Yılmaz’ ın yüzü kasvetli bir ifadeyle sertleşmişti. Handan ’ın sözleri içindeki öfkeyi tetiklemişti ama bunu göstermemeye çalıştı. Sesi, öfkesiyle harmanlanmış bir sakinlikle yankılandı.
"Bu merak, mesleki deformasyon mu yoksa kişisel bir şey mi, Avukat Hanım? Herkesin her şeyi bilmesi gerekiyor mu gerçekten?"
Handan, bu sözlere aldırmadan duruşunu koruyarak Yılmaz ’a yaklaştı. Gözlerinde, söylediklerinin arkasında durmanın kararlılığı vardı. "Avukatlarla alıp veremediğiniz ne, Polis Bey? İnsanların derinlerine iniyoruz, evet. Biz de senin gibi işimizi yapıyoruz. Sen nasıl her detayın peşinden gidiyorsan, biz de gerçeğe ulaşmak için sorular soruyoruz. Fark etmelisin ki ikimiz de işimizi yapıyoruz."
Yılmaz, bir an afallamış gibi ona baktı, sonra gözlerini devirdi. "Benim işim, insanları zor sorularla yaralamak değil. Suçla savaşıyorum, insanın içindeki boşluğu kazımıyorum." dedi, sesinde bir sertlik vardı.
Handan başını hafifçe sallayarak dudaklarında hafif bir tebessümle Yılmaz’ a karşılık verdi. "Sorular her zaman yara açmaz. Bazen iyileşmeye yardımcı olur. İlkim’ in söyledikleri, içindeki o koca boşluğun bir göstergesi. Sen bunun farkındasın ama aynı zamanda da yüzleşmekten kaçıyorsun. Ona gerçeği tam olarak söyleyerek değil, onu koruyarak iyi bir baba oluyorsun sanıyorsun ama… her şeyden bu kadar emin olma."
Yılmaz kaşlarını çattı, sözleri kendisine yöneltilmiş bir eleştiriden çok, kalbinin en hassas yerine dokunan bir gerçek gibiydi. "Onun yaralarını kapatmaya çalışıyorum. Her şeyi açık açık anlatmak, bir çocuğa yüklenmeyecek kadar ağır bir yük. Neden, bu kadar sorguluyorsun bunu? Hem söylediklerim doğruydu… Annesi bizi istemedi. Bu ne kadar acı olursa olsun gerçek bu."
Handan derin bir nefes alarak omuzlarını dikleştirdi, bakışları kararlıydı. "Doğru ama eksik, Yılmaz. Eksik bir gerçeği anlatmak bazen bir yalan kadar yaralayıcı olabilir. İlkim, bir çocuğun kaldırabileceğinden daha ağır bir yük taşıyor, senin söylediğin bu doğruyla. Her gün annesinin onu istemediği gerçeğiyle yüzleşiyor. Belki de kendi suçlarını örtmek için eksik anlatıyorsun. "
Bu sözler, Yılmaz ’ın içindeki acıyı daha da gün yüzüne çıkarmıştı. Sesini alçaltarak cevap verdi, " Söylediklerim kendimi aklamak için değildi. Gizlediklerimde değil. Handan, sen bir çocuğun böyle bir gerçeği nasıl kaldırabileceğini düşünüyorsun? Onu korumak benim görevim, yalan söylemek değil. Gerçeği bilmek, büyüyüp her şeyi anlaması en doğrusuydu. Ben de her şeyi anlatmak yerine gerçeğin bir kısmını seçtim, o kadar."
Handan başını iki yana sallayarak Yılmaz ’a bir an daha bakakaldı. "Ama eksik bir gerçek, onun her gün annesiyle ilgili cevaplanmamış sorularla büyümesine sebep oluyor. Belki de bilmesi gereken her şeyi bilse, daha fazla kendini suçlamaz. Annesi gerçekten yorulduğu için mi gitti, yoksa başka bir sebep mi vardı? Eğer kendini aklamıyorsan annesini aklıyorsun demektir. İlkim ’e annesini kötü göstermemek adına eksik bir gerçeği sunmak, ona tüm hikayeyi anlatmamak onu eksik bırakmaktan başka bir şey değil."
Yılmaz, derin bir nefes aldı ve eliyle saçlarını geriye doğru itti. Sözleri, bir iç çekişle karışık bir hayal kırıklığını dile getiriyordu. "Bazen, ne yaparsam yapayım onun için yeterli gelmeyeceğini hissediyorum. Her şeyini ona verdiğimde bile annesinin boşluğu, asla dolmuyor. Anlamıyor musun, Handan? O gitmek istedi. Ne eksik, ne fazla. Sadece gitti."
Handan bir an duraksadı, Yılmaz ’ın gözlerindeki acıyı gördü ve yumuşak bir sesle devam etti, "Yılmaz, anne olmak bazılarına yorucu gelir. Bazı insanlar, ebeveyn olmanın sorumluluğuyla baş edemez. Ama bu, İlkim’ e anlatabileceğimiz kadar basit bir gerçek değil. Bu eksik cümleler onun içinde kapanmayan yaralar açıyor. Başka bir yol bulmalısın. "
Bu sözler Yılmaz ’ı bir an sessizleştirdi. Handan’ a derin bir bakış attı, acısının içine işleyen cümlelerin etkisiyle başını hafifçe eğdi. "Belki de haklısın." dedi, boğazı düğümlenmiş gibi. "Ama her şeyin bir açıklaması yok. Bu dünya, ona her şeyi açıklayabileceğimiz kadar güvenli bir yer değil. Anne olmak bazılarına yorucu geliyor her ne kadar bunu anlamasam da. Kendim anlamadığım bir şeyi anlatmak o kadar da kolay değil. "
Handan, Yılmaz ’ın yüzündeki acıyı gördükçe onun ne kadar yalnız olduğunu daha iyi anlıyordu. Yıllardır bu yükü tek başına taşımak, onu gözle görünmez bir duvara hapsetmiş gibiydi. Derin bir nefes alarak, yumuşak bir ses tonuyla önerdi:
"Profesyonel bir destek almayı düşündün mü hiç? Yani bir uzman, belki İlkim ’e annesinin gidişini anlatmada yardımcı olabilir. Bazen, bazı şeyler bizim tek başımıza baş edebileceğimizden daha ağırdır, Yılmaz."
Yılmaz başını hafifçe öne eğdi, gergin bir kahkaha attı, acısını bastırmaya çalışıyormuş gibi. "İlkim seninle konuşuyor diye onu böyle sanıyorsun, Handan. Onun iç dünyasını çözebildiğini düşünüyorsun belki, ama yanılıyorsun. Elbette denedim, bir sürü yere götürdüm, ama İlkim tek kelime etmedi. Sanki kendi içine kapanmış, kimseye ulaşılmayan bir dünyada yaşıyor onu götürdüğüm zamanlarda. Böyle daha dışa dönük en azından. Kendini kitlememesi için götürmeyi bıraktım. "
Handan onun bu çaresizliğini hissetti ama pes etmeye niyetli değildi. Ona bir adım daha yaklaştı, gözleriyle Yılmaz’ ın gözlerini buldu. "Benimle konuşuyor ama, biliyorsun. Belki bir de ben denesem? Yani sonuçta avukatım. Müvekkilim olarak düşün beni. Sırların bende güvende olur, endişe etme."
Yılmaz, gözlerinde eski bir yarayı yeniden açmanın verdiği acıyla derin bir nefes aldı. Yutkundu, sonra kendini tutamayıp, yıllardır içinde sakladığı o cümleleri fısıldar gibi dile getirdi:
"Seni seviyorum ama ben bu çocukla uğraşamam. Anne olmak için çok gencim. Yaşamam gereken uzun bir hayat var. Ben hayallerimi gerçekleştirmeye gidiyorum. Beni seviyorsan gelirsin. İstersen beni bulabileceğini ikimiz de biliyoruz ama kucağında onunla gelme. Bir seçim yap."
Handan, Yılmaz ’ın ağzından dökülen bu kelimeleri sindirmeye çalışırken, şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı. "Anlamadım... Bu da ne demek şimdi?"
Yılmaz, yüzünde acı bir gülümsemeyle başını iki yana salladı. Sesindeki kırgınlık ve öfkeyi saklayamıyordu.
"Giderken bıraktığı notta bunlar yazıyordu, Handan. Annesi İlkim' i değil, kendi hayallerini seçti. İlkim ’i geride bırakıp kendi hayatına gitmeyi tercih etti. Bize hiç dönmedi, bir daha da arkasına bakmadı. O not... İlkim 'i o halde kucağıma bırakıp gittiği gün... İşte o gün her şey bitti. Bunları daha yumuşak anlatmanın bir yolunu bulursan buyur anlat. "
Handan, Yılmaz ’ın yüzünde yansıyan acıyı, onun yıllarca içten içe taşıdığı öfkeyi hissediyordu. Ona bir adım daha yaklaşarak yumuşak bir sesle sordu, "Bu yüzden onu hiç aramadın, değil mi? Bunu kendine bile itiraf etmen zor ama içten içe belki bir gün geri döner diye bekledin. Ama o, kendi yolunu seçti. "
Yılmaz, sert bir şekilde başını salladı. Gözlerinde biriken yaşları bastırmaya çalışarak, yüzüne derin bir kararlılık ifadesi yerleştirdi. "O gün, onu içimden tamamen silmek istedim, Handan. İlkim' e, annesinin gidişinin bizim suçumuz olmadığını anlatmak istedim, ama önce bunu kendime kabul ettirmem gerekiyordu. Onun, bizi değil, kendi hayallerini seçmiş olduğunu... Benden bir seçim yapmamı istedi bende yaptım. Eğer onu arasaydım bir ihtimal arayacaktı bunda ama benim için kızımı terk etmek bir ihtimal değil. Şehit düşmediğim sürece en azından."
Handan, onun içindeki çatışmayı daha iyi anlamıştı. Vurulduğu zamanda söylediklerini hatırladı. Benim düşünmem gereken bir kızım var demişti. Derin bir nefes aldı ve nazik bir dokunuşla Yılmaz ’ın omzuna elini koydu. "Bu yükü yalnız taşıyorsun, Yılmaz. Ama kendine bir şans daha verebilirsin. Sadece İlkim değil, sen de gerçekleri daha sağlıklı bir yerden duyarsan belki bu boşlukları doldurmak kolaylaşır."
Yılmaz, onun söylediklerine karşı sessiz kaldı, sonra soğuk bir tonda, neredeyse kendinden uzaklaşmış gibi konuştu.
"Sadece ben değil, o da kendi seçimlerini yaptı. İlkim 'in bunu anlaması için daha fazla bir şey yapamam. Daha fazlasını anlatamam ben ona. İlkim' in bilmek istediği gerçekler bunlar değil. O annesinin onu bırakırken üzüldüğünü duymak istiyor. Belki pişman olduğunu ama gerçekler bunlar değil. "
" Peki en azından kendin için destek alsan olmaz mı?"
Yılmaz, omuzlarını dikleştirdi, yüzünde bir gerginlik belirdi. "Handan, sen avukatsın, evet. Ama ben polisim. Yıllardır suçluların peşinde koşuyorum, onlarla mücadele ediyorum. Gözümün önünde ne hayatlar bitti, ne aileler yıkıldı. O masaya oturup da birine derdimi anlatmak bana göre değil. Bizim işimiz kendimize acımak değil; güçsüzlük göstermek de yok."
Handan, onun bu sözlerini anlayışla karşıladı ama kolay pes edecek gibi değildi. Yılmaz 'ın derinlerde bastırdığı duygularının yüzeye çıkması gerektiğine inanıyordu. Yumuşak bir tonla devam etti, "Bu bir güçsüzlük göstergesi değil, Yılmaz. Herkes bir noktada destek alabilir. Sen de bir insansın, polis olmak seni bir makine yapmıyor. İlkim 'in annesini kaybettiği gün yaşadığı travmayı görüyorsun. Belki onunla konuşmanın bir yolunu bulursak, ikiniz için de yeni bir başlangıç olur.Yılmaz, bu yalnız kalmanın, her şeyi tek başına taşımanın seni ne kadar yıprattığını görüyorum. Ama sen bu kapıyı kapatmayı seçiyorsun."
Yılmaz, onun bakışlarına karşılık vermedi, bakışlarını yere indirdi ve elini saçlarına götürerek derin bir nefes aldı. "Handan, bana bu desteği vermeye çalışman için teşekkür ederim. Ama ben, kimseye muhtaç olmadan bu hayatı sürdürmeyi öğrendim. Destek almaktan vazgeçeli çok oldu."
Handan, onun ne kadar inatçı olduğunu, içine kapanıklığını anlayarak gözlerini kaçırdı. Ama yine de onun için endişeliydi. "İyi, ama unutma. Ne zaman konuşmak istersen ben buradayım. Sadece bunu bilmeni istedim, tamam mı? Sırların güvende olacak. "
Yılmaz, hafifçe gülümsedi ve başını salladı. "Sağ ol, Handan. Gerçekten… Ama sanırım bu yaraları sadece kendim sarmam gerekecek."
Handan, onun bu sözlerinin altında yatan derin yaraları, çözülmeyi bekleyen duyguları anlamıştı ama onun kararına saygı duydu. Zaten başka çaresi de yoktu. Yılmaz ketum biriydi. Aslında Handan' a hiçbir şey anlatmazdı. O sadece kızı için yapmıştı bunu. İlkim' e belki faydası olur diye düşünmüştü ve Handan' da bunun farkındaydı. İlkim' in yanına dönerken Yılmaz' ın yıllardır bir kelimesini bile unutmadığı o notu düşündü. Hayallerinin peşinden gitmeye anne olduktan sonra karar vermesini ve evladını engel görmeyi anlayamadı. Nasıl bir hayale engel olurdu ki böyle tatlı bir çocuk? Daha da fazlası vardı. Hissediyordu ama Yılmaz kendini daha fazla açmayacak onu da biliyordu. Belki zamanla diye düşündü Handan. Gerçi ne duysa anlamayacaktı biliyordu. Bazıları evlat sahibi olmak için her şeyi yapmayı göze alabilecekken bazıları elindekinin kıymetini bilmiyordu işte.