NEREDEYDİN?

1519 Words
Yazarın anlatımı... Yılmaz tüm olanları gizlendiği yerden izlerken, kalbinin derinliklerinde bir sızı hissetti. Uzun zamandır ilk kez, duygularının ağırlaştığını ve bastırdığı her şeyin su yüzüne çıkmaya başladığını fark etti. Yıllardır kendini sert, dayanıklı ve duygulardan uzak bir adam olarak tanımlamış, gözyaşlarını bir zayıflık belirtisi olarak görmüştü. Ama bu an başkaydı. Gözlerinin dolduğunu hissetti; hayatta çok az şey onu böyle etkilemişti. O an İlkim’ in anne sevgisine ne kadar muhtaç olduğunu anladı. Onun annesiz büyüyüşüne alıştığını sanıyordu, ama şimdi aslında bu boşluğun derinlerde nasıl iz bıraktığını fark ediyordu. İlkim, daha küçükken bile yaşıtlarına göre daha olgun, ağırbaşlı bir çocuktu. Zorluklarla yüzleşmeye küçük yaşta başlamıştı. Hiç kimseye annesinin eksikliğini hissettiğini belli etmemişti. Bu konuda Yılmaz 'a bir kez bile serzenişte bulunmamış, hatta gözlerinden tek damla yaş akmamıştı. Ama bir süredir sık sık kardeş istediğini söylüyordu. İlk başta bunun çocukça bir istek olduğunu düşünmüştü Yılmaz, ama şimdi onun sadece bir kardeşe değil, anne figürünün sıcaklığına, yanında güvenle sarılacağı birine olan özlemini dile getirdiğini anlamaya başladı. İlkim ’in “kardeş” çağrısı aslında bir “anne” çağrısıydı, ve Yılmaz bunu ancak şimdi, onun Handan ’a yönelttiği bakışlarda fark ediyordu. Kızı Handan' la çok hızlı bağ kurmuştu. O an Handan ’la parkta gördüğü kızı, içindeki bu özlemi kelimelere dökmeksizin Handan’ ın varlığına sığınmış gibiydi. İlkim’ in Handan’ a duyduğu güven, hızla inşa edilen bir bağdan fazlasıydı. Belki de İlkim, babasından miras aldığı zekasıyla, Handan ’la bu sahte anne-kız ilişkisinin ardındaki gerçeği seziyordu, ama yine de ona ihtiyaç duyuyordu. Her şeyin biteceğini biliyor ama tadını çıkarıyordu. Park gezisi bahaneydi. Parkta oynamaktan ziyade, aslında onunla dışarıda olmayı istiyordu. Çünkü dışarıda anne kız rolü yapmak zorunda olduklarını biliyordu. Yılmaz, kızının böyle bir anda dahi kendi yalnızlığını nasıl ustalıkla gizlediğini gördükçe hem gururlandı hem de içi sızladı. Ağlayıp sızlamamış resmen plan yapmıştı. Yılmaz’ ın zihni aniden yıllar öncesine, karısının gidişine kaydı. İlkim henüz bir bebekken karısı arkalarına bile bakmadan evi terk etmişti. Herkes bu ani gidişe şaşırmış, bir anlam vermeye çalışmıştı. Yılmaz’ ın çevresindekiler onun yaptığı hiçbir tercihi sorgulamaya cesaret edemezdi çünkü Yılmaz zekası, keskin gözlem gücü ve iyi bir polis olmasıyla tanınıyordu. İnsanları kolayca çözebiliyor, doğru ile yanlışı hemen ayırt edebiliyordu. Bu yüzden etrafındakiler, onun yanlış biriyle evlenmiş olmasına ihtimal vermemişlerdi. Mutlaka gidişinin ardında gizli bir sebep aramışlardı. Ancak Yılmaz, bu yanılgısını en çabuk kabullenen kişi olmuştu. Çünkü diğerleri onun kusursuz seçimler yapacağına inanmış olsa da, o aşık olmuş ve duygularına yenilmişti. Yıllar önce kalbinin sesine kulak vermiş, karısına gördüğü tüm eksikliklere rağmen bağlanmıştı. Belki ilk başta, onun özgür ruhunu ve hayata karşı sorumsuz tavrını fark etmişti, ama aşık olduğunda bunları görmezden gelmeyi tercih etmişti. Onunla bir aile kurmak, hayatını onunla paylaşmak istemişti. Ancak karısı gittiğinde, daha önce göz ardı ettiği tüm işaretleri hatırlamaya başladı. Tüm o küçük uyarı işaretleri, ilişki sırasında üzerine çok düşünmediği tavırlar bir araya geldiğinde, aslında o zamana kadar nasıl da yanıldığını anlamıştı. Gidişinin ardından geçen yıllar boyunca Yılmaz, kızını tek başına büyütmenin zorluklarıyla mücadele etmişti. Zamanla kendisini bu yalnız yaşantıya alıştırmış, tüm yaralarını kızına duyduğu sevgiyle kapatmaya çalışmıştı. Ama şimdi, İlkim ’in annesine duyduğu özlem, içinde gömdüğü her şeyi yeniden su yüzüne çıkardı. Kızının yavaş yavaş Handan’ a bağlanmasını, onun varlığında huzur bulmasını izlerken, aslında onun içinde bıraktığı boşlukla yüzleşiyordu. Yine de yapamayacağını biliyordu. Bir daha güvenemezdi. Sevmek? Sevgisi kızına zor yetiyordu. Yılmaz kısa bir an için düşündü. Belki İlkim için yeniden evlenmek doğru olurdu. Hayatlarında hep eksik kalan o sıcaklığı, güveni sağlayacak bir anne figürünün varlığı, kızının ruhundaki boşlukları doldurabilir miydi? Her zaman onun yanında olacak, İlkim 'e gerektiğinde sarılıp ona bir anne gibi bakacak biri... Ama bunu düşündüğü anda, bunun ne kadar bencil bir fikir olduğunu fark etti. Böyle bir karar almak, aslında yalnızca İlkim ’i değil, hayatına katacağı o kadını da düşünmeyi gerektirirdi. O kadına haksızlık yapacağını biliyordu. Kendi duygularının olmayacağı, sırf kızının ihtiyaçlarını gidermek için bir başkasını hayatına almak... Bu fikrin ağırlığını yüreğinde hissetti. Sevgiyle değil, sorumluluk duygusuyla dolu bir evlilik fikri ona acı veriyordu. Hiçbir kadına, sevgisiz bir yuvada, başkasının çocuğuna annelik yapma yükünü yükleyemezdi. O kadının her gün, kendisine duyulmayan bir aşkın içinde sıkışıp kalması, ona sunulmuş gibi görünen ama aslında yarım kalmış bir hayatı yaşaması... Yılmaz, böyle bir şeyi kimseye reva göremezdi. Üstelik böyle bir ilişki, zamanla kadını derinden yaralayabilirdi. Çünkü bir evlilikte yalnızca birinin ihtiyaçları üzerine kurulan bu tür bir bağ, başlangıçta ne kadar iyi niyetli olursa olsun, her iki taraf için de yaralayıcı olurdu. Sevilmediği bir hayatın içinde, sadece bir görev duygusuyla yaşamak… Hem kendine ait olmayan bir çocuğa annelik yapmak, hem de eşinden hiç karşılık bulamayacağını bilmek, kimse için kolay değildi. Yılmaz böyle bir yükü bir başkasının omuzlarına bırakmayı vicdanına sığdıramıyordu. Bunun, sırf bir bakıcıya para vermemek için evlenmeye benzer bir durum olacağını düşündü. Böyle bir durumda karşısındaki kişi, belki de her gün kendisini gerçek bir eş ya da gerçek bir anne olarak göremeyecek ve içten içe, bu sevgi eksikliği karşısında tükenmiş hissedecekti. Yılmaz, böyle bir kararın, sadece kendi sorumluluklarını başkasına devretmek gibi durduğunu fark ediyordu. Sevgi olmadan, karşılıklı anlayış ve güven olmadan atılacak her adım, hayatına girecek kadını, İlkim 'i ve belki de kendisini içinden çıkılması zor bir yalnızlığa hapsederdi. Bu yüzden, böylesine önemli bir konuda sadece İlkim’ i düşünmenin yetersiz olduğunu biliyordu. Hayatına girecek kadının da huzuru, mutluluğu ve saygıyı hak ettiğini düşündü. Yılmaz derin bir iç çekti. İlkim için en doğru olanı bulma isteği, kendi yaralarını iyileştirme arzusuyla çatışıyordu. Ama biliyordu ki, bir başkasının hayatını bu çatışmalarına kurban edemezdi. Kendi yalnızlığına alışabilir, kızını sevgiyle büyütebilirdi; ama bir başkasını yalnızca görev bilinciyle hayatına almak... İşte bu, Yılmaz ’ın asla yapamayacağı bir şeydi. Hızlı adımlarla manava gitti. Bir sürü meyve aldı. Yılmaz, hızlı adımlarla manavdan döndüğünde kolları poşetlerle doluydu, eve girer girmez İlkim heyecanla ona doğru koştu. Gözlerinde her zamanki sıcak bakış vardı. "Babacığım, neredeydin?" diye sordu İlkim, biraz meraklı, biraz da endişeli bir ses tonuyla. "Markete gittim kızım. Birkaç meyve aldım. Dur, şunları mutfağa bırakayım." dedi Yılmaz, gülümseyerek. İlkim bir an arkasında durup onun mutfağa doğru yavaşça ilerleyişini izledi, ardından salona döndü. Yılmaz, mutfağa geçerken, Handan da sessiz adımlarla arkasından geldi. Yılmaz, omzunun üzerinden onu fark etti. Handan ’ın gözlerinde belli belirsiz bir sorgulayıcı ifade vardı. Bir an göz göze geldiler. Yılmaz, içinde beliren meydan okumayı