CEZA GİBİ

1611 Words
"Sen her gün konuşuyorsun.” dedim tekrar, sesim biraz daha sertleşmişti. “Bana gelince mi güvenli olmuyor? Sonuçta senin telefonundan aradım, adamı aramadım ki! Sadece Nevin, ofisten haber almak istedim.” Yılmaz gözlerini kısarak, sesi buz gibi soğuk bir tonda konuştu, "Benim her konuşmam kontrollü, ne konuştuğumu biliyorum. Aradığım yerde kişi de belli. Dinlemek yürek ister. Senin aniden arayıp sorular sormanın ne gibi bir tehlike yaratabileceğini anlamıyor musun?” dedi. Kelimeleri adeta kılıç gibi, vurucu bir şekildeydi. Ama ben de altta kalamazdım. "Yılmaz, sen her gün konuşuyorsun. Benim de bir hayatım var, merak ettiğim insanlar var. Sadece bir arama bu. Ne abartıyorsun böyle?" Yılmaz derin bir nefes aldı, sinirini belli etmemek için kendini zor tutar gibiydi. "Handan, bu bir oyun değil. Sen belki tehlikeyi tam olarak görmüyorsun ama ben görüyorum. Üstelik bu sadece senin meselen değil. Benim kızım da burada. İlkim ’i riske atmamı mı bekliyorsun?” Sözleri içimi ürpertti. Yılmaz ’ın kızı da buradaydı ve onu koruma içgüdüsünün, bu kadar sert tepki vermesine yol açtığını anladım. Ama yine de içimdeki sitemi bastıramıyordum. "Ben de biliyorum İlkim’ in burada olduğunu. Sadece birkaç dakika konuşacaktım, daha fazlası değil. Sanki ben tehlikeyi umursamıyormuşum gibi davranıyorsun ama öyle değil.” dedim, sesim biraz daha yumuşamıştı ama hala kendimi savunuyordum. Yani ben çocukken bile kendimi savunurmuşum. Avukat olduğumu değil doğduğumu söyler ailem. O an Yılmaz bana bir adım yaklaştı, yüzüme doğru eğildi. "Handan, bazen en küçük ihmal en büyük zararı doğurur. Sen bunu anlamıyorsun çünkü bu işler senin dünyan değil. Tanık koruma altındasın; her konuşma, her hamle risk demek.” dedi, kelimelerinin her biri daha da ağırlaşıyordu. Başımı kaldırdım, gözlerinin içine baktım. O anda yüzünde gördüğüm ciddiyet bir an bile gevşemedi, sert bakışlarıyla adeta beni yerime mıhlıyordu. Ama kendimi savunmadan da duramazdım. "Ben de kendi güvenliğime önem veriyorum, Yılmaz. Sadece insanlarla konuşmak istedim, hepsi bu. Beni tamamen izole edip, sadece burada dört duvar arasında bırakman doğru değil. Onlarda benim ailem gibi. Ardımda ne bıraktığımı bilmek istiyorum. Onlara bir zarar vermediğimden emin olmalıydım. " Yılmaz, ellerini sıkıca birleştirip derin bir nefes aldı. "Bu sadece senin güvenliğin değil, benim kızımın da güvenliği. Bir kere daha böyle bir şey yaparsan, Handan… ne pahasına olursa olsun, buna izin vermem.” Sesindeki kararlılık beni şaşırtsa da, geri adım atmak istemiyordum. "Anlıyorum.” dedim sonunda, gözlerimi onunkilerden kaçırarak. “Ama ben de bir köşeye itilmeye dayanacak biri değilim, Yılmaz. Sana sorduğumda cevap vermiyorsun. Sözlerimi söylenmemiş sayıyorsun. Sonra da susup otur diyorsun. En azından iyiler sorun yok diyebilirsin ama demiyorsun. ” Bu sözlerimden sonra Yılmaz’ ın yüzünde anlık bir yumuşama gördüm; belki de benim de kendime göre haklı olduğumu anlamıştı. Ama yine de gözleri hala dikkatle üzerimdeydi. " Çünkü tehdit aldılar desem kendini daha kötü hissedecektin. Senden bir şey gizliyorsam bunun iyiliğin için olduğunu anlaman lazımdı bu zamana kadar. " " Yılmaz ben dönmek istiyorum. Onlar tehdit altındayken ben burada güvendeyim diyemem. " " Endişe edecek bir şey yok. " " Ne demek yok. " " Binaya polis yerleştirdik. " " Gerçekten mi?" " Yok şakacıktan. Milyoncudan aldık rozetini adamın yerleştirdik. Sorun yok diyorsam sorun yoktur. " Bu adam gerçekten sinir bozucuydu. Uyurken yüzüne ağda falan yapıştırmak istiyordum. Şu kaşları bir gitse böyle çatık kaşlı bakamazdı ne güzel olurdu. Aslında İlkim' i gaza mı getirseydim? Gerçi o da babasına kıyamazdı. .... O günün ardından bir hafta geçmişti ama yaptığımın bedelini ben değil, İlkim ödedi. Yılmaz, bir hafta boyunca İlkim ’in evden dışarı adım atmasına bile izin vermedi. Beş yaşında, yanında sadece iki oyuncağı olan bir çocuk için bu ev, ceza gibi bir yerdi. İlkim, ilk başta sabretti, kendi kendine oyunlar kurmaya çalıştı. Birkaç kez birlikte mutfağa girdik; çorba karıştırdı, tabakları dizdi, oyun gibi yemek yapmaya çalıştık. Ama bu da bir yere kadardı. Bir çocuğun neşeli kahkahaları yerine artık sıkıntıdan iç çekmeleri duymak, içimi parçaladı. Sonunda dayanamadım ve Yılmaz ’la konuşmaya karar verdim. Ona İlkim ’in parka gitmesi gerektiğini, buna ihtiyacı olduğunu söyleyecektim. Derin bir nefes aldım, odasına doğru ilerledim ve kapıyı tıklattım. Göz ucuyla bana bakarak “Ne var Handan?” dedi, belli ki pek de iyi bir ruh halinde değildi. “Yılmaz, İlkim bir haftadır evde kapalı kaldı.” dedim, sakin ama kararlı bir sesle. “O daha beş yaşında, dışarı çıkmaya ihtiyacı var. Parka götürebilir miyiz?” Gözlerini devirdi ve “Handan, o gün ne yaptığını unutmuş değilim. Bunu bir ceza olarak algılamasan iyi olur. Bu bir güvenlik önlemi. ” dedi. Ancak bakışlarım değişmeden devam ettim, kendimce sakince ama içinde bir direnç saklı bir tonda. “Bu İlkim ’in cezası olmamalı. Güvenlik önlemin artık cezaya dönüşüyor. ” dedim. “O hiçbir şey yapmadı. O daha çocuk, sadece oyun oynamak istiyor.” Yılmaz derin bir nefes aldı, bir süre düşünür gibi bakışlarını pencereye çevirdi. Sanki içindeki öfkeyi bir kenara bırakmaya çalışıyordu. Sonunda başını salladı ve, “Pekala.” dedi, sert bir sesle. “Ama yalnızca bir saat, daha fazla değil.” Yılmaz' ın izin vermesiyle derin bir nefes aldım ve İlkim’ i parka götürmek için hemen hazırlıklara başladım. İlkim ’in yüzündeki o neşeyi görmek, bana bile umut verdi. Bir haftanın ardından, parkta özgürce koşabileceğini bilmek ona sanki dünyalar kadar büyük bir mutluluk getirmişti. Küçük ayakkabılarını heyecanla giymesini izlerken, bu anın onun için ne kadar değerli olduğunu bir kez daha anladım. Parka vardığımızda, İlkim her zamanki gibi kaydırak ve salıncaklar arasında koşturmaya başladı. Onun minik adımlarıyla oradan oraya zıplayıp güldüğünü görmek içimde derin bir rahatlama hissettirdi. Fakat göz ucuyla baktığımda, Yılmaz’ ın bizi uzaktan izlediğini fark ettim. Yine de belli etmemeye çalışıyordu. Kendini saklama konusunda oldukça ustaydı, ama Yılmaz ’ın o dikkatli bakışlarını hemen tanıyordum. ... Yazarın anlatımı... Yılmaz, parkın kenarındaki gölgede dururken, etrafındaki insanları sessizce gözlemliyordu. İlk bakışta her şey sıradan görünüyordu; çocuklar kaydıraktan kayıyor, anneler babalar banklarda oturmuş sohbet ediyor, hatta bir köşede birkaç genç müzik çalıyorlardı. Ancak Yılmaz ’ın gözleri, sıradan bir izleyicinin fark edemeyeceği detayları yakalamaya her zaman hazırdı. Zihni, kalabalığın ritminden sapmış en ufak hareketi bile ayıklamak için çalışıyordu. Ve tam o sırada, bir şey dikkatini çekti. Parkın uzak bir köşesinde duran orta yaşlı bir adam. Üzerindeki takım elbise, gündelik bir park ziyaretçisi için fazla resmiydi, en azından böylesine rahat bir ortamda sırıtıyordu. Adam, etrafına dikkat etmeden telefonuna bakıyormuş gibi yapıyordu ama Yılmaz hemen bu illüzyonu bozdu. Adamın bakışları, telefonun ekranına değil, parkın içinde oynayan çocukların üzerinde geziniyordu. Yüzünde hafif bir gerginlik, gözlerinde uyanık bir tedirginlik vardı; buraya ait değildi. Yılmaz, adamın bakışlarının her seferinde çocukların olduğu yere kaydığını fark etti. Bu dikkat, sıradan bir ilgiden fazlasıydı. Adamın durduğu yerde kıpırdamadan kalışı, etrafındaki insanlarla kurduğu mesafe ve gereğinden fazla ciddi duruşu, Yılmaz’ ın içgüdülerini harekete geçirdi. O, tehlikeyi koklayan bir avcı gibi her detaydan şüphelenirdi, şimdi de gözleri adamın üzerindeki en küçük hareketi bile kaçırmıyordu. Adamın sağ eli ceketinin cebindeydi ve sık sık oraya dokunuyordu, adeta cebindeki bir şeyin varlığını kontrol ediyormuş gibi. Bu, Yılmaz için yeterli bir işaretti; adamın davranışları rastgele değil, dikkatlice hesaplanmıştı. Yılmaz ’ın zihni hızla bu ipuçlarını birleştirirken, kararını çoktan vermişti. Bu adam tehlikeliydi ve Yılmaz bunu görmezden gelemezdi. Yılmaz hemen harekete geçti, parkta koşup oynayan İlkim’ in gözlerine baktı ve o an hiç tereddüt etmeden Handan ’a yöneldi. Bu, onun sezgilerine dayalı bir karardı; riskleri tartmış, en küçük şüphede bile geriye adım atmayan yapısını ortaya koymuştu. Şimdi, gözleriyle tek bir işaret verdi; sessiz ama kesin bir uyarıydı bu ama Handan anlamadı. Adamın farkına varılmış olduğundan henüz haberi yoktu ama Yılmaz, bir avcı keskinliğiyle adamın hareketlerini takip etmeye devam ediyordu. Yılmaz gözlerini ilk adamdan uzun süreli ayırmadan etrafı dikkatlice taramaya devam etti. Yılların tecrübesi, tehlikenin çoğu zaman yalnızca bir kişiden kaynaklanmadığını, düşmanın çoğunlukla daha derinlerde gizlendiğini öğretmişti ona. İlk adamın yerini belirleyip zihnine kazıdıktan sonra, çevresine bir kez daha, bu kez daha derin bir dikkatle bakmaya başladı. Birden gözleri, parktaki bir ağacın arkasında durmuş başka bir adamı seçti. Bu adam, çok daha profesyonel bir şekilde saklanmıştı. Sıradan bir park ziyaretçisi gibi görünmek için üstüne rahat bir gömlek ve kot pantolon giymişti, hatta elinde bir dergi vardı. Fakat Yılmaz, adamın gözlerini dergiden çok daha uzakta, parkın kalabalığında gezdirdiğini fark etti. Dahası, hareketlerinde diğer ziyaretçilerde olmayan bir gerginlik ve farkındalık vardı. Bu ikinci adam, ilkinden çok daha dikkatliydi. Hareketleri neredeyse kusursuzdu; dikkatsiz bir göz için, yalnızca parkta vakit geçiren bir yetişkinden farksızdı. Ancak Yılmaz, adamın yüz hatlarındaki sertliği, elinde tuttuğu dergiyi fazla sıkı kavrayışını ve en önemlisi, ara sıra gölgelerde saklanan bir başka bakışa dönen gözlerini fark etti. Bu, sıradan bir park ziyaretçisinin yapacağı türden bir hareket değildi. Artık iki adamın da hedeflerini gözlemlemek için parkta olduklarına emin olmuştu. Dahası, bu adamların tek başlarına hareket etmediklerini, belli ki organize bir planın parçaları olduklarını seziyordu. Yılmaz, bu ikinci adama daha uzun süre gözlerini dikip bakmasa da, zihninin bir köşesinde onu da takip etmeye devam etti. Sessizce nefes alarak, stratejisini hızla belirledi. Bu iki adam arasında fark edilmeksizin hareket etmesi gerekiyordu. Handan ve İlkim’ in güvenliği şimdi her şeyden daha önemliydi. Yılmaz, durumu fark ettirmeden onları güvenli bir yere yönlendirmeyi düşünürken, her iki adamın da kendisinin farkında olup olmadığını anlamaya çalıştı. İlk adamın sürekli parkı gözlemesi, ikinci adamınsa daha sakin bir bekleyiş içinde olması, tehlikenin derinliğini gösteriyordu. İçinde bir huzursuzluk yükseldi ama yüzünde en ufak bir endişe ifadesi bile yoktu. Her zamanki gibi sakin bir şekilde Handan’ a doğru yürüdü ve ona yumuşak bir sesle, ama gözleri dikkatle çevreyi tarayarak, “İlkim ’i daha sessiz bir köşede oynaması için götürelim.” dedi. Handan, Yılmaz ’ın gözlerindeki uyarıyı fark etmiş gibiydi, sessizce başını salladı. Yılmaz, göz ucuyla her iki adamı da takip ederek onları parkın daha tenha bir köşesine doğru yönlendirmeye başladı. Bu sırada, ikinci adamın hafifçe pozisyon değiştirdiğini, ilk adamla göz teması kurduğunu fark etti. Bu, onun için son bir uyarı gibiydi: O adamlar sıradan değildi ve en ufak hatada harekete geçmeye hazırdılar. Yılmaz, dikkatini en ufak detaylara vererek bu tehlikeli oyunda bir sonraki adımını planlamaya koyuldu.

Read on the App

Download by scanning the QR code to get countless free stories and daily updated books

Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD