Handan' ın anlatımı...
Burada bir haftamız geçti. İlkim ile annesiyle ilgili daha fazla konuşmaya çalıştım ama babası kılıklı konuyu kapattı. Bir yanı merak ediyordu ama diğer yanı bilmek istemiyordu. Tuhaf bir şekilde anlatılacak bir şey olsa babasının anlatacağına güveniyordu. Beş yaşında bir çocuk için çok olgun davranışlardı bunlar. Sonunda İlkim' in benden uzaklaşmasından endişe ettim ve konuyu kapattım. Ona fena alışıyordum. Bu iyi değildi aslında. Yılmaz bu tanık koruma konusu bitince benimle görüşmesini istemezdi. Benden haz etmiyordu. Aslında hiçbir avukattan haz etmiyordu. Sanırım bunun temelinde zor bela yakaladığı kişileri zaman zaman serbest bıraktıran avukatlar olmasıydı. İlkim' e birlikte yemek yapmayı teklif ettim.
İlkim ’le mutfağa geçip işe koyulduğumuzda ikimiz de çok keyifliydik. Onunla vakit geçirmek bana hem çok iyi geliyordu hem de içimde sıcacık bir duygu uyandırıyordu. Tezgahın üzerine birkaç patates, marul ve domates koymuştum. İlkim’ e patatesleri yıkamasını ve marulları ayıklamasını söyledim. Küçük elleriyle, hevesle işe girişti. Kocaman gözleriyle bana bakıyor, yapacağı her hareketi onaylamak ister gibi heyecanla bekliyordu.
“Bak, öncelikle patatesleri şöyle güzelce yıkıyoruz.” dedim, suyun altında patatesleri ovuşturup ona nasıl yapacağını gösterdim. İlkim de hemen işe koyuldu; küçücük elleriyle patatesleri kavrayıp onları birer oyuncak gibi sudan geçiriyordu. Suyun içinde ellerini çırparak, patatesleri dans ettirircesine hareket ettiriyordu. Kahkahaları mutfağı doldurdu.
Derken, kapının pervazında bir gölge belirdi. Başımı kaldırdığımda, Yılmaz ’ın bize gülümseyerek baktığını gördüm. Kolunu kapı pervazına yaslamış, gözlerinde keyifli bir ifade, yüzünde de hafif bir gülümseme vardı. Gözleri İlkim’ deydi, sanki her halini izlemekten mutluluk duyuyormuş gibi. İlkim, onu fark edince neşeyle elindeki patatesi havaya kaldırdı.
“Baba bak! Patatesleri ben yıkıyorum!” diye gururla bağırdı. Yılmaz hafif bir kahkaha attı, gözleri hala İlkim’ in üzerindeydi.
Yılmaz, gözlerini bana çevirerek alaycı bir sesle, “Nişantaşı ’nda mı öğrendin bu yemek işlerini, Avukat Hanım?” dedi. Bu lafı duyunca gözlerimi devirdim ama ben de gülüyordum.
“Yok artık.” dedim hafifçe kaşlarımı kaldırarak. “Bizimkisi babaanneden kalma tarifler. Senin sandığın kadar lüks bir mutfak eğitimi almadık biz.”
Yılmaz yine gülümsedi, “Pekala. Öyle olsun bakalım.” diyerek biraz daha bize doğru yaklaştı ve İlkim ’e dönüp, “Handan Teyze ’nle eğleniyorsun, değil mi kızım?” diye sordu.
İlkim başını hevesle salladı. “Evet baba, çok eğleniyoruz! Bak, marulları da ben ayıklıyorum!” dedi, minik elleriyle marul yapraklarını göstererek. Ona hafifçe göz kırptım ve “Evet, mutfakta en iyi yardımcım İlkim.” diye ekledim. İlkim kıkırdayarak yanıtladı, “En iyi yardımcı benim!”
Yılmaz, sanki bu küçük anın tadını çıkarıyormuş gibi keyifle iç çekti. Onun gözlerindeki bu sıcak bakışları görmek, içimde hafif bir heyecan uyandırdı ama aynı zamanda kendimi kaptırmamam gerektiğini hatırlattı. O an sanki ailecek bir mutfak telaşındaymışız gibi hissettim; içimde istemsiz bir şekilde huzur doldu.
Ben patatesleri doğramaya başladığım sırada İlkim yine babasına seslendi. “Baba, ben de doğrayabilir miyim?” diye sordu heyecanla. Yılmaz hemen, “Hayır, sen Handan Teyze’ ni izleyebilirsin. Onun nasıl doğradığını izleyerek öğrenebilirsin. ” dedi sevecen bir sesle.
Ben de ona dönüp, “Merak etme İlkim, daha ileride sen de patates doğrayabilirsin, ama şimdilik senin görevin salatayı karıştırmak.” diyerek eline büyük bir kaşık verdim. İlkim sevinçle kaşığı tuttu, o kadar ciddiydi ki tüm dikkatiyle salata kasesini karıştırıyordu. Her hareketini büyük bir önemle yapıyor, arada bir göz ucuyla babasına bakıp ondan onay bekliyordu.
Yılmaz, sanki biraz daha izlemek istiyormuş gibi kapının önünde durmaya devam etti. Ben göz ucuyla ona bakarken, gülümsedi ve dalga geçmeye devam etti: “Salatayı karıştırmakta da bayağı ustalaştı kızım. Avukat Hanım, mutfak eğitiminin de hakkını veriyorsunuz anlaşılan.”
Gülerek cevap verdim, “Bu işler sabır gerektirir Yılmaz Bey. Biz alışkınız tabii, her gün böyle yemek yapıyoruz. Kadın olmanın zorlukları. ”
Feminist olabilirim ama mutfakta erkek sevmiyorum. Arkasını toplamak çok daha zor oluyor. Ofisteki küçük mutfağımızda genelde sadece çay kahve yapılırken bile bunu deneyimlemek hiç zor olmadı.
İlkim bu lafı duyunca kıkırdayarak kaşığı daha hızlı çevirmeye başladı. Sanki babasına ne kadar iyi bir salata karıştırıcı olduğunu göstermek istiyordu. Onun bu tatlı çabasını izlerken içimde tarifsiz bir mutluluk hissettim. Yılmaz da bu anın tadını çıkarıyormuş gibi arada bir kahkaha atarak bize takılmaya devam etti. O ketum adam çok güzel gülüyordu. Büyük annem " Bir gün aşık olursan güzel gülen birine aşık ol. " derdi ama Yılmaz' ı kastetmediğinden emindim.
Yemekler hazırlanırken, Yılmaz artık sessizce izlemekle yetiniyor, İlkim ’in her hareketine şefkat dolu gözlerle bakıyordu. Onun bu sevgi dolu bakışları, İlkim’ in babasının sevgisinden ne kadar emin olduğunu gösteriyordu. İlkim de bu güvenle, yaptığı her işi daha büyük bir coşku ve mutlulukla yapıyordu.
Yemeği hazırlayıp sofrayı kurduğumuzda, İlkim ’in küçük ama becerikli elleriyle yardım etmiş olmasının gururuyla sofraya oturduk. Yılmaz, otururken yine beni hafif bir gülümsemeyle süzdü ve “Bayağı uğraştınız ama değdi, Avukat Hanım. İlkim ’den harika bir aşçı olurmuş.” dedi.
İlkim bu lafı duyunca gururla babasına baktı ve “Ben seninde en iyi yardımcın olurum değil mi baba?” dedi. Yılmaz ’ın yüzünde sevgi dolu bir gülümseme belirdi, kızının başını okşayarak, “Evet kızım, sen benim en iyi yardımcım olursun.” dedi.
" Can Abi' den daha mı iyi?"
" Ondan çok daha iyi. "
" Bunu Can Abi' ye söyleyeceğim. "
İlkim kıkırdayarak yemeklere döndü. Belli ki Can' la uğraşmayı seviyordu.
İşte o an, bu küçük anıların hayatımızdaki yerini düşündüm. İçimde hafif bir burukluk olsa da, bu sıcak sofranın ve sevgi dolu bakışların tadını çıkarmaktan başka çarem yoktu. Bu hayatta misafirdim. Ben böyle hayatlarda hep misafir olurdum zaten.
....
Sabahın çok erken saatleriydi, ortalık henüz aydınlanmamıştı bile uyandığımda. Yani ben burada iyiydim. İlkim' le keyifli vakit geçiriyordum. Yılmaz bile bazen katlanılabilir oluyordu ama aklım ofisteydi. Daha ne kadar burada kalacağımız konusunda Yılmaz ser veriyor sır vermiyordu.
O sırada gözüm sehpanın üzerinde bırakılmış olan Yılmaz ’ın telefonuna takıldı. Bir an tereddüt ettim ama içimdeki merak baskındı. Ofisi çok merak ediyordum; oradaki herkes nasıl, işler yolunda mı? Özellikle Nevin… Hem en yakın arkadaşımdı hemde polisi ilk dahil eden o olmuştu. Şahin Korgun' un eli kolu uzundu. Bir şekilde haber aldıysa Nevin' in başı dertte olabilirdi. Bir iki dakika konuşsam ne olurdu ki? Üstelik Yılmaz her gün konuşuyordu o Can' la. Benim telefonumu yanımda getirmeme izin vermemişlerdi; bu yüzden içimde kalan her türlü habersizliği gidermek için fırsat elimdeydi. Böyle bir fırsatı bir daha ne zaman bulacağım belli değildi.
Telefonu alıp hızla Nevin ’i aradım. Birkaç çalmanın ardından Nevin’ in sesi duyuldu.
“Nevin, benim Handan!” dedim heyecanla, içimde biriken tüm merak dışarı taşarken.
“Handan!” dedi, sesi sevinçle ve biraz da rahatlamayla doluydu. “Meraktan öldüm, neredesin sen?”
Derin bir nefes aldım, durumumuzu açık etmeyecek şekilde cevap verdim. “İyiyim ben. Bir nevi tatil yapıyorum diyelim. Sen nasılsın asıl?”
“Ben de iyiyim.” dedi ama sesinde hafif bir tedirginlik vardı. Şaşırdım; Nevin gibi birinin o tonlamayla konuşması beni meraklandırmıştı.
“Ofistekiler nasıl?” diye sordum, aslında daha fazla detaya inmeye çalışarak.
“Ofiste herkes iyi, işler de yolunda, merak etme.” dedi ama yine o tedirgin ton devam ediyordu. Kaşlarımı çattım, bir şeylerin ters gittiği belliydi.
“Nevin, doğru söylüyorsun değil mi? Bir şey mi var, ne oldu?” diye üsteledim.
Nevin bir an sustu. Sonunda, iç çeker gibi bir sesle konuştu. “Gerçekten önemli bir şey yok Handan. Ama Şahin Korgun… hani sen ondan şikayetçi olmuştun ya… Bir gün ofise biri geldi, senden haber alınca onlara söylemezsek kötü olacağını falan söyledi.”
Şahin’ in adamlarının ofisimdekilerin peşinde olduğunu bilmek sinirlerimi bozdu. Ne hakla tehdit ediyordu. Bir anlık bir sessizlikten sonra, ofisin güvenliğinden endişelenerek talimat verdim, “Bak Nevin, işler bitince yeni iş almayın bir süre. İşi biten arkadaşlara da bir süre ücretli izin verin, tamam mı? Ofiste çok kimse olmasın.”
Yarım bırakmak olmazdı. Sonuçta orası benim ekmek teknemdi. Ve diğerlerinin. Böyle bir şey yaparsak duyulurdu ve büyük güven kaybederdik ama davası biten bir süre izne çıkabilirdi.
Nevin, bu endişeli tavrıma biraz şaşırmış olacak ki, hafif bir öfkeyle karşılık verdi. “Handan, sana bu şekilde davranmak yakışmıyor. Biz iyiyiz, merak etme. Güvendeyiz. Ofisteki herkes arkamızda, kendimizi koruruz. Hiçbirimiz ilk kez tehdit almıyoruz. ”
Onun bu sağlam duruşuna içimden bir tebessüm ettim. Nevin’ e güveniyordum, ama yine de onları tehlikeye atmak istemiyordum. “Ben yine de dikkatli olun diyorum. Bir süre kapalı kalsanız daha iyi olur.”
Tam o sırada, omzumun arkasında bir gölge belirdi. Dönmeye bile fırsat bulamadan, Yılmaz ’ın eli hızla uzanıp telefonu elimden aldı. Sert bir şekilde yüzüme bakıyordu; yüz ifadesi öfkeyle karışık bir hayal kırıklığını yansıtıyordu. Telefonu hemen kapattı. En azından bir şey deseydim kıza. Umarım merak etmezdi.
“Bunu nasıl yaparsın, Handan?” dedi, sesi neredeyse fısıldar gibi ama çok keskindi. O an içimde suçlulukla karışık bir kızgınlık oluştu. Onun gözlerinde bir anlık öfke kıvılcımları gördüm ama aynı zamanda sanki üzülmüş gibiydi.
Derin bir nefes aldım ama ağzımı açıp tek kelime edemedim.
“Senin güvenliğin için yaptığımız her şeyi, sadece bir telefon konuşması uğruna riske mi atacaksın?” dedi, sesi soğuk ve kararlıydı. Onun bakışlarından ve sesinden, gerçekten beni korumaya çalıştığını anladım.
Derin bir nefes alarak başımı öne eğdim. Ne kadar kızsam da, içten içe haklı olduğunu biliyordum. Yine de altta kalamıyordum işte. Yani bana güvenli değilse ona neden güvenli oluyordu? Sonuçta kendi telefonumdan değil onun konuştuğu telefondan aramıştım.
Yılmaz’ ın öfkeli bakışları karşısında içimde bir titreme hissettim, ama sözlerimden geri adım atmaya niyetim yoktu. Kaşlarını daha da çatarak yüzüme bakıyordu; sanki söylediklerimle sabrının son noktasına dokunmuş gibiydim. Avını parçalamaya hazırlanan vahşi bir hayvan gibi bakıyordu şu an. İtiraf etmem gerekirse iri cüssesiyle birleşen bu bakış oldukça ürkütücüydü ama ben geri adım atmayı pek bilmezdim.