gizleyemedi. Poşetleri yere bıraktı, bakışlarında ince bir alay vardı. "Geçen sefer böyle mi emretmiştiniz Avukat Hanım?" diye sordu, önceki gün poşetleri tezgaha koymasına itiraz ettiğini ima ederek. Handan, hafifçe kaşlarını çatarak poşetlere baktı. Ardından Yılmaz ’a doğru döndü. Gözlerinde beliren soğuk ifade, herhangi bir nezaket çabasını çoktan geride bırakmıştı. "Neredeydin?" diye sordu, bu kez daha ciddi bir tonda. Yılmaz, onun gözlerindeki şüpheyi fark etti. Sesini biraz alayla yumuşatarak cevap verdi, "Fazla kaptırdın kendini sanırım karı koca yalanına. Marketteydim dedim ya az önce." Handan ’ın gözlerinde bir parıltı belirdi, hafif bir öfkeyle sıkılmış dudakları, sabrının sınırında olduğunu ele veriyordu. "Market öyle mi? Sen beni salak mı sanıyorsun?" dedi, sesi hafif bir meydan okuma taşıyordu. Yılmaz’ı n gözlerinde alaycı bir ışıltı belirdi. "Ne haddimize, Avukat Hanım," dedi. Handan' ın gözlerini diktiğini görünce, kısa bir an için duraksadı, ama pes etmedi o da gözlerini dikti. " "Bizi takip ettin değil mi? Ne sandın? Kızını kaçıracak mıydım?" diye devam etti Handan, sesinde bir öfke seziliyordu. Yılmaz, bu ithama gülerek karşılık verdi. "Saçmalamak size yakışmıyor, Avukat Hanım. Güvenliğinizi sağlamak benim görevim, unuttunuz herhalde." dedi, ona göre işinin gereğini yaptığını vurgulayarak. Handan derin bir nefes aldı, sesini alçaltarak ama hala öfkeli bir şekilde cevap verdi, "Madem için rahat etmiyor, sen de bizimle gelseydin. Şüphe çekme diyorsun bana ama karısını uzaktan gözleyen bir adam çok mu normal? Komşular ne düşündü sence?" Yılmaz aldırış etmeden hafifçe gülümsedi, kendine olan güveni yüzünden okunuyordu. "Kimse görmedi, endişe etme." dedi, onu yatıştırmaya çalışır gibi. Ancak Handan, onun bu rahat tavrından daha da sinirlendi, adeta onun ciddiyetsizliğine katlanamıyordu. "Nasıl emin oluyorsun?" diye sordu, sesinde küçümseyen bir tonla. Yılmaz, kısa bir an için bakışlarını Handan’a dikti, gözlerinde gizemli bir parıltı vardı. "Çünkü ben istemezsem beni kimse göremez." dedi, sesi derin ve kararlıydı. Bu sözlerin altında yatan gizli tehdit, sessiz ama güçlüydü. Yılmaz’ ın kendine güvenen ifadesi, Handan’ ı bir an için duraksattı. Onun gözlerinde, kendini her durumda kontrol altında tutan bir adamın kararlılığı vardı. Ve her şeyi kontrol altında tutmak isteyen. Bir süre sessizce birbirlerine baktılar. Handan, onun sözlerinin altında yatan meydan okumayı hissediyordu. Yılmaz, bu oyunları bir adım ötesine taşımak istemiyor, ama her seferinde kendine has bir sakinlikle sınırları belirliyordu. Handan ’ın sorgulamaları ona göre gereksizdi; o burada sadece görevini yapıyordu. Ama Handan ’ın bu konudaki şüpheleri, Yılmaz ’ın soğukkanlılığını test ediyordu. Aralarındaki soğuk savaş gittikçe daha da şiddetleniyordu. Sessizliği sonunda Handan bozdu. "Görevinin gerektirdiğinden fazlasını yapıyorsun." dedi, hafifçe kaşlarını kaldırarak. Yılmaz, bu yorumu gülümsemeyle karşıladı, ama gözlerindeki ifade ciddiyetini koruyordu. "Belki de görevime fazla bağlıyım." dedi. Handan, onun imalı sözleri karşısında ne diyeceğini bilemedi; kısacık bir an için bile olsa Yılmaz’ ın düşüncelerinin derinliğini merak eder gibi baktı. Ama bu bakış uzun sürmedi. İkisi de sessizce geri çekildi; aralarındaki bu sessiz anlaşmazlık her ikisini de yoruyordu. Bu sessiz gerilim, her kelimede, her bakışta gizli bir savaşa dönüşüyordu. İkisi de kendi sınırlarını koruyarak, ama birbirlerinin düşüncelerini sezmekten geri durmayarak, bir oyun oynuyorlardı. Ancak her iki taraf da biliyordu ki, bu oyunun sonu sadece kazanan ve kaybeden arasında değil, aynı zamanda bir güven meselesinin çok ötesindeydi.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD