KORUMA EVİ

1571 Words
Handan’ ın Anlatımı... Tanık koruma programı da nereden çıkmıştı? Ben, nasıl bir işe bulaşmıştım böyle? Ağır ceza avukatı olarak cinayet davalarına, tehditlere, türlü tehlikelere alışkındım; ama tanık koruma programının devreye girmesi için organize bir suç söz konusuydu. Bu kez yalnızca kendimi değil, benimle birlikte kim bilir kaç kişinin başını belaya sokuyordum. Peki, bu gerçekten bir çözüm müydü? Beni bulamayınca pes mi edecekti? Düşünceler içinde boğulurken, Nevin’ i arayıp büroyu ona emanet ettim. Ona mutlaka irtibata geçeceğimi söyledim. Arayanlara yurt dışında olduğumu söyleyecek; her ihtimale karşı bir polis memuru da ofisin yakınlarında bulunacaktı. Bu yeterli olacak mıydı? Bir süre telefonumu bile kullanamayacaktım. Bunun bana maliyeti çok ağır olacaktı; yıllardır emek vererek, adeta tırnaklarımla kazıyarak gelmiştim bulunduğum yere. Bu süreç, beni muhakkak birkaç adım geriye götürecekti. Ama elbette ki, önemli olan adaletin sağlanmasıydı. Nevin’ e nerede olacağım hakkında herhangi bir bilgi veremedim; çünkü ben de bilmiyordum. Bildiğim tek şey, bir polis memurunun beni varış noktasına kadar götüreceği ve bana eşlik edeceğiydi. Dolaptan bir valiz çıkardım ve bir süre bana lazım olabilecek kıyafetleri yerleştirmeye başladım. Yanıma tam olarak ne almam gerektiğinden bile emin değildim. Bilindik, temel birkaç eşyayı doldurdum. Bunlar, bir süre bana yeterdi; zaten pek dışarı çıkabileceğimi de sanmıyordum. Sonunda valizim hazırdı. Polis memurunu beklemem uzun sürmedi. Evime dönüp baktım. Her şeye rağmen insan hüzünleniyor, bir tuhaf oluyor. Herkesin evi kendine güzeldir, orası ayrı; ama ne zaman geri döneceğini bilmeden gitmek… İşte, bu gerçekten zordu. Arabaya bindim. Hareket ettik. Polis memuru fazla konuşmuyordu. Umarım orada konuşabileceğim bir kadın memur bulunur. Aynı evin içinde bir erkekle kalmaya alışkın değildim. Yıllardır yalnız yaşamış biri olarak, evimde rahat olmayı seviyordum. Kim sevmezdi ki? “Acaba konuşmayı mı sevmiyor, yoksa konuşması mı yasak?” diye düşünmeye başladım. Çünkü kimse bu kadar sessiz olamazdı. Yol uzundu ve tek kelime etmemişti. Sadece evden çıkarken, “Valizinizi alayım.” demişti. Dayanamayıp şüphelenmeye başladım. Aracın bir taksi olması da tuhaftı. Herhangi biri de gelmiş olabilirdi. Belki şu an kaçırılıyordum ve ben sakin sakin oturuyordum. “Ne kadar yolumuz kaldı?” diye sordum, sessizliği bozarak. “Yaklaşık olarak yirmi beş otuz dakika.” diye yanıt verdi. Ne yani, şehrin bir ucuna mı gidiyorduk? Gerçekten bu kadar uzak olması gerekiyor muydu? “Benimle orada siz mi ilgileneceksiniz?” diye bir soru daha sordum. “Benim görevim sadece güvenli bir şekilde yolculuğunuzu sağlamak.” dedi, kısa ve net bir ifadeyle. Soru sorduğumda cevap veriyordu; ancak yanıtları pek açıklayıcı değildi. Bir de ıssız bir yola girersek, koltuğun arkasındaki kısmı çıkarıp kafasına geçirebilirim, diye düşünmeye başladım. Evet, kulağa hoş gelmiyor ama bu da bir önlem sayılır. Koltuk başlığını sökmek kolay değil; mandallarını bulmak gerekiyor. Birkaç kez deneme yapmıştım, çünkü önemli bir bilgiydi. Araç içinde kilitli kalındığında camı kırmak için kullanılabilir ya da kendini savunmak için. Herkesin, özellikle her kadının, bu koltuk başlığını sökmeyi öğrenmesi gerektiğine inanıyorum. Günümüzde kadınların maruz kalabileceği durumlar ortada. Her an her şey başına gelebilir, özellikle kadınsan ya da çocuksan. Ben bunları düşünürken, bir binanın önünde durduk. “Geldik.” dedi polis memuru. Polisle birlikte arabadan indik. Valizimi yanıma aldım ve polis bana bir anahtar uzattı. “Sokakta sivil polis var. Endişe etmeyin.” dedi. Ne yani, yalnız mı kalacaktım bu evde? Sadece sokakta mı memur olacaktı?Aslında, yalnız olmamın benim için hiçbir sakıncası yoktu. “Teşekkür ederim.” dedim. “Rica ederim. Görevli arkadaş da neredeyse gelir.” diyerek arabaya binip gitti. Gerçekten de bir taksi şoförü gibi gözüküyordu. Daha fazla kalması, belki de göze batardı ama insan böyle de bırakılmazdı ki. Üstelik valizim birazcık ağırdı. Neyse ki evin önündeydim. Burası tek katlı, müstakil bir evdi ve sadece birkaç basamak vardı. Kapıyı açtım; valizimi hemen girişe koyup kapattım. Kendime bir oda seçene kadar orada kalabilirdi. Hem, bileğim de hala ağrıyordu. Evde sadece iki oda vardı. Bir de küçük bir oturma odası. Valizimi aldım ve daha geniş, biraz daha aydınlık olan odaya taşıdım. Ev küçüktü, ama ihtiyaç duyulacak her şey düşünülmüş; oldukça temizdi. Her ne kadar tek kişilik yatak olan odayı bana vereceklerini sanmasam da, eşyalarımı hemen yerleştirmenin aceleci ve belki biraz saygısızca olacağını düşündüm. En iyisi polis memurunun gelmesini beklemekti. Bu odayı sevmiştim; küçük bir bahçeye bakıyordu. Hava soğumaya başlamıştı ama bahçedeki güller henüz solmamış, direniyordu. Bir köşede, yaprakları azalmış bir limon ağacı vardı; birkaç tane limon gözüme ilişti. Eminim harika kokuyordur, diye düşündüm. Bahçeye rahatça çıkabilecek miydim acaba? Bahçe evin arkasında kaldığına göre sorun olmazdı herhalde. Evi gözden geçirmeye devam ettim. Gecekondu tarzındaki bu küçük ev, az eşyalı ve sade bir yerdi. Odaların duvarları, zamanın izini taşıyan, hafifçe kabarmış sıvalarla kaplıydı. Oturma odasında, eskiden kalma ahşap bir koltuk takımı vardı. Renkleri solmuş ama oldukça sağlam görünüyorlardı. Hemen yanında küçük, metal bir sehpa ve üzerinde koyu yeşil bir abajur dikkatimi çekti. Perdeler ince, eski moda beyaz tül perdelerdi; biraz rüzgar estiğinde hafifçe kıpırdıyorlardı. Odada pencereler küçük ve eskiydi, içeriyi tam olarak aydınlatamıyorlardı ama yine de hafif, huzurlu bir loşluk veriyorlardı. Evin küçük mutfağına geçtim. Dolabı açtım. Tamamen boştu. Ne kahve vardı, ne de yiyecek. Her şeyi düşünmüşlerdi ama bunu nasıl atlamışlardı? Belki de sonra getireceklerdir ya da görevli memur gelirken yanında getirir, diye düşündüm. Sonuçta bu ev ne kadar sık kullanılıyor, bilinmez; yiyecek bırakmamış olabilirler. Yine de evi temizletmiş olduklarına göre bu gibi detayları da düşünebilirlerdi. Herhalde bir bildikleri vardı. Evde yapacak hiçbir şey yoktu, ben de oturup beklemeye başladım. Burada gerçekten iyi anlaşabileceğim birine çok ihtiyacım olacaktı. Mahalle oldukça sıcak görünüyor, insanları sıcakkanlı bir yapıda gibi gözüküyordu, ama burada komşularla sohbet etmeme izin verileceğini pek sanmıyorum. ... Yazarın Anlatımı... Yılmaz eve geldi. Sinirle arabasını park etti, direksiyonu kavramış ellerini gevşetirken soğuk havayı fark etti. Hava iyice soğuyordu; anlaşılan İlkim ’e verdiği kamp sözünü yine tutamayacaktı. İçinde, soğuk havaya inat yakıp geçen bir his kabardı; kızını üzmek hayatta en son isteyeceği şeydi. Bir küfür mırıldandı, sonra asıl meseleyi hatırladı. Avukat Hanım ile aynı evde kalacaktı. Huzursuzdu. Kapıyı açar açmaz İlkim’ in sevinçle çınlayan sesini duydu. “Babaaaaaa!” İlkim koşarak ona doğru geldi. Küçük elleriyle Yılmaz ’ın kıyafetlerine tutunup zıplıyordu, yine her zamanki gibi onu kucaklamasını bekliyordu. Yılmaz, bu haline üzülerek kızına baktı; ağrısı yüzünden onu kucağına alamadı, almaya cesaret edemedi. Anlarsa çok üzülürdü. “Baba, alsana beni kucağına! Öpüceğim o güzel yüzünü, aslan babam benim!” Yılmaz, dizlerinin üzerine çöktü. Canı yanıyordu ama bunu hiç belli etmedi. Kızına sımsıkı sarıldı, onun tatlı kokusunu içine çekti. “Bak, böyle eşitlendik meleğim; artık aynı boydayız. Hem sen büyüdün artık.” dedi gülümseyerek. “Ama baba, beni döndürüyordun ya! Şimdi döndürmeyecek misin?” “Söz, bir dahaki sefere! Ama şimdi baba çok yorgun…” “Ben sana kıyamam ki zaten, babacığım. Sen yorulma, yeter ki.” Yılmaz’ ın içi sevinçle doldu. Kızına hayranlıkla bakarken hafifçe güldü. “Ya ben seni hak edecek ne yaptım acaba?” dedi kendi kendine. Tekrar tekrar İlkim ’i öptü, ardından ayağa kalkıp onun minik elini tuttu. O sırada İlkim' e bakan ve ev işlerine yardım eden Elif ’i gördü, kapıda duruyordu. “Hoş geldiniz, Yılmaz Bey.” dedi Elif. “Hoş buldum… Elif, biz bir süre buralarda olmayacağız. Benden haber gelene kadar da boşuna gelme, olur mu?” Elif ’in yüzünde endişe dolu bir ifade belirdi. “Kötü bir şey yoktur umarım?” “Yok yok, merak etme,” dedi Yılmaz, gülümsemeye çalışarak. “Baba-kız biraz kafa dinleyeceğiz.” “Kafa mı dinleyeceğiz? Nasıl yani, baba?” diye sordu İlkim, kafası karışmış halde. Yılmaz ve Elif birbirlerine gülümsedi. İlkim ’in her şeyi biliyor gibi görünse de deyimlere pek anlam verememesine gülmeden edemiyorlardı. Yılmaz, kızının bu hallerine bayılıyordu. Bazen büyüdüğünde ele avuca sığmayan bu güzelliği nasıl yanında tutacağını düşünmeden edemiyordu. Şimdi de düşündü. Keşke hep bu yaşta kalsa dedi içinden. “Kızım, mecazi anlamda kullandım. Seninle kısa bir tatile çıkacağız… Sen çıkabilirsin, Elif.” Elif “İyi akşamlar.” dileyip gitti. Yılmaz, kızının elini tutarak odaya çıktı, valiz hazırlamaya başladı. “Baba, gideceğimiz yer güzel mi?” diye sordu İlkim, gözleri parlayarak. “Gidince göreceğiz kızım. Hem yalnız da olmayacağız.” dedi Yılmaz. İlkim ’in yüzündeki merak daha da arttı. “Başka kim olacak ki?” Yılmaz derin bir nefes aldı, çünkü tam da korktuğu noktadaydı. Kızına ne söyleyecekti? Handan ’ı nasıl açıklayacaktı? Meraklı gözlerle kendisine bakan kızının, o evde neler yapacağından az çok emindi. Onunla ciddi bir konuşma yapması gerektiğini hissetti. “Şu… geçen gün… Hani bir şeyle konuşmuştun ya… Şey…” İlkim babasına bakarak kıkırdadı. “Babam Türkçeyi unuttu galiba!” Yılmaz hafifçe gülümsedi; bu gülümseme biraz zoraki de olsa kızına sevgisini yansıtıyordu. “E, hadi baba, kim?” “Önemsiz ya, boş ver.” dedi Yılmaz, konuyu kapatmaya çalışarak. “Gel, senin de kıyafetlerini valize koyalım, sonra da yemek yiyelim.” “Ya ama baba! Meraktan çatlarım ben! Yoksa… özel biriyle mi tanıştıracaksın beni?” İlkim ’in gözleri heyecanla parlıyordu, umut doluydu. Yılmaz kızına baktı. Minik yüzü ışıl ışıl, adeta umutla parlıyordu. Kızıyla ciddi bir konuşma yapması gerektiğini anladı çünkü İlkim, aylardır kardeş istiyordu ve bunun için bir anne arayışı içindeydi. Gereksiz umutlara kapılıp saçma şeyler yapmasını istemiyordu. Zaten yeterince gergindi; kızının boyuna posuna bakmadan onu evlendirmeye çalışacak gibi görünmesi biraz endişe vericiydi. “Yanlışın var ufaklık, o kadar uzun boylu değil. Sen bu hayatta benim ilk ve son göz ağrım olarak kalacaksın.” dedi, kızının omzuna dokunarak. “Of baba ya! Şöyle evin içinde ufacık minicik bir çocuk koştursa fena mı olurdu?” Yılmaz gülümseyerek kızına baktı. “Evin içinde zaten ufacık minicik, güzel mi güzel bir Şirine koşturuyor.” dedi. İlkim’ in yüzü biraz asıldı. Yılmaz bunu fark edince konuyu değiştirmeye karar verdi. “Şu, en son konuştuğumuzda bir kadınla konuşmuştun ya. Hani… hatırladın mı?”
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD