Yazarın anlatımı...
Nevin, Handan 'ı kendi evine gelmeye zor ikna etti. Handan, kendi evinde kalmak konusunda aslında ısrarcıydı. Ama Nevin de az inatçı bir karakter değildi. Gerçi Handan, genel olarak daha inatçı, doğru bildiğinden asla şaşmayan bir karakterdi. Ancak Nevin ’i o gece evine yalnız gönderemeyeceğini anlayınca dostunun güvenliği için inadından vazgeçmişti. Bir konuda inat ettiğinde onu döndürebilecek çok az şey vardı ve bunlardan biri değer verdiği insanların güvenliğiydi.
Nevin, Handan’ ın yanına geldi.
“Odanı hazırladım. Yorucu bir gün oldu, hemen dinlenmek istersen…”
“Teşekkür ederim. Ama evde kalmayı tercih ederdim. Sırf senin için geldim. Sana da zahmet oldu.”
“Ne zahmeti? Yabancı mısın? Sanki daha önce hiç kalmadın bende. Böyle konuşma lütfen.”
Handan gülümseyerek karşılık verdi. Bu gece uyuması kolay olmayacaktı. Nevin’ in de içinin rahat olmadığının farkındaydı.
“Uykun var mı?”
“Yok. Senin var mı?”
“Keyfimiz yarım kaldı. Senin dolapta bira vardır kesin.” dediğinde, Nevin de ona gülümsedi ve kalkıp iki tane bira getirdi. Birayı şişeyle Handan ’a uzattı. Onlara göre her şey kadehle ama bira kesinlikle şişeyle içilirdi. Handan’ ın karşısına oturdu. Biradan birkaç yudum aldıktan sonra daha fazla dayanamadı.
“Polislere her şeyi anlatmalıydın Handan. Bu adamların bir sonraki adımı ne olur, bilmiyoruz.”
Handan, Nevin’ in bu konuda ne kadar huzursuz olduğunun farkındaydı. Onu rahatlatmak istiyordu.
“Güzelim, sorun yok. Biz avukatız. Her tehdit aldığımızda üstünde dursaydık işimizi yapamazdık. Polislere anlatsaydım, konu çok uzardı. Zaten amaç zarar vermek değil, korkutmaktı. Öyle de sansınlar. O yüzden kapatalım konuyu.”
“Bana sadece korkutmak gibi gelmedi Handan. Adamlar resmen sana üç dakika verdi ve evi kurşun yağmuruna tuttu.”
“Tamam, biraz sert oynadıklarını kabul ediyorum. Ama bana zarar verecek olsalardı bu şekilde davranmaz, direkt dışarıda hedef alırlardı. Sadece korkutmak istedikleri çok açık.”
“Bence biraz korksan iyi olur bu kez.”
Handan şişeyi Nevin’ e doğru uzattı. Şişeleri tokuşturdular.
“Merak etme, kendime dikkat edeceğim. Ama şikayetçi olmaktan bir şey çıkmaz, Nevin.”
Handan birasını bitirip şişeyi sehpanın üzerine koydu. Şikayetçi olsa da bir şey çıkmayacağından emindi. Adam güçlüydü ve mutlaka atacağı adımı hesap etmişti. Bir anlık sinirle yapılmış bir şey olmadığı için açık vermeyeceğinden emindi. Nevin ’den müsaade isteyip odasına geçti.
Nevin gerçek bir dosttu. Handan onun için aldığı pijamayı giydi. Handan, bu evde her zaman yeri olduğunu biliyordu. En kötü zamanında bile açılacak bir kapının olması harika bir histi. O, Şahin Bey’ e arkadaşını bu kadar endişelendirmesinin hesabını elbet soracaktı. Madem Şahin Bey kirli oynuyordu, o da karşı hamle yapmaktan çekinmezdi. Varisi olarak gördüğü ve içerde kalmasına tahammül edemediği o oğlunun çıkmaması için elinden geleni yapacaktı Handan. Levent denen o şerefsiz içerde çürüyecek, tam da hak ettiği gibi diye düşündü. Böyle düşününce biraz rahatlamıştı. Uyudu.
.....
Yılmaz, kızı İlkim' i uyandırmamak için dikkatli adımlarla odaya girdi. Onu tüm masumiyetiyle uyurken görmek, Yılmaz’ ın yüzünde sıcak bir gülümseme yarattı. Her akşam geç gelir, bazen sabaha karşı eve varırdı, ama kızını gördüğü an tüm yorgunluğu silinip giderdi. Kızların ilk aşkı babalarıdır derler, ama Yılmaz için bu tam tersiydi; o, kızına aşık bir babaydı. Hayatının merkezinde İlkim vardı. Yılmaz’ ı bu hayata bağlayan, ona duyguları olduğunu hatırlatan, her gün mücadeleye devam etme sebebi o minik kızdı.
Yavaşça yatağın yanına yaklaştı, sessizce yere oturdu ve İlkim ’in ipeksi saçlarını okşadı. Ardından alnına hafif bir öpücük kondurdu. Bu nazik dokunuşla İlkim, gözlerini araladı. Minik elleriyle gözlerini ovuştururken, yorgun bir sesle fısıldadı:
“Babacığım, sen mi geldin?”
Yılmaz, kızına bakarak şefkatle cevap verdi. “Evet, kızım. Uyu, ben yanındayım.”
İlkim, babasının varlığını hissederek huzur bulmuştu ama gitmesini istemiyordu. Hafifçe kıpırdandı, uykulu haliyle mırıldandı: “Sabah uyandığımda gitmiş oluyorsun. Bari şimdi bakayım sana, babacığım.”
Yılmaz, bu masum talebe karşı koyamazdı. Yumuşak bir sesle, kızının uykusunu bölmemeye çalışarak konuştu: “Merak etme, bu sefer geç gideceğim. Hadi, şimdi uyu. Uykunu kaçırma. Sabah uyandığında beni göreceksin.”
İlkim, küçük bedenini yatağın kenarına kaydırdı. Yılmaz her zamanki gibi sessizce yanına uzandı. Kızının minik başı, onun geniş göğsüne yaslandı. Küçük nefeslerinin ritmi, odadaki sessizliği doldururken Yılmaz, kızının varlığının ona nasıl bir huzur verdiğini düşündü.
Yılmaz, gözlerini kapatmadan önce İlkim ’in saçlarını okşamaya devam etti. Bu, onun en mutlu anlarından biriydi. Sabaha kadar bu küçük kalbin güvenli limanı olacağını bilerek uykuya daldı.
....
Sabah olduğunda, İlkim gözlerini açtı. Babasını yanında görünce yüzünde güller açtı. Heyecanla yerinde doğruldu, babasının uykulu haline bakarak mutlu oldu. Yılmaz ’ın bacaklarının yarısı yataktan dışarı sarkmıştı, ama her zamanki gibi kızının rahatını bozmamıştı. Ne isterse onu yapardı. Zaten İlkim, yaşıtlarına göre daha olgun bir çocuk olduğu için babasını hiç zorlamazdı. İlkim, babasının yanağına bir dizi öpücük kondurdu. Yılmaz hafifçe kıpırdandı, başını oynattı ama uyanmadı. Bu durum İlkim ’i kıkırdatmaya yetti. Saçının ucunu babasının yüzüne değdirdi. Yılmaz ’ın yüzü şekilden şekile girerken, İlkim’ in kahkahaları odayı doldurdu. Yılmaz yüzünde bir tebessümle mırıldandı:
“Sen babanla mı uğraşıyorsun bakalım?”
Bir anda İlkim ’i havaya kaldırdı, kızını öperken İlkim kahkahalar arasında cevap verdi:
“Olur mu öyle şey babacığım, sana öyle gelmiş.”
Yılmaz, yatakta doğrulup kızına baktı.
“Bak sen! Babaya günaydın öpücüğü nerede bakalım?”
İlkim hemen babasının yanağına bir öpücük kondurdu.
“Sen yeter ki iste, benim yakışıklı babacığım.”
Yılmaz şaşkın bir gülümsemeyle sordu: “Bak sen şu lafa! Sen bu sözleri nereden öğrendin cimcime?”
İlkim, babasının sorusunu cevaplamaya çalışırken gözleri parladı: “Hani sen beni parka götürmüştün ya, orada ablalar sana bakıp böyle konuşuyorlardı. Ben de orada duydum.”
Yılmaz derin bir iç çekti, başını hafifçe salladı. “Milletin işi gücü yok, tövbe estağfurullah...”
İlkim babasının şaşkınlığına kıkırdadı.
“Hadi gülme bakalım. Kahvaltı yapalım. Benim tatlı kızım ne ister kahvaltıda? Kendi ellerimle hazırlayacağım.”
İlkim, babasının önceki denemelerini hatırlayıp yüzünü buruşturdu. Yılmaz kahvaltı hazırlamaya çalışmış ama pek başarılı olamamıştı. İlkim, babasını üzmemek için o zaman bir şey dememişti. Ancak bu sefer daha güzel bir planı vardı.
“Babacığım, benim daha güzel bir fikrim var. Bekle geliyorum!” dedi ve minik çıplak ayaklarıyla yere basarak odadan hızla çıktı.
Yılmaz arkasından seslendi: “İlkim, buraya gel! Çıplak ayakla yere basma demedim mi sana?! Hasta olacaksın. Bak, iğne yaparlar sana, söyleyeyim.”
İlkim kısa süre sonra odaya döndü, kollarında birkaç hazır kek ve meyve suyu vardı. Yatağa oturdu ve kocaman bir gülümsemeyle babasına baktı.
“Bunlar olmaz kızım. Daha sağlıklı şeyler yememiz lazım.” dedi Yılmaz.
İlkim, babasının endişesine tatlı bir cevapla karşılık verdi: “Ama seni hiç göremiyorum. Zamanımızı boşa harcamayalım, hem sen de yorulmamış olursun. Seni düşünüyorum ben.”
Yılmaz, kızının neden böyle düşündüğünü anladı. Babasının kahvaltı hazırlama becerilerini test etmek istemiyordu, ama bir şey belli etmedi. İlkim de en az babası kadar laf cambazıydı. Küçük elleriyle keki açıp bir parça kopardı ve babasına uzattı. Yılmaz tam kek parçasını ağzına götürecekken, İlkim hızlıca kendi ağzına attı. Odanın içi bir kez daha kahkahalarla doldu.
“Bak sen! Demek babanla eğleniyorsun ha? Ben o parmakları ısırır, yerim!” dedi Yılmaz.
İlkim, şakacı bir tavırla cevap verdi: “Sen bana kıyamazsın ki!”
Yılmaz kaşlarını kaldırıp hafif tehditkar bir tonla sordu: “Öyle mi?”
Sonra bir anda kızını gıdıklamaya başladı, parmağını da sanki ısıracakmış gibi yaparak İlkim ’in kahkahalarını daha da yükseltti. İlkim güldükçe, Yılmaz da onunla birlikte daha çok gülmeye başladı. Kızının neşesi Yılmaz’ ın sabahını aydınlatmış, ona huzur ve mutluluk vermişti.
Baba ve kız, kahkahalarla dolu sabahlarını birlikte kutlarken, aralarındaki güçlü bağ bir kez daha ortaya çıkıyordu. Ne yazık ki mesleği gereği Yılmaz' ın hayatında böyle anlar kısa sürüyordu.