İZBANDUT

1943 Words
Handan' ın anlatımı... Şahin Bey 'e yazılı olarak davadan çekileceğimi bildirmiştim. Yasal olarak 15 gün daha dava ile ilgili bir gelişme olursa ilgilenmek zorundaydım. Umarım herhangi bir gelişme yaşanmazdı. Belge eline geçer geçmez Şahin Bey beni aramıştı. Ona açıkça oğluna olan inancımı kaybettiğimi, kendilerine yeni bir avukat bulmalarını söyledim. Bana kararımı gözden geçirmemi söyleyip telefonu kapatmıştı. Üç gün sonra büroma geldi. Bu kez tutumu daha sertti. Ses tonumu sakin tutsam da söylediklerim her zamanki gibi keskindi. Lafını sakınan biri olmadım hiçbir zaman. Adaleti temsil ediyordum ve kimsenin önünde eğilip bükülmezdim. Oğlunun davasına inancımı kaybettiğimi bir kez daha yineledim. Cevabı ise, “Sana inanman için değil, savunman için para veriyorum. Oğlum masum olsaydı, gerçekten bu kadar para döker miydim? Zaten kurtulurdu. Sana en iyisi olduğun için para veriyorum. Oğlumu kurtaracaksın!" olmuştu. Böyle bir şey yapamayacağımı tekrar etmek zorunda kalmıştım. Tartışma tabi ki uzadı, ancak hiçbir zaman sesimiz yükselmedi. Ona göre, bugüne kadar sadece kazanacağımı düşündüğüm davaları aldığım için bu kadar başarılı olmuştum. Bu asla kabul edeceğim bir şey değildi. Her zaman en zor davaları üstlenmiş, gecemi gündüzüme katarak her bir tanıkla tek tek görüşüp, günlerce kamera kayıtlarını izleyerek, kısacası emek vererek kazandım. Şahin Bey bana yeterince tanık gönderdiğini ve gerekirse daha fazlasını göndereceğini söyledi. O an anladım ki tanıklar sahteydi. Ama ezberleri çok iyiydi. Şahin Bey' in oğlu Levent' in olay günü orada olmadığını söyleyen birçok tanık vardı. Bu, onlar için büyük bir kozdu. Bu davayı benden sonra almak isteyecek birçok avukat olduğunun farkındaydım. Herkesin savunulma hakkı vardı. Elbette her suçlu bir avukat bulacak, birileri onların savunmasını yapacaktı. Bu bana yanlış gelmiyordu. Ama savunma ile savunma arasında fark vardı. En sonunda Şahin Bey' e, oğlunu bu şekilde savunursam sahip olduğum fikirlerle iyi bir savunma çıkaramayacağımı, bunun onlar için iyi değil kötü olacağını söyledim. O ise bunun burada kalmayacağını, kararımı değiştirmem için bir hafta sürem olduğunu söyledi. Yaptığım profesyonelce değildi. Ama söz konusu kız daha reşit bile değildi. Bazı durumlarda profesyonellik yerin dibine batsın demek gerekiyordu. Sonraki günler gayet normal geçti. Elimde bu dava ile ilgili ne kadar evrak varsa Şahin Bey ’e gönderdim ve yatırdığı ücreti de banka yoluyla iade ettim. Davadan çekilmek dışında hiçbir şey umurumda değildi; yaptığım masraflar bile. Bir hafta geçmişti. Çalışanım olmaktan çok bana dost, kardeş olan Nevin ile birlikte yemek yedikten sonra bana geçmiştik. Daha doğrusu Nevin biraz eğlenmeyi ve kafa dağıtmayı teklif etse de benim buna niyetim olmadığını fark edince, bana gidip güzel bir kırmızı şarap eşliğinde sohbet etmeyi teklif etti. Ertesi gün cumartesiydi ve büro kapalıydı. Güzel bir şampanya açtık ve sohbet etmeye başladık. Nevin, bizimle yeni çalışmaya başlayan ve şirket avukatı olan Adem’ den pek övgüyle bahsediyordu. Hem karakterini hem de görünüşünü methediyordu. Belli ki benim güzeller güzeli arkadaşım gönlünü kaptırmak üzereydi. Nevin boşanma avukatıydı ve ilk davası olarak kendini boşamıştı. Severek evlenmişti. Evliliklerinin ikinci yılında, çocukları olmadığı için hastaneye gittiklerinde kocasının asla çocuğu olamayacağını öğrenmişlerdi. Nevin ne kadar üzülse de kocasına destek olmaya çalışmış, hatta evlat edinmeyi teklif etmişti. Ama kocası, “Kendi kanımdan olmayan biri benim çocuğum olamaz.” diyerek bu fikri reddetmişti. Nevin, içi acısa da bunu da kabul etmişti. O sırada tanışmıştık Nevin’ le. Ben yeni büro açmıştım, o da staj yapacak bir yer arıyordu. Görür görmez, ışığı sönmüş gözleri dikkatimi çekmişti. Güzelliği, sisli bir perdenin ardına gizlenmiş, gözleri hüzne boyanmıştı. Nevin kendini işlere vermişti. Sonra bir sabah erken saatte onu ağlarken gördüm. İlk o gün dertleştik. Kocası eve geç gelmeye başlamıştı. Nevin sorduğunda ise kocası, “Madem çocuğumuz olmuyor, neden kendimi tek bir kadınla sınırlayayım?” demişti. Nevin buna cevap bile vermemişti. Bir süre sessiz kaldı. Sonra yanına boşanma davalarına bakan Haldun Abi ’yi de alarak kocasını tek celsede boşadı. Üstelik intikamı acı olmuştu. Kocası boşanmak istediğinde karşı çıkmış, mahkemede herkesin içinde kocasının kısır olduğunu, anne olma isteğinin kocasına olan bağlılığından daha üstün olduğunu söylemişti. Ve cümlesini, “Beni anne yapamayacak bir adamla neden evli kalayım?” diyerek bitirmişti. Nevin 'in bu kararlı yapısı, avukatlığında da onu başarıya götürmüştü. Bu yüzden ona Şahin Bey ’den aldığım tehdidi anlatmamıştım. Tam gece yarısı olduğunda, daha doğrusu ben ne kadar ciddiye almamış olsam da Şahin Bey ’in bana verdiği süre dolduğunda, salonun tam karşımızdaki büyük camı büyük bir gürültüyle kırıldı ve içeri birkaç taş düştü. Hemen Nevin' in başını bastırarak yere yatırdım. Bu tamamen içgüdüsel bir hareketti. Cam birkaç metre önümüzde kırılmıştı; neyse ki bize ulaşan parçalar olsa da ciddi bir yaralanmamıştık. Nevin, tabii ki kendini toparlayıp doğruldu. “Ne oluyor?” diye sordu. Yerdeki taşlardan birine baktığım için ona cevap vermedim. Taşa bir kağıt sarılmıştı. Kalkıp aldım. “Süre doldu.” yazıyordu. Diğer iki taşı da aldım. Onlara da kağıt sarılıydı ve aynı şey yazıyordu: “Son üç dakika.” Nevin yanıma geldi, kağıtları elimden aldı ve inceledi. “Tehdit mi alıyorsun?” diye sordu. “Çık buradan, Nevin!” Ölsem de o adamı arayıp davayı geri almayacaktım. Handan Saner 'i ne sanıyorlardı? “Sensiz bir yere gitmem.” dedi. Benimle birlikte çıkması onu riske atacaktı. “Git dedim sana!” “Hiçbir yere gitmiyorum. Seni böyle bırakmam.” O sırada üç dakika geçmiş olacak ki silah sesleri başladı. Nevin'i koltuğun arkasına itip yere yattım. Bu adamlar içeri girerse ne yapacaktım? Nevin yanıma gelmeye çalışıyordu. “Nevin, yatak odamda, dolabın içinde bir kasa var. Şifresi 15082010. İçinde ruhsatlı silahım var. Git ve onu al. İçeri giren olursa kendini koru.” Ben açık alandayken Nevin koltuğun arkasından görünmeden yukarı çıkabilirdi. Şu an üst kat daha güvenliydi. “Sen de gel!” dedi. “Dediğimi yap, Nevin!” Silah sesleri durmuştu ama içeri girmeyeceklerinin garantisi yoktu. Nevin gitti. İki dakika sonra elinde silahla yavaşça merdivenlerden inerken ben çoktan ayağa kalkmıştım. Nevin, ayakta olduğumu görünce yanıma geldi. “İyi misin? Bir şeyin yok, değil mi?” diye sordu. “İyiyim. Sen iyi misin?” “Gittiler mi? Emin misin?” Kafamı salladım. Nevin’ i gönderdikten sonra kalkmış ve kırık camdan dışarı bakmıştım. Adamlar sanki bunu bekliyor gibiydi. Gözümün içine bakarak arabaya binip gittiler. Bunu Nevin’ e anlatmayacaktım. Nevin, "Ben polisi aradım. Gelirler birazdan," dediğinde bu durum hoşuma gitmedi. Ama elbet komşulardan da arayanlar olmuştu. Yani bu durumdan kaçış yoktu. "Onlara notlardan bahsetmeyeceğiz." dedim. Nevin şaşırmıştı. "Ama onların üzerinde parmak izi vardır." "Yoktur. Bu saldırıyı yapacak insanlar eldiven kullanmayı da akıl ederler." "Ama sen kim olduğunu biliyorsun, biliyorsun değil mi?" Ona yalan söylemek hoşuma gitmiyordu. Ama şu an için başka çare de yoktu. Onu bu işin içine daha fazla karıştıramazdım. Sonuçta Şahin Bey kendisi gelmemişti. Eminim nerede olduğu birçok şahit ve kamera kaydı ile ispatlıydı. Gönderdiği adamlar yakalansa bile onun adını vermeyecekti. Yani sonunu bildiğim bir olayda Nevin’ i de dahil etmenin anlamı yoktu. Şahin Bey’ le bizzat görüşecektim. Bu şekilde beni ikna edemeyeceğini anlatacaktım. Bunun için de Nevin' in olaya dahil olmaması gerekiyordu. "Bilmiyorum. Eğer notları söylersek eski yeni birçok müvekkilim sorgulanır, Nevin. Ve bu da müvekkil kaybetmemize neden olur. Kimse bize güvenmez. Büro benim olduğu için sizlerden biri nedeniyle de olabileceği düşünülür. Hepiniz için sıkıntı oluşur. Ofis zora girmekle kalmaz, kimse de işe almak istemez." "Ama saldırı nedeniyle de aynı şey olmayacak mı?" "Hayır. Çünkü alan genişlerse baskı da azalır. Yolda biriyle de tartışma yaşamış olabilirim, bir rakibim de yapmış olabilir. Yani çok seçenek düşünülür." "Önemli olan senin güvenliğin. Bu adamların şakası yok gibi geldi bana." "Bence onlar yapacaklarını yaptılar. Bir zarar verecek olsaydılar, eve girmeyi denerdiler." "Tehdit aldın mı sen? Notlar sanki biliyorsun gibiydi." Gülümsedim. "Aldım. Neredeyse haftada bir kez alıyorum. Sen almıyor musun sanki? Boşanmak istemeyen kaç eş tehdit etti seni? Herkes kendini buna cesaret eden tek kişi sanıyor." "Ama bu baya ileri gitti." "Alt tarafı camı kırdılar, Nevin. Bu mu ileri gitmek? Herkes mafyacılık oynuyor. Takılma sen." "Sen öyle diyorsan. Peki, bu silah? Onu saklayalım. Senin neden silahın var? Yeni mi aldın?" Hala beni sorguluyordu. Üstelik bunu fark ettirmemeye çalışıyordu. "Silah sorun değil, güzelim. Ruhsatlı. Büroyu açınca almıştım. Sonra da soğukluğu rahatsız edince kasaya koydum." Taşıma ruhsatım vardı. Ama silah bana göre değildi. Bunu alır almaz anlamış ve getirip hemen kasaya koymuştum. Tehlike anında kasayı açana kadar başıma ne gelecekse gelirdi elbet, ama silahlarla yıldızım barışmıyordu. Boşuna dememişlerdi "Silah icat oldu, mertlik bozuldu." diye. Silah kalleşçe vurmak içindi. Aciz insanlar bellerine silah koyup kendilerini güçlü hissediyorlardı. Kapı çaldı. "Açın kapıyı, polis!" sesini duyan Nevin kapıya doğru giderken, izbandut gibi bir adam kırık camlara basarak evime girdi. Adam, kendi evi gibi girip etrafa bakarken Nevin' le birlikte polisler de gelmişti. Bir şey söyleyeceğim sırada, polislerden biri, "Ev sahibi siz misiniz?" diye sorunca ona döndüm. Diğer polisler içeride ve dışarıda etrafa bakıyordu. Polis önce nasıl olduğumu sordu. Ardından, "Son zamanlarda herhangi bir tehdit aldınız mı?" dediğinde Nevin gözümün içine bakıyordu. Ama "Hayır." dedim. İzbandut kılıklı adam yüzüme bile bakmadan, "Hiç tehdit almayan ağır ceza avukatı?" demiş ama başka bir şey söylemeden, evden geldiği gibi kırık pencereden çıktı. Polis eski sevgilim ya da şüphelendiğim biri olup olmadığını sordu. Cevap verdikten sonra kahve teklif ettim. Nevin beni anlamış ve hemen mutfağa gitmişti. Polis memuru, "Gerek yok." dese de saat gecenin 1' iydi. Alışık olmaları bir şey değiştirmezdi. Kim bilir kaç saattir görev yapıyorlardı. Nevin kahveleri getirdi ve dağıttı. Sonra tekrar yapmaya gitti. Bu kez dışarıdakiler için yapıyordu. Polis memuru hayatımda değişen bir durum olup olmadığından, komşularımla aramın nasıl olduğuna, hapisten çıkan bir müvekkilimin olup olmamasına kadar her şeyi sormaya devam etti. Nevin ikinci kez kahve getirip dışarıdaki polislere dağıttı. O sırada izbandut yine kırık pencereden içeri girdi. Nevin ’in kendisi için yaptığı kahveyi sormadan tepsiden aldı. Sütlü olduğu için kendine yaptığından emindim. İzbandut, bana sorular soran polisin yanına geçti. "Önce taşları atmışlar. Üç kişiymiş. Kasıtlı olarak sanki görünmek istiyor gibi. Birden taramak yerine yavaş yavaş ateş etmişler." dediğinde polis memuru, "Görgü tanığı mı?" diye sordu. "Arkadaşlar komşuları ziyaret ediyor. Ama camların kırılma şeklinden önce taşların atıldığı belli. Yerde üç farklı kovan var. Yolda lastik izi yok. Yani ne telaşlı gelmişler ne de telaşlı gitmişler. Yaptıkları şeyi son derece sakin bir şekilde yapmışlar. Komşuların hepsinin bütün perdeleri kapalı. Belli ki görgü tanığı olarak sorun yaşamamak için kapatmışlar. Bu da her şeyin kısa sürede olup bitmediğini gösterir. Adamlar ordaymış ve komşular içgüdüsel olarak ‘ben sizi görmedim’ demeye çalışmış." Bu adam kendini fazla mı beğeniyordu? Sanki ben bilirim havası vardı. "Bunları öğrenmek için evime camdan girmenize gerek yoktu. Sorsanız, ben de pekala önce taşları attıklarını söylerdim." Yangın mavisi gözlerini gözlerime dikti. Uykusuz olduğu belliydi. Gözleri o kadar kızarmıştı ki, alevler içinde kalmış bir denizi anımsatıyordu gözleri. "Hayır, söylemezdiniz." "Siz beni neyle itham ediyorsunuz? Suçluları mı koruyorum ben?" "Ne yaptığınızı bilemem ama adamları gördüğünüz halde söylemediğinize göre, bunu da söyleyeceğinize güvenilmesini bekleyemezsiniz." "Bu kanıya nereden vardınız?" "Yerdeki cam parçası. Üzerine sivri topuklu bir ayakkabı ile basılmış. Ayağınızdaki gibi." "Ben araba sesi duydum. Ondan sonra baktım. Adamların gittiğinden emin olunca..." "Avukatların yalan söylemekte daha iyi olduklarını sanırdım. Eğer gittiklerini düşünerek yürüseydiniz, cam parçası bütün olarak kalmaz ve uyguladığınız güç ile parçaları etrafa saçılırdı. Ama siz oldukça yavaş ve temkinli bir şekilde bastığınız için cam çatlamış, ancak dağılmamış." "Adamlar gittikten sonra yine de emin olmayıp temkinli bir şekilde ilerlemiş olamaz mıyım?" "Elbette olabilirdiniz. Ama öyle olsaydı, şu an ‘adamlar gittikten sonra usulca gittim.’ derdiniz, ‘Öyle yapmış olamaz mıyım?’ değil. Kimi, niye koruyorsunuz bilmiyorum ama böyle şeyler genelde uyarı olur, Avukat Hanım. Koruduğunuz kişilere dikkat etmenizi öneririm." Adam bunları söyledikten sonra, bana sorular soran polise döndü. "Benlik başka bir şey yoksa..." dedi. Polis, "Yarın görüşürüz. Sana uğrayacağım. Bazı durumlar var." diye cevap verdi. Bazı durumlar dediği neydi? Acaba benim bu olaylarla mı ilgiliydi? Ama sadece yanımda durmuştu. Söylediğimden farklı bir şey biliyor olamazdı. Önce izbanduta benzeyen o adam, ondan yaklaşık yirmi dakika sonra da polisler gitti. Her ihtimale karşı kapının önüne bir polis koymuşlar, yine de kalabileceğim başka bir yer varsa bu gece için en azından oraya gitmemi tavsiye etmişlerdi. Çok bilmiş İzbandut kimsenin aklını karıştırmazsa bu konuyu atlattım sayılırdı.
Free reading for new users
Scan code to download app
Facebookexpand_more
  • author-avatar
    Writer
  • chap_listContents
  • likeADD