeçeceğim anlamına gelmez."
Yılmaz gülümsedi, ama bu gülümseme onun alışılmış soğuk ifadesinin ardında gizlenmiş bir meydan okumaydı. "Ben de, sizi buraya getiren amacın dışında bir şey yapmayacağımı garanti ederim. Yine de..." Bir an sustu, cümlesinin devamını getirmedi.
Bu yarım kalmış cümle, Handan ’ın içinde bir merak uyandırdı, ancak Yılmaz’ ın yüz ifadesinde, onun bu meseleyi de kapatmaya niyetli olduğu yazılıydı. Handan, gözlerini ondan ayırarak yavaşça mutfaktan çıktı. Ama aklının bir köşesinde Yılmaz ’ın bu soğuk ve ketum tavrının ardında, belki de duygusal yükleri taşıyan bir adam olduğuna dair bir düşünce belirdi. Ve bu düşünce, her ne kadar ona kızsa da, içinde ona karşı garip bir bağ kurmasına neden oluyordu.
...
Yılmaz, sabah erken saatte gelen bir telefonun titreşimiyle uyandı. Arayan, Can’ dı. Yılmaz derin bir nefes alarak telefonu açtı. Can’ ın enerjik ses tonu, henüz uykusu tam olarak açılmamış olan Yılmaz’ ın yüzünde hafif bir gülümseme oluşturdu.
"Ne var Can, sabah sabah? Daha çayımı bile içmedim. Sadede gel. "
"Çaysız da uyanabilirsiniz Başkomiserim! İnsan biraz enerjik olur, hani derler ya genç ruhlu falan."
"Sen genç olabilirsin, ama sabahları fazla enerji iyi gelmez. Seni de biliyoruz. Öğlene bitik oluyorsun. "
"Tabii tabii, yaşlandık falan diye bahaneler. Ama Başkomiserim diyorum sabah koşusuna çık benimle, iki dakika ayak uydur."
"Bu lafları ederken kaç dakika koştun Can? Uzakta olduğuma güvenip konuşuyorsun. "
"Vallahi beş dakikaya yakın koştum! Hem de öyle sıradan bir tempoyla değil. Tazı gibi koştum."
"Hadi oradan, yarı yolda nefes nefese kaldığını bilmiyorum sanki. İş konuşmayacaksan kapatıyorum. Sevgiline hava atmanla uğraşamam. "
"Yok yok sevgilim yok ki yanımda. Onu da nereden çıkardınız? İş konuşalım diye aradım tabii. Ama baştan söyleyeyim, kıskandıracak bir şey var. Dün akşam bir operasyonu tek başıma bitirdim diyebilirim."
Tabii ki yanında sevgilisi vardı. Sevgilisine kendini göstermek için uğraşıyordu. Yılmaz' ın geceleri tetikte olacağını bildiği için gündüz çok erken uyanmaz diye düşünüp aramıştı. Sevgilisine telefonu açmış gibi yapacaktı. Gerçekten açacağını tahmin etmemişti.
"Tabii canım, sen tek başına iş bitirirsin de biz uyuruz öyle değil mi?"
" Başkomiserim biraz hava atmaya çalışıyorum, şaka bir yana başarılı oldum diye duymak istersiniz diye düşündüm."
"Bak sen şu işe. Senin başarı haberlerini gazetelerden okumaya başlayacağız yakında."
" Aynen öyle! Ama o zaman kapıda imza almak için sıraya girecek herkes ama merak etmeyin Başkomiserim size özel imza veririm."
"Yok ben sıraya girerim. Şimdi ciddi bir şey konuşacaksan konuş, yoksa şımarıklık için sonra ararsın. Sevgiline sonra hava atarsın. Burası zevzeklik için aranacak bir yer mi?"
"Aşk olsun, ne şımarıklığı Başkomiserim. Ekipteki arkadaşlar benden çok memnun. Hatta, 'Can gibi adam kolay bulunmaz' diyorlar. "
"Sen bulunmaz adam olmaya çalışırken kendi işini ihmal etme de."
Can dudağını ısırdı. Yine ağzından kaçırmıştı işte başka bir ekiple olaya gittiğini. Yılmaz da anında yakalamıştı.
"İş mi? İş bende abi, işin kitabını yazdım ben. Yokluğunuzda sizi sırtımda taşıyorum resmen."
" Neyse Can, bak, yarına kadar o dosyayı hazırla. Başka işlerin varsa bırak, öncelik bu. Şahin Korgun ve ona yakın herkesin bilgilerini yarın tam olarak istiyorum. Gittiği berberin bile. "
"Emredersiniz! Ama merak etmeyin, beş dakika bile sürmez. Benden hızlı kim var, di mi? Yalnız böyle zengin adamlar berbere gitmez ki abi. Ama tabii sen eski dönemde kaldın. Hala berber kahve. Gerçi beni arada bir kahveye götürseniz iyi olur, bir abilik yaparsınız Başkomiserim. "
"Hadi oradan, dosyayı getir de kahve eksik kalsın. Seni yerler oralarda. "
"Ben bu efsane hızımla geliyorum. Bekleyin beni Başkomiserim!"
Yılmaz, telefonu kapattıktan sonra hafifçe gülümsedi. Can’ ın bu esprili ve şımarık tavırları, işin ciddiyeti arasında küçük bir nefes aralığı yaratıyordu. Yine de bunu asla ona söylemezdi.
...
Yılmaz odadan çıkacağı sırada İlkim' in Handan' la sohbet ettiğini duydu.
Yılmaz kapının ardında dururken, İlkim 'in o incecik sesiyle konuşmasına kulak kabarttı.
"Kaç yaşındasın sen, küçük hanım?"
"Beş."
"Öyle mi? Ben daha büyüksün sanıyordum."
İlkim gururla omuzlarını dikleştirerek; "Babam gibi boyum uzun çünkü." dedi.
Handan bu cevaba hafifçe güldü. İlkim' in babasına olan hayranlığı, yüzünden okunuyordu. Bu küçük kızın kendine olan güveni, ona Yılmaz 'ı hatırlatmıştı. Gerçekten babasının kızı diye düşündü.
"Doğum günün ne zaman?" diye sordu. Yakın bir zamandaysa ona hediye almak istiyordu.
İlkim ’in yüzünde kısa bir tereddüt belirdi, sonra duraksamadan cevap verdi.
"Ben doğum günü kutlamıyorum ki o yüzden de bilmiyorum."
Handan şaşkın bir ifadeyle; "Neden kutlamıyorsun? Çocukken doğum günleri çok keyiflidir. Büyüyünce insan yaşlanıyorum diye pek kutlamak istemez ama senin yaşında doğum günleri harika olur." dedi.
İlkim başını eğdi, sanki yaşından beklenmeyecek kadar ağır bir hikayeyi düşünüyormuş gibi. Yılmaz’ ın içi burkuldu. Handan’ ın, onun yaralarını açmaya devam ettiğini görmek, koruma içgüdüsünü harekete geçirse de durup beklemeye karar verdi.
"Ben bir yaşıma gireceğim de annem babama doğum günü için alışveriş yapacağını söylemiş. Bana o gün babam bakmış."
Yılmaz bu hikayenin devamını biliyordu. Müdahale etmek için harekete geçti ama sonra duraksadı. İlla ki bir boşboğaz Handan' a bu hikayeyi anlatacaktı. En azından İlkim ne hissettiğini anlatırdı belki Handan' a. Çünkü Yılmaz ' a hep sorun yokmuş gibi davranıyordu. İlkim anlatmaya devam ediyordu. Yılmaz iyice saklandı.
İlkim’ in sesinde bir boşluk, belki de anlamadığı ama hissettiği bir hüzün vardı. Yılmaz, boğazında bir düğümle İlkim 'in sözlerini dinledi. O gün annesinin gidişiyle başlayan hikayeyi ve arkasında bıraktığı yarayı İlkim 'in dilinden işitmek, her şeyin gerçekliğini yeniden acımasızca hatırlatıyordu.
Handan dikkatini toplayarak, kırılganlıkla karışık bir merakla "Sonra ne oldu peki?" diye sordu. Hissediyordu. İlkim' in büyümüşte küçülmüş halleri arkasında bir şey olduğunu hissediyordu ama İlkim' in bu gerçeği ne kadar derinden hissettiğini yeni anlıyordu.
"Annem babamdan para almış ve gitmiş. Bir daha da gelmedi."
Bu cümle Handan’ ın içini acıyla doldurdu. Karşısındaki küçücük kızın yaşına sığmayan bu ağır cümleler, adeta bir yetişkinin kayıplarını anlatması gibiydi. İlkim' in yüzündeki boşluk ve duruşundaki yorgunluk, Handan’ ın boğazını düğümledi. Bu küçük kız, terk edilmiş olmanın acısını, anlayamadığı bir şekilde içinde taşıyordu.
Handan şefkat dolu bir sesle "Baban bulamadı mı anneni? Sonuçta o çok iyi bir polis. " diye sordu. Aslında bir yanı ölmüş olsun istiyordu. Bir nedenle gitmiş ve sonra ölmüş olsun. Böylece dönmemesinin bir mazereti olurdu. Başka hiçbir mazeret bilmiyordu çünkü.
İlkim başını yana yatırarak hafif bir gülümsemeyle ama gözlerinde belli belirsiz bir hüzünle:
"Aramadı ki. Babam dedi ki, bizi istemeyenleri biz hiç istemeyiz. Annem anne olmaktan yorulmuş."
Yılmaz ’ın gözleri doldu. O cümleyi kendisinin söylemiş olduğu o günü hatırlıyordu. İlkim’ e annesini kötü göstermek istememişti, ama başka nasıl anlatabilirdi ki? Bu sözlerle, kızını annesinin yokluğunun yarattığı boşluktan korumaya çalışmıştı. Yine de bunu yalanlarla yapmak istememişti. Cümle doğru ama eksikti. Ancak şimdi İlkim 'in anlatımıyla, bunun onu ne kadar etkilediğini anlamıştı.
İlkim kafası karışmış bir halde; "Ama Handan Abla, ben anlamıyorum ki. Mesela Lila benim bebeğim ama ben ondan hiç yorulmuyorum. Ona annelik yapıyorum. Bir kardeşim olursa ondan da yorulmam. Annem niye yoruldu anlamıyorum?"
Handan, İlkim ’in bu masum cümlesine cevap vermek için bir an düşündü. İlkim' in basitçe anlayabileceği bir şey söylemek istedi, ama doğru kelimeleri bulmak zordu. Yine de kendini bir şeyler söylemek zorunda hissetti.
Yavaşça İlkim 'in gözlerinin içine bakarak; "Bazen, bazı insanlar çok yorulur, İlkim. Ama bu, onların kötü olduğu anlamına gelmez. Belki de o zamanlar, annen bilemediği bazı duygular yaşıyordu. Hepimiz bazen anlamadığımız şeyler yaparız."
İlkim başını hafifçe sallayarak ama tatmin olmamış bir ifadeyle; "Ama ben asla Lila' mdan yorulmuyorum."
Handan gülümsedi, İlkim' in saçlarını okşayarak; "Bunu anlıyorum tatlım. Belki de senin kalbin, kocaman bir sevgiyle dolu olduğu için yorulmuyor. Sen güçlü bir kızsın. Ama herkes senin kadar güçlü değil. "
Bu sözler İlkim 'in yüzünde küçük bir tebessüm oluşturdu. Handan, onun kırılgan kalbini biraz olsun rahatlatabilmiş olmanın huzurunu duyarken, Yılmaz kapının arkasında bu anı izlemekle yetinmek zorundaydı. Çocuğunun, kendi yaralarını Handan gibi birine açabilmesi, ona yalnız olmadığını hissettirmişti. Handan’ ın İlkim’e gösterdiği özen ve yumuşaklık, Yılmaz’ ın içinde ona dair beliren tüm duvarları sarsmaya başladı. İlkim biraz daha gülümsedi.
" Belki de onun benzeyeceği benim babam gibi kocaman bir babası yoktu. " dedi. Handan bu cümleye can simidi gibi sarıldı çünkü ne kadar İlkim' e anlatmaya çalışsa da aslında kendi de anlamıyordu. İnsan bir yaşında bir çocuktan nasıl yorulurdu.
" Kesinlikle öyledir. Ben çay koyup geliyorum. Kahvaltı saatimiz geçiyor. " dedi. Mutfağa doğru giderken Yılmaz' ın odasına girdi.
" Kapı icat edildi. " dedi Yılmaz hüznünü gizlemeye çalışırken.
" İnsanları dinlemek daha büyük ayıp yalnız. "
" Dinlediğim kendi kızım. "
" Ama kendi kendine konuşmuyor. Hiç üste çıkmaya çalışma sadece merak ediyorum. Karına ne yaptın da kızını bırakıp gidecek kadar yoruldu?